YAŞAMIN TADI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
YAŞAMIN TADI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Haziran 2020

Kimseler Tutmasın Beni

Ya da tutsun ya... 

Merkür retrosu başlamış. Geçmişin anıları serpiliyor dört bir taraftan, yaz yağmuru gibi; sağanak ama güneşli, bulutlu ama sıcak... Yer yer gök gürültülü ama alabildiğine ışıltılı... 

Anılar havuzu...

Derinliği önceden belirtilmemiş... Ayağımın ucuyla bir bakayım diyorsun, o an için hani suyun sıcaklığına bakmak gibi bir hal seninki. Ilığı, sevgilinin sırtına üflemesi gibi, tenini canlandırana karşı koymak ne mümkün; yüzerken usul usul, biraz korkak ve elbet tedirgin... Girdap! Bilir misin? Kapılmak gibi. 

Bir arkadaşa bakmak gibi... Polis mekanı basmış da sen "ama ama ama" diye gevelerken, azıcık da mıçtık der gibi... 

Anlatamadım değil mi? 

Dalıp gitmek gibi, bir anının içinde kaybolmuşken, bir ağaç altı gölgesinde hayallerin tebessümü yüzündeyken, hayal et: alabildiğine mavi bir gökyüzü; elmanın kırmızısı, ağacın yeşili sarmış tüm benliğini, toprağın kokusu burnunda, ezilmiş çimenin kokusuyla yarışıyor... Şimdi al tebessümü yüzünün ortasına, yanaklar muzip bir pembe tonunda... Dudaklar ıslak... Yok yok kayma başka diyarlara. Kal orada. O masum hayal dünyasında. Hah! İşte tam da o anda olgun bir elmanın başına düşmesi gibi. O kafaya o taş gibi elma gelecekti de zamanı mıydı yani?

Anlatamadım değil mi?

Dinyeyicisi olmadığın arabesk bir şarkının sadece bir iki sözcüğünü hatırlamak gibi... Anılarrrrrr.... Şimdi gözümde canlandılar... sözlerini banyoda tek başınayken ciğerden okumak gibi... Ve hatta nikah masasına beni de çağır sevgilim der gibi... Gözlerde yaş damla damla akarken, zihninin "ne diyorsun oğlum sen" dediği o boktan an gibi... 

Anlatamadım değil mi?

Onca saat ve anı sonrasında, savrulurken 10 yıl öncesinden 20 yıl öncesine, geçen yıldan, dünden, iki binli yılların başlarına, bir saat öncesine ve hatta parklara, bahçelere, ortancalara... Sırf onun da var diye bahçene renk renk diktiğin ve bugünkü hallerinden her gördüğünde mutlu olduğun... Ama artık bakarken hiç ama hiç o bahçede olmayı hayal etmediğin, hadi itiraf et; kısacık zamanlarda ve hatta o bahçede olup bitene zaman zaman tanıklık ederken, kimsenin duyamayacağı bir iç sesle satır aralarına "acaba"lar eklediğin o hallerden çıkmak için birden bire ve aniden ama derinden çok derinden sarsılarak Turgut Uyar şiiri Denge'yi hatırlamak gibi;

Sizin alınız al inandım
Sizin morunuz mor inandım
Tanrınız büyük amenna
Şiiriniz adamakıllı şiir
Dumanı da caba
Bütün ağaçlarla uyuşmuşum
Kalabalık ha olmuş ha olmamış
Sokaklarda yitirmiş cebimde bulmuşum
Ama sokaklar şöyleymiş
Ağaçlar böyleymiş
Ama sizin adınız ne
Benim dengemi bozmayınız
Aşkım da değişebilir gerçeklerim de
Pırıl pırıl dalgalı bir denize karşı
Yan gelmişim diz boyu sulara
Hepinize iyi niyetle gülümsüyorum
Hiçbirinizle dövüşemem
Benim bir gizli bildiğim var
Sizin alınız al inandım
Morunuz mor inandım
Ben tam kendime göre
Ben tam dünyaya göre
Ama sizin adınız ne
Benim dengemi bozmayınız
***


Bu yazıyı yazarken fonda çalan müzik; 

16 Haziran 2020

Hayat Üzerine Aforizmalar




"Hayat süre giden bir macera, 
sen seyirci olmayı umursa" dese bir şair, yerinde olurmuş.
Ama sensin!
Durduk yere kırılan kalbini onaran, hiç de beklemediğin anda gelen o cümleyi anımsa!
Öyle derin bir yerde, kuytunda, en gizli odanda bulmuştu ki seni...
Tanrı misafiri deyip buyur ettin. Hep edersin.
Cümlenin sahibi seneler evvel çıkmamış mıydı karşına, üstelik gene beklenmedik bir anda.
Gülümsemen 5 saniye sürdü anımsa!
Bir ömür kederi boğdu bir güzel söz daracık zamanda ya da sen öyle olmasını umdun amansızca.
Bir şairin muazzam bir betimlemesinde kavradın, 
Tanrı var!
Ve sen bazen, tıpkı adını ilk kez duyduğun o şair gibi gönül koyabiliyorsun olana.
Ah yüreği sonsuz sevgi ile donatılmış adıyla yaşayan evrenim, 
sen ki öfkesini ezik yüreğinde saklayan inatçı keçim, 
hak senin teslimiyetinde değil anlasana! 
Talep edenle veren arasında bir el olsan, yen içinde kalırsın.
Kırılır da kızılcık içtim der, hata payını, yaşanmışlıklara yama yaparsın.
Ne olur bu sefer unutma sen seyirci olmayı umursa, hayat ne de olsa süre giden bir macera.

#evrencekaralama

18 Haziran 2019

Hayaller / Hayatın Gerçeği

Bir önceki yazının üzerinden çokkkkk sular aktı. 
Mesela o yazıda belirlenen rota başka bahara kaldı. 
O başka bahara kalınca bari dedik yakın yerleri kendimize bahar edelim. 

Heyecanla başlayan bir başka hayalin peşine mailleri, telefonları taktık
Yeni rotalar çizildi, yeni yerleri görme telaşı kapladı bünyeyi, üstelik uzun soluklu bir hasretliğin de sonuna gelinebilecekti. Onun heyecanı anlatılmaz yaşanırdı. 
Böyleydi hayaller...

"Geliştirilebilir günlük gezi programı eskiz çalışması" ile gülen yüzümü takındım gezi öncesi. 
Hediyeler heyecanla seçildi. Yolluklar hazırlandı. 
#yolda2yolcu ekibine katılan deneyimli yolcular da gününden evvel Bursa'ya vardı. 

Pazar sabahı 2019 yılının unutulmaz macerası ufak tefek unutkanlıklarla başladı. Hiçbir şey de keyfimizi bozamazdı. Ucunda ölüm yoktu. Her şeyi telafi etmek de mümkündü. Eksik kalan o bir iki şey de yol boyu tamamlandı. 


Ankar'a öncesi durağımız Eskişehir oldu. Yenilenen, gelişen, güzelleşen şehir bizi önce Balmumu Müzesi'ne sonra da Sazova parkına ve oradan da masal diyarına götürdü. Defalarca gezilen, Odunpazarı ve civarı bu geziye zaten dahil edilmemişti. Çiğ börek tabi ki es geçilmedi. 



Alpu üzerinden Beypazarı'na köy yollarından, yeşilin bin bir tonundan geçilerek gidilince ve haşhaşlar çiçeği üzerinde, gelinciği de yanında bize eşlik edince doyumsuz geçen bu yolcuğu fotoğraf karesi ile taçlandırmak şart oldu. Çoban Yunus'un Halim'e sen keçi gütsen üzerinden belli olur sen de hiç keçi gütmüş havası var mı sözlerine gülerken Halim'in keçi güderken çıkarttığı sesler eklenince günün en güzel anılarına bir yenisi daha eklenmiş oldu. 



Beypazarı ikinci duraktı. Kurular, baklavalar ve akşamın eşlikçisi olacak olan sarma elleri kolları doldurunca, istikamet Ankara oldu. 




Airbnb üzerinden kiralanan ev konum olarak iyi ancak yapısal olarak yenilenmesine rağmen oldukça eskiydi. Gene de moraller bozulmadı.  Ankara Kalesi, kısa bir süreliğine kadınlar hapishanesi olarak bile kullanılan  şimdinin kadın ağırlıklı atölyeleri ve kafeleri ile insanı kendine çeken Tarihi Pilavoğlu Han Çarşısı, eskiciler ve kumaşçılar özenle gezildi. Sohbetler edildi. Yürüyerek inilen Ulus kalabalıklığı ise sıkıntı yaşattı. 1. ve 2. Meclis gözleri yaşlı, kalbi heyecanlı, bünyesi gururlu ekibi çok ama çok etkiledi. Ertesi gün Anıtkabir ziyaretinde, elleri öpülesi büyükler sıralamasının en başında yer alan ATAM'a saygı, sevgi, hayranlık, minnet öylesine arttı ki, duygular sel oldu. 


Salı sabahı Kırıkkale yönünden Balışeh ve Delice üzerinden sabahın erken saatinde Hattuşa Antik Kenti'ne sabahın en erkeninde varıldı. Bu uğurda saat 10'da açılacağı için Ulucanlar Cezaevi Müzesi ziyareti üzülerek başka bir Ankara seyahatine bile ertelenmişti. Bayramın ilk günü olması nedeniyle  ören yeri geç açılacağı haberi özellikle sabahın 8'inde AŞTİ'den taksi tutup gelen Çin'li bir turist ve 10'dan fazla gezi otobüsü ve gezgin aracını görünce "Ah benim güzel ülkem" nidalarına sebep oldu. Hal böyle olunca Maviş'in ilk durağı zorunlu olarak "Yazılı Kaya" oldu. Giriş kapısı olmadığından ve güvenlik sabah 8'de görevine geldiğinden ağaçların gölge ettiği Hitit açık hava tapınağı keşfedilmiş oldu. Keşif sonrası bekleme süresi kahveler ve çaylar ile molaya dönüşünce herkese iyi geldi.  Hattuşa'nın kapıları açılınca da planlanan gezi kendisine ayrılan süre iyice daraldığından hızlıca ama eksiksiz tamamlandı. Yerkapı en çok beğenilen gezi noktası oldu. 

Gecesi ışıl ışıl Amasya'ya varıldığında günün yorgunluğu ile ağırlaşan bedenler, restore edilen eski bir konakta tam da Şehzadeler Konağı'na bakan bir odada, serin sularda dinlendirildi. Bir önceki gezide gidilemeyen Şehzadeler Konağı ve Kaya Mezarları ertesi günün ilk durak noktaları olacaktı. Oda penceresinden mezarlara, lobinin penceresinden konağa şöyle bir göz süzdürüldü. 



Öneri üzerine yenen pide dillerde hoş bir lezzet bıraktı. Kısa bir yürüyüş sonrası yorgunluğunu hatırlayan bedenlerin sızıları ses vermeye başlayınca #yolda2yolcu Maviş'e diğer yolcular ise konaklarına doğru yol aldı. 


Sabahın ilk sesleri kentin sessiz sokaklarındaki ayak seslerine eşlik eden kuşlardı. Tek tük geçen arabalar ve yeşil yeşil akan nehir kenarında sıralanan ahşap konaklar tarifsiz bir ahenk içindeydi. 

Konak yolcularının telefonu ile roller değişti. #yolda2yolcu konağa döndü, diğer yolcular kentin kalbine doğru yola çıktı. Saatler günün en özel öğünü için 9'a ayarlandı. 

Telefonun acı acı çalması da bu sabaha denk geldi işte. Gülen yüzlere, duyulan heyecana hiç mi hiç uymayan o telefon sesi, sanki tüm kent susmuş da bir tek o çalıyormuşçasına gürültü çıkarıyordu. Sabahın 7'sinde çalan telefonun bayram sevinci ile bir alakası olmayacağı belliydi. 

Ölüm yok ya ucunda diye başlayan yolculuk gelen ölüm haberi ile bir anda dağıldı. Eski bayramların tadı yerini çıkılan tatillere bırakınca dört bir yana dağılanlar o sabah gelen o telefonla irkildi. Haberi alan herkes farklı noktalardan tek bir noktaya akmaya başladı. Güneye... Telefonlar sıraya girmiş gibi ardı ardına çalıyordu. Sesler, bağırışlar ve çığlıklar.

Amasya'dan Torosları aşıp indiğimiz Antalya... Ağırdı. Kesif bir evlat acısı ile yoğrulmuştu. Bilmem kaçıncısıydı bu kent için bu acı. Ama bizim ailemizde ikinci kez yaşanıyordu. İlki hastalıktı, bekleniyordu, elden ne geldiyse yapıldı, evet zamansızdı ama bir şekilde kabullenişle son buldu. 

Bu farklıydı. Bu anlıktı, beklenmeyendi, hesaplanmayan... Acıydı, dünyanın tüm acılarından daha acı.  Mezuniyet töreni için hazırlanıyorlardı, Belki yaz sonu olacak bir nişan bile söz konusu olabilirdi. Yeni açılacak ev için kurulan hayallerin orta yerinde mutluluktan, gururdan öte bir şey yoktu.  Hayatın gerçeği, hayalleri bir kez daha yenmişti. 

"Hayat devam ettiğine göre..." Hayaller bir kez sahaya çıkacak gücü kendinde bulabilecekti. Zaman en iyi ilaçtı. 








05 Şubat 2019

Gerçekler hayallerden ilham alır!

Hepsi ben...
Hepsi benden...
İçim dışım...
Hayalim... 
Gerçeğim...
Anım...
Anlarım...
Renklerim...

Hissediyorum, az kaldı. Şubat gibi. Kısa diğerlerine göre. 
Hissediyorum, çok az kaldı. 

Hepsi ben!
Hepsi benden!
İçim dışım!
Hayalim!
Gerçeğim!
Anım!
Anlarım!
Renklerim!


Şubat, 2019
Cesaretten bir adım öncesi
Hayalden bir adım sonrası
Gerçeğe daha yakın



07 Ocak 2019

TUHAF KELİMELER




Tuhaftı! Sabahın 5'inde uyandım. Elime kağıt kalem alıp, 50'ye merdiven dayamış hayatımın kıymetlilerine dilim döndüğünce duygularımı yazdım. 

Yazdıklarımı okuduklarında yüzlerindeki ifade dondu kaldı. Orada kaldı, havada. 31 Aralığı 1 Ocağa bağlayan saatlerde bir kaç kelime takılı kaldı, baktıkça anladım ki, bir kaç kelimeden fazlaydı.  Hava ağırlaştı. Yüzlerine dikkatlice baktım. Beklediğim tepki bu değildi. Dilimin dönmediğini, duygularımı anlatamadığımı fark ettim. Yazı kalır. Kaldı. Bildiğin havada asılı kalmıştı kelimelerim. Toplamak istedim. Toplayıp yüreğimin en derinlerine, çıktıkları yerlere onları saklamak istedim. 

Günler sonra yazdıklarımı açıklarken buldum kendimi. Anlatamadığımı anlatma çabası. Yorucu oldu. Tuhaf! Hiç kendimi bu kadar anlatamadığım olmamıştı doğrusu. 

Her pazartesi, her yıl karar almayı sevmem, çünkü aldığım kararı uygulamam. Bu yıl bir tanesi var ki, kendimden beklenti sayılır, enerjimi beni üzen şeylere harcamak istemiyorum. Evet, bu yıl kendimden beklentim daha yapıcı, pozitif, beni ileriye götüren, hiç olmadı yerimde saymamı sağlayacak duygu, düşünce, enerji, insan ve olaylara zaman ayırmak. 

Mesela; sefertasimoda var instagramda okumayı sevdiğim, beni düşündürüyor. Takılıp kalıyorum yazdıklarına, kelimeleri mesela...  Yumuşacık, hani böyle pembeye kaçan bir turuncu toz olur, bebek mavisi gökyüzünde, beyaz pofuduk bir bulut olur ortada, bakana mutluluk verir ya da tarçınlı kurabiyenin o elma ile karışmış kokusu yayılır apartmana da sen merdivenleri çıkarken "lütfen Allahım, lütfen" diye dua edersin annen kapıyı açtığında. Abartmıyorum, bu kadın insanın okuma iştahını açıyor, hem de hiç fark etmeden. Mesela;


Bahçemdeki ayva ağacını kötülemişlerdi bana. Yenmiyor ayvaları, sert oluyor, suyu yok demişlerdi. “Tamam” demiştim ben de. Öyleyse öyledir çünkü. Geçen hafta birkaç tanesini marmelat yapmak için koparıp kalorifer peteğinin üstüne dizmiştim. Yumuşamışlar. Dün, rendelemeden önce, doğrayıp limonladığım dilimlerden birinin tadına baktım. Biraz da çekinerek... Ve ben ömrümde böyle güzel ayva yemedim. Tatlı, çiçek kokulu, sulu, nefis, minik, canım ayvacıklar...İnsan unutuyor. Hep tekrarlamak lazım. Kafana, kalbine, ruhuna işleyene kadar tekrar tekrar söylemek...Her şeye inanma.Kalbini aç. Keşfet. Ayva ağacını. Bahçeni. Komşunu. Dünyayı. Hayatı. Her gün. Yeniden. Hiç yorulmadan. Yoksa ömrün başkalarının korkularıyla, hakikat olmayan doğrularıyla çevrelenir. Sen sadece ayva ağacına inan. O en doğrusunu bilir.

gibi bir yazı... Ah o ayva, okurken değmedi mi damağınıza. Dilinizde hafif de olsa bir kamaşma. Bak o kesin olmuştur. Kaçırmayın gözlerinizi sağa sola.

O tuhaflık devam ediyor. Anlatamıyorum kendimi. Gerçekten bak. Mesela bir ağaç var camımın önünde, tarif edebilsem onu size, Hiç yaprak yok üzerinde, genç bir gövdesi, uzun dalları var, bir kaçı rüzgara teslim etmiş kendini, bir sonraki yel bile düşürebilir onu metrelerce aşağıya. Bu sabah geldiğimde, usulca üzerine beyaz neredeyse kristal gibi bir örtü örtülmüş gibiydi. Saat on gibi hava lodosa dönünce eridi gitti o örtü. O ağacın duruşunu anlatabilsem size...

Dedim ya tuhaf bir hava var üzerimde, kelimelerimde, kederli desem değil, şaşkın desem hiç değil. Suskun biraz. Evet evet konuşmayan anlatamayan kelimelerle cümleler kuruyorum bugünlerde. Belki de aslında susmam gerek. İçime dönmem, bakmam ama hiç konuşmamam.

Bu yıl kendimden böyle bir beklentim var işte; İsviçre'de Rigi Kulm'da bulutların üzerinde olduğum günkü gibi, sessiz, sözsüz kalakalmak!





01 Ekim 2018

Taslak

Geriye dönüp baktığımda hayatımın bazı anlarının taslak misali, bir kenarda beklediğini gördüm. Zamanını bekleyen taslaklar silsilesi içinden bazıları zaman aşımına uğramış. Haliyle sildim. Bazıları ise halen son bir düzeltme ile hayatımın an(ı)larına eklenecek gibi gözüküyor bana. Bekleyip göreceğiz ya da daha titiz bir temizlikle yüke dönüşen taslakları sileceğiz. Haberdar ederim. 



Yukarıdaki fotoğrafı paylaştığımda gördüm ki; kapılar ve pencereler zaman zaman kayıtsız kaldığım kareler. Zaman zamansa "bir şeyi" anlatmak/anlamak istercesine takılıp kaldığım... İnstagram üzerinden paylaştığım bu kapı fotoğrafından sonra, şu diyaloglar geçti iki arkadaşımla aramda... 

  • dr.evren_55Biz ikimizde kapı seviyoruz .. farkettim.. sende benim gibisin.. nerde kapı görsem resmini çekiyorum.. kapı çekiyor beni ... açılmasını istediğim çok kapı vardı.. ondandır belki de ☘️yolda2yolcu_e@dr.evren_55 belki de kapanmasını istediğimiz kapılar vardır 😉dr.evren_55@yolda2yolcu_e 40 ımda kapatabildim bazılarını .. 🤪***gelbuyanaBen de yarı açık kapıları sevmiyorum. Ya tam kapalı ya da açık olmalı. Yok öyleyolda2yolcu_e@gelbuyana içeri mi girilecek dışarı mı çıkılacak! Belirsizlik işte ☺gelbuyana@yolda2yolcu_e olmasın işte o belirsizlik. Bil şey yapmalı ve belirsizlik ortadan kalkmalı

Bazı anahtarlar elimizde, 46 yaşında biraz da hayatı derinlemesine yaşama fırsatı bulduğum için belki de, şimdilerde daha da iyi anlıyorum ki, bazen bırakıp gitmek, sırtını dönmek ve hatta vazgeçmek anahtarın ta kendisi. Mücadeleye evet ama kazanamayacağın bir savaşın meydanında yitip gitmektense, yeniden başlamak için kabuğuna çekilmek ve kendine biraz zaman tanıyıp, yaşadığın o anı, bu bir "taslaktı" diye bir kenara bırakmak gerek. Elbet o an bir kez daha karşılaşacağın bir gelecek habercisi, hani şu yaşını almış, tecrübeyle sabit diyenlerin de dediği gibi, bir sınav. Sen geçene kadar farklı hallerde ve zaman dilimlerinde, kahramanı ve meydanı değişen bir savaşın çan sesleri... Kulağında duyduğun şey bir uğultu değil yani... 

***

Yaşlanıyorum galiba, bu kanıya hayatın hızının iki, üç katına çıkmasından vardım. Ekim ayı gelmiş. Yağmuru, bulutları, ara sıra yüzünü gri bir örtünün altından gösteren utangaç güneşi bu aylarda daha da çok seviyorum. Bu aylarda mumlar yakıp, jazz dinleyip, hayaller kurmayı da seviyorum. Şimdilik kısa bir yapılacaklar listem var.  
  • #cennetimdebirgündaha diyerek, orada geçirdiğim her güzel anıyı bir kenara kaldırıp, vedasını da kendime yakışır şekilde yapıp, dağ evinden ayrılmak. 
  • Yeni anılara yer açmak için yeni yerler keşfetmek ve tadını çıkartmak için kampçılığa, karavancılığa bebek adımları ile ilerlemek. 
  • Daha sağlıklı bir beslenme alışkanlığı oluşturmaya yönelik girişimlerde bulunmak.
  • Evrenin düzeni ile uyumlu olabilmek için "akışa" inanmak ve gelenin ve gidenin keyfini sürmeyi öğrenmek.  
Görüşmek bir dilekten öte, bir ihtiyaç bu aralar o nedenle görüşmek üzere! 






25 Haziran 2018

#oyver



Bu gece uyku tutmadı. 
Kolay değil onlarca yılın umutsuzluğunun üzerine 
beklenmedik anda esen ince yelden ürperen yüreğine su serpmek. 

Telaşlıydım bu sabah, 06.00 da gözlerimi açtım. Biraz toprağa değsin elim diye balkona çıktım. Serindi hava, bulutluydu. Sararan yaprakları ayıkladım, solan çiçekleri topladım. Saat 07.50 de giyindim. Koşar adım gittim. Ağlamaklıydı içim, yaşlı bir teyzeye anlatıyordu muhtemelen kızı "altı oka basma onun altında yuvarlak var ona bas" teyze verdiği cevapla gülümsetti "ben altı oktan başkasına basmam yuvarlak da kim?" Zorlanıyordu elinde bastonu ile yürürken. Kızı sesleniyordu ardından "Anne gösterdim ya oy pusulasını fotoğraf var öğretmenin..." ben uzaklaşıyordum koridorda. Ağlıyordum. Bir adam dönüp baktı bana. Anlam veremedi göz yaşlarıma. 80 yaşında kendi yarını için değil torununun geleceği için oy vermeye gelen teyzenin gayretine ağlıyordum. Anlayamazdı o adam beni. Anlasa o da ağlardı. Eve geldim. Uzandım. Yarını düşündüm. Umudu. Özgürlüğü. Ağladım. Mutluluk gözyaşı niyetine aktı içimin tüm umutsuzluğu. Babamın sesinden bir şiir oldu gün "bugün pazar! Bugün beni güneşe çıkardılar" Ben bir öğretmenin bir çocuğun hayatını nasıl güzelleştirdiğine şahit olduğum için bir dünyayı nasıl değiştirir görebiliyorum. Oy ver oy ver ki dünya daha yaşanır bir yer olsun artık! #oyver

---- O çocuk büyüdü, güleç yüzlü başka bir çocukla evlendi. İkisi "bilge" bir çocuk daha ekleyecekler kendi hikayelerine . Ve eminim onlarca çocuğa da yol gösterecekler. Güleç yüzlü koca yürekli çocuklar çoğalsın diye #oyver

04 Mayıs 2018

Şeriflerin Hayrola



Bulutlu bir gökyüzü yüreğin. Yağdı yağacak. Kaç yalnızlık sığar avuçlarına kim bilir? Kaçında kapatıp gözlerini, düşünürsün derin derin. Gören düşünceli adam der senin için. Sen ki gülüşlerin efendisi!Nasıl da yenik düştün bir yağmura. Hadi kapa gözlerini o koltukta, hayal et bir fırtına olduğunu, hayal et esip kavurduğunu... Hayal ederken daldığın derin uykuda çözülsün yüreğinin bulutu. Belki yalnızlığın beslenir de çoğalırsın sabahına. ♡♡♡
"Şeriflerin Hayrola" olsun bu #evrencekaralama nın adı.16 Mart 2017

16 Nisan 2018

Sindire Sindire



Yaş oldu 46...

Şöyle bir geçmişe gidip, bugüne geleyim dedikçe; takılıp kaldığım anlar oluyor. Kimine gülümsediğim, kiminde gözlerimin dolduğu onlarca an birbiri ile yarışıyor hatırlanmak için. Domino taşı misali, anılar yıkılıyor birbiri üzerine. İçinde akıp gittiğim zaman, bir 20 yıl öncesine savruluyor, bir 3 yıl öncesine, gelip duruyor mesela 10 yıl öncesinde sonra koşarak 3 gün öncesine gidiyor. 

Yıllar geçtikçe, büyüyor insan. Aldığı yaş anlamında değil, farkındalıkları ve duruşu ile ilgili büyüyor. Mesela bundan on yıl önceki fevri bir tavrı, bugün daha sükunetle yaklaştığı bir tavra evriliyor ya da sesinin yükseldiği bir kavgada birden bire dinleyen ve dindiren oluveriyor. Öyle birden birden olmuyor elbet.  Dedim ya; farkında olmak... Nasip oluyorsa, şanslı insan.

Aslında mesele 46, 56, 66 de değil. Kıymeti yüreğinden muktedir adamın da dediği gibi, sindire sindire yaşıyorsan anları, büyümüşsün demektir bu hayatta. Ne kadar erken büyürsen o kadar çok haz alıyorsun yaşadıklarında. Skorun değil de hazzın muazzamlığı etkiliyor artık seni. Yaşamın sana sundukları ile mutlu olmayı öğrenirken, mutsuzluğun da bir seçim olduğunu öğreniyorsun. Nasıl görmek istersen öyle bakmayı, duymak istediklerinin senin beklentilerin olduğunu, duyduklarının hayatın sana sunduğu armağanlar olduğunu da öğreniyorsun zamanla. Mucizelere daha çok inanıyor, bir kedinin miyavlaması ile bir taşın arasında hayat bulan papatyanın sana fısıldadıklarını daha net anlıyorsun aslında. 

Velhasıl, ben 46 oldum. 
Ve ben hep olduğum gibi şanslı bir insan olarak devam ediyorum hayata... 
"İyi ki" lerimin çoğaldığı nice güzel yaşlarım olsun diliyorum. 
Evren'in dünyasını renklendiren her bir can'a, olay'a, an'a teşekkürlerimi sunuyorum. 
İnsan denen mozaiğin muazzamlığı karşısında saygıyla eğiliyorum. 

Evren, 
Aşkla,
Bursa.
10.04.1972



03 Mart 2016

Yollara Düşmek ve Kanser İlişkisi

Bugün bir haber okudum.  Başlığı şöyleydi:

Kanser teşhisi konunca 90 yaşında yollara düştü


Hep düşünmüşümdür; bir gün kanser olduğumu öğrensem ne yaparım diye, aslında bir film ile bunu düşünmeye başlamıştım: Bucket List 

İnsan en çok yapmak istediği şeyi yapabilmek için neden öleceği haberini bekler ki... Zaten öleceksek beklediğimiz tam olarak ne?

***

Kafam karışık uyandığım sabahlarda yazmak isteği ile dolup taşıyorum. Defalarca anlamama rağmen pratikte yazmak eyleminin "tedavi" kısmı beni cezbediyor. 

Yazarken düşünmüyorum, düşünmediğim için üzülmüyorum, üzülmediğim için sıkılmıyorum, sıkılmadığım için kaçmak istemiyorum. 

***

Dün bir mail attım, cevap " ben sende neyi temsil ediyorum kim bilir" oldu. 

Düşündüm,  neydi onu aklıma düşüren, neydi; kalemi kağıdı alıp da yazma isteği uyandıran, peki ya o liman... neydi ona sığınmama neden?

***

Çözümsüzlük

***

Onca kelime yazıp sildim şu yukarıdaki boşluğa; boşluk dahil. En sonunda çözümsüzlük yazınca fark ettim ki, içimde ılık bir his dolandı, tanıdık bir kelime. 

***

İnsan yaşamı boyunca yüzlerce kez çözümsüz kalıyor, ille bir çıkış yolu buluyor elbet, bulamayan zaten nefesini daha fazla tüketmemeyi seçiyor ki bence zor bir seçim: kendi rızanla göçüp gitmek bu dünyadan.

Bir çözülmeyeni bir bilenmeze teslim etmek. Tuhaf!

***

Şair ne güzel diyor;

“Şimdi” ve “Burada” olmanın kederine karşı çıkmadım.*

Belki de formül; şimdi ve burada olmanın verdiği kedere, kısa bir zaman önceki şimdi ve burada olmanın verdiği mutlulukla karşılık vermektedir ve belki az sonra karşılaşılacak olan şimdi ve burada olmanın verdiği umutla! Mantıklı da geldiyse bu romantik çözüm pek ala da kabul görür.

***

Çünkü insan vazgeçtiklerinin onun hayatına neler getirmiş olabileceğini asla deneyimleyemez.

***

Ayrıca insan yollara düşmek için neden ölümcül bir hastalık beklesin ki değil mi ama? En fazla baharı bekler insan... Üstelik baharda her şey yenilenir, tazelenir...

Öyleyse yola çıkalım, yoldan çıkalım daha fazla kedere kapılmadan.











* Birhan Keskin






26 Mayıs 2015

Bir Kahve İçimlik Sohbette Buluşmak Seninle



Beylik lafları seviyorum... Mesela;
Aşk, yaşamın sıradanlığına soylu bir başkaldırıştır.
Peh peh peh!

Mehmet Sungur hoca etmiş bu lafı. Yazdım bir kenara dursun diye. İnsan kendi içinde ve kendine rağmen çıkış kapısı bulamaz bazen. 

***

Geçenlerde instagram hesabımın bir fotoğraf altı yazısında şöyle bir not düştüm bu günlerde yaşadıklarımı anımsatacak. Bilmem seneler sonra okuduğumda bir şeyi ya da o gün o duygu ile yazdığım şeyi ifade edecek mi?

Düşün ki bir mektup gelmiş uzaklardan, adını bile söylerken zorlandığın küçük bir kasabadan. Diyelim ki sen yeni yeni öğrenmekte olduğun dilde okumaya çabalıyorsun ve başında biri sürekli "ne demiş ne anlatmış" diye tepinip duruyor. Mektubu aldığın gibi koşmaya başlıyorsun. Uzağa, koşabildiğin en uzağa koşup, nefes nefese elinde tuttuğun mektuba bakıyorsun. Onu okumak, anlamak ve cevaplamak istiyorsun. Ama nafile bir çaba seninkisi. Zaman alacak okuman, anlaman ve cevap vermen... çok zamanını alacak.
Düşün ki sen bugün elinde olan mektubun hangi dilde yazıldığını bile bilmiyorsun.
***

Yazmanın benim tek kurtuluşum olduğunu, içimi akıtmanın tek yolu olduğunu anlamam uzun seneler evvele dayanır. Aslında bir psikolog tavsiyesi... Bana değil de bir arkadaşıma yapılmış. O hiç yazdı mı bilmem ama ben o günden beri ne zaman başım dara düşse yazarım. 

***

İnsan içi kaynayan bir kazan; komposto yapmak istersin, şekeri fazla gelir, reçel gibi olur, suyu fazla gelir az daha kaynatayım dersin, fazla katılaşır bir işe yaratmak için uğraşır durursun, emeğin boşa gitsin istemezsin. Ama bazen gider. Yapa boza öğrenirsin hayatı. Tam oldu dersin, bir rüzgar eser tersine, bilemezsin ne yöne gideceğini, durursun. Yüzüne çarptıkça bir tokat gibi, daha çok şaşırırsın, o yana bu yana koşturmaya başlar, iyice dağılırsın. Bir sınav daha!

Çuvallarsın. Böyle zamanlarda içinde kaynayan kazandan öfke çıkmaya çalışır, sen bastırırsın. Bir kahve molası istersin, küçük masum bir mola... Denize nazır bir apartmanın altıncı katındaki balkonda ilk günlerin heyecanını kendinde saklı tutan sohbeti böler bir esinti, deniz kokar... hissedersin esintiyi yüzünde, bir de bir damla yağmur düşer yüzüne... hangi buluttan düştüğünü göremediğin o yağmur damlasını seversin. Kurak toprağın bir damla yağmuru çatlağından içine akıtması gibi, yanağından süzülüp, göğüs çatalının çizgisinden süzülen damlanın yüreğinin çatlağından içine girmesine izin verirsin. Kuşlar kanatlanır böyle zamanlarda aşk filmlerinin unutulmaz sahnesinde. 

Günler önce bir kağıt parçasına yazdığın bir satır cümle tokat gibi çarpar yüzüne... İçindeki bütün sesleri susturup, sinersin köşene. İçinde ne var ne yoksa dökersin kelimeleri dost sanıp da kendine... Yazar durursun; boş, anlamsız, parlak ve sessiz beyazlığa... Oysa karanlıkta kalmaktır niyetin, boğulmak ve tüm günahlarından arınıp, içinden yeşil bir umut çıkacağı günü bekleyerek bir ömür gibi uzun, bir saniye gibi kısa bir zaman diliminde düğüm çözülsün istersin. Ocağın altını, tam da zamanında kabarcıklar büyüyüp göz göz olduğunda bir kaç damla limon sıktıktan bir kaç dakika sonra, biri gelip kapatsın istersin. 

Yorulan parmakların, yanık kokan için, bir damla yağmuru kendine çoktan buhar etmiş yüreğinle ve elbette tükenen kelimelerinle... elindeki mektuba bakarsın... Buruşturup atmak istersin, bilmezsin ki o mektup sensin, senin gerçeğin. Ne bileyim belki de son sınavın. 

Sahi insan kaç sınavı geçer de öyle gider ki ölüme! Ki kuşlar kanatlanıyorsa bir sahnede "son" yazısı yakındır bence o filmde. 








16 Mayıs 2014

KADER

Sana düşmediyse kor, 3 gündür yasın... Sonrasında günlük koşuşturmana devam eder küfredersin, ta ki bir sonraki yasa kadar; tabi kor senin hanene düşmediyse. Düşürmesin deriz. İnsanız, bize düşmesin isteriz. Küfürle, istekler arasında gidip gelen söylemlerin ne bu ülkeye ne de bu tür olaylara çözümü vardır hepimiz biliriz. Taş ağırdır, elini altına koymak zordur, biliriz. İsteriz ki biz söylenelim ve düzelsin dünya ama düzelmez, bunu da biliriz. Bizler analitik düşünce ile örülmüş bir toplum değiliz. Kaderciyiz, kader der geçeriz. Özünde sistemi inceleyip, sistemin tıkanıklarını bulmak çabası,eğitimi, analitik düşünceyi, insanı öncelikleyen sistemler kurmayı zorunlu kılar. Bizler bu ülkede ak ile kara arasındaki seçime her gün zorlanan ve gri de var diyenlere tekme tokat giren bir milletiz. Sonumuzu Allah hayır etsin dualarının yanına, nereden başlasak da düzelse bu sistem gibi soruları ekleyemedikçe, daha çok ölür, daha çok küfrederiz.