09 Ekim 2011

O Şehir




O şehre hiç gitmemişsinizdir... Ama o şehri, sokak sokak bilirsiniz. O şehrin denize sıfır sayılabilecek bahçelerinden birindeki buram buram çiçek kokularına uyanacak kadar seversiniz o şehri. Yürümediğiniz sokaklarında ağlarsınız bir gece vakti. O şehri öyle çok seversiniz ki, güneş rakı burcuna o şehrin gün batımında girer sizin balkonunuzda da...

Başka bir vakit; öğleninin sıcağı, denizinin rüzgarı vurur yüzünüze... Öyle çok seversiniz ki o şehri, adını duydukça birikir gözünüzde bir damla taşımı gözyaşı hiç akmamacasına. O şehirle nefes alır, o şehrin düşünü kurar, o şehre yakıştırırsınız en büyük aşkları. Ve bir gün gelir bir şerh düşersiniz hayatın ortasına, o şehri görmeden ölmemek adına. 




görsel / devianatart

06 Ekim 2011

YAZILANI YORDUM / 10







Bir gün boyu,

Yüreğine dokunurken;
Saçına, yanağına da dokunmak istedi...
ve bazen;
tutup çıkartmak istedi...
şefkati, sevgisi, aşkı
yanağını okşasın istedi.

En çok da umursandığını bilsin istedi...
Yüreğini öptü...
Severkenki, aşık olurkenki, aşkıyla uyurken ki
halini çok sevdi...

Akşam oldu ruhuna dokundu,
gece oldu diğer yarısına...
Sabah oldu korkularına,
öğlen oldu umutlarına...
Akşamüstü oldu geçmişine,
akşam oldu oturdu rakı masasına.

Konuştu, sevdi, aşık oldu, ağladı, baktı, gördü, tuttu, sarıldı, kahkaha attı, şarkı söyledi, bağırdı, küfretti, kavga etti, akşam sızdı kaldı bir koltukta.

Sabah uyandı,
bütün hallerini çok sevdi...





görsel / deviantart

01 Ekim 2011

Evrenin Dünyasındaki 1000 İnci



Bu sabah bir yazı yazayım dedim... Taslaklara ve ardından da yayınlanmış olan yazılarıma şöyle bir göz gezdirdim. O sırada fark ettim. Şu anda okumakta olduğunuz yazı yayınlanan bininci yazım... Bir kaç yazı -ki sanırım iki elin parmaklarını geçmez- birden fazla yayınlanmış olsa da, 2006 yılından beri -dile kolay- yazıyorum. 

Onlarca başlık altında duygularımı karalamışım kelimelerin ışığında, bugün geriye dönüp baktığımda - kuşkusuz benim için- hepsi birer inci tanesi. Bazıları umutlarım, bazıları aşklarım, bazıları korkularım, bazıları düşlerim adına akıvermiş kalemimin ucundan. Bir elin parmaklarını geçecek kadar veda mektubu bırakmışım bu yazıların arasına... Hatta öyle ki bir gidişimde pek kararlıymışım ki; şöyle yazmışım:

Her kaçışımda çok geçmezdi geri dönüşüm. Bazen bir fısıltı, bazen bir rüzgar alıp getirirdi gene beni tamamlanmamış çemberimin içine. Ben hep olmam gereken yere, merkeze geri dönerdim: Evrenin Dünyası. Kendi turunu tamamladı.

Dolayısıyla bugünkü gidişim bir kaçış değil. Bu blog yani benim dünyamı yansıtan bu evren ömrünü tamamladı artık. İçine; kırık bir sevda öyküsünü, gündelik yaşamın sıradan yansımalarını, bir aşkın yeşermesindeki sonsuz heyecanları sığdırdı. Kendime yenik üzüntülerimi, yaşama tutkun mutluluklarımı, yarına panik kaygılarımı ve daha nicelerini taşıdı sizlere.

74'ü taslak olmak üzere 998 yazı ve 7000'e yakın yorum kalacak bu evrende. Ne çok yer kaplamışım. Ne çok sözcük eşlik etmiş gelişimime. Ne çok yürek atmış yüreğimle birlikte.

İnsan kendini ararken türlü çeşitli yollar, patikalar ve kapılarla karşılaşıyor. Arayışın tükenmeyişinden yolların, patikaların ve kapıların çokluğu. Oysa insan gün geliyor kendine kavuşuyor. Belki de bu yüzden Evrenin Dünyası yeni bir tura başladı -günler aylar öncesinden- sessizce ve kendiliğinden... 

Tut Ellerimi blogunda yazmaya başladığımda içimde bir acı vardı, Novellada ise umut... Değişmeyen tek şeyin yüreğimdeki aşk olduğunu fark etmem zaman aldı. Kendimden ne kadar kaçarsam kaçayım kendime dönüşümün tek açıklaması da bu belki de; yüreği kocaman bir kadınım ben -İYİ Kİ- Bunu ben söylediğim için değil, bunun bana böyle olduğunu söyleyenler çoğaldığı için inanıyorum buna. İnanmanın ötesinde artık bunu biliyorum. Belki de sırf bu yüzden kendimden kaçmamayı, kendime sığınmayı, kendime sarılmayı, güvenmeyi ve sevmeyi ve hatta kendimle barışmayı da başardım. 

Bir başka veda yazısını şöyle bitirmişim; 

Rüzgar esmezse yapacak bir şey yok ama eserse gene görüşürüz buralarda...


Emin olduğum bir şey var, rüzgar esiyor... Sen kuytularına saklansan da, rüzgar seni buluyor. Sen bazen yıldıza, bazen poyraza, bazen lodosa, karayele, bazen keşişlemeye, kıbleye, bazense gündoğusuna ya da batısına denk gelebilirsin bu hayatta. Yeter ki, yüreğini AŞKa kapatma... Anlayacağınız sıklıkla görüşeceğiz bu dünyada. 


Bu yazı, yazıyla binincidir. 1000 inci diye okunur. 





görsel / deviantart

22 Eylül 2011

Geceye Kanmaca





Uzun zaman olmuştu koltuğun bir köşesinde oturup da düşünmeyeli... Stella Starlight Trio çalıyor: Tanted Love! Kısık, sarı bir ışık vuruyor sol yanımdan yüzüme doğru. Güzel gözüküyor muyum acaba? Kim bilir... belki!

Kendimle "yalnız kalmanın huzuruna teslim" oyunu oynuyorum. Ama oyuna dahil olmak gibi bir niyeti olmayan aklımın kaba saba konuşmasına engel olmak isteğim şiddete meyl eden bir hal almaya başladığından beridir, kendimden korkuyorum. İnsan kendinden korkar mı? Korkar... İnsan belki de aslında bir tek kendinden korkar. Yok yok! Cümleyi şöyle kuracağım: İnsan, gün gelir bir tek kendinden korkar. 

Geceye kanıp, kendimle kalmanın huzurunu çıkarabilecekken aklımın köşe kapmacasından yorgun düştüm. Uykuya mı sığınsam? İnsan, kendi kendine konuşurken uyuya kaldığında rüyasında kendi ile didişmeye devam eder. Evet! Ben bunu daha önce deneyimledim. Bir köpektim. Rüyamda yani... Kendi kuyruğunu yakalamaya çalışan bir köpek. Nasıl da salak görünüyordum kendime. Uyandığımda gördüğüme gülmek isterdim. Ama ben bildiğin ağlıyordum. Kuyruk diye ısırdığım yüreğimmiş. Kanıyordu. Oh olsun sana, dedim. Yüreğim elimdeydi. Kanıyordu ve ben en büyük kötülüğü kendime yapıp, tuzlu gözyaşlarımı üzerine serpiyordum. İlk o zaman kurmuştum o cümleyi; İnsan, gün gelir bir tek kendinden korkar. 

Beklemiyorum desem de... Gözümün, saatin tik taklarında salınmasının kendime yaptığım bir kötülük olduğunu biliyorum. O kapı belki de bu gece hiç çalmayacak ve ben yine rüyamda bir köpek olup kuyruğumu yakalamaya çalışacağım. Elimde tuzluk uykuya dalıyorum. Olur da gözyaşlarım kalmamışsa diye kendimi büyük bir acıya hazırlıyorum.

Ne demiştim yazının bir yerinde: İnsan, gün gelir bir tek kendinden korkar...
Yok yok! Cümleyi şöyle düzeltmeliyim; insan bir tek kendinden korkmalıdır. Kendinden ve kafasının içinde tuzlukla dolaşan hayal gücünden.



Edit: Kapı çaldı... Dudağımda bir kavun kokusu... Uykuya az kaldı. 




Görsel / deviantart

19 Eylül 2011

Saat Beş Mektupları - III




Canım Evren,

Çıktığın yolculuğun keyfini çıkartmayı bileceksin biliyorum. Sendeki değişimi, vardığın huzuru, içinde bulunduğun dinginliği görüyorum. Hırçın ve hüzünlü kız çocuğundan "gözlerinde kaybolmayı her defasında isteyecek kadar huzurluyum senin yanında" denilen bir kadın yarattın. İyi ki, değil mi? 

Hayat her zamanki gibi sana yardım etti. Teşekkürlerini sunmayı unutmuyorsun değil mi? Darda kalınca değil de, yüreğinde hissettiğin her an teşekkür et; et ki, gözlerinin içi hep gülsün. Kaç kadın vardır, sabah sabah uyansın diye beklenirken, seyredilen ve seyredilirken bir şarkının mısrası ile yüzü okşanan...

Keyfini çıkart... Sen güzelsen, olan biten her şeyin bir sebebi vardır, ve olan biten her şey senin daha güzel olman içindir. İnanmaya devam et... 

Senin;
xxx


Kısa Not: Seni sevdiğimi unutma. Hep.

17 Eylül 2011

Küsmek Üzerine



geçmiş zamanın birinde denk geldim sana
bir yaprağın üzerinde 
donmaya yüz tutmuş anılardık seninle
yeşildik belki hala 
ama mevsiminde değildik işte



16 Eylül 2011

YAZILANI YORDUM / 9



yazılan

sen bilmezsin yüreğimin hafızası yok benim, o nedenle dün akşam oturup düş kırıklarından bir çiçek yapıp kendime, koydum yazdığım romanın içine, bir ayraç niyetine. kendime kendimde kaldığım yeri hatırlatsın diye. uslanmaz yüreğime, s/us payı verdim bir süre. senin de dediğin gibi, onlarca yanlış beden ve defalarca sessizlikten sonra bir bildiğim olmalı mutlaka.




Yanlış nerede başlar... Nerede biter peki hiç düşündün mü? Neyin peşinden gidersin bir ilişkide, nedir peşini bıraktığın peşin peşin. Söylesene sırf güzel uyanıyorsun diye, tut ki güzel de uyuyorsun, inanır mısın bir ilişkinin geleceğine. Hayat akıp gidiyorken, karşına çıktı diye nazik bir adam, ağlar mısın bir sabah çalan müzikle. Ağladığın yanlışın mıdır? Yanlışı görüp de doğru yapacağım diye uğraştığın mı? Peki düştüğün yine ve yeniden kocaman bir yanlışlıksa... Aşksa... Gider misin peşinden?