HABERİN TADI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
HABERİN TADI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Şubat 2010

YİTİK BİR SUSUŞ



Küçüçük, sıcacık yaşamlara değen her zamansız ölümde
Yürekleri susuşlarıyla parçaladılar
Onlar daha çocuktular



Her ölüm zamansızdır. 
Zamansız bir kurşun ya da ip ne fark eder bir çocuk için
Ölüm çocuklarda zamana yayılır.
Yüreklerinde soğuk bir yük, hep yarına taşınır.
Yarına...
Oysa yarınlarına umut taşımalı çoçuklar
Sadece sıcak bir umut
Onlar daha çocuklar
Sadece birer çocuk





Fotoğraf lar / Altphotos 

_________________________________________________

Ölümler kol geziyor... 
Fark eder mi bir çocuk için babasının anasının teröre kurban gitmesi ya da intihar etmesi.
Töre cinayetinin de serseri kurşunun da açtığı yara çocuklarda bir.
Dün babasının naaşının başında annesine güç olmaya çalışan çocuğun gözlerini gördüm
Ölümün soğukluğu içime işledi.
Ana babasını zamansız kaybeden bütün çocuklar için dua ettim.
Yüreklerinde; onları yarınlara taşıyan sıcak bir umut olsun diledim.
Saygıyla...

05 Ocak 2010

YALNIZLIĞIM VOL1



Yalnızlığımı büyütüyorum, bu adamla bu evde büyütebildiğim tek şey yalnızlığım. Çıkmaz bir sokaktayım. Ne geriye dönüp yeni yollar arıyorum ne de ileriye doğru adım atabiliyorum. Kafamı kaldırıp parıldayan gökyüzünü görmek bile içimden gelmiyor. Giderek yalnızlığıma alışıyorum. Bataklığım benim koca yalnızlığım…

Yazdığı her şeyi sildi. Kağıdı buruşturdu yere attı. Yerde biriken kağıtlara baktı. Ne çok şey yazmış ama beğenmemişti. Gazete ekine söz vermişti. Yalnızlık üzerine bir yazı yazacaktı. Gazetede çalışan arkadaşı çıkaracakları yeni ekte ona da bir yer ayırmak istiyordu. 200 kelimeyi aşmamak kaydı ile yalnızlık üzerine bir şeyler yazıp göndersen ne güzel olurdu diyen arkadaşına bir de ahkam kesmiş yalnızlık uzmanlık alanım, istersen roman yazarım demişti. Hislerini yazacaktı bundan kolay ne vardı. Kurgulamasına bile gerek yoktu. Neredeyse bu teklif yapılalı bir hafta oluyor ve arkadaşının ona verdiği süre doluyordu.

Kalktı kendine sıcak bir içecek hazırladı. Saate baktı. En az 2 saatim var dedi. Salona geçti sallanan koltuğuna oturdu ve kendi yalnızlığında üşüdüğünü fark etti. Ne uzun zaman olmuştu birinin kollarında ısınmayalı başka bir tenin ısısı ile ürpermeyeli. Kalktı diz üstü battaniyesini aldı omuzlarına örttü. Gazeteyi eline aldı;


“Tony Takitani yalnızlık üzerine bir film. Fakat filmin bahsettiği, lafta bir yalnızlık veya cıvık aşk şarkılarının "terkedildim" hezeyanları değil. Doğumdan başlayıp bütün bir yaşama, neredeyse alıp verilen her nefese sinen bir yalnızlık, dümdüz ve buz gibi bir tek başınalık hissi. Ichikawa'nın minimal sineması öncelikle bu bağlamda işe yarıyor. Süssüz, kendi içinde müthiş bir simetri taşıyan ve boş gibi gözükse de aslında epey dolu olan çerçeveler, filmin bahsettiği bu yalnızlık halini cisimleştiriyorlar. Işık çalışmasının verdiği sonuç ise beyazın ve mavinin açık tonlarının ağırlıkta olduğu, neredeyse Kubrick filmlerini akla getiren bir sterillik. Tüm bu görsel tercihler filmin buz gibi yalnızlık hissini daha da keskin, daha bir can acıtıcı hale sokuyorlar. Önünde her daim saygıyla eğileceğimiz Ryuichi Sakamoto'nun müzikleriyse her zamanki gibi (ve filmin görsel üslubuna uyum sağlar şekilde) minimal ve mükemmeller.”(1)


Keşke filmi görseydim dedi. Kızdı kendine daha öğrenciyken bile film festivallerini kaçırmaz özel olarak İstanbul’a, Ankara’ya festivallere giderdi. İlk gençliğini özlediğini fark etti. Yaşlanıyorum deyip gülümsedi.


“Filmin finalini açık etmeyelim ama bus tercihin arkasında da Hitchcock'un Vertigo'sunu ister istemez akla getiren bir gönderme var. Ancak Tony Takitani yüksekten değil, yalnız almaktan korkuyor. En nihayetinde yendiği fobi de bu oluyor. Esasında hepimizin yalnız olduğu, hatta yalnızlığın ömür boyu sürdüğü gerçeğiyle barışıyor. Neyse ki bu esnada fazla ağlayıp sızlanmıyor, yönetmen Ichikawa ise mesafeli bir yaklaşımla filminin düzeyini ve ciddiyetini koruyor”(1)


Kendi yalnızlığına döndü. Ne zamandır yalnızdı. Yalnız kalmak en büyük korkusuydu. Fobi bile denebilirdi. Galiba Tony Takitani gibi kabullenmeli ve yalnızlığın bir ömür boyu sürdüğü gerçeği ile barışık yaşamayı öğrenmeliydi. Hem ne demişti hayattaki tek dostu ona;


"...Yalnızlığımla savaşacağıma onu kabullenirsem durum değişir belki. Yalnızlık, ne kadar bastırmaya çalışırsak o kadar güçleniyor, ama yok sayarsak gücünü yitiriyor, bunu farkettim."

Ben yazmadım tabii ki :) Üstat Coelho'dan. Dün gece Portobello Cadısı'nı okurken rastladım.


Yalnızlığını yok saymak üstüne bir yazı yazmaya karar verdi ve aldı eline kalemi…


Yansımamı dost yaptım kendime, Narkissos’a özendiğimden değil,
yalnızlığımdan delirmeyeyim diye...



_________________________________________________
(1) http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=cts&haberno=4901
(2) http://tr.wikipedia.org/wiki/Narkissos_(mitoloji)
(3) Fotoğraf
(4) İlk Yayın / Ocak 2009

09 Aralık 2009

DONDU YÜREKLER


Büyütüyorsun gözünden sakınarak, donuyor sonra bir gün bir anda zaman...
Tarih donuyor, gözyaşın donuyor, bildiğin bütün doğrular donuyor...
Kadınlar kocalarına, çocuklar babalarına, ana babalar oğullarına doyamadan donuyor zaman...
Çocuklar şaşkın, çocuklar yetim kalıyorlar kucaklarda...
Öfke yedi ile çarpılıyor, binlerce çoğalıyor sonra...
Donmayan tek şey öfke oluyor, öfke böyle zamanlarda kaynıyor...
Davul zurna ile karşılananlara bir baskında yedi genç yürek daha kurban veriliyor...
İnsanın aklı almıyor, yüreği dayanmıyor...
Analar gururlu, babalar gururlu, kadınlar gururlu bir yürekli askeri daha verdiler şehit diye,
Söylesene gurur bu kadar acıtır mı, yakar mı, söylesene gurur hayalleri yarım bırakır mı...


Ne anayım, ne babayım, ne şehit verdim kocamı teröre, ne de yetim kaldı çocuklarım
Yüreğinde şehit yangını bir ananın çığlığında
Yüreğinde şehit fırtınası bir babanın gözyaşında
Yüreğinde şehit sevdası bir kadının bakışında
Yüreğinde şehit sevgisi  bir yetimin şaşkınlığında
Dondu bildiğim bütün doğrularım





01 Aralık 2009

KULAĞIM BİLE ANLADI


Ayşe Arman bugün Hürriyet Gazetesi’ndeki köşesine Evren Yiğit’in bir yazısını aktarmış. Ben de bloguma taşımak istedim. Önce adı çekti ilgimi: Evren…

Ben yaşlarında olmalı diye düşündüm. Ben yaşlarında Evren isminde kız sayılıdır. Seksenlerle birlikte akın akın doğan Evren isimli erkek çocukları ile karşılaştırılamazlar bile.

Öyle midir acaba???
Sonra "google" da bir "search"

1978 doğumluymuş ve de erkekmiş. “Denizkızı”na ne oldu peki..? Sonra onun başka biri olduğunu fark ettim. Bir Evren Yiğit daha var ama onun bir de soyadı var: Geniş. Sonra başka sitelere de bakınca anladım. O Küstah dergisinin kadın kahramanıydı.  Kadındı… Belki benim yaşlarımdadır düşüncesi beni gülümsetti. Neden takıldım ki buna kadar…

Bir de tanım vardı onunla ilgili ekşi sözlükte; “Bond kızı karizmasında olup da Türkan Şoray ağırlığında olan.” Tekrar gülümsedim.

Sonunda öğrendim çok çok genç ama sıkı bir yetenek olduğunu.

Ve şimdi sıra yazıda.
Yazının bir başlığı var mıydı bilmiyorum ama ben ona bir başlık uydurdum burada…


_______________________________________________________________
KULAĞIM BİLE ANLADI

Kulağımın içi kaşınıyor.
Felaket.

Önce azar azar başlıyor kaşıntı, geceleri. Sonra artıyor. Kaşımak da bir zor ki kulağın içini. Bir türlü geçmiyor.


"Ne yapsam acaba?" diyorum. Günler geçtikçe daha da artıyor. Doktora gitmeye karar veriyorum. Arkadaşlarıma soruyorum "Tanıdığınız iyi bir kulak burun boğazcı var mı?" diye. "N’oldu ki?" diye soruyor arkadaşlarım. "Kaşınıyor kulağım" diyorum. "Uyuyamıyorum geceleri, kulak kaşınmasından!" Bir doktorun adını söylüyor bir tanesi. "Çok iyi doktordur" diyor. "Kimsenin çözemediğini çözer, iyileştiremediğini iyileştirir."


Gidiyorum doktora. Gözlüklü, şirin bir amca. Elinde bir büyüteç, kulağıma bakıyor.


Şaşırıyorum önce. "İçinde kaşıntı var" diyorum. "Öyle büyüteçle ne anlayacaksınız ki?"

"Yok" diyor, "Ben çoktan anladım ne olduğunu da, şimdi daha iyi görmek için bakıyorum." "Nedir?" diyorum doktora.
"Eski sözler kaçmış kulağınıza" diyor.
"Nasıl yani?" diyorum. "Kimin sözleri?"
"Bakacağız" diyor. Sonra bir alet çantasından kocaman, ucu ince, cımbıza benzer bir alet çıkarıyor. "Yan durun. Kıpırdamayın" diyor bana.
Biraz irkiliyorum."Eski sözler" diyorum, "Ha?" Cımbızın ucu kulağıma giriyor, canımı acıtmıyor nedense.
"Bir erkek sesi bu" diyor. Sanki bir uğultu duyuyorum. Cımbızı çıkarıyor kulağımdan. "Yalan kaçmış kulağınıza!" diyor doktor.
Yalana bakıyorum.
Küçücük bir şey gibi gözüküyor. "Vay be! Günlerdir kulağımı kaşındıran bu muymuş?
Hangi yalan peki?" diyorum. "Durun, bekleyin" diyor doktor. "Dikkatli olmamız lazım.
Tekrar kulağınıza kaçabilir. Önce şu deney tüpünün içine koyalım. Sonra serbest bırakırız." Yalanı tüpün içine koyuyor. Kapağını da kapıyor tüpün.
Serbest kalıyor yalan.
"Seni seviyorum" diye cılız bir ses geliyor tüpün içinden.
"Yalanmış ha?" diyorum.
Kulağım bile anlamış, kalbim hala anlamıyor...


_______________________________________________________________


Böyledir yüreğinde sevgiyi büyütebilenler.
Göz görür, kulak duyar, ten hisseder ama o koca yürek anlamaz.

Umarım yüreğinize inanan biri sevmiştir sizi.
Yoksa çok yazık: Hem size... Hem yüreğinize…


______________________________________________________________

İlk Yayın Tarihi  / 29.05.2006
Görsel / deviantART
Haberin Orjinali İçin / Hürriyet Arşiv

12 Ekim 2009

Mor Hüzün

Mor bir bulutun gümüşsü parlaklığını
parmak uçlarımla ıslatamadığımda farkına vardıklarım:
Ve ağzımı kesip kanatan sözcüklerimin boğuntusu
sana söylenememiş olmalarından değil,
söylenmemiş olmalarından.
Son gölgende uzuyorum, belki de çekiliyorum. (*)



Üzerine konuşulmamış bir ilişkiydi bizimkisi, ilişki miydi, çok da emin değilim. Konuşmazdık pek evet, üzerine düşünür müydük, ondan da emin değilim. Düşünürdük elbet de, birbirimizi mi acaba... Bunu bir soru olarak soracak olsam, çoğunlukla kesinlikle hayır olurdu cevabım biliyorum.

Bir boyunduruk altına alınmıştık birbirimiz tarafından ve bu içinden çıkılmaz halimize evlilik demek işimize geliyordu. Rolünü çıkarmaya çalışan yeni yetme aktörlerin düştüğü duruma düşüp, rolü büyütürdük zaman zaman; abartılı oyunculuğumuzun sahicilikten uzaklaştığını fark etmeden.

Bir gece sokak serserileri tarafından patlayan dudakların ve açılan kaşınla eve geldiğinde; gerçek karşımdaydı, yalansızdı, abartısızdı, acıtıyordu... Hiç olmadığı kadar iyi bir oyun çıkartıyordun... Erkek gibiydin. Bir erkek gibi, asıl onların düştüğü perişan durumu anlatıyordun ballandıra ballandıra, ağlamaklı gözlerini görmesem, sahi sanacaktım: O adamları evire çevire dövdüğü ile böbürlenen adamla o gece sevişebilirdim bile. Hiç sevişmemiştik. Hiç bilmemiştik tenimizi... Bilmek de istememiştik. O gece sendeki erkeği görmek için yüzüne baktığımda, ağlıyordun işte; içine ya da dışına, ne fark eder ki... Acizliğine, kavga bile edemeyişine, kendini bile korumaktan uzak kalışına yumruklarının; öfkeliydin... Oysa bu hayatta tam da erkek olmak için bir fırsat geçmişken eline ve sen bunca sene sonra bir kadına ispatlayacakken gücünü... Bir damla kan ve gözyaşı ile geri döndün eve. Oysa alacağın bir paket sigara, iki de biraydı...

Ailelerimiz evlenmemize karar verdiği zamalardaki seni, ilk gecemizi, sonraki gecelerimizi, senin üst komşunun eşi Levent'i süzüşünü, benimle gözgöze gelişini... Daha neler düşünmedim ki hastane yolunda... Ben 17 yaşındaydım, sense 20... Nasıl yakışıklı, nasıl bakımlıydın. O tutucu ailenin bir tanecik oğluydun ya özenmişti annen seni büyütürken... Öyle demişlerdi seni bana anlatırken; düzenli, bakımlı bir adam ayrıca işi var, iyi bakar sana... Annem hep zengin biriyle evlenmemi isterdi; hayatlarımız kurtulsun diye. Benim tek derdim de bizimkilerin o boğucu, o sahiplenici tavırlarından uzaklaşmaktı... Evlilik kaçıp kurtulmaktı boyunduruktan. Sen idealdin, bana karışmayacağını, kıskanmayacağını ve özgürleştireceğini beraber geçirdiğimiz bir kaç günün sonunda fark etmiştim. Fark edemediğimse bambaşka bir boyunduruğa mahkum edişimdi kendimi...

Hastaneye geldiğimizde ağlıyordun isterik bir biçimde, tokatlamak geçiyordu içimden seni. Oysa biliyordum, o anda bu güne kadar hiç olmadığın kadar kendindin... Sendin...  İçindekini kadını özgür bırakmıştın... O kontrollü sesini devrettiğin tizlik, kulaklarımı tırmalıyordu. Duymazdan geldiğim kahkahalarından bile kadınsı bir tavırla ağlıyordun. Doktor kaşına dikiş atacağı zaman, uyutun diye hastaneyi inlettiğinde, o adamların seni döverken aldığı haz geldi gözlerimin önüne. Öfkeleniyordum. Öfkem onlaraydı ama anneme, babama, baskılarına, beni yapayalnız bırakmalarına, okuyamayışıma, yaşamak için sana bağımlı oluşuma, sana, senin erkek olamayaşına, kendi kabusuma, senin içindeki hayatı yaşayamayaşına, baskılara, geleneklere, sığ bakış açılarına derken; büyüdü, büyüdü ve sana yöneldi sadece. Senin isterik ağlama krizinin orta yerindeki son dikişte, ben patladım: Acizsin sen...

Nasıl çıktı ağzımdan bilmiyordum... Ağlıyordum; senden daha isterik bir biçimde ağlıyordum. Sarsıla sarsıla ağlıyor ve kızıyordum, ellerini ellerime alıyor, yumruklarını sıkıyor ve sağa sola savuruyordum... Neden... Neden iki yumruk atıp da deviremedin onları yere... Şu haline bak... İnsanlıktan çıkmışsın... Göz göze geldik... Sarıldık birbirimize, bizi bir arada tutan boyunduruğun, arka yüzündeki hikayelerimizi anlatmasak da tahmin ediyorduk aslında. Birbirimize sığındık bir kez daha. Başka şansımız yok gibi geliyordu her seferinde...

Hastaneden dönerken ne kadar şanslı olduğumuzu düşünüyorduk ve gülüyorduk hayatın bize çizdiği yollara, hangi yola saparsak sapalım, buyduk biz, böyle yazılmıştı kaderimiz... Yeter dedik kara kışın kavuran soğuğunda. Yeterdi yaşadıklarımız, bize yaşatılanlar, biz seçmemiştik, biz istemmemiştik her daim kaybeden olmayı... Dövüş sporlarına yazılmaya karar verdik: Bundan sonra gece bizi sessizce sevmeye gelen amcaları, dayıları dövebilelim diye... Mor bir hüzün kapladı her yanımızı, bunu sesli olarak dile getirince... Geceyi kaplayan kara akan damlan yansıdı yüzüne; kırmızı ve parlaktı... Parmak uçlarımla uzandığımda silmek için; öptün parmak uçlarımı, ilk defa... Ağzını kanattı kelimelerin, söylememiştin ve söylemeyecektin ama ben biliyordum:  İlk defa dokunmadan seviyordu biri seni ve ilk defa dokunmadan sevmişti biri beni... Mor bir hüzün kapladı içimizi, görüyorduk... Korkularımızdan sıyrılıp, o gece ilk defa birbirimize sarılıp uyuduk... Karı koca olamayacaktık belki ama hayata karşı oynadığımız oyunda güçlü olmak adına birbirimize sahip olduğumuzun farkındaydık...

Aylar sonra üzerine konuştuk arka yüzlerimizde olanları ve aylar sonra ilk defa karar verdik, ayakta dimdik durmaya... Boşanma davasını açan ben oldum, anlaşmalı boşanma ile bana hayatımı devam ettirebileceğim kadar nafaka ödemeyi kabul eden sen...

Üzerinden üç yıl bile geçmemişti henüz... Sen yurt dışında yaşıyordun ve seni seven bir adamla aynı evi paylaşıyordun, bense ilk iş dışardan liseyi bitirmiştim. Senin desteğinle açtığım dükkanda el emeği göz nurlarımı satıyordum. 

Birbimizin karşısına çıkmasak ve o gece o kar yağmasa ve o adamlar çıkmasa karşına köşe başında ve mor bir hüzün kaplamasa içimizi... Bu kadar şanslı olabilir miydik bilmiyorduk ama hep bizi karşılaştırana şükranlarımızı sunuyorduk, kaderimizi değiştirme şansını bize verdiği için ve amcalar, dayılar bir daha bizi istemediğimiz bir şekilde sessizce sevemeyeceği için...


_______________________________________
(*) İlk Yayın Tarihi / Ocak 2009
Fotoğraf
_______________________________________
Onlarca haber okuyoruz, genç yaşta ve hatta çocuk yaşta; baba, amca, dayı, teyze, hala, komşu tacizlerine uğrayan. Hayatları onarılamaz yaralar alan; kayıp insanlar yetiştiriyoruz. Konuşamadığı, cinsel tercihini söyleyemediği, ailesi tarafından sahip çıkılmayan... Onlarca hayata şahit oluyoruz, yitip giden: Bir annenin çocuklarını da alarak bir nehre atlayışına ve bir başkasının 21 bıçak darbesi ile öldürülüşüne...
Bu öykü o kayıp kız çocukları ve erkek çocukları için kaleme alınmıştır.

11 Ekim 2009

Az Önce Seviştim




İnternet üzerinden sonsuz bilgiye ulaşılıyor kuşkusuz... Gün geçmiyor ki yeni, yepyeni bir hizmet girmesin derdimize derman olmaya şu internet dünyasında ve işte bu hizmetlerden biri de; 'IJustMadeLove.com' evet yanlış okumadınız, henüzseviştim.com bu sitenin adı, ben gazetelerin yalancısıyım... Haber şöyle:

Bu site pek çok ülkede insanların o an nerede, ne şekilde seviştikleri bilgisini verecek.


İşte size en tazesinden bir internet sitesi daha! İsmine bakıp da bunun bir Türk sitesi olduğunu düşünmeyin. Orijinal ismi 'IJustMadeLove.com' . Bu sitenin ne işe yaradığını merak edenlere ise hemen söyleyelim, kim nerede sevişti görmek için...

İnternetten bir hizmet daha! Google Haritaları, bundan böyle pek çok ülkede insanların o an nerede, ne şekilde seviştiği hakkında bilgi verecek. İnsanoğlu çıldırmış olmalı!

IJustMadeLove.com isimli internet sitesi, harita üzerinde zum yaparak, internet kullanıcılarının cinsel birlikteliklerini gösteriyor. Bu siteye göre kullanıcılar, kendileri hakkında bilgi vermek üzere onlar için site yöneticileri tarafından hazırlanan yerleri belirtebilecek ve diğer kullanıcılara 'özel hayatlarının' 'yatak' kısmı hakkında detay verecek. (*)
Hal böyle olunca; yurdum halkında bir telaş, bir heyecan... Siteyi bulma hevesiyle arama motorlarında dünden beri, harıl harıl aranıyor bu site ve bu iş benim blogun ilk sayfada ilk sıraya yükselmesine sebep olmuş durumda... Haberi bile doğru dürüst okumaktan ki; tamamen heyecanlarına veriyorum, uzak halkım, arama motoruna "azönceseviştim" yazıyor... Ve benim blogu ilk sırada buluyor, site adının arananla alakası olmamasına rağmen, bir umut ziyaret ediyorlar... Çünkü evvel zaman önce;

Daha az önce seviştik seninle… Tenime dokunmaya korkan sen, seviştiğin diğer tüm düş kadınlar gibi aldattın sadece, kendini benimle ve beni senle… Sözlerinin arkasına sığınıp, kahkahalarını da yanına alarak, şöyle bir dönüp baktın “iş”in bitince... Bari şimdi dokun dedim. Yakar diyebildin sessizce, kalkıp gittin yanımdan. Gitttiğinden beri sabahın kör karanlığı ürkütücü…
diye başlayan Sabah Kör Karanlık Ürkütücü yazımı yazmışım... Komşusunun az önce nasıl seviştiği ile ilgili 'bilgi'ye ulaşmak isterken; bulduğundan pek de memnun olmayarak ayrılan, okuyucu kitlemdem farklı bir meraklı kitlem var artık; kalış süreleri 10 sn. ile sınırlı...


___________________________________

Fotoğraf / widelec.org
(*) Haberin devamı...