18 Ocak 2012

Güneşli Zamanlara Dair

Sabah evden çıkar çıkmaz gördüğüm aya... uzaklardan görünen pürüzlü yüzüne... uzun uzun baktım. İçime dolan enerjiyi hissettim. Daha ilk basamakta buzun kırılgan sesi geldi kulağıma. Ayağımı denk aldım. Dikkatlice otoparka yöneldim. Kafamı nedensizce bir kez daha gökyüzüne çevirdim. Gri bulutların arasından selama duran güneşe içtenlikli bir karşılık verdim. İçim bir kez daha enerji ile doldu. Hayata, bana sunduklarına kocaman gülümsedim. Dışarısı soğuk olsa da, içime bakıp üşüyen ellerimi ısıtmayı bir kez daha bildim. 

Verdiğim sözün üzerinden geçen onca zamana aldırış etmeyip, fotoğrafları çocuklara gönderdim. Hangi çocuklar mı? Adını bilmediğim ama gözlerindeki ışığı hiç unutmadığım o çocuklara... Güneşli günlerin hatrına yazdım. Gülümseyeceklerinden eminim. 


17 Ocak 2012

Masal Gibi Zamanlar

İnsan isterse masal tadında yaşıyormuş zamanı... Düne bir masal üzerinden bakabiliyormuş. Yarını bir masal tadında ümit edebiliyormuş. Buna kimi zaman düş diyormuş. Yüreğinin çocuk yanı masal dinlemeyi seviyorsa, içinde cadılar, zehirli elmalar, yedi cüceler, kurbağa bir prensin olduğu bir hayatı kendine kurabiliyormuş. Saraylara uzaktan bakıp, güneşin batışında yeniden bir doğuş bulabiliyormuş.


Velhasıl İstanbul...
Yaptın gene yapacağını. 
Sana olan aşkımı, karşılıksız bırakmadın.
Aşkımı tazeledin. 
İçime su serptin. 
Gözüme fer ekledin.
Yüzümde bir gülümseme,
Beni gerçeğe döndürdün

.

16 Ocak 2012

Üzerine Yürek Pulu Konan Bir Mektup Daha


Merhaba Kız Çocuğu;

Biliyorum, mektup yazmak konusunda tembelim. Hatta bazen, sadece bir nasılsın demek bile yoruyor beni. Bilirsin, nasılsın diye sorarsam, söyleyemediğin her kelimeyi de duyabilmek isterim. Az önce geldin aklıma, takıldın kaldın uzunca bir süre. Nasılsın dedim, içimden, biliyorum sen de içinden dedin; yalnızım. Öyle misin? 

Yalnızlığın kendi içinde kocaman bir kalabalığı var sanki... Öyle ki, o kalabalıktan boğuluyor insan. Sana her defasında sen yüreğini ferah tut diyorum ya bugünlerde benim senden duymaya ihtiyacım var bu cümleyi. Yüreğimi ferah tutmak ve her batışta anlam aramaktan yorulmuş gibiyim. Güneş değilim ki ben derken kendime yakalanıyorum. Ama yakalandığım her seferinde güneş gibi parlayan yüreğimden de gözlerimi kaçıramıyorum. Yüreğime bakmayı, dünyayı oradan görmeyi, oradan işitip, oradan dinlemeyi keşfettiğimden beri, yeni bir dili sökmeye çalışan bir çocuk sevincindeyim. Sevinçten boğuluyorum. Ama artık biliyorum, boğulmamayı öğrenmek, yüzebilmek demek. Suyun senin ağırlığını kaldırdığını keşfedince üzerinde durabiliyorsun. Mucize gibi. Hayatı bazen sonsuz denizlerle bir tutmam boşuna değil görüyor musun? Hayat da senin yükünü kaldırır, ona güven. 

Nasıl da  kibirli bir bilgiçlikle yazdım gene kelimeleri. Ama sen bunu böyle okumayacaksın biliyorum. Üzerine yürek pulu konmuş tüm mektuplar gibi, kelimeler sadece bir aracı. Yüreğimden geçen yüreğin okuyacak hissettiklerimi biliyorum. Belki de, bu kadar uzakta olmamıza rağmen, seni kendime hep yakın hissedişime bir anlam yüklemeye çalışıyorum. Sebebi her ne olursa olsun kız çocuğu, bu satırları sana yazarken, elimizde birer kahve fincanı, odun seslerine eşlik eden kahkahalarımız ve cama vuran kara karışan gözyaşlarımızla, çocuk yanımıza sıkı sıkı sarıldığımızı hayal ediyorum. Belki böyle bir kış gününde tanışmıştık seninle. Kendine iyi davran. Aynadaki aksine gülümse. Yüreğini şımart. Hep kız çocuğu olarak kal. Öylesine sıcak...

Evren...

13 Ocak 2012

Aşk-ı İstanbul



"Şimdiler de ben sadece adını içime sayıklarken, sen nerede, nasıl, neden bilmediğim bir uzaklığı büyütüyorsun" dedim önce. Sonra düşündüm, gitmeyi ben seçmişken, nasıl oluyor da "uzak kalmayı" sana bir elbise gibi biçip giydirebiliyorum, allayıp da pullayıp bir suçu sana, kelimelerine, zekana, hayata baktığın yere, duruşuna, kahverengi gözlerine, gülüşüne... yüreğine... nasıl oluyor da yamayabiliyorum inan hiç bilmiyorum. 

Çılgınca bir fikre kapılıyorum bazen, düşünü kurduğumuz onca zamana yakışır bir karşılaşma olacak belki  bir gün o şehirde, evet! İstanbul'da o tren garında bir yolculuğa hazırlanacağız seninle. Ben bir kompartımanda, sen diğerinde, birbirimizden habersiz, ama düşünerek ve iç çekerek bir yolculuk yapacağız seninle. İçimiz hop edecek andıran birini görünce. Daha derinleşecek o vakit iç çekmeler. Bir şarkı gelip takılacak dilimize. Dönüp duracak nakaratı kırık bir pikap hüznünde... 

Bunları düşünerek çevirdim telefonunu... Ah bir bilsen sevgili... İçimin uçuşan yanı çığlık çığlık gene... İstanbul'a gidiyorum sevgili... İstanbul'a. Aşka. Bilirsin bazı şehirler ile olan aşkım hep bir başka. İçimin kuşları havalanıyor. Denizimin dalgaları çoşuyor. Gözümden akan bir çift yaş var ya, işte mutluluk orada çoğalıyor.

İstanbul'a gidiyorum sevgili, bir tren yolculuğu düşünü taktım yakama, sanırsın bembeyaz bir papatya.  Adını bağırıyorum her defasında içim acıyor böyle zamanlarda. Adın İstanbul oluyor, kokun deniz... Tenin sevgilim, tenin tütüyor burnuma... Biliyorum gene papatya falı bakacağım yol boyunca. Göreceğim, görmeyeceğim... Göreceğim, görmeyeceğim... Bilmek istemediğim bir masal sonu papatya falı... ne kadarı kaldıysa elimde, öylece takacağım gene yakama. Boynu bükük papatya... Beyazı kırık papatya... Canı gitmiş papatya... Ağlama.

İstanbul'a gidiyorum sevgili... Aşk olsun yol bana...Yakamda ne kadarını kurtarabildiysem işte o kadar bir papatya. 


30 Aralık 2011

İlham - Tutku - Mutluluk


Bugün aldığım bir maildi bu üç kelimeyi bana gösteren... 
Aşağıdaki görselde gözüme takılan üç kelime benim olacaktı 2012'de... 
Benimkiler; ilham - tutku - mutluluk oldu. 



"İlham" yazdım google... Bana Ömür Defteri'ni buldu getirdi daha ilk sayfada. Okumuştum bu yazısını ama bir kez daha okudum. Tanrının Nefesinden İlham Almış Kadın...


Hemen ardından kendi yazdığım bir yazının iki cümlesi takıldı aklıma... Hayatın içindeydim. Yaşama tutkuyla bağlı bir kadındım. 


Önce adıyla yayınlanmış bir öykümsü serinin son cümleleri... Önce Önce. Önce.. Önce... her öncenin bir sonrakine göre bir noktası az... ya da cümle tersinden şöyle ile kurulabilir: Her sonra kendinden önceden bir nokta fazladır. 

Üç kelime içinde beni gülümseten mutluluk oldu. Bu sabah okuduğum, "hayatın temeli kederdir, keder ara verdiğinde mutluluk yerini alır" minvalinde bir cümlenin üzerine düşünmüş ve "hayatın temeli mutluluktur, keder yolcu... Hana uğrar, misafir olur ve gider." Hüznü severim, geldi mi kalsın isterim. Ama mutluluğu her zaman tercih ederim... Mutluluk üzerine ne zaman düşünsem okusam aklıma Sevgili Buraneros'un şu yazısı gelir: Mutlu Mutlu Mutluluk Yazdım... 



Dilerim buluşurum kelimelerimle ve dilerim ki; 
siz de kendi kelimelerinizle buluşabilin 2012'de. 
İyi Yıllar Herkese...

28 Aralık 2011

Kurabiye Tadında Bir Aşktır Hayat



Hayat bugünlerde aşkla yapılmış bir kurabiye tadında, diyorum. Gülümsüyor. İlle aşkı karıştıracaksın değil mi, diyor. Aşk karışmazsa olmaz ki, diyorum. Aşksız olmaz. Yine gülümsüyor. Aşk ona hiç uğramamış gibi, belki de bu yüzden beni anlamıyor. Yeni bir yıl geliyor. Dileğim AŞK oluyor... Çünkü aşk olunca, sağlık da, huzur da, mutluluk da gelip seni buluyor. Ben buna inanıyorum. AŞKa... 




görsel buradan

27 Aralık 2011

Küçük Bir Not




Ara verdim. Yorgun gözlerimi dinlendirmek için kısacık bir ara. Önümde duran not kağıtları arasından pembe olanı seçtim. Küçük bir not kağıdına sığdıramadığım onlarca kelimenin özeti gibiydi: Özledim. Yazdım ve kağıdın üzerini ellerimle kapattım. Düşüncelere daldım: 

Kaç mevsim önceydi,
Sararmış yaprakların sesleri eşlik ediyordu yüreğimize
Kaç mevsim önceydi söylesene...
Ses gelmeyecekti. Aramayacağım artık seni demişti. Arayamam. Anla beni.
Meraktadır şimdi.
Neyler benim yüreğim kış soğuğunda diye meraktadır.
Oysa her yürek ısınır o da bilir. Bilir de işte yine de meraktadır gözleri: Durgun sulara dalgın bir bakış...
Akşam olunca bulutsuz gökyüzünün tek yıldızı belirir: Aşk
Hep orada durmasını ister, ister istemesine de o da bilir: Yıldızlar da bazen ölür.

Ellerimi küçük not kağıdının üzerinden çektim. Aklımdan geçen cümleleri, aklıma geldikleri gibi ardı ardına sıraladım. Not kağıdı doldu, taştı. Kalan ne varsa masaya yazdım. Yazdıkça ağırlaştı dünyam, dönmez oldu. Durdu. 

Ağladım... Az önce kahkahalarla gülen kendim değilmişcesine, ağladım. Küçük bir not kağıdına, "özledim"i tam da o anda yazdım. Sonra masaya baktım, boştu. Dünyaya baktım, dönüyordu. Gökyüzüne baktım, güneş vardı. Gündü, aydındı... 

Güne dair gerçek olan şey: elimde küçük bir not kağıdı, yüreğimde sadece özlem vardı. 

Not kağıdını buruşturup attım. Telefonda tuşlara basarken yüreğimin sarı yaprakları çıtırdadı. Diren Collection Shiraz ödül almış duydun mu dedim. Sesimi duymuş olmaktan rahatlamış sesiyle: Şapşahane der gibiydi... Biliyorum bunu derken "en" gözleriyle bana gülümsedi. Aramızda ipince, uzunca ve yüksekçe bir bar vardı. Fonda o şarkı çalıyordu. Gözlerimi kapadım. Anın beni kanatlandırıp da hiç bilmediğim o kıyılara kadar götürmesini diledim. Gözlerimi açtığımda bilgisayarın başında raporumun sonuç kısmına gelmiştim. Sonuç yazıp iki noktayı -bir noktayı sen, diğerini ben niyetine- özenle üst üste koydum. Usulca öpmekti seni. Öptüm ve anın aralık kalan pencereden uçup gitmesine izin verdim. 

Güne dair bir not düşüp kaldığım yerden devam ettim: 
Hayal etmek özlemenin fotoğrafıdır...