Uzaktaki seslere kulak kabarttım. Anlamak zor belli ki benim bildiğim dillerden biri değil dedim, çok dil biliyormuş gibi. Çıplak ayaklarım çimende, açan çiçeklerde arılar vızır vızır. Bahardan kalan bir 12 Aralık. Sahi mevsimler ne ara bu kadar değişti? Çocukluğumun Aralık ayları karla kaplı sokaklarda, okul çıkışlarında kar topu savaşları yaparak, güle oynaya eve kadar koşturarak geçerdi. Ben sobalı evde büyümedim. Altın değildi ama bir tepside doğmuşum. Şanslılardanım. Şimdi köyümüzde sert esen bir rüzgarda üzerimde diz battaniyem ve elimde kitabımda içimi ısıtan güneşi sırtıma almışım keyif çatıyorum. Uzaktan duyulan deli zeytin ağaçlarını çırparak üzerindeki zeytini düşürmeye çalışan köylülerin konuşma sesine karışan vurma sesleri. Tak tak! Kim o?
Bir kuş hemen yanı başımda hızlıca çıprtı kanatlarını, ne güzel de ötüyorlar. Bir kaç farklı tür var belli. Uzaktan köy otobüsünün teker seslerine karışan tıslama seslerini duydum saat belli ki buçuklu bir şey, az evvel de ikindi okundu, çıkarımım doğruysa 16.30. Emeklilik tuhaf, günün saatin bir önemi kalmıyor.
Yıllar evvel sosyal hesaplarımdan birine iliştirdiğim Turgut Uyar dizesini yaşıyorum.
"Issız tepelerde güneşe bakıp saati tahmin etsem. Haberim olmasa hiç perşembeden, pazartesiden…"
Gülümsüyorum, gerçekler hayallerden ilham alır yazdığım o günlerden bu günlere... Nerede nereye? Ve kim bilir nereye?
Kahkaha sesi ile irkiliyorum, mutluluğun çoğalması hoşuma gidiyor, yüzümde belli belirsiz bir gülümseme yakalıyorum.
Ah "iyi ki" lerim, kapıda sıraya dizilmiş gibi ardı ardına geliyor hafızamdaki saklı odalarından, ne çok oda, ne çok kapı, ne çok pencere, sokak, bulut, çiçek, kuş, böcek... Şaşıyorum. Nerelerdeydiniz deyip buyur ediyorum. Bazısına sarılıyor, bazısını buruk bir bakışla karşılıyorum. Yo yo canım artık acımıyor. Onlar büyüttü beni, ben farkındayım onlar da bilsinler istiyorum.
Yaşlandın mı Evren Hanım, diz battaniyen, büyük boy fincan çayın ve anıların. Kahkaha atıyorum. Birileri duyup gülümsemiş midir? Ah bir de anlatacak torunların mı olsaydı derken buluyorum kendimi. Bet sesli karga gak diyor, gözünün güzelliğine sevgimden onu duymazdan geliyorum.
Ben de farkındayım, çocuk istemeyen biri için tuhaf bir keşke! Keşke bile değil belki de?
Kocadağ'ı yan yan kesiyorum. Yanan ağaçlardan arda kalan ne varsa toplayan kamyon yüküyle ağır ağır iniyor, açılan toprak yoldan. Kırmızı! Bir süre sonra gözden kaybediyorum.
Al yazmalım geliyor film gibi akıyor bir kaç sahne.
Eee sevdaya dair ne varsa durur mu onlar da bir sinema perdesindeymişcesine akıyor usul usul. Ne yalan söyleyeyim tadını çıkarıyorum.
Sanki yarın yokmuş gibi çıplak ayaklarımı çimene basıp derin bir nefes alıyorum. Evren içime doluyor. Köpeklerin havlaması ile irkilip gözlerimi açıyorum.
Pürüzsüz masmavi gökyüzü ile selamlaşıp içeri giriyorum.
Blog yazısı olurdu bence bu an diye düşünüp, klavyeye parmaklarımı koyuyorum. Ne akarsa ne kadar akarsa deyip başlıyorum.

Of çok güzel, kıskanmadım çok imrendim :) Tadını böyle çıkartan insanlara bayılıyorum!
YanıtlaSil