Bursa'da genç kız olmak...
Bursa'ya bir kadın olarak yeniden bakmak...
Bu yazıyı okuduğumda, aklıma takıldı; çocukluğum. Bahçesinde koşup oynadığım külliye, hemen yan tarafında yer alan, kum zeminli basket sahası, bir oğlana hava atacağım derken kırmızı bisikletimle virajı alamayıp burnumun üstüne düşüşüm. Kaykayla kayacağım derken, yokuşun sonundaki kahveye ayaklarım önde ben arkada girişim. Dalları on katlı binanın son katına ulaşan çınarın dibindeki çeşme ve ilk platonik aşk... Tophane sırtları ve ilkokul anıları, Salı pazarı ve amasya elması, İnanç ekmek fırının tost ekmekleri ve tahinli pidesi... Çocukluğumun Bursası...
Orta okul ve lisede, ergenlikten genç kızlığa geçişte büyüdüğüm yokuş, Heykel Altıparmak arası yürüyüşleri, parkın içinde ağaçlar arasında kaybolan Kristal kahvesi, bilardo ve unutulmaz bir aşk, düşlerle kavgalı gerçekler, Gemsaz ve Küçük Kumla kaçamakları... İçine, kırgınlıkları, sevinçleri, gözyaşlarını, heyecanları dolu dolu sığdırmayı başaran bir ergen. Sırf okuldan kaçtım diyebilmek için son dersin son 20 dakikası kala, müdür odasının camından atlamak sureti ile okulu asış, etüdlerde yapılan masa üstü parafutbol karşılaşmaları, kopya çekmek uğruna bir sınıfı heba etmek, azılı c sınıfının çete üyesi, daha iyi notlar alabilecekken geçer notla yetinmek, bu vesileyle yaşama vakit ayırmak, 90ların akımına kapılıp permalı saçlardan cinnet geçirmek, Nalbantoğlu'nda mahalle kültürünü yaşamak, Temenyeri parkında göz süzmek ve Mahvelde oturup gelen geçeni seyretmek... Genç kızlığımın Bursası...
***
Bütün bunları yazarken, bu yazının derdi başka bir şey anlatmak olsa da, beni çok farklı bir yolculuğa çıkartmasındaki gizemi arıyorum. Bir kadın olarak, yine yeniden döndüğüm, ve bu kentten giderken çantama doldurduğum hayallerimden hiçbirini gerçekleştirememiş olduğum gerçeği ile yüzleşiyorum. Bir kentin, kişinin kökleri varsa o kentin insanda daha farklı izler bıraktığını gözlemliyorum. Köklerimiz burada değil, ne benim ne ailemin, ne de kardeşimin... Üstelik kök salması için bir tohum falan bırakan da yok, henüz, ki muhtemelen o da kök salmaz buralarda... Diyeceğim o ki, 3-5 kuşak bir yerli olmak hali, kök salmak ve o şehirli olmak halini çok doğru açıklıyor. Kentin gelişimini gözlemlemek, kentin kalıcı izlerini takip etmek, o izlerden yola çıkıp, annelere, annenelere, çocuklara, kuzenlere, şehrin şekillendirdiği anılara ulaşmak daha kolay oluyor ve içi hep daha dolu.
Oysa ben gibi, gezgin bir şehirli için, şehirli olmanın anlamını, yaşadığım anlar belirliyor. Eskişehirliydim bir süre, ah Eskişehir... Hani derler ya, roman yazabilirim üzerine... Sonra Bursa'ya döndüm, kısa bir süre... Sonra, İstanbul, kendimi oralı hissettim, orada geçmişim varmış gibi, gelecek inşasına başladım. Su batmanını henüz çıkmıştım ki, Alger yolu gözüktü bana. Araya gidip gelmeli, misafir tadında konaklamalı Yalova'yı sıkıştırmayı unutmuşum bak! Alger, süresi kısa, izleri derin, içi karmaşık, dışı yakan, çantaya konan hayallerin tek tek denizlere salındığı, travmatik ve dramatik bir sonu adım adım hazırlayan Cezayir'in başkenti Alger...
Sonra yine İstanbul ve Bursa... Geçmişi şöyle kare kare film şeridi üzerinden seyrettiğimde, kentlerin beni mutlu kılacak, orada o anda olmayı anlamlı hale dönüştürecek detaylarını bulup çıkarttığımı fark ediyorum. Ve aklımın yansımalarına şehirden çok, anlar geliyor. O anları kalıcı kılanın, yanımdakiler olduğunu bir kez daha anlıyorum. Ve fark ediyorum ki, yaşadığım kentlerin bana sunabildiklerini, nüanslarla da olsa yakalamış ve bana sunulanların keyfini paylaşarak çoğaltmışım. Bursa'ya şimdi bir kadın olarak bakıyorum da, sözünü ettiğim yazının derdi olan, "Size bir kenti sevdiren; onun doksandokuz harikası değil, sorularınıza verdiği yanıtlardır" sorunsalında, benim aradığım cevapların kentte olamayacağı kanaatı oluşuyor bende. Cevapları insanlarda arayanlardan oluşumdandır belki de... Bilmem, belki köklerim bir şehre tutunamadığından, belki ve aslında acısı, bir köküm olmayışından...
Fotoğraf
***
Bütün bunları yazarken, bu yazının derdi başka bir şey anlatmak olsa da, beni çok farklı bir yolculuğa çıkartmasındaki gizemi arıyorum. Bir kadın olarak, yine yeniden döndüğüm, ve bu kentten giderken çantama doldurduğum hayallerimden hiçbirini gerçekleştirememiş olduğum gerçeği ile yüzleşiyorum. Bir kentin, kişinin kökleri varsa o kentin insanda daha farklı izler bıraktığını gözlemliyorum. Köklerimiz burada değil, ne benim ne ailemin, ne de kardeşimin... Üstelik kök salması için bir tohum falan bırakan da yok, henüz, ki muhtemelen o da kök salmaz buralarda... Diyeceğim o ki, 3-5 kuşak bir yerli olmak hali, kök salmak ve o şehirli olmak halini çok doğru açıklıyor. Kentin gelişimini gözlemlemek, kentin kalıcı izlerini takip etmek, o izlerden yola çıkıp, annelere, annenelere, çocuklara, kuzenlere, şehrin şekillendirdiği anılara ulaşmak daha kolay oluyor ve içi hep daha dolu.
Oysa ben gibi, gezgin bir şehirli için, şehirli olmanın anlamını, yaşadığım anlar belirliyor. Eskişehirliydim bir süre, ah Eskişehir... Hani derler ya, roman yazabilirim üzerine... Sonra Bursa'ya döndüm, kısa bir süre... Sonra, İstanbul, kendimi oralı hissettim, orada geçmişim varmış gibi, gelecek inşasına başladım. Su batmanını henüz çıkmıştım ki, Alger yolu gözüktü bana. Araya gidip gelmeli, misafir tadında konaklamalı Yalova'yı sıkıştırmayı unutmuşum bak! Alger, süresi kısa, izleri derin, içi karmaşık, dışı yakan, çantaya konan hayallerin tek tek denizlere salındığı, travmatik ve dramatik bir sonu adım adım hazırlayan Cezayir'in başkenti Alger...
Sonra yine İstanbul ve Bursa... Geçmişi şöyle kare kare film şeridi üzerinden seyrettiğimde, kentlerin beni mutlu kılacak, orada o anda olmayı anlamlı hale dönüştürecek detaylarını bulup çıkarttığımı fark ediyorum. Ve aklımın yansımalarına şehirden çok, anlar geliyor. O anları kalıcı kılanın, yanımdakiler olduğunu bir kez daha anlıyorum. Ve fark ediyorum ki, yaşadığım kentlerin bana sunabildiklerini, nüanslarla da olsa yakalamış ve bana sunulanların keyfini paylaşarak çoğaltmışım. Bursa'ya şimdi bir kadın olarak bakıyorum da, sözünü ettiğim yazının derdi olan, "Size bir kenti sevdiren; onun doksandokuz harikası değil, sorularınıza verdiği yanıtlardır" sorunsalında, benim aradığım cevapların kentte olamayacağı kanaatı oluşuyor bende. Cevapları insanlarda arayanlardan oluşumdandır belki de... Bilmem, belki köklerim bir şehre tutunamadığından, belki ve aslında acısı, bir köküm olmayışından...
Fotoğraf
23 Nisan Ulusal Egemenlik Ve Çocuk Bayramı Kutlu Olsun..
YanıtlaSilKöklerin olmasa da anılarının kökleri kök salmış yaşadığın şehirlerin toprağına.Söküp alamıyorsun bak o günlerini yaşanmamış sayamıyorsun hafızanda.
YanıtlaSilUlusumuzun ve dünya çocuklarının bayramını kutlar, bütün dünya çocuklarına barış getirmesini dilerim...Sevgi ve Saygılarımla
YanıtlaSilBirgün bir meyven olduğunda zaten köklerin mecburen olacak şimdi köksüz olmanın heyecanını yaşa...
YanıtlaSilebruli ve jivago, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve çocuk bayramının öneminin ve değerinin bilineceği yarınları olsun çocuklarımızın dilerim... benim bu anlamda şanslı bir çocukluğum oldu.
YanıtlaSilanılar, en canlı kökler değil mi zaten tontinim, hiç kurumazlar ;) öperm kocaman...
YanıtlaSilah ruhumun pusulası olur mu dersin, yaş kelamle erdi ya o bakımdan diyorum yani... kök salmasam da yaşadığım her şehri sevdim, sevdiğimden ötürü :)
YanıtlaSilNe harika kadınsın sen ya! "sevdiğimden ötürü" demişsin ya işte sırf bu yüzden meyven olmalı...
YanıtlaSilduyar mı dersin, olur mu sonrasında da... amin diyelim bakalım...
YanıtlaSilÇocukluğumun, genc kizligimin gectigi Bursa'si. Nalbantoğlu, Temenyeri, Mahvel, Çırağan, Heykel-Altıparmak gezileri... Ahhh ahhhh.Yaşlandık mı ne?????
YanıtlaSilYazı için çok teşekkürler, ellerinize yüreğinize sağlık.