21 Nisan 2010

SIKLIKLA

Tesadüflerin, beni gülümsetmesinden duyduğum keskinliği nasıl anlatabilirim ki sizlere...
Deneyeyim...
Denemeliyim...

Bir arkadaşım var; bir adamı hala özlüyor. Sevdiği adamla bağını kopartmak konusunda emin olamamasından kaynaklanan bir davranışını gözlemliyorum sıklıkla. O, sıklıkla herşeyin bittiğini söylese de, ve biliyorum ki farkında değil, ama o, ne zaman ondan bir haber alsa, bir ses, bir kelime gelip çarpsa ona, gidip oturuyor o pencerenin önüne. Tesadüf bu ya, nedense, ondan gelen bu sesin ya da kelimenin ardından, onunla paylaşılmış anların sesleri, solukları yankılanıyor camdan seyrettiği kendine.

Anlatabildiğimden çok emin değilim doğrusu, paragrafı yeniden okudum ve gördüm ki, biraz karmaşık olmuş anlatımım. Daha yalın anlatabilsem keşke...
Deneyeyim...
Denemeliyim...

Bir arkadaşım var; bir adamı hala düşünüyor. Nereden mi biliyorum, o farkında değil ama, ne zaman ondan bir haber alsa, hani sıradan bir merhaba, nasılsın anlamında, hemen dalıveriyor gözleri, belli ki bir düş görüyor, gözleri açık. Unutulmuş açık pencereden giriveriyor, umut serçeleri, kanatlarında o adamın esmer teni... Sanıyorum ki, unuttum dese de, unutamıyor bu adamı, yoksa  her seferinde iner mi gözyaşları kelime kelime...

Anlatabildiğimden çok emin değilim doğrusu, paragrafı yeniden okudum ve gördüm ki, derdimi tam olarak anlatamamışım ben bu kelimelerle. Daha uygun kelimeleri bulup, daha doğru cümleler kurabilsem keşke...
Deneyeyim...
Denemeliyim...

Bir arkadaşım var; bir adamı hala seviyor. Adı geçince, yutkunmasından anlıyorum hala sevdiğini ve titremesinden sesinin, anlıyorum ona verdiği değeri... Ne tesadüf ki, ona ait, onlu kelimeleri döküveriyor ortalığa yüreği, elinde değil biliyorum. İstemsizce ve içtenlikle dökülüyor kelimeleri. En çok da benden tereddüt ederek beklediği onay var ya, işte o sesten anlıyorum özlemini. Sıklıkla tekrarlanıyor bu durum ve arkadaşım, tesadüf diyor, sadece bir tesadüf. Gülümsüyorum. Onun tesadüf dediği şeyin, yüreğinde bir yerde hala o adamı taşıdığı ve bugün kapısını çalsa içeri buyur edecek olan hazırda bekleyen hali olduğunu biliyorum.

Tesadüflerin, beni gülümsetmesinden duyduğum keskinliği size anlatamayacağımı anlıyorum.
Denemenin faydası yok.
Yüzümde kırık bir gülümseme, keskinliğinin kanattığı yüreğime tuz basmaya gidiyorum.
Onun, o tuzu yüreğine basamayacağından eminim çünkü!




















deviantART

NE ALIRDIN?


Fark etmez!
Benim için eder.

Sen olsan da olmasan da ben o dağa tırmanırım cümlesindeki gibi.
Amaç, dağa tırmanmaksa benim varlığımın bir değeri olmaz.
Yani,
Fark etmez!

Yok değil, amaç benle o dağa tırmanmaksa...
Ne diye yoruyorum ki kendimi.
Zaten kurmazdın böyle bir cümleyi.
Benle olmaksa istediğin;
eteklerinde piknik yapıp,
hayalini kurardık, zirvede sıcak şarap içmenin.






20 Nisan 2010

BOYADIĞIN SOKAKLARDA YÜRÜYORUM



Bazı kentler vardır,
daha içinden geçerken bile fark edersiniz, unutulmaz izler bırakacaktır...

Bazı kadınlar vardır,
gözünüzün ucu değse bile anlarsınız, onunla anlar yıllara uzanacaktır...

Bazı adamlar vardır,
bir kelimesi, bir bakışı, bir gülüşü ile kendine çeker yüreğinizi ve öper usulca,
aşk kapınızdadır, içeri buyur edersiniz,
ilk adımında hissedersiniz, onunla gerçeğiniz düş gibi yaşanacaktır...


Au Di

Şimdi;
Salınıyorum bir barda
Sırtım dönük sana
Sarıl bana
Yasla yanağını yanağıma
Dans edelim gün boyunca


Doğumgünün kutlu olsun sevgili adam
Boyadığın sokaklarda beraber yürüyelim (mi?)
ve dilerim
gökyüzüne saldığın balonların çoşkusunda geçsin günler, dimi:)


19 Nisan 2010

YORUL/DUM


Senin bana ihtiyacın yok biliyor musun? Sen kendine bile fazlasın... dedi kadın. Kendi kendine konuşmalarının orta yerinde, sesini yükseltmese, farkına bile varmayacağı bir tek düzelik ve sakinlikle kendi kendine konuşuyordu. 

Bir gece öncenin rutin kavgalarının birini yaparlerken, adam kapıyı çarpıp gitti, çıkmadan önceki son sözleri; ben yoruldum, sen de yorul artık oldu. Aşk yorardı adamı. Kolay mıydı, maratona hazırlanmak, peki okyanusda yüzmek, peki, peki söyleyin, ya bir dağın zirvesine çıkmak ya da bir keşiş gibi yaşamak. Yok yok, aşk öyle yoruldum diyip gidilecek kadar basit olamazdı. İyi de düşündüğüm  örneklerin hepsi bireysel başarı değil mi dedi kadın, yine alışkın olmadığı bir tek düzelik ve sakinlikle konuşuyordu ve yine kendi kendine. Camdaki yansımasında soruyordu gözleri: Peki aşk... Ya aşk!

Belli ki, bir inanca ihtiyaç duyuyordu...



18 Nisan 2010

ERKEN KALKAN SAÇMALAR



La Llorona - Frida Soundtrack



Erken kalkan yol alır demiş ya büyüklerim, bugün yolum uzun...
Yol boyu, tadımlık sunduğum şu albümü dinliyor olacağım...
Arada hayata saydırdığım anları duymamazlıktan gelebilirsem,
sanırım güzel bir gün olacak.

Dönüşte günden haberdar ederim.
Veya etmem, bilemem.
Ruhuma bağlı.
Bu aralar kendisi serseri bir mayın gibi, ne duru var ne durağı.
Kafasına göre takıldığından mütevellit, arada saçmalıyor gibime geliyor.

Bu arada,
iyi pazarlarınız olsun.
Mutluluk ekip, kahkaha biçin.
Bulursanız mis kokulu bir çaya ya da kahveye sakın hayır demeyin.

Soracak olursanız, ki sormazsınız;
Ben, iyiyim!




TEK


Bildiğin bir dağ
Bildiğin bir gövde
Dalları taşmış dört bir yanına
Tek başına
Kendine kalabalık kökleri
Karma karışık

Çiçekleri de olmasa
Çekilmez ki hayatı
Bir ağaç için bile
Fazla gelir yalnızlık



17 Nisan 2010

TESTİ / Canımmmm




Tarifi olmayan mutlu anların sonrasındaki amansız, yola gelmez, söz dinlemez hüzün çeşmesinin başında durmuşum da kırılan testilere bakıyorum sanki.

Geçmişin izlerini taşıyan onca kırılmış testi içinde, çatlak bir tanesi dikkatimi çekiyor. Yaklaşıyorum. Elime alıp incelediğimde çatlak olmadığını, yapıştırıldığını fark ediyorum. Testi tanıdık gelmiyor; eviriyorum çeviriyorum, altına bakıyorum derken, bir fısıltı duyuyorum, kulağımı yaklaştırıyorum testinin ağzına:

“Senli düşlere uyandığım zamanlar da oldu elbet ama bir sabah senle uyandığımda senin düşken daha güzel olduğunu fark ettim. Uzaktayken sevdim en çok seni. Mükemmeliyetçi yanınla yaşamak zorunda kalsan, sen seni sever miydin benim kadar, hep merak ettim. Yoran bir sevgin var senin. Zaman zaman boğan. Sevemem ben seni böyle. Hem sevgi mi seninkisi, esaret altına almak mı?

Hayır, hayır ağlama. Sevmedin beni demiyorum ki… Sevmedim de demiyorum. Çok sevdim. Çok sevdin. Biz seninle ne birlikte ne de ayrı olabilenler gibiyiz. Ama uzak durmalıyız birbirimize. Yakıyorsun yüreğimi, kırmızının en kırmızı hali gibi geliyor sevgin. Dozunda güzel olur kırmızı, hatırlasana, sen demiştin bir mektubunda: Dozunda güzel olur sevgi, tıpkı kırmızı gibi… Canım derdim sana, canımmmm… Kokun gelirdi burnuma her seferinde… Her canım deyişimde canımdan bir parça giderdi, senden bir parça yerleşirdi içime. Öyle çekerdim seni içime. Canımmmm…”

Elimden düştü düşecek tutuyorum testiyi. Sarılıyorum sonra bir sıkı: Canımmmm

Yanıyor elim, yangınları sarıyor yüreğim… Testi düşüyor elimden… Yapıştırdığım her yerinden bir kez daha kırılıyor. Kırılmayan parçaları da ayrılıyor bu sefer. Çömeliyorum suyun başında… Topluyorum bütün parçaları… Yapışmaz artık diyorum. Küçük çelimsiz bir parçadan belli belirsiz bir ses duyuluyor… 'Canımmmm…' Toz bulaşmış sağına soluna. Alıyorum, yıkıyorum özenle… Kıyamıyorum onu orada bırakmaya. Koyuyorum cebime… O günden beri, bir cılız ‘canım’la dolanıyorum köyün tozlu yollarında. Köşeden dönüyorum sessizce, varıyorum meydana, görenler köyün delisi deseler de, ben canımı koyabileceğim bir testi peşinde dolanıp duruyorum avere…

______________________________________________

O günlerde elinde bir testi dolanıp duran bir arkadaşım vardı... Bir köşe başına gelince durdu öylece... Ya çatlakları ile alıp testiyi geri dönecekti köşeden ya da köşe başında bırakacaktı herşeyi... Köşe başında bırakmayı seçti... Ve köşeden dönüp yoluna devam etti. Evet bu yazı onaydı...
______________________________________________

İlk Yayın Tarihi / Mayıs 2009