26 Nisan 2010
25 Nisan 2010
YAPRAK YAPRAK AŞK
Tatil üç gün,
gönül firar etmeye meyilli olunca,
çözüm; sıkıştırılmış kaçamaktı, kaçınılmaz olarak.
Güzel miydi? Hem de nasıl...
Çıkartılan bir ders var mıydı,
hani günün sonunda kulağa küpe misali? Kesinlikle...
23 Nisan 2010
BURSA'DAN ÇIKTIM YOLA...
Bursa'da genç kız olmak...
Bursa'ya bir kadın olarak yeniden bakmak...
Bu yazıyı okuduğumda, aklıma takıldı; çocukluğum. Bahçesinde koşup oynadığım külliye, hemen yan tarafında yer alan, kum zeminli basket sahası, bir oğlana hava atacağım derken kırmızı bisikletimle virajı alamayıp burnumun üstüne düşüşüm. Kaykayla kayacağım derken, yokuşun sonundaki kahveye ayaklarım önde ben arkada girişim. Dalları on katlı binanın son katına ulaşan çınarın dibindeki çeşme ve ilk platonik aşk... Tophane sırtları ve ilkokul anıları, Salı pazarı ve amasya elması, İnanç ekmek fırının tost ekmekleri ve tahinli pidesi... Çocukluğumun Bursası...
Orta okul ve lisede, ergenlikten genç kızlığa geçişte büyüdüğüm yokuş, Heykel Altıparmak arası yürüyüşleri, parkın içinde ağaçlar arasında kaybolan Kristal kahvesi, bilardo ve unutulmaz bir aşk, düşlerle kavgalı gerçekler, Gemsaz ve Küçük Kumla kaçamakları... İçine, kırgınlıkları, sevinçleri, gözyaşlarını, heyecanları dolu dolu sığdırmayı başaran bir ergen. Sırf okuldan kaçtım diyebilmek için son dersin son 20 dakikası kala, müdür odasının camından atlamak sureti ile okulu asış, etüdlerde yapılan masa üstü parafutbol karşılaşmaları, kopya çekmek uğruna bir sınıfı heba etmek, azılı c sınıfının çete üyesi, daha iyi notlar alabilecekken geçer notla yetinmek, bu vesileyle yaşama vakit ayırmak, 90ların akımına kapılıp permalı saçlardan cinnet geçirmek, Nalbantoğlu'nda mahalle kültürünü yaşamak, Temenyeri parkında göz süzmek ve Mahvelde oturup gelen geçeni seyretmek... Genç kızlığımın Bursası...
***
Bütün bunları yazarken, bu yazının derdi başka bir şey anlatmak olsa da, beni çok farklı bir yolculuğa çıkartmasındaki gizemi arıyorum. Bir kadın olarak, yine yeniden döndüğüm, ve bu kentten giderken çantama doldurduğum hayallerimden hiçbirini gerçekleştirememiş olduğum gerçeği ile yüzleşiyorum. Bir kentin, kişinin kökleri varsa o kentin insanda daha farklı izler bıraktığını gözlemliyorum. Köklerimiz burada değil, ne benim ne ailemin, ne de kardeşimin... Üstelik kök salması için bir tohum falan bırakan da yok, henüz, ki muhtemelen o da kök salmaz buralarda... Diyeceğim o ki, 3-5 kuşak bir yerli olmak hali, kök salmak ve o şehirli olmak halini çok doğru açıklıyor. Kentin gelişimini gözlemlemek, kentin kalıcı izlerini takip etmek, o izlerden yola çıkıp, annelere, annenelere, çocuklara, kuzenlere, şehrin şekillendirdiği anılara ulaşmak daha kolay oluyor ve içi hep daha dolu.
Oysa ben gibi, gezgin bir şehirli için, şehirli olmanın anlamını, yaşadığım anlar belirliyor. Eskişehirliydim bir süre, ah Eskişehir... Hani derler ya, roman yazabilirim üzerine... Sonra Bursa'ya döndüm, kısa bir süre... Sonra, İstanbul, kendimi oralı hissettim, orada geçmişim varmış gibi, gelecek inşasına başladım. Su batmanını henüz çıkmıştım ki, Alger yolu gözüktü bana. Araya gidip gelmeli, misafir tadında konaklamalı Yalova'yı sıkıştırmayı unutmuşum bak! Alger, süresi kısa, izleri derin, içi karmaşık, dışı yakan, çantaya konan hayallerin tek tek denizlere salındığı, travmatik ve dramatik bir sonu adım adım hazırlayan Cezayir'in başkenti Alger...
Sonra yine İstanbul ve Bursa... Geçmişi şöyle kare kare film şeridi üzerinden seyrettiğimde, kentlerin beni mutlu kılacak, orada o anda olmayı anlamlı hale dönüştürecek detaylarını bulup çıkarttığımı fark ediyorum. Ve aklımın yansımalarına şehirden çok, anlar geliyor. O anları kalıcı kılanın, yanımdakiler olduğunu bir kez daha anlıyorum. Ve fark ediyorum ki, yaşadığım kentlerin bana sunabildiklerini, nüanslarla da olsa yakalamış ve bana sunulanların keyfini paylaşarak çoğaltmışım. Bursa'ya şimdi bir kadın olarak bakıyorum da, sözünü ettiğim yazının derdi olan, "Size bir kenti sevdiren; onun doksandokuz harikası değil, sorularınıza verdiği yanıtlardır" sorunsalında, benim aradığım cevapların kentte olamayacağı kanaatı oluşuyor bende. Cevapları insanlarda arayanlardan oluşumdandır belki de... Bilmem, belki köklerim bir şehre tutunamadığından, belki ve aslında acısı, bir köküm olmayışından...
Fotoğraf
***
Bütün bunları yazarken, bu yazının derdi başka bir şey anlatmak olsa da, beni çok farklı bir yolculuğa çıkartmasındaki gizemi arıyorum. Bir kadın olarak, yine yeniden döndüğüm, ve bu kentten giderken çantama doldurduğum hayallerimden hiçbirini gerçekleştirememiş olduğum gerçeği ile yüzleşiyorum. Bir kentin, kişinin kökleri varsa o kentin insanda daha farklı izler bıraktığını gözlemliyorum. Köklerimiz burada değil, ne benim ne ailemin, ne de kardeşimin... Üstelik kök salması için bir tohum falan bırakan da yok, henüz, ki muhtemelen o da kök salmaz buralarda... Diyeceğim o ki, 3-5 kuşak bir yerli olmak hali, kök salmak ve o şehirli olmak halini çok doğru açıklıyor. Kentin gelişimini gözlemlemek, kentin kalıcı izlerini takip etmek, o izlerden yola çıkıp, annelere, annenelere, çocuklara, kuzenlere, şehrin şekillendirdiği anılara ulaşmak daha kolay oluyor ve içi hep daha dolu.
Oysa ben gibi, gezgin bir şehirli için, şehirli olmanın anlamını, yaşadığım anlar belirliyor. Eskişehirliydim bir süre, ah Eskişehir... Hani derler ya, roman yazabilirim üzerine... Sonra Bursa'ya döndüm, kısa bir süre... Sonra, İstanbul, kendimi oralı hissettim, orada geçmişim varmış gibi, gelecek inşasına başladım. Su batmanını henüz çıkmıştım ki, Alger yolu gözüktü bana. Araya gidip gelmeli, misafir tadında konaklamalı Yalova'yı sıkıştırmayı unutmuşum bak! Alger, süresi kısa, izleri derin, içi karmaşık, dışı yakan, çantaya konan hayallerin tek tek denizlere salındığı, travmatik ve dramatik bir sonu adım adım hazırlayan Cezayir'in başkenti Alger...
Sonra yine İstanbul ve Bursa... Geçmişi şöyle kare kare film şeridi üzerinden seyrettiğimde, kentlerin beni mutlu kılacak, orada o anda olmayı anlamlı hale dönüştürecek detaylarını bulup çıkarttığımı fark ediyorum. Ve aklımın yansımalarına şehirden çok, anlar geliyor. O anları kalıcı kılanın, yanımdakiler olduğunu bir kez daha anlıyorum. Ve fark ediyorum ki, yaşadığım kentlerin bana sunabildiklerini, nüanslarla da olsa yakalamış ve bana sunulanların keyfini paylaşarak çoğaltmışım. Bursa'ya şimdi bir kadın olarak bakıyorum da, sözünü ettiğim yazının derdi olan, "Size bir kenti sevdiren; onun doksandokuz harikası değil, sorularınıza verdiği yanıtlardır" sorunsalında, benim aradığım cevapların kentte olamayacağı kanaatı oluşuyor bende. Cevapları insanlarda arayanlardan oluşumdandır belki de... Bilmem, belki köklerim bir şehre tutunamadığından, belki ve aslında acısı, bir köküm olmayışından...
Fotoğraf
22 Nisan 2010
İKİ 100'LÜ NAMUS
ÜŞÜYORUM DEDİ İNCE TİTREK BİR SES
ve devam etti...
Adım Ünzile benim...
Dayaktan usandı tenim...
Kaç koyun ettiğimi bilmeden...
Daha ben bile dokunmadan, satıldı bedenim...
Kendi yüreğimce sevdalanamayacağımı,
Kendi yüreğimce sevdalanamayacağımı,
Ayşe, töre cinayetine kurban gidince öğrendim...
Namustum ben
En iki 100'lüsünden
Sığındığım ellerde anlamını pekiştirdiğim...
Adım Ünzile benim...
Güneşin kızlarından biriyim...
Bir değil belki binlerceyim...
Siz bilmezsiniz belki;
Güneşin kolu kısa kalır ayaz vurdu mu yüze...
Üşür bir yürek adresini bile bilmediği bir evde...
______________________________________________________________________
* Aysel Gürel'in sözlerinde Onno Tunç'un müziğinde içimize işledin sen 'Ünzile'.
* Bu yazıyı sığınma evlerinde yaşayan kadınlar için kaleme almıştım, dün korumaya alınan çocukların da çığlıklarının aynı olduğunun altını çizdi bir HABER, bir kaç yeni ekleme ile özü değişmedi, hala bu ülkede bir yerlerde üşüyor, çocuklar, kadınlar, çocuk kadınlar...
21 Nisan 2010
SIKLIKLA
Tesadüflerin, beni gülümsetmesinden duyduğum keskinliği nasıl anlatabilirim ki sizlere...
Deneyeyim...
Denemeliyim...
Deneyeyim...
Denemeliyim...
Bir arkadaşım var; bir adamı hala özlüyor. Sevdiği adamla bağını kopartmak konusunda emin olamamasından kaynaklanan bir davranışını gözlemliyorum sıklıkla. O, sıklıkla herşeyin bittiğini söylese de, ve biliyorum ki farkında değil, ama o, ne zaman ondan bir haber alsa, bir ses, bir kelime gelip çarpsa ona, gidip oturuyor o pencerenin önüne. Tesadüf bu ya, nedense, ondan gelen bu sesin ya da kelimenin ardından, onunla paylaşılmış anların sesleri, solukları yankılanıyor camdan seyrettiği kendine.
Anlatabildiğimden çok emin değilim doğrusu, paragrafı yeniden okudum ve gördüm ki, biraz karmaşık olmuş anlatımım. Daha yalın anlatabilsem keşke...
Deneyeyim...
Denemeliyim...
Bir arkadaşım var; bir adamı hala düşünüyor. Nereden mi biliyorum, o farkında değil ama, ne zaman ondan bir haber alsa, hani sıradan bir merhaba, nasılsın anlamında, hemen dalıveriyor gözleri, belli ki bir düş görüyor, gözleri açık. Unutulmuş açık pencereden giriveriyor, umut serçeleri, kanatlarında o adamın esmer teni... Sanıyorum ki, unuttum dese de, unutamıyor bu adamı, yoksa her seferinde iner mi gözyaşları kelime kelime...
Anlatabildiğimden çok emin değilim doğrusu, paragrafı yeniden okudum ve gördüm ki, derdimi tam olarak anlatamamışım ben bu kelimelerle. Daha uygun kelimeleri bulup, daha doğru cümleler kurabilsem keşke...
Deneyeyim...
Denemeliyim...
Bir arkadaşım var; bir adamı hala seviyor. Adı geçince, yutkunmasından anlıyorum hala sevdiğini ve titremesinden sesinin, anlıyorum ona verdiği değeri... Ne tesadüf ki, ona ait, onlu kelimeleri döküveriyor ortalığa yüreği, elinde değil biliyorum. İstemsizce ve içtenlikle dökülüyor kelimeleri. En çok da benden tereddüt ederek beklediği onay var ya, işte o sesten anlıyorum özlemini. Sıklıkla tekrarlanıyor bu durum ve arkadaşım, tesadüf diyor, sadece bir tesadüf. Gülümsüyorum. Onun tesadüf dediği şeyin, yüreğinde bir yerde hala o adamı taşıdığı ve bugün kapısını çalsa içeri buyur edecek olan hazırda bekleyen hali olduğunu biliyorum.
Tesadüflerin, beni gülümsetmesinden duyduğum keskinliği size anlatamayacağımı anlıyorum.
Denemenin faydası yok.
Yüzümde kırık bir gülümseme, keskinliğinin kanattığı yüreğime tuz basmaya gidiyorum.
Onun, o tuzu yüreğine basamayacağından eminim çünkü!
deviantART
Tesadüflerin, beni gülümsetmesinden duyduğum keskinliği size anlatamayacağımı anlıyorum.
Denemenin faydası yok.
Yüzümde kırık bir gülümseme, keskinliğinin kanattığı yüreğime tuz basmaya gidiyorum.
Onun, o tuzu yüreğine basamayacağından eminim çünkü!
deviantART
NE ALIRDIN?
Fark etmez!
Benim için eder.
Sen olsan da olmasan da ben o dağa tırmanırım cümlesindeki gibi.
Amaç, dağa tırmanmaksa benim varlığımın bir değeri olmaz.
Yani,
Fark etmez!
Yok değil, amaç benle o dağa tırmanmaksa...
Ne diye yoruyorum ki kendimi.
Zaten kurmazdın böyle bir cümleyi.
Benle olmaksa istediğin;
eteklerinde piknik yapıp,
hayalini kurardık, zirvede sıcak şarap içmenin.
20 Nisan 2010
BOYADIĞIN SOKAKLARDA YÜRÜYORUM
Bazı kentler vardır,
daha içinden geçerken bile fark edersiniz, unutulmaz izler bırakacaktır...
Bazı kadınlar vardır,
gözünüzün ucu değse bile anlarsınız, onunla anlar yıllara uzanacaktır...
Bazı adamlar vardır,
bir kelimesi, bir bakışı, bir gülüşü ile kendine çeker yüreğinizi ve öper usulca,
aşk kapınızdadır, içeri buyur edersiniz,
ilk adımında hissedersiniz, onunla gerçeğiniz düş gibi yaşanacaktır...
Au Di
Şimdi;
Salınıyorum bir barda
Sırtım dönük sana
Sarıl bana
Yasla yanağını yanağıma
Dans edelim gün boyunca
Doğumgünün kutlu olsun sevgili adam
Salınıyorum bir barda
Sırtım dönük sana
Sarıl bana
Yasla yanağını yanağıma
Dans edelim gün boyunca
Doğumgünün kutlu olsun sevgili adam
Boyadığın sokaklarda beraber yürüyelim (mi?)
ve dilerim
gökyüzüne saldığın balonların çoşkusunda geçsin günler, dimi:)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)