20 Haziran 2016

3884 km ve Balkanlarda Araba ile 4 + 1 Yolcu / Ohrid... Sen nasıl bir gölsün anlat bana...


Bitola - Manastır


Saat neredeyse 5 ve yaklaşık 1,5 saatlik bir yolumuz var ama o nasıl bir yol. Nasıl masalımsı, nasıl yağmurlu, çift şerit yol, tüm yol kenarı sarı, pembe çiçekler açmış çalımsı ağaçlar. Harikalar!

Yağmur hızını arttırdıkça, hava da kararmaya devam ediyor. Güneş olsa harika bir manzara ile bizi karşılayacağına emin olduğum Ohrid'de neredeyse akşam yemeğine yetişmiş olacağız. Saat 8 gibi.


***


Makedonya - Ohrid


Yağmur yağıyordu ve hava kararmıştı... Masal kitaplarından çıkmış gibiydi göl yanı başına vardığımızda. Arabayı bıraktık gecenin içinde yağmurun altında,  heykel önü gibi bir yerde bi başına. Ohrid'e vardığımızda üzerimizde günden kalan yaz kıyafetleri vardı.. Hemen yağmurluklar çıktı arabanın bagajından ve şemsiyeler ve ayakkabılar ve çoraplar... Çıkarıldı sandaletler, giyildi tişörtlerin üzerine ince polarlar ve hırkalar. Hazırdık Ohrid'in gecesine, yağmuruna... Koşar adım yürümeye başladık o anlatıla anlatıla bitirilemeyen yemeklerine kavuşmak adına. 

Gölün kenarında gece karanlığı tam da çökmemişken çektik bir kaç kare fotoğraf en ıslak gezginlerdik o sıra. Gezi tekneleri son yolcularını bıkakırken limana bir "ah" geçti üzerimizden karşıki dağlara çarparcasına. Görmemişin damadı, gelini gibiydik bir parça; Ohrid bize kucak açtığında. 

Hızlıca daha önceden işaretlenen restorana yöneldik. Bizden önce gelen grup rezervasyon yaptırmıştı tüm masaları, bir parça duraksadık kapıda. Ben biraz buruldum ama öyle güzeldi ki, ıslak taşları parıl parıl parlayan eski kent ve  sokaklarındaki dükkan ışıklarının renkleri, kapılı verdim yansımalarına. 

Babam en önden gidiyordu, benim adam onun ardından, annemle ben en en en arkadan. Babam buldu bir yer eski kente nazır. "Burası" dedi. Oturduk. Önce  ev yapımı kırmızı şarap geldi bir litrelik karafla. 


Göl balığı söyledik denemekten yılmayanlara, içi üşüyenlere birer çorba ve sonradan gurme bana da yerel bir lezzet denemek kaldı ki... Oh mis... Bir Cem Yılmaz parodisi gibi, "in to the middle" repliği ile geldi istediğimiz şeyler masanın ortasına. Kız gülümsüyordu her seferinde, hep aynı soruyla; bu da mı ortaya. Evet, salata da ortaya! 

Buraya kadar sorunsuz geldik maşallah kadehi kaldırdık ilk önce ekibin şerefine, sonrası  afiyetli bir sohbetle damak zevkini geliştirmeye kaldı. Tesadüfi bir keyifti bizimkisi... Tesadüfi ve tek kelime ile muhteşem!





Ah o damaktan tadı lezzeti uzun süre gitmeyen çömlek kebabı... Nasıl bir şeysin sen. Nasıl özelsin. Nasıl kazındın damak zevkimin en gelişmiş noktasına. Nasıl da tavsiye edeceğim seni Ohrid'e yolu düşen her dostuma. Adın gibiydi lezzetin, "damar"dı kısaca. 



Damağımız şenlenip, yorgunluğumuzu üzerimizden atınca, kalktık eski kentin sokaklarında dolaşmaya. Kalacağımız yer Ohrid'in merkezinden 6 km dışında, bir yandan düşünüyoruz ne yapsak dönsek mi diye, bir yandan yürümek istiyoruz eski kentin sokaklarında. Yol yorgunluğu attığımız her adımda kendini hatırlatınca, bir sonraki sefere kalsın göremediklerimiz deyip, çıktık yeniden yola. 

Çık çık bitmeyen karanlık bir yol ve yükseliyoruz gölün semalarına. Öyle karanlık ki, basıyor gene beni "acaba yanlış mı rota"... Sonradan görüverdim, "Velestovo House" yazan duvarı uzakta ve kapıda bekleyen iki güleç yüzü karşımda. İçimden yükselen bir "oh" sesi ve harika bir yerde konaklama yapacağımız düşüncesi ile indik hep birlikte arabadan, yerleştik en şahane manzaralı odalara. Temiz mi temiz, zevkli mi zevkli bir ev havasında, tavsiye edilesi, keyif için en az iki gece kalınası mekana. 

Sabah içtima saat 6:00'da. Kalkınca gördüğümüz manzara... Ah keşke bir gece daha kalsaydık dedirtti burada. Oysa yol uzun, yol karmaşık, yol çetrefilli... Arnavutluk transit geçilecek bu defa, yol ile ilgili söylenenler çok çok fena. 

Göreceğiz, her söylenen doğru mu oluyor sonunda!




Bir sonraki yazı: Karadağ... Beni unutun burada!









1 yorum:

An'a kazınandır senden bana kalan...
ANLAMLIDIR...

Teşekkür ederim sımsıcak yürekten bir tebessümle...