Zorlu bir haftayı geride bırakmış, Cuma gününü izin alarak 3 günlük yol planını yapmıştık. Efendi gibi gidip efendi gibi dönecektik. Yoldan çıkmayacak, oluşturduğumuz rotaya sadık kalacak, bir önceki gezilerden edindiğimiz tecrübeler ışığında evimize vakti ile dönecektik.
Perşembe gecesi tüm hazırlığı tamamlayıp yola çıkmamız 5'i bulmuştu. Hedef belliydi. Ama konaklama noktası konusu, gideceğimiz yerde önceden rezervasyon yapılmadığından sürpriz sonlu olacaktı. 157 km'lik yol yaklaşık 2,5 saatlik bir zaman demekti ki, akşam yemeği için ideal bir varış saati olacaktı.
Buraya kadar her şey normal seyrindeydi.
Yolculuk neşeli şarkılar ve sohbetle devam ediyordu, bir önceki haftaların gerginliği ara ara kendine yer edinmeye çalışsa da, yılların verdiği deneyimle, artık buna izin vermiyorduk. Sıkıntıların konuşularak ancak çoğalacağının, ne iyi ki ikimiz de farkındaydık. Bir kere konuşmuş, ömrümüzden yeterli zamanı canımızı sıkan kişi/olaya vermiş ve kitabın o bölümünü geçmiştik. Teknik olarak "flashback" lere ihtiyaç duymadan, gün bugündür felsefesi ile "anda kal"ıyorduk.
Kamp Alanı... Kapıya varmamızla gözüme kestirdiğim üç araçlık boşluk ile "Yaşasın yer var" çığlıklarım arabanın içinde yankılanıyor. Neyse ki mutlu son. Görevli elinde mis kokulu kahvesi ile geliyor, gerçekten de yer var. Kocaeli Büyükşehir Belediyesi tarafından düzenlenen, kuralları belirlenmiş kampımıza kuruluyoruz, bize ayrılan 19 numaralı alanda bir de ağaç ve masa var, daha ne isteriz derken, 3 gün ücretsiz olduğunu öğreniyoruz. Hakikaten bir kampçı olarak daha ne isteriz ki şu hayattan!
Ormanya Doğal Yaşam Parkı düzenlenmiş bir orman aslında. Sabah erkenden yürümek ve içinde kaybolmak için sabırsızım, görevli uyarıyor, 6'da gezmeniz mümkün değil, 9'da açılıyor diye. Ah devlet dairesi bakış açısı... Dert değil, açılışı 9'da olsa da mutluyum ben. Hemen soframızı kuruyoruz, rakıları koyuyoruz, bir ağacın altında, yeşile baka baka içeceğiz, dertleri bir bir sileceğiz. Bir süre sonra eşimin dikkatini çekiyor, hafifçe bana eğiliyor, "bir tek biz içiyoruz" diyor, hemen internetten kuralları okuyorum ve görüyorum ki, alkol almak yasak. Oysa 23 araçlık alanda, her milletten her anlayıştan insan var. Birer dublemizi içiyor, biri bizi şikayet etmeden ya da uyarı alıp keyfimiz kaçmadan masayı topluyoruz. Kısa bir keşif turu ve gece yürüyüşü sonrası, gece sakin ve dinlendirici geçiyor.
Cuma, 09:00
Sabah 9'da kapıdayız. Büyük ve görkemli kapıdan geçiyoruz, bambaşka bir dünyaya açılıyor gözlerimiz. İçinde mesire alanı, gökyüzünü göremeyeceğiniz kadar büyük ağaçlarının gölgesinde yer alan farklı zorluk derecelerine sahip yürüyüş ve bisiklet rotaları, kuş gözlem, Hobit evler, böcek oteli gibi farklı deneyim alanları, çocuklar için tam bir keşif imkanı sunan, özellikle vahşi doğada yaşama imkanı olmayan hayvanlar için rehabilite merkezi gibi düzenlenen çiftliği, göletleri, doğanın içinde kaybolmuş kafe ve restoranları ile Ormanya tam bir şehre mola noktası.
Çok beğeniyoruz. Yaklaşık 4 saat süren turun sonunda Ormanya'dan ayrılıyoruz. Çünkü bazı kurallar bize uymuyor, keyfimiz kıymetli, zaten iki gün kafa dinlemeye gelmişiz, hemen rotayı tekrar oluşturuyoruz. 114 km. sonra Karadeniz kıyılarında, Karasu'dan giriş yapacağız ki, saat makul, gezinerek varacağımız kıyılarda elbet gönlümüze göre kafa dinleyecek bir yer bulacağız.
Cuma, 14:00
Google ne büyük kolaylık, Akçakoca'ya kadar kıyı şeridindeki konaklama yapılacak kampları tararken bazılarını gözüme kestirip arıyorum. Sezon açılmamış, havalar birden mevsim normalleri üzerine çıkınca, ortalık toz duman ama insanların da kendini bir yerlere atası var. Haliyle tamir, tadilat, gürültü, patırdı hiç bir yerden eksik değil. Yolda giderken, hep durduğumuz Poyrazlar Tabiat Parkı aklımıza düşüyor. Ne yazık ki, karavanlar için konaklama yasağı gelmiş. İki hafta öncesine kadar izin veriliyormuş. Günlük giriş de 450 lira olmuş. 2 saat için değmez deyip ilk plana sadık kalacağız ama nasıl açız, neyse ki gölün karşı kıyısında kahvaltı molası verecek bir ağaç gölgesi buluyoruz. Karşımız orman, fotoğraf çekip bir arkadaşıma gönderiyorum, "windows ekran görüntüsü bu" diyor. Bulunduğumuz yerde nasıl güzel bir esinti var, ayrılmayı hiç istemiyoruz. Ama hemen yan tarafta bir ev var, içeride kimse yok gibi ama geldiklerinde rahatsız olabilirler düşüncesi ile oradan ayrılıyoruz.
Cuma, 18:00
Saat 6 gibi gözümüze kestirdiğimiz kampa varıyoruz ama kapı kapalı. Oysa sahibi ile telefonda görüşmüş ve içeride bizi karşılayabilecek çalışanlar olacağını öğrenmiştik. İçeriye kaçak giriş yapan yurdum insanı grubu var, yaygılarını yola yayıp piknik moduna geçmeye çabalıyorlar, iç sesimiz bizi uyarıyor, temkinli davranarak oradan vazgeçiyoruz. Gelirken gördüğüm ve yoldan epeyce içeri girilerek ulaşılan Kalkın Köyü Mesire Yeri'ni eşime öneriyorum, yoldan sapar sapmaz inişe geçiyoruz. Harika bir orman köyünden, yol kenarı asırlık ağaçlar ile çevrili, deniz kıyısına kadar kıvrılarak devam edecek yola aşık olduk bile. İç sesimize güveniyoruz, midemiz kelebekler ile doldu, bu gece buradayız.
Cuma, 19:00
Derme çatma bir kulübe karşılıyor bizi, teras gibi bir kısımda 3 adam oturuyor, sonradan sohbeti ile bayıltabilen adamın buranın işletmecisi olduğunu, hemen yanında oturan adamın ormanı keserek 32 dönüm kadarcık alan içinde kaçak yapılar yaptığından 4 yıl içeride yattığını, diğerinin de tekin bir amca olmadığını öğrendiğimiz bu mesire yerinde izin kalarak kalmaya karar veriyoruz. Oysa ilk izlenimiz; kendi halinde amcalar sohbetteydi.
Cuma, 20:00
Saat 8 gibi gün batımı için tüm hazırlıkları tamamlıyoruz. Bir tek biz varız. Bir de işletmeci, Ergül abi. Rakılara buzları koyup, sırtı orman, önü lebiderya deniz manzaralı evimizde şükürler dilimizde bir keyif anında güneşi tam da denizin ortasında batırırken şarkılar söylüyoruz.
Var mıyım diyorsun şarkılarında
Elbette sen varsın kim olacaktı
Var mıyım diyorsun şarkılarında
Elbette sen varsın kim olacaktı
Güneşi batırıp, keyfi katmerleyince, usul usul toparlanıyoruz, bir ara eşim kayboluyor, Ergül abi ile sohbette olduğunu fark ediyorum. Özenli bir meyve tabağı ile birer duble rakı koyuyorum. Karanlıkta eşimin kurtar beni bakışlarını algılamıyorum.
10 yıl önce rakıya tövbe etmiş Ergül abi, bozuyor beni demiş. Ot öyle değildi, ama artık bulunmuyor demiş. Hayat hikayesi bizde saklı Ergül abi, biraz da yalnızlıktan olsa gerek, çokkkkk konuşuyor, ama gerçekten çokkkkk!
Eşim karavana döndüğünde, "of ya diyor kalkamadım da... Yoruldum dinlerken" diyor. Gülüşüyoruz. Ortam öyle güzel ki, bir gece daha kalacağız ama bu sefer temkinliyiz.
Karavanın yan pencerelerini ve gökyüzü penceresini açıp, yıldızlı geceye güzellemeler yaparak, ertesi günün hayali ile uykuya dalıyoruz.
Cumartesi, 06:00
Sabah kuş sesleri ile uyanıp, 6 gibi kendimizi dışarı atıyoruz. Sabah yürüyüşü, kahvaltı ve deniz...
Plan gibi plan!
Tıkır tıkır işliyor...
Gün içinde gelen 2-3 günübirlikçi ile ortalık biraz hareketlense de, sezon henüz açılmadığı için sakinlik korunuyor. Akşam üzeri bira-fıstık ile hararetler alınıyor. Akşam yemeği gene gün batımına karşı. Gece yürüyüşü, sonrası biraz okuma ve huzur dolu bir uyku ile sonlanan gün. İnsan daha ne ister ki hayattan.
Pazar, 06:00
Sabah 6 gibi uyanıyoruz, gün doğumunu kaçırmışız, 1 saat içinde toparlanıyoruz, yola çıkmak için hazırız. Aslında bir kuralımız var, henüz farkında değiliz ama o kuralı epeyce ihlal edeceğiz.
Kural: Dönüş yolunda en kısa yoldan eve gitmek. Rota 4,5 saat diyor. Kuralı işletsek, en geç öğlen gibi evdeyiz.
Pazar, 07:00
Kahvaltıyı yolda bir yerde, güzel manzaralı bir dağ köyünde ederiz diyerek yola koyuluyoruz. Kalkın köyünün bir yan koyu olan Karaburun plajına girmeye karar veriyoruz. Kimsecikler yok, bir adam elinde kasa ile bakkala doğru yürüyor, biz de arkasından, kasada henüz tutulmuş, Karadeniz Barbun/Tekir... Hemen bir kilo alıyoruz. Hayaller öğle rakısına bırakıyor kendini... Melenağzı Çayı'nı geçiyoruz. Bir sonraki sefer çaydan yukarıya doğru uzanan yolu keşfetmek.
Pazar, 10:00
Üniversite tren yolculuklarımın göğe bakma durağı Doğançay tabelası dikkatimi çekiyor, google haritalar orada bir şelale olduğunu gösteriyor... Gözler parlıyor... Rota bir kez daha oluşturuluyor. Dar ama orman içinden giden yemyeşil yolda, yüreğimiz ağzımıza gelse de, inişe geçtiğimiz betondan yapılmış yolda, saptığımız ilk köyden yaklaşık 30 dakika süren 12 km'lik yolu tamamlıyor ve şelale tesislerine varıyoruz. Yaşlı amca gülüyor,
"karadenizli misiniz",
"değiliz"
"ne işiniz var burada"
"gezmeye geldik"
"hiç akıl yok" :))
Yahu neden böyle deyip günü mahvediyorsun ki bey amca, biz çok akıllı olduğumuzdan hem yolu yarıladık, hem de molamızı şahane bir şelalede verdik. Değil miyiz yoksa???
Mekan henüz yeni kiralanmış, tadilat nedeniyle her yer inşaat, tek tük araba var ama anladığımız kadarıyla 1-2 saate park bile sorun olacak. Aracı tek gölge yer olan iki fındık ağacının altına alıyoruz. Nispeten düz ve hemen yanı başında bir bank var, masayı da oraya açıp kahvaltı edeceğiz. Plan bu!
Şelale yolu 600 m. ama dik ve yol düzenlenmediği için orman içi patika. Aşağıda masa koyacak yer yok zaten herhangi bir yapı da yok. O yüzden elimiz kolumuz boş inişe geçiyoruz ki, dönüşte bu halimize binlerce kez şükür edeceğiz. Bildiğin 60 derelik yokuştan inişe geçiyoruz, yer yer 90 derece mi oluyor ne... Epey zorlu bir parkur, son 10 m.'de bende kayış kopuyor, neden bu kadar zorluyorum kendimi diye küfürler ediyorum. Güç aldığım tek şey, hemen önümüzden ellerinde piknik malzemeleri ve bir bebekle inen genç çift, onlar yaparsa sen de yaparsın diyorum.
Neyse ki, şelaleye kazasız belasız iniyoruz. Genç çift kucaklarında bebeleri ile kahvaltıya başlamışlar bile, yanlarına yanaşıp, sizden feyz aldım diyorum. Gülüyorlar, "biz de ha gayret diye diye geldik ama bir daha ne geliriz ne de tavsiye ederiz" diyorlar. Gülüşüyoruz.
Şelale görgemli, çok katlı ve serin... Su buz gibi, gölet oluşan yere bari girebilseydik derdindeyim ama mayolar bile yukarıda ve su öyle soğuk ki, üstelik yol gidip gelmeye uygun değil. Giremezdim kesin deyip kendimi teselli ediyorum. Eşim tabi ki suya girmeden dönmüyor. Dönüş yolu bir felaket, biz çıkmaya niyetlenirken gelen herkes bol küfürlü ve puflamalı sonlandırıyor inişi. Yolda soranlara, "değiyor ama canınıza da yetiyor" diyorum. Bir ara kalbim ağzımdan çıkıyor, tansiyon muhtemelen 20 falan derken, 5 mola, 8 "ölüyorummmmmm bennnnn" nidaları ile 600 m'lik yolu kazasız belasız çıkıyoruz. Ortalık toz duman, arabalar üst üste. Adam bağırıyor, "yanaş abicimmm, yanaşşş, yarım metre bile lazım bize."
Maviş neyse ki gölgede, biraz soluklanıp, taze köy ekmeği, peynir, domates, zeytin ile kahvaltıyı edip yola çıkıyoruz.
Pazar, 14:00
Geçen yıl Bilecik'te bulunan Harmankaya Kanyonu Tabiat Parkı kampından dönüşte aldığımız çileğin kokusu hala damağımda, eşim "bak bakalım yol ne kadar uzuyor" diyor, "45 km", cevabından sonra rota bir kez daha oluşturuluyor.
Dağ köylerinden geçerek varacağız İnegöl Kurşunlu'ya, yolda çilekçi Samet'i arıyorum, "ablam var çilek" diyor. Oooo benden mutlusu yok. Yolda giderken Porland Fabrika Satış mağasına giriyoruz. Evlenecek olanlara Allah bol bol maaşlı, kazançlı işler versin. Yoksa durum zor... İkinci kalite tabaklar bile tanesi 300-500 liradan satılıyor ki, 12 kişilik yemek takımı falan hayal.
Anayoldan ayrılır ayrılmaz, keyfimizi cezbeden yeşillik ve orman manzarası ile bir ağaç gölgesinde alıyoruz soluğu, Maviş'le olmanın ayrıcalığı da bu, gönlün nereye düşerse evin orası, buz gibi bira ve fıstık keyfi ile yaptığımız bu kısa mola sonrasında, 6 gibi Samet ile buluşabiliyoruz. Sağ olsun kasa ile çilek, kilo ile kiraz ve erik hazırlamış. Bir de uyarıyor, dönüş yolunu İnegöl'den yapmayın, 2 saat uzar yolunuz diye, tamirat varmış yolda, Yenişehir yolu açık olduğundan, rota bir kez daha oluşturuluyor. Yolda yaptığımız bir iki telefon görüşmesi sonrası, balık rakı, eşimin köyünde, baba evinde olacak. Plan gibi plan :)
Pazar 20:00
Sofrayı kuruyoruz, balıkları temizleyip, kızartmak için hazırlıyoruz, salatayı yapıyoruz. 30 dakikalık bir ön hazırlık ile keyfimize keyif katacak son molamızda yine baş başayız. Herkesin bir planı olduğundan biz bahçeli, meyve ağaçları ve çeşit çeşit çiçek ile süslenmiş köy evinin keyfini sürüyoruz.
Pazar 00:00
Israrlara rağmen yola çıkıyoruz. sonuçta 1-1,5 saatlik bir yolumuz kaldı, yani en geç 1.30 gibi evdeyiz üstelik "home sweet home" yani, herkesin evi kendine 5 yıldızlı otel olduğundan, eve doğru yol alıyoruz. Karavanı boşaltma işini olduğu gibi ertesi güne bırakıp, duşları alıp yatıyoruz.
***
Böylece zorlu bir haftayı harika bir 3 günlük kaçamak ile geride bırakmış, efendi gibi karavanın ve hafta sonunun hakkını vermiş, her türlü yoldan çıkmış, yeni rotalar oluşturmuş, bir önceki gezilerden edindiğimiz tecrübeler yetersiz olacak ki, evimize olabilecek en geç saatte dönmeyi başarmıştık.
***
Ey sevgili okur, okudun anladın şimdi son bir soru:
Karavancılık biraz kendini yola bırakmak, yolun sürprizlerinden keyif almayı başarabilmek değildir de nedir?