21 Nisan 2010

NE ALIRDIN?


Fark etmez!
Benim için eder.

Sen olsan da olmasan da ben o dağa tırmanırım cümlesindeki gibi.
Amaç, dağa tırmanmaksa benim varlığımın bir değeri olmaz.
Yani,
Fark etmez!

Yok değil, amaç benle o dağa tırmanmaksa...
Ne diye yoruyorum ki kendimi.
Zaten kurmazdın böyle bir cümleyi.
Benle olmaksa istediğin;
eteklerinde piknik yapıp,
hayalini kurardık, zirvede sıcak şarap içmenin.






20 Nisan 2010

BOYADIĞIN SOKAKLARDA YÜRÜYORUM



Bazı kentler vardır,
daha içinden geçerken bile fark edersiniz, unutulmaz izler bırakacaktır...

Bazı kadınlar vardır,
gözünüzün ucu değse bile anlarsınız, onunla anlar yıllara uzanacaktır...

Bazı adamlar vardır,
bir kelimesi, bir bakışı, bir gülüşü ile kendine çeker yüreğinizi ve öper usulca,
aşk kapınızdadır, içeri buyur edersiniz,
ilk adımında hissedersiniz, onunla gerçeğiniz düş gibi yaşanacaktır...


Au Di

Şimdi;
Salınıyorum bir barda
Sırtım dönük sana
Sarıl bana
Yasla yanağını yanağıma
Dans edelim gün boyunca


Doğumgünün kutlu olsun sevgili adam
Boyadığın sokaklarda beraber yürüyelim (mi?)
ve dilerim
gökyüzüne saldığın balonların çoşkusunda geçsin günler, dimi:)


19 Nisan 2010

YORUL/DUM


Senin bana ihtiyacın yok biliyor musun? Sen kendine bile fazlasın... dedi kadın. Kendi kendine konuşmalarının orta yerinde, sesini yükseltmese, farkına bile varmayacağı bir tek düzelik ve sakinlikle kendi kendine konuşuyordu. 

Bir gece öncenin rutin kavgalarının birini yaparlerken, adam kapıyı çarpıp gitti, çıkmadan önceki son sözleri; ben yoruldum, sen de yorul artık oldu. Aşk yorardı adamı. Kolay mıydı, maratona hazırlanmak, peki okyanusda yüzmek, peki, peki söyleyin, ya bir dağın zirvesine çıkmak ya da bir keşiş gibi yaşamak. Yok yok, aşk öyle yoruldum diyip gidilecek kadar basit olamazdı. İyi de düşündüğüm  örneklerin hepsi bireysel başarı değil mi dedi kadın, yine alışkın olmadığı bir tek düzelik ve sakinlikle konuşuyordu ve yine kendi kendine. Camdaki yansımasında soruyordu gözleri: Peki aşk... Ya aşk!

Belli ki, bir inanca ihtiyaç duyuyordu...



18 Nisan 2010

ERKEN KALKAN SAÇMALAR



La Llorona - Frida Soundtrack



Erken kalkan yol alır demiş ya büyüklerim, bugün yolum uzun...
Yol boyu, tadımlık sunduğum şu albümü dinliyor olacağım...
Arada hayata saydırdığım anları duymamazlıktan gelebilirsem,
sanırım güzel bir gün olacak.

Dönüşte günden haberdar ederim.
Veya etmem, bilemem.
Ruhuma bağlı.
Bu aralar kendisi serseri bir mayın gibi, ne duru var ne durağı.
Kafasına göre takıldığından mütevellit, arada saçmalıyor gibime geliyor.

Bu arada,
iyi pazarlarınız olsun.
Mutluluk ekip, kahkaha biçin.
Bulursanız mis kokulu bir çaya ya da kahveye sakın hayır demeyin.

Soracak olursanız, ki sormazsınız;
Ben, iyiyim!




TEK


Bildiğin bir dağ
Bildiğin bir gövde
Dalları taşmış dört bir yanına
Tek başına
Kendine kalabalık kökleri
Karma karışık

Çiçekleri de olmasa
Çekilmez ki hayatı
Bir ağaç için bile
Fazla gelir yalnızlık



17 Nisan 2010

TESTİ / Canımmmm




Tarifi olmayan mutlu anların sonrasındaki amansız, yola gelmez, söz dinlemez hüzün çeşmesinin başında durmuşum da kırılan testilere bakıyorum sanki.

Geçmişin izlerini taşıyan onca kırılmış testi içinde, çatlak bir tanesi dikkatimi çekiyor. Yaklaşıyorum. Elime alıp incelediğimde çatlak olmadığını, yapıştırıldığını fark ediyorum. Testi tanıdık gelmiyor; eviriyorum çeviriyorum, altına bakıyorum derken, bir fısıltı duyuyorum, kulağımı yaklaştırıyorum testinin ağzına:

“Senli düşlere uyandığım zamanlar da oldu elbet ama bir sabah senle uyandığımda senin düşken daha güzel olduğunu fark ettim. Uzaktayken sevdim en çok seni. Mükemmeliyetçi yanınla yaşamak zorunda kalsan, sen seni sever miydin benim kadar, hep merak ettim. Yoran bir sevgin var senin. Zaman zaman boğan. Sevemem ben seni böyle. Hem sevgi mi seninkisi, esaret altına almak mı?

Hayır, hayır ağlama. Sevmedin beni demiyorum ki… Sevmedim de demiyorum. Çok sevdim. Çok sevdin. Biz seninle ne birlikte ne de ayrı olabilenler gibiyiz. Ama uzak durmalıyız birbirimize. Yakıyorsun yüreğimi, kırmızının en kırmızı hali gibi geliyor sevgin. Dozunda güzel olur kırmızı, hatırlasana, sen demiştin bir mektubunda: Dozunda güzel olur sevgi, tıpkı kırmızı gibi… Canım derdim sana, canımmmm… Kokun gelirdi burnuma her seferinde… Her canım deyişimde canımdan bir parça giderdi, senden bir parça yerleşirdi içime. Öyle çekerdim seni içime. Canımmmm…”

Elimden düştü düşecek tutuyorum testiyi. Sarılıyorum sonra bir sıkı: Canımmmm

Yanıyor elim, yangınları sarıyor yüreğim… Testi düşüyor elimden… Yapıştırdığım her yerinden bir kez daha kırılıyor. Kırılmayan parçaları da ayrılıyor bu sefer. Çömeliyorum suyun başında… Topluyorum bütün parçaları… Yapışmaz artık diyorum. Küçük çelimsiz bir parçadan belli belirsiz bir ses duyuluyor… 'Canımmmm…' Toz bulaşmış sağına soluna. Alıyorum, yıkıyorum özenle… Kıyamıyorum onu orada bırakmaya. Koyuyorum cebime… O günden beri, bir cılız ‘canım’la dolanıyorum köyün tozlu yollarında. Köşeden dönüyorum sessizce, varıyorum meydana, görenler köyün delisi deseler de, ben canımı koyabileceğim bir testi peşinde dolanıp duruyorum avere…

______________________________________________

O günlerde elinde bir testi dolanıp duran bir arkadaşım vardı... Bir köşe başına gelince durdu öylece... Ya çatlakları ile alıp testiyi geri dönecekti köşeden ya da köşe başında bırakacaktı herşeyi... Köşe başında bırakmayı seçti... Ve köşeden dönüp yoluna devam etti. Evet bu yazı onaydı...
______________________________________________

İlk Yayın Tarihi / Mayıs 2009

16 Nisan 2010

UYANMAK / KISA DÜŞÜNCELER




Neden uyanır ki insan, henüz sabahın olmayan bir vaktinde, aklında sorularla... Saat şu anda 05.24.

***

Lacivertin bu tonunun ayrı bir adı olmalı, yer yer kurşuni olduğunu tanımlayabilirim de, yer yer lacivert demek haksızlık olacak.  Gökyüzü bulut bulut.

***

Yazdığım şu satırları sevdim... Şiir tadında oldu ama fotoğrafın fısıltısı serisini yapmak üzere fotoğraf bakındığım site düzenlendiği için fotoğraf seçemiyorum, ama bu satırlar da zamanda yerini şimdi alsın istiyorum.

tozum ol!

bir su damlasıydım sadece
yağabilmek için yoğuşmalıydım seninle


***

Yağmurun yağması için su damlasının onu ağırlaştıracak birşeye ihtiyaç duyması ne garip, benim yaşamak için ona ihtiyaç duymamla pek bir özdeşleştirdim durumu. Yukarıdaki dizeler de aşkı anlatmış oldu dönüp dolaşıp.

***

Sabahları servis beklerken kitap okuyorum ayakta, insanların garipseyebileceğini komşum söyleyince fark ettim. Cümlesi aynen şöyleydi: Vakit yokmuş gibi elinde kitap, o beş dakikaya kaç cümle sığdırıyorsun ki...

***

Eğitimlerde sıkça yapardım, kağıtlara kelimeler yazar çocuklara kura çektirirdim kürsüye gelince ve bir dakika süre verirdim. Onca cümle sıralarlar gene de vakitleri kalırdı geriye ve çok uzun gelirdi bir dakika onlara bu oyun içinde... O anları bir kenara not etmediğime üzülürüm zaman zaman.

***

Dün akşam anlamsızca çok yedim, içim sıkıldı ve ben gene hırsımı yemeklerden almış oldum.

***

Ben şimdi ondan,  toz olmasını istiyorum ya, hani yağabilmek için, yanlış anlayıp toz olmasından korktum bir an... Herşey olacağına varır demiş büyüklerim. Yaşayalım görelim derim. Bekle ve gör, bana göre değil, o zamanı yaşamla doldurmayı tercih ederim.

***

Herkes kelimeleriyle yaşar... Bir yerde okumuştum bu cümleyi... Hatırlayamadım. Düşündüm de, pek bir doğru geldi. Geçen yıl doğumgünümde, çok şey mi istiyorum deyip, şımarmak istiyorum yazmıştım ve doğumgünüm ve sonrasında kimsenin beni şımartmadığı kadar şımartılmıştım hem de neredeyse beni tanıyan ve sevdiğine emin olduğum herkes tarafından.

***

Bazı insanların hayatıma giriş öyküleri ne garip ve çıkışları sonra. Bıçak gibi keskin bitişleri olmamıştı arkadaşlıklarımın. Olmamıştı diyorum çünkü bir tanesi olmak zorunda kaldı, ya da biz mi öyle tercih ettik. Ya da ben tercih ettim, o mecbur mu kaldı. Ya da tam tersi, belki de mecbur kalan bendim. Bu sonucu değiştirmedi, görüşmüyoruz ama bu düşünmüyoruz demek değil biliyorum, ben de onun aklına düşüyorum. Belki bir yürüyüş anında belki bir şarkıyı dinlerken. İyi dileklerimizi gönderiyoruz birbirimize, nedense bundan eminim. Yüreğini bildiğimden belki. İyi ol!

***

Yürek! İçinde neyi barındırıyorsa onu buluyor hayatta. Buna benzer bir cümle vardı, kurulmuş cümlelere alayım dedim, yazdım bir kenara ama bulamıyorum. An defterimi elimin altında tutmalıyım. Yürekte ne varsa, ağızdan o çıkar... Böyle bir şeydi sanki... Tam hatırlayamıyorum.

***

Hatırlamak! İnsana yaşarken, unutmayacakmış gibi gelen bir çok şey nasıl da zaman içinde gizlenip saklanıyor en ücra köşelere, işin asıl komik yanı sen isteyince değil de kendi istediğinde o anıların çıkıp gelmesi bence. Hani şu klasik hal vardır ya; bir şarkı, bir an, bir fotoğraf, bir yemek, bir lezzet, bir yol, bir çocuk, bir gülüş... Alıp götürür ya...  Sen istediğin için değildir aslında, o anı çıkıp gelmek, kendini hatırlatmak ve buradayım demek istemiştir. Tozunu siler, bazen gülümser, bazen dalar, bazen düşünür, bazen düş kurar, yerine kaldırırsın. O, orada bekler... Senin en duygusal anını. Sarılmanı istediğinden belki de, tam da o anda gelir. İlginç!

***

Şiirler okuyorum bu sıralar, annemden aldım bir kaç şiir kitabı, elimin altında sürekli, hoşuma gidiyor yaprak yaprak okumak.

***

Telefonumun alarmı çalıyor, uyanma saati... 06.35.

***

Şu alıntıyı yapmadan başlamasın bu sabah: Akgün Akova'dan

Yaşamın çıkmaz sokaklarında yürürken, bir kuyrukluyıldıza çarpmaktır aşk. 
Söylendikçe bizim olan bir şarkıdır.
Tene dağılan mıknatıstır.
Uzun bacaklı bir yaban hayvanıdır aşk.  
En uzun kuyumuza düşen kemandır.
Dikey bir şiirdir bütün kuşları aynı anda havalandıran.
Aşk yasemin kokan bahçeleri ve ateşböceklerini bir arada anımsamaktır.
...

Aşk, Öpüşen Çiftleri Alkışlama Ekipleri kurdurur sevilenlere.
O, uzun saçlı bir yıldızdır, yüreğin içinde taranır.

***

Aşk,
yeni biçilmiş çimenlerin yeşilinde,
senin kokunu duyumsamaktır.

Özledim.