11 Haziran 2022

Neraida üzerinden Kalambaka

Günlerden Pazartesi 2 Mayıs 

Sabah erkenden yoldayız. Bugün, bu gezide belki de bizi en heyecanlandıran noktalardan birine varacağız: Meteora.  

Ama öncesinde Sırp Köprüsü'nden geçeceğiz. Buraya yaklaşık 3 saatlik bir yolculuğumuz var ve yağmur bu sefer yakamıza yapışacak gibi, korkumuz yok, hazırlıklıyız. Sklarē'den aldığımız börekler yolculuk için gene yancı posizyonunda, çay için Stanley fullendi, kahve için press göreve hazır, her seferinde mutfak bölümündeki çekmecede unutulan beyaz, yeşil ve bilumum bitki çayları da iç çekmecede hazır. Akşamın lezzeti daha çok su götürecek belli, şarkılı, türkülü yolculuk üzerinde iki göl var: Limni Volvi ve Limni Koroneia. Otobandan ayrılıp, gölleri güney hattından geçmeye karar veriyoruz. Selanik bir önceki gezi rotamızda olduğundan ve belki dönüşte de uğrayacağımız için transit geçeceğimiz bir nokta olacaktı, ama yol her türlü süprize gebe tabi ki.

Sabah hazırlığı sırasında fark ettiğimiz ve konforumuzu epeyce etkileyecek 12v ile şarj olabilen buzdolabı şarjının jak kısmında bir sorun var. Selanik iyi bir çözüm noktası olabilir düşüncesi hakim olsa da farklı bir pratik çözüm ile bu fikirden vazgeçiyoruz ama bir kere girdik Selanik'e. Merkezde yer alan sanayiye doğru yol alıyor, 1 Mayıs ertesi resmi tatile dikkate almadığımız için kapalı olan kepenklere derdimizi anlatıp, bütün haklarımızı bulduğumuz çözümden yana kullanıp geldiğimiz gibi hızla yola revan oluyoruz.


Göl manzaraları birbirinden güzel olunca, orada burada dura kalka yol alıyoruz. Çiçek yetiştiriciliği bölgesinden geçiyor olmalıyız, her yerde hummalı bir hazırlık var. Yol boyu fotoğraf çekimi için durunca, rehberim herşeyim kendim geriliyorum. Ama öyle bir manzaraya var ki dur demesem olmaz, diyorum. 


Nihayet 4 saat sonra Neraida'dayız. Google işleri inanılmaz kolaylaştırıyor. Burada olma amacımız, yorumlarda denk geldiğim şu not:

Yunanistan'ın en uzun ve en etkileyici köprülerinden biri olan 1.372 metre uzunluğundaki Sırp Köprüsü, Neraida köyünden gerçekten geçmeye ve hayranlıkla bakmaya değer! Köprü, Kozani - Larissa Ulusal Karayolu'nun bir parçasıdır ve Kozani'nin 15 km güneydoğusunda ve Sırbistan'ın 7 km kuzeybatısında yer almaktadır. 6 Kasım 1976'da, Aliakmonas nehri üzerinde Polyphytos'un yapay gölünün oluşturulduğu zaman açıldı. 1972 yılında inşaatına başlanmış ve 1975 yılında hizmete girmiştir. Gölün oluşumundan önce temelin yanı sıra inşa edilmiş 27 dev sütundan oluşmaktadır. Ancak bu köprü, baraj ve yapay göl inşaatından önce inşa edilen önceki 4'ü ile bu noktada üst üste 5. sırada yer alıyor. İlk köprü, kaynaklara göre 1884 ile 1890 yılları arasında inşa edildi. 1941'de Müttefikler tarafından Almanların geçmesini önlemek için patlatılan metal bir köprüydü. Almanlar da, Fardykampos savaşında yardıma gelen İtalyan birliklerini geciktirmek için gerillalar tarafından tahrip edilen ahşap bir köprü inşa ettiler. 1953 yılında metal köprüyle değiştirilen üçüncü köprüyü arka arkaya yapan İtalyan mühendistir.

Köprüden geçeceğiz ama ilk önce manzaraya doyalım niyetindeyiz. Köye doğru çıkarken buranın bir hayli kalabalık olmasını, özellikle yereller tarafından gezilecek görülecekler listesinde olması ve elbette 2 Mayıs nedeniyle tatilini değerlendirenlere bağlıyoruz Hava kapalı ama henüz yağmadı. Yağmurluklar ve ne olur olmaz şemsiyemiz ile Maviş'i uygun bir yere park edip, başlıyoruz köyü keşfe. Manzara doyumsuz, üstelik henüz köprüyü görmedik bile.  


Köy şirin evlerden, cafelerden ve sonsuz manzara vaad eden resturantlardan oluşuyor gibi. Akışı takip edip, köprüyü göreceğimiz kilise bahçesine doğru ilerliyoruz. Henüz yağmur yağmıyor.  


Köprünün görüntüsü öyle büyüleyici, babam bu manzara karşısında teslim oluyor. Her köşesinden fotoğraf çekiyor, video kaydı alıyor ve "iyi ki" eklemişiz bu rotayı diyoruz. Yağmur henüz yağmıyor. 

Köydeki yürüyüşü tamamlayıp dönüşe geçtiğimizde yağmur çiseliyor ama dedim ya ekip hazırlıklı. Mavişe varıyor, çiseleyen yağmur altında birer kahve içip köprüden geçmek için yola koyuluyoruz.  Köprüden araçlar tek şeritte ilerliyor ve trafik ışıklarının geçmelerine izin vermesini bekliyor, bu deneyim için heyecanlıyız. Belli sayıda araç geçicine izin veriliyor. Çok bekler miyiz derken, karşıdan tek şerit geçit töreni edasıyla gelen araçları fark ediyoruz. Az sonra sıra bize gelecek ve Polyphytou Gölü üzerinde yer alan bu tarihi köprüden biz de geçeceğiz.

Meteora'dan önce Larissa'ya uğrayacağız. Larissa, yaklaşık 2 saatlik bir mesafede. Larissa'da gezmek istediğimiz iki yer de tatil nedeniyle ne yazık ki kapalı ama Larissa'nın veya Yenişehir adıyla anılan kenti vikipedi bilgilerine göre Osmanlı Devleti döneminde Balkanlar'ın en önemli merkezlerinden biri olduğundan ve 1924 Nüfus Mübadelesi öncesinde yoğun bir Türk nüfusun yaşadığı notu nedeniyle gezmek istiyoruz. Aynı notta okuduğum son cümle ise, "Yunanistan iç siyaseti açısından, Yunanistan Komünist Partisi'nin geleneksel bir kalesidir." gezmeyi planladığınız iki noktayı kesinleştirmemize neden oluyor. Ah bir de 2 Mayıs'ın tatil olmasından mütevellit her yerin kapalı olacağı bilgisine sahip olsaydım iyi olacaktı. Böylece, Atatürk 'ün annesi Zübeyde Hanım 'ın mezar taşının da bulunduğu "Diachronic Museum"u ve "National Resistance Museum" u gezemeden, arkeolojik verilerde  Taş devrinden beri yerleşim birimi olan Larissa'yı ne yazık ki, şehrin meydanına bakan sokağa Maviş'i park ettikten sonra koşar adım meydanı görüp terk ediyoruz.  Larissa'ya hakkını teslim edemedik, üzgünüz, ama kesinlikle bir kez daha geleceğiz. Tek tesellimiz, hala yağmur yağmadı. 



Şehirdeki hızlı tur sonrası Meteora'ya doğru devam ediyoruz. Yaklaşık bir saat sonra beş gibi evde olma planımız tıkır tıkır işliyor. 





***

Şuraya gezmekten pek memnun yolda4yolcu koyalım.






 

07 Haziran 2022

Küçük Bir Kasaba Nea Peramos




Nea Peramos, Nea Midia adıyla 1923’te kurulmuş, mübadeleden önce Türkiye’nin Karadeniz Bölgesinden daha sonra da Kapıdağ Yarımadası’ndaki Peramos (Perama) adlı köyden Yunanistan’a göçen Rumlar buraya yerleşmiş ve köylerinin adının önüne bir Nea sözcüğü getirerek bu yerleşim yerine Nea Peramos adını vermişler.

Sevilay Okay'ın gezi notlarında okuduğum bu cümle mi beni etkiledi bilmiyorum ama ilk durak noktası için Nea Peramos'u seçtiğime memnunum. Ekip de öyle. İlk görüş olarak pek beğeniyoruz bu küçük kasabayı.

Bir şeyler atıştırıp, hemen kendimizi sokağa atıyoruz. Evin tarifi basit, çünkü burası bir kasaba, haliyle bir kilise bir okul binası var ve bizim evimiz ikisinin ortak duvarının hemen karşı aralığı ve sağdan üçüncü ev. Uygulamanın öneri ve ev sahibine özel mesaj kısmına bir krokinin meseleyi kolaylıkla çözebileceği notunu düşüyorum. Saatler 21'i gösteriyor, Cumartesi olmasına rağmen, sezonun henüz açılmamış olmasından mütevellit bir kaç yer açık ki kentleri, kasabaları ve köyleri "az" ken  daha "çok" severiz. Bir barı bir sonraki akşam için not ediyoruz, ev sahibine balık için mekan sordum, cevap bekliyorum. 

Babam yürüyüşü erken kesiyor, annem hiç çıkmamıştı zaten. Yürüyüş sırasında açık olduğunu fark ettiğim çantamın yarattığı kalp sıkışıklığı cüzdanın yokluğu ile krize doğru meylediyor. Adımlarım sık, kalbim sıkışık, hızım maksimumda... Dile kolay 400 euro vardı içinde ve cüzdan yok. Arabada düşürmüş olabileceğim hissim kuvvetli, umudum yok değil ama alt limite yaklaşmış. Öfkem taştı taşacak, nasıl bu kadar dikkatsiz olabilirim. 

Olabilmişim gerçekten de, arabada bulamıyorum cüzdanı. Eve ağladım ağlayacak halde girerken, annemlerin bu duruma çok üzüleceğini bildiğimden söz birliği edip, onlara bu kayıptan söz etmemeye karar veriyoruz. Kapı aralık, ayakkabılarımı çıkarıp içeri giriyorum, başım önde ve korkarım uzun  ve uykusuz bir gece boyunca boş ve donuk gözlerle etrafa bakıyor olacağım. Babam yatak odalarının kapısında elinde "mor" bir şeyle anneme doğru "işte ben böyle fermuarlı, kartlık bölümü de olan bir şey" diyor ve ben uğultulu bir şekilde babama doğru koşup, "nereden buldun, neredeydi" diyerek babamın elinden cüzdanı alıyorum. Herkes şaşkın bana bakıyor. Sinir boşalması diye bir şey var ve ben onu dibine kadar yaşıyorum. Cüzdanım elimde üstelik içi dolu. 

Eşim tüm sakinliği ile olanı biteni anlatıyor, annemler "eee be kızım napalım tut ki yolda düşmüştü, cana geleceğine" diye devam ederken, eşim "ben diyorum da dinlemiyor, üzdü kendine boşuna" derken, "yarın gece balıklar benden" diye hem ağlıyor hem de gülüyorum. Neyse ki hava yumuşuyor, herkes beni teselli ediyor, babam bu iş bize yaradı deyip hepimizi güldürüyor. 

Günlerden Pazar 1 Mayıs

Uyanıyoruz, erkenciyiz. Sabah yürüyüşü ve sonrasında gün rotası aşağı yukarı belli. Kavala sadece 15 km ve sahilden bir kaç kasaba gezilerek gidilecek. Maksat o kasabaları görmek bir de kurabiyesinden alıp 5 çayına eve yetişmek. 
Uyanan ve merhabalaşan herkesin kalbi benzer bir ritmle atıyor bu sabah:
1 Mayısssss 1 Mayısssss İşçinin Emekçinin Bayramıııııı 

Kahvaltının sohbet konusu anılar... Gözlerimiz dolu dolu dinliyoruz birbirimizi. En az yaşayan ama en çok dinleyen ben. Bu sabah küçük bir sürprizle dönüyoruz yürüyüşten, hem masanın havası değişsin hem de kaptan mumsuz geçirmesin doğumgününü diye kahve yancılarından birini pasta olarak seçmiştim. Bir gece önce keşif gezintisi sırasında gözüme kestirdiğim pastane/fırın/kafe Sklarēs beni hayal kırıklığına uğratmıyor. Aldığımız her şey taze ve lezzetli. Ispanaklı peynirli börek hepimizden tam not alıyor. Hele bir portakallı revanisi var ki yaman bir lezzet. Kasada sohbete daldığım kızın hediyesi paskalya çöreği yol yardımı olarak çantadaki yerini alıyor. Güleç yüzlü olmak hep mi kazandırır. Kazandırıyor!

Kahve için termosları hazırlıyoruz, ne olur ne olmaz yolluk atıştırmalıklar ve meyve çantası da alınıyor yanımıza, saatler 11'i gösterdiğinde, ehli keyif ilk gün keşfini başlatacak düdüğü çalıyorum. Rehber olmak bunu gerektirir. 

Önce Potentatu Beach'den başlayıp, Ammolofoi Beach'e doğru ilerliyoruz, uçsuz bucaksız kumsallar sezona tam hız hazırlanıyor, henüz denize giren yok, sezon 1 Haziran'da açılacakmış, sonradan konuştuğumuz biri bize yazın buralarda yer bulunamayacağından bahsediyor. Öylesine bir uçsuzluk ki insan oraların adım atılamayacak kadar çok insanla dolabileceği fikrini kabullenemiyor. O uçsuz kumsala inen toprak yollardan birinde insan eliyle oluşturulduğu belli bir kum tepesi kıpkırmızı ve arada sarı sarı çiçekleriyle bizi kendine çağırıyor, kızgın kumlardan soğuk sulara koşamayan yanımız bu çağrıya sessiz kalamıyor ve durup fotoğraf çekimi için arabadan iniyoruz. 


Sonsuz kumsala inen toprak yollarda haliyle toz olan Maviş, kaptanı dertli yaptı yapacak yüzünden belli ama Kavala yönüne döndüğümüzde karşımıza çıkan ilk benzinlikte arabayı yıkama fikrine ekipçe öyle bir karşı çıkıyoruz ki, tozlu Maviş'le yola devam ediyoruz. Nea Peramos'u geride bıraktığımız yolda tepeden görünen manzara kahve molası için iyi bir seçenek gibi gözüküyor. Manzaraya karşı içilen çay ve kahveler, yanında tüketilen tuzlu krakerler bitince, yola devam ediyoruz. 




Nea Iraklitsa
 
ilk durağımız, limanı olan bu küçük yerleşim birimine kanımız hemen ısınıyor. Limandan başlayıp iç kesimlere yürüyor bir kaç fotoğraf çektirip oradan ayrılıyoruz. Ayrılmadan önceki son kare çınar gölgesindeki kahve oluyor. Çınarları yatay budadıkları için yükselmediğinden bir çardak gibi doğal gölgelik görevi görüyor. Ne fikir ama! 




Palio'dan sonrası otobandan Kavala. Kavala şehir merkezinde, hemen liman bölgesindeki ışıklarda kırmızı yanınca duruyoruz, sağımızda 1 Mayıs yürüyüşü yapan işçileri görünce annem inmek istiyor araçtan, katılacak illa onlara. Biz hareket ederken, kafile ellerinde pankartları, marşlar okuyarak uzaklaşıyor. 




Kavala'da limana park ediyoruz Maviş'i. Şansımıza kurabiye almak için durduğumuz dükkanın önü boş, içerideki kızlardan biri Türk, Türkan Yunan eşiyle birlikte 10 yıldır burada yaşıyor. Dükkan kendisinin değil ama anladığım kadarıyla ortak gibi bir şey. Kurabiyeleri alıyor, geçmiş yıllarda yemek yediğimiz mavi kareli patiska masa örtülü restorandı buluyor, uzaktan şehre hakim kaleye selam ediyor, geçmiş gezi anıları üzerinden yürüyüşü dönüş yönüne çaktırmadan çevirip, sohbet ediyoruz. Hızlandırılmış kurabiye turunu geride bırakıp köyümüze dönmeye karar veriyoruz. Tam da beş çayı saatinde elimizde iki uzo ile eve geliyoruz. 


Ev sahibinden öğrendiğim Nezas Fish Point'e sabah vermiştim siparişi, ne olur ne olmaz diye yola çıkmadan paket servis olarak akşam 7 için sözleşmiştik. Benim aklımda harika bir domates salatası var, ama önce mekanı doğumgünü için süslemeliyim. Maviş'ten ışıkları çıkarıyor, her yeri donatıyorum, mumlar ve çiçekler ile kutlama için hazırım diyen masaya kimseyi oturtmuyorum. Ben mutfağa, annem dinlenmeye, babamlar siparişe. Zaman geçiyor, 6.45'de annem ben de bir yürüyeyim hem de bakayım buldular mı diyor, kaçan kaçana. İyi ki bir kovaladık masadan... 

Ellerinde paketler ile geliyorlar, her yer ışıl ışıl. Doğumgünü çocuğunun yüzünde kocaman bir gülümseme. Öpücüğü hak etmemin verdiği haklı gurura karşı koyamıyorum, duruşum mu değişti benim. Yüzümdeki pembelik neden?


Seçimlerim herkesi bahtiyar ediyor. Neredeyse 1,5 kiloya yaklaşan cüssesi ile masanın orta yerini kaplayan deniz çupra ızgara konusunda  herkes hem fikir,  "yok böyle bir lezzet", ızgara jumbo karidesler ve tava barbunya parmakları şapırtdatmamızla kalmamıza engel oluyor, birbirimize bakıp gülüyoruz, biraz uçlardan gitmiş gibi. Mutluluk hare olmuş başımızdan bir karış havada asılı, biz dışardan görenlerin yalancısıyız. Hele de o taze soğanla yapılmış hardallı patates salatası, benim domates salatasını sollamasa iyiydi de, yapacak bir şey yok, Sezarın hakkı Sezara. Uzo'yu yanlış almışız sonradan anlıyoruz, kız bize sert mi olsun deyince dikkatsiz davranmış ve iki şişeden birini sadece üreticisi farklı sanıp Çipuro almışız. Bundaki esansı hiç birimiz sevemiyoruz, aç ve sefil kalmaktansa, vazgeçmiyor ve ikişer dubleyi balıklar ağlamasın diye sohbetin keyfine katık edip, tüketiyoruz. Oysa ki, bir önceki gezilerden de deneyimli olarak tercihimiz hep Plomari, neden birden yolda Uzo değiştirdik bir türlü anlam veremiyoruz. Bir sonraki durakta 2 şişe Plomari alıp bu ayıbı örtüyoruz. 

İyi bir uyku için yemek sonrası gece yürüyüşü yapıyor, Neraida ve Larissa üzerinden Kalambaka'ya yapacağımız ve yaklaşık 6 saat sürecek yolculuk için heyecanımızı bastırmaya çalışıyoruz. 

***

Yarın Sırp Köprüsü üzerinden sarp kayalarda havada asılı gibi duran kiliselerin olduğu Meteora'ya doğru yola çıkacağız. 

*** 

Yarın ola hayrola. 




02 Haziran 2022

Kaba Hesap 3000 km




Planlama için kaba bir hesap çıkarmaya çalışıyorum. Aşağı yukarı 3000 km, 35 saatlik bir yolculuk ön görülüyor. 19 gece 20 gün için yorucu değil. Annem babam da olacağı için Maviş'le olsak da, konaklama ev ya da otel seçenekleri sunan çeşitli uygulamalardan olacak. Bütçeyi 3 temel masraf kalemi üzerinden planlıyorum. Yakıt, Konaklama, Günlük Masraflar. Gezi öncesi tam bir "inek" moduna girerim. Deli gibi okur, inceler, araştırır ve mümkün olan alternatifler üzerine kafa yorarım. Haliyle bu gezi için de aylar öncesinden dünya benzin piyasasını takip ediyor, konaklama ve gezi noktalarını yavaş yavaş excele aktarıyor, Ruşen Teyzeyle dedikodunun dibine vuruyorum.  Yakıt, gezi maliyetinin beşte birini oluşturacak, ana ağırlığı konaklama alıyor. 20 gün 4 kişinin beslenmesi, müzeler, turlar da eklenince konaklama kadar da günlük masraflar tutacak gibi. Toparlarız bence. Olur yani. 

Babamı arıyorum, kaba rota üzerinde anlaşıyoruz, annem sen ne dersen ocu çünkü. Eşim saatli maarif takvimi gibi detay istiyor. Haklı!

Günlerden Cuma 29 Nisan

İnstagram etiketim belli "yolda4yolcu", namı diğer, yerinde duramayan pire İsmet, uzun yol şoförü kaptan Halim, son kortizon bükücü Bilge ve o iş bende kamber rehber Evren olarak rotayı istişare edişimizin onuncu seferinde, biraz da akışına bırakalım dediğim noktaların fazlalığı ekibi tedirgin ediyor, ama bilirler ki, o iş bendedir, a,b,c,d,e planları yapılmış, konaklama yer alternatifleri ve yol güzergahları ve online, offline, hard copy haritalar ve elbet küllüyatı çıkarılmış yol notları ile tam teşekküllü gezi rehberiyimdir ki "Doğru Turizm, Taşımacılık, Seyahat ve Gezi Rehberlik Hizmetleri A.Ş." kurucu ortağı olarak bizi tercih eden kendimizi ve müdavimlerimizi bugüne kadar hiç utandırmadım. Bir kaç kaybolma ve yol yerine nehir yatağına çıkma durumlarını saymazsak başımıza gelenler cilve olarak adlandırılabilir bence. 

Günlerden Cumartesi 30 Nisan

Son iki gün ve iki geceler süren hummalı bir ön hazırlıkla, kurular, yaşlar, konserveler, etler derken, buzdolabı 1 aylık açlık ve sefalete hazır gibi. Bulamayız diye, kayısı rakısı, mastika, 2 şişe ne olur olmaz şarabı ve geçişte alınması planlanan 2 rakı için rezervasyonu önceden yapılmış çanta da tamamlanınca, holdeki duruma bakılırsa, Maviş'te bize yer kalmamış gibi, ama olacak, elbet sığacağız. 

Sabaha karşı alınan duşların arabayı yerleştirme için verilen çabada heba olmasını saymaksak, saat 4:38 gibi yola çıkmaya hazırız. Bir gece önceki iyi uykular öpücüklerinde kulağa fısıldanan 5 gibi teker dönere hakkını veriyoruz. Benden söylemesi, ekip zımba gibi, tam saha pres gezinin hakkı verilecek belli. 

Babam önceden sözü vermiş, Çanakkale köprüsünden geçilecek, para peşin, babamdan damada doğumgünü hediyesi. Kutlamalar akşama balık uzoyla... 

9 gibi İpsala'dayız. 5 araba var önümüzde, henüz bizim topraklardayız, 2 saate yakın sürüyor işlemler, tek kişi çalışıyormuş, 5 arabanın işleminin 2 saat sürmesi anormal geliyor hepimize, veryansın ediyoruz komşuya, kesin bekletiyor diye, geçerken özür dileyeceğiz, sorun tamamen bizim sınırdaymış, 5 dakika bile sürmüyor Kipi sınır kapısından geçişimiz. Komşu yapıyor komşuluğunu. 

Mavişle olmanın güzel yanı her han her yerde verdiğin molalarda yeme içme özgürlüğünün olması ki bu sabah için hazırladığım sandviçler ve çaylar yolculuk esnasında çoktan mideye indi bile. Dedeağaç ilk durak, gezdik gördük ama bacaklar açılsın diye  sahile inip Maviş'i park edeceğiz, şöyle bir yürüyüp, ilk fotoğrafları burada çekip, eski anılardan kalanlar ve hiç hatırlanmayanlar derken 1 saatlik bir mola sonunda yola devam edeceğiz. Zaten hepi topu 35-40 km sonra, gezilecek görülecek yerler listemin ilk durağına varacağız: Nestos Deltası ve Vistonida Gölleri Ulusal Parkı. 

Park, kaplumbağalar, flamingolar ve pelikanlara ev sahipliği yapan geçitler, lagünler ve longoz ormanlarının bulunduğu delta arazisi olduğundan denizle, göl iç içe. Manzara nefes kesici. Okuduğum notlar arasında öyle ilginç hikayeler vardı ki çalışkan bir rehber olarak yolculuk esnasında bu hikayelere yer verip bilgilendirme yapmadan da duramıyorum. Söz konusu Yunanistan olunca hikayelerin, yerlerin, mekanların mitolojiye dayandırılması olmazsa olmaz demek. Tabi ki buranın da hikayesi mitolojik bir kahramana dayanıyor. Sağolasın Google diyor ve eldeki bilgiyi sizinle de paylaşıyorum. 

Mitolojide Nestos (veya Nessus), Oceanus'un 12.456 nehir ve 3.000 peri ile birlikte ilk doğan oğluydu. Söğütler, çınar ve sedir ağaçları ile orkideler ve sazlıklar ile bitki yaşamı, aralarında balıkçıl, kartal ve akbabalar ile 300 kuş türü, 11 amfibi türü ve 21 sürüngen türü, balıklar ve diğer su yaşamı canlıları ile akarsuyun nazik biçimde yol açtığı her yerde doğa ilk günkü tazeliğinde gibi insana bir saflık hissi veriyor.

Buraya zamanın kısıtlı olmadığı bir gezi yapabilirsek, bisiklet ve kano ile gezmenin çok daha zevkli olacağı fikrinde eşimle birlik olduğumuzdan, gerekli notları alıp, hayata niyetimizi belli ediyoruz. 

Otobandan ayrılıyoruz, Agori Fanari Beach üzerinden nokta atış, Aziz Nikola Manastırına gideceğiz, gideceğiz gitmesine de o deltanın büyüleyici manzarası karşısında soluksuz kalıp sapağı kaçırıyoruz, aman da ne iyi ediyoruz. 

Öncesinde Agori Fanari Beach'de denize şöyle bir uzaktan da olsa bakma molası verdiğimizden ve sonsuz kumsaldaki oluşumları bir türlü çözemediğimizden ve babamın bulduğu oldukça büyük ve kırılmamış deniz kabuğunu koleksiyonuma eklemek üzere güvenli bir yere sarıp sarmalayıp koyduğumdan ve elbette bir kaç kare fotoğraf çekimi sonrası kahve ve çayı bu sonsuz maviliğe bakarken içip, yolculuğun ilk saatleri ile ilgili yapılan sohbetten sonra yola mutlu mesut devam ettiğimizden, kaçan sapağın derdi bizi germiyor. 

Yolcuların keyfi yerinde, sırtı pek, karnı tok, kontrol uzmanı son kortizon bükücü annem sürekli kilo alacağız, sürekli yeniyor içiliyor dese de, kaptanın seyri de keyfini coşturuyorken bence ilk saatler için oldukça iyi iş çıkarıyoruz. Neyse ki zamanlaması her yıl olduğu gibi Mayıs ayına tesadüfi ve olağan üstü bir biçimde "harika" denk gelen yolculuğun bu saatlerinde yağmur yok, hatta dönüş yolunda sıklıkla dile getireceğimiz gibi şans bizden yana. Mevsim süprize açık, 3 mevsim kıyafetle yolculuk hali ise ister istemez "kalabalık" hissini perçinliyor. Her mevsime bir ayakkabı çarpı üç çarpı dört gibi bir hesap sadece ayakkabılar için.  E bunun bir de kıyafet versiyonu var ki, oraya hiç girmek istemiyorum. Ama bu tecrübeli gezgin onu da düşündü elbet, dokuzuncu günün sonunda kalınacak üç gecelik ev, çamaşır makinalı. Pırıltılı zekama bu noktada bir kez daha hayran olunabilir. 

Ah deneyimli gezginim, ah benim sevdalı ruhum, ah benim öngörüsü derya, planı zehir rehberim. Her şeyi düşünür! Ey okur, bu noktada evrene mesaj göndermeyi unutmayalım ve elbette bir maşallahınızı alırım. 

 


Agios Nikolaos Kilisesi ile Virgin Mary Pantanassa Ortodoks Kilisesi birbirine ahşap bir köprü ile bağlanıyor. Şans bizden yana demiştim değil mi? Vistonida Gölü üzerindeki Agios Nikolaos Kilisesi'ne doğru ilerlerken, tam köprünün ortasına gelmişken, uzaktan da olsa flamingoları görüyor, yol yorgunluğunun bir kısmını bu ahşap köprüde bırakıyoruz. Kiliselerin hep bir hikayesi oluyor, nedense de birden fazla. Bu kiliselerin gezinin ilerleyen günlerinde gezmyi planladığımız  Aynaroz Kutsal Vatopedi Manastırı'na bağlı olduğunu yoldaolmak.com sayfasından öğreniyorum. 

Hep yaptığım gibi her kutsal mekanda, hayatın bana sunduğu şanslara teşekkür ediyor, "iyi ki"lerimi anıyorum. Mum yakmayı ihmal etmiyorum. 

Sağı göl solu deniz olarak başlayan ve yeşiller içinde devam eden otobandan yaklaşık 2 saat sürecek yolculukla, daha önce gördüğümüz Kavala'yı es geçerek Nea Peramos'a varıyoruz. Evi bulmakta zorlanıyoruz, bir kaç insana eldeki adresi soruyor, adresin yetersizliği ile ilgili onlardan da olumsuz cevap alınca, aynı düzlemde bir alt sokak bir üst sokakta mucizesini bekleyen faniler gibi dolanıyoruz, genç bir kız görünce "bizi anlayacak kadar İngilizce bilir" diyerek umutlanıyor ve çareyi tuhaf bir tesadüfle onda buluyoruz. 

Telefondan uygulama üzerinden tuttuğum evin adresini göstermeye çalışırken, kız ev sahibinin fotoğrafını görüp "babam tanıyor bu kişiyi" diyerek elinde benim telefon eve giriyor, kendi telefonu ile çıkıyor ve evi kiraladığım kişiyle görüşebilmem için telefonu bana uzatıyor. Ev sahibimiz az sonra bizi almaya geliyor. Araba meğerse evin arka sokağındaymış. Google haritalar evin önünü arkasını karıştırmış. Telefon olmayan zamanlardan Heykel'in önünde ve arkasında buluşmak için birbirini bekleyen iki insan halimize kahkahalarla gülüyor ve bahçesi ile gönlümüze taht kuran evimize yerleşiyoruz. Yorgunuz, balık uzo yarın akşama. Bu akşam elde olanla yetineceğiz. Soframız zengin, gönlümüz hoş. 

2 gece buradayız... 

Şuraya yolda olmaktan mutlu iki yolcu bırakalım


31 Mayıs 2022

Bir Parmak Bal



Pandemi öncesi normalimiz her yıl bir yurt dışı gezisi yapmaktı. Öncesi de var tabi ama evlendiğimiz 2015 yılından bu  yana birlikte 24 ülke gezdik, bazılarını iki kez, hatta 3 kez gördük. Yüzlerce şehir, yüzlerce kasaba gezdik. Pandemi ilk günlerinde evlere kapanmalara sebep olsa da,  başında Darmstad sonunda Berlin seyahatları ile iki yılı yine de ve her şeye rağmen gezisiz geçirmemiş olduk. 

Pandemi sonrası normale dönüşümüz ise, yıllardır "Ohrid'e bir kere daha gitsek" diyen babamın lafını dinleyip, 1 Mayıs - 19 Mayıs tarihleri arasında Yunanistan ve Makedonya'yı kapsayan bir rota ile kelimenin tam anlamıyla, "muhteşem" oldu. 

Durakları belirlerken daha önce gezdiğimiz ve büyük şehirleri pas geçen bir yol izlemeye karar verdim. Tur operatörü olarak bilmem kaçıncı yurtdışı gezisi rotası belirleme timi oluşturdum kendime; kankam Google haritalar, mahallenin dedikoducusu Ruşen Teyzeye taş çıkaran çeşitli gezginlerin gezi notları ve sefayı seven (anladınız siz) iç güdümden oluşan bu tim bence epeyce iyi iş çıkarttı ki yardımcı oyuncu Cumhuriyet Meyhanesi'nin katkısına ise bu yazıda mutlaka yer vermeliyim. Hatta ilk oradan başlamalıyım bence. 


11 Nisan 2022 
16:33

- Dileklerimizi gerçekleştirme zamanı.  Yarın Cumhuriyet. Ne dersin?
- Süper, Perşembe daha iyi gibi, haber vereceğim. 

1 saat sonra

- Perşembe, ok. :)

12 Nisan 2022

- Ben rezv yaptım. 17:00 - 18:00. Uyar mı?
- 1 saat! Bu mudur yani. 18 iyidir. 
- Yok yav, kaçta başlarız diyorum. 
- 18 dedim ya. 

14 Nisan 2022
18:00

Hasretle kucaklaşma, köşe masaya yerleşme. 
Geçmiş beş yılı masaya yatırma ön hazırlığı: mezeler, 50lik rakı ve biz. 
Özlemişiz. Çok!
Kaldığımız yerden devam ediyoruz ki en sevdiğim. 
Sitemsiz, amasız, bıraktığımız gibi, bıraktığımız yerden:  öznesi yaralı kız çocukları, yüklemi kazık olan hayatın içinden. 

20:00 
İlk fasıl kazasız, belasız, ağlamaksız, gülmeksiz, donuk, yargısız. 
Kelimeler dökülüyor, paslı kulaklar konsantrasyonda zorlanıyor, algıda zayıflık, bu kadarı da olmaz diyen kafa sesleri. Kalabalık bir mekandayız da kendi sesimizi duymakta zorlanır gibi, tek düze, biteviye, soluksuz, yorgun, telaşlı hikayeler. Birbirini kovalıyor, hiç bitmeyecekmiş gibi, köşeleri sırasıyla kapıyor. 
Paçanga ve biz. Bir de buz. Konu hararetli. 

21:00
Sakinlik... Durgunluk... İçe dönük ve derin sohbette boğulmamak için balık olmaya çalışan iki kadın. Şişe de şişe. Göbek ve siyah. Şans ve kısmet. 

22:00
-Canım napıyorsun.
-Yürüyüşteyim. 
* Gelse ya.
- Gelsen ya. 
- Gelirim.

22:30
20lik takviye, 60lık aklı selim ve kahkaha... 
Yıkılıyoruz. 
Bir biz varız, bir de yurtdışı gezilerinde başımıza gelen komiklikler. Ama ille Yunanistan, adalar ve Uzo, denizden gelen babam olsa yerimciler yıllık olağan kurulu gibiyiz. 
Mekanı kapatmış gibi, atılabilecek tüm kahkahaları bunca yıldır biriktirmiş de hazır da fırsatını bulmuşken, bir seferde gökyüzüne salmış gibiyiz. Havai fişeklere karşı olmasak, kahkahalarımızı o patlamaya eş bile tutabiliriz. Rengârenk, ışıltılı ve havalıyız. Çevreye verdiğimiz geçici rahatsızlık için pek de üzülmeyen pişkin bir "mekanın sahibi" tavrımız da yok değil. Yakıştırıyoruz da bu hali tavrımıza. 50yi deviren yaralı kız çocuklarının intikam duygusundan uzak ama başardık be tavrı, şımarıklığı hak ediyor. Hak edilmiş her şey gibi, pek yakışıyor üstümüze. 

22:45
-Kusura bakmayın, selam vermeden edemedik, sohbetiniz öyle güzel ki, öyle içten gülüyorsunuz ki. 
-Buyrun beraber gülelim. 
-Olur mu ki?
-Olmaması için bir sebep mi var ki?

Oldu, hem de nasıl güzel oldu.

"Parga" işte bu sohbet sırasında eklendi gezi rotasına. Bir kahkaha peşine takılan iki güzel yürekli insanın, 3 güzel yürekli güleç insana "Merhaba" demesiyle. 

Merhaba, içtenlikle söylendiğinde, açılmayacak kapı yoktur bence. 
Bir de gözler gülüyorsa... Ah o gözler... Canım gözler. Neler gördüler. 

***

Gerisi gelir bence... Hikayenin yani... 19 gece 20 gün bir kere, dile kolay... 
Gelsin di mi?

Evren'e mesaj bırakmayı unutmayın ;)
Evren önemli, mesaj daha da önemli. 



***

Fotoğraf / Parga-2022 / yolda4yolcu









22 Nisan 2022

Bazı Sabahlar

İki sabah önce bir şarkı ile uyandım... Dil 90'lar, yürek biraz daha ileri yıllara sarmış. Ne güzleri geride bıraktı şu yürek, ne acıları, ne aşkları, ne sanmaları, ne aldanmaları, ne baharları yaşadı, ne kelebekler uçtu rengarenk, ne örümcekler ne ağlar ördü duvardan beter. Dile geldikçe anlatır yeter ki suskun kalmasın yüreğim kederlerden. Şöyle bir blog yazılarıma bakıyorum da galiba kederlerimde bile susmayı değil de yazmayı tercih etmişim. Anlattıkça rahatlamış, ördüğüm duvarları tuğla tuğla, kum tanesi kum tanesi sökmüşüm. Aferin kendim. 

Geriye sarıp gelmesi güzel oluyor, sizde de olmuyor mu? Fotoğraflar geçti içimden, anlar durdu gözlerimde, avcumda hissettim sıcaklığını yaşanmışlıklarımın.  Bugün olan halimden memnun, o günkü hallerime şükür ile doluyum şimdi. Valla bir aferini daha hak ettim. Dur geciktirmeyeyim: Aferin kendim.

Nerden mi geldim buralara, geçenlerde Buraneros sessiz sakin büyüyünce, çaktırmadan ama usul usul duyurunca yaşının yaş aldığını, e bir de "yaşamak" halini "en sevdiği" ile taçlandırınca yıllar içinde,  kaleme almış hallerini, 

Yaş Aldıkça Değil Yaşadıkça Büyüyormuş İnsan


diye ahkamlar bile kesmiş. E hakkıdır. 

Bir sohbetimizde demişti, hayat 50'den sonra daha bir güzel oturuyor yerine, tatların değişiyor, gelişiyor, zamana yayılıp, katmerleniyor. 

Galiba insan tercihlerini "bencileyin" zamanın azlığına da sığınarak belki de, kendinden yana biraz fazlaca kullanıyor. Ben öyle yapıyorum uzun senelerdir, sevmediğim bir kitabı yarıda bırakıyorum, sıkan bir diziyi pat değiştiriyorum, film sarmadı mı hemen ileriye sarıp sonlandırıyorum, insana gelince, canımı sıkan, acıtan, vaktimi boca harcayan, yüreğimi darlayandan sessizce uzaklaşıyorum. Kırmadan dökmeden gerekirse onu da yaparım da, gençlikteydi o haşin günlerim. Yaş kemale erdi hatırlarsanız, bilgece hallediyorum işlerimi 😉

Benim kadim dostum, geçenlerde sormuş, ki kendisi vakti zamanında sevmediği bir film için sabahın ışıklarını görmüştür. 

Sonra da kendininkini porselene evirmiş. 

Malzemesini bilmem de kalbin içi ne kadar dolu ona bakarım ben. Neyle dolu? Bak bu kısmına fena takılırım. 

Şaşkın'ın o yazısına Zeugma bir yorum yazmış ve demiş ki -''Yaşanan her şey değerlidir'' diyebilmek şahane olurdu aslına bakarsan. Ama işte her zaman olamıyor be can komşum. Keşke olabilseydi...-


İnsan 50'sine gelince yaşanan her şey değerli oluyor. İyi, kötü, canına can katan, canına ot tıkayan, nefessiz bırakan, nefes aldıran her ne yaşadıysan, "sen" oluyorsun. O "seni" kusurlarınla, artılarınla, sende olup başkasında olmayanla, herkeste olanla ve herkesten farklı kılanla, seni sen yapan bütün "o" larını severek ve onlarla tokalaşarak seviyor ve yoluna devam ediyorsun. Hayat belki de Sevgili Buraneros'un da dediği gibi, yaşadıkça güzel. Korkmadan, çekinmeden, acı çekerek ve çok severek, hatalarına rağmen ve hataların yüzünden, yaptıkların ve beceremediklerin için, denediğin ve belki çok deneyip de sonunda başardığın için, yıldığın, yıktığın, üzdüğün, üzüldüğün, içtiğin, seviştiğin, yediğin, gezdiğin, hayal kurduğun, o hayaller içinde birinin hayali olduğun, bazısına iyi, bazısına kötü, bazısına fedakar, bazısına bencilce yaklaştığın, bazısını sarıp sarmaladığın, bazısından tokat yediğin, kimine göre kazık attığın, kimine göre çok fazla kendinden vazgeçtiğin hallerinin hepsi "sensin". 

Yaşamak güzel... 

Cesareti olana, cesaretli olup "hata" bile olsa yapana... 
Hepsi yanına kar, yüreğine yaşama sevinci. 
Zaman bu işlerin en büyük öğreticisi, göstericisi. 

Nereden nereye gibi bir sabahta mıyım neyim? Savruluyorum gibi de ama bir yandan da bir derdim varmış da onu paylaşıyor gibiyim.  Eeee zaten mesajı vermişim. Kör gözüme parmak gibi bir de renklendirmişim. 

Ben biraz Zeugma'ya gideyim, çünkü biri gezelim görelim dedi mi bende akan sular durur, hastalıklar iyileşir, küsler barışır, dünya  halkları kardeş olur falan, Zeugma bloglar arasında bayram telaşına kapılıp geze dursun ben oradan çıktığım yolda daldan dala ilerlerken bir etkinliğe denk geldim. Mim yani. 


Dedim tam benlik. 300 mutlu gün bile yazabilirim. 
Evet Pollyanna'nın Bursa şubesiyim,  hatta teyzesiyim. 😍