19 Nisan 2009

ŞÖYLE BÖYLE

Bir dostun şöyle bir yazısına yazdığım yorumun bana böyle bir günü getireceğinden henüz habersizdim...

Kalktım sabah erkenden, başının belasıyım ben onun aradım uyku gözümdeyken. Hadi kalk gidiyoruz dedim mümkünse hemen. Nereye dedi. Kahvaltıya dedim. Neden ki rüyanda mı gördün dedi. Hayır ama dedim gitmek gerek. Dur bir duşa gireyim, giyineyim dedi, 15 dakikan var dedim. Kapısına dikildim. Nasılsın sen dedi, şöyle böyle dedim. Hadi sür bakalım anıları bizi nereye götürecek dedi. Hayat Lokantası'na gittik. Nasıl da keyifli herkesler, güneş girmiş içeriye. Ama ben gittim en kuytuda bir köşeye. Bir şey demedi bana, anladı halimi. Oturduk bir masaya. Huysuzluğumla keyfim karışmış ne yapacağını bilmez bir halde, gazete istedim önce. Sonra portakal suyu sadece. İçtim lıkır lıkır portakal suyumu, okudum gazetemi haşır huşur, sinir oldum bazı haberlere sinirden kaşındım hıtır hıtır. Hiç konuşmadık bir süre. Nasıl güzel bir Zeki Müren çalıyor fonda şarkı tuttuk tabi hem ona hem bana hem de anılara...


Sonra Zeki Müren başladı inceden inceden, bir damla yaş süzüldü gözümden.

Eşlik ettim şarkıya...


"Alım balım peteğim... Gülüm dalım çiceğim... Bilsem ki öleceğim gene seni seveceğim"


Baktı bana, eğdi kafasını, uzattı elini önce, ben oralı olmayınca; bir peçete uzattı, omuz kıvamında. Kahvaltılıklar geldi çeşit çeşit... Fasılım gelmiş dedim. İstanbul'a gidelim dedi. Gidelim dedim. Line'na da gider miyiz dedim. Nasıl yani dedi. Şöyle böyle bir ruh halindeyim ya hem rock dinleyesim var hem de fasıl dedim. Tamam dedi. İki gece kalırız. Bir gece fasıl, bir gece Line yaparız. Yedik ne varsa önümüze konan, şarkılardan tuttuğumuz fallar ağlattı diye, kahve içip fal baktık geleceğimize. Karanlık çıktı benimkisi, karışık çıktı onunkisi. Ne olacak halimiz dedim. Ne varmış halimizde dedi. Yok birşey dedim. Yok tabi dedi. Güneş iyi gelir belki dedik. Çıktık gittik lokantadan öylece. Teşekkür etmeyi unutmadık elbette.


Çimlere basmak gerek dedim yalın ayak. Bir de uzanmak toprağa. Yürüdük yeşilin içinde. Laleler renk renk olmuş sırıtıyorlar yanlarından geçenlere. Bir ikisine dayanamadık fotoğraf çektirdik birlikte. Çıkarttık ayakkabılarımızı ve uzandık çimlere...Kitap okuduk bir süre ve müzik dinledik birlikte. Güneş ısıttı içimizi ve ben bıraktım içimdeki çiyleri çimenlerin üzerine. Biri hızlıca kaçtı gitti bir lalenin üzerine. Çocuğun biri geldi, baktı laleye dikkatlice, seslendi annesine " bak ağlamış bu lale" annesi dedi "saçmalama çiy o"... Çocuk ısrar etti hayır değil diye. Annesi de ısrarcı olunca "çiy sabahları olur" dedi çocuk yüksek bir sesle... Annesinin bilmez haline sinirlendi epeyce... "Günün bu saatinde olsa olsa bir damla gözyaşıdır bu" dedi kendi kendine, koşmaya başlamıştı ki, karşılaştık. Açtı avucunu. Lalenin üzerinde buldum size ait galiba dedi... Nereden anladın ki dedim... Gözleriniz ne kadar parlak bir bilseniz dedi, yeni yağmış yağmurun izleri var hala gözbebeklerinizde... Teşekkür ettim kendisine. Ağlayan mor dallara gidip bıraktım bu sefer çiyi, kimse görmeden döndüm arkamı gittim hızlı hızlı...

Kimse bulmasa da kurusa artık gözyaşlarım derken, Buket Uzuner'in kitabını getirmiş yanında, o müzik dinliyor diye hemen bir fal bakıverdim kendime... Bir sayfa açtım tesadüfi... Cezayir'de yazılmış. Bencil bir adama yazılmış, eski ile yeni kadın üzerinden yazılmış. Olacak iş mi şimdi bu dedim. Attım kitabı kafasına. Sen yürüyerek gidersin artık evine dedim. Ama benim ne suçum var ki dedi. Almasaydın kitabı yanına dedim, yürüdüm gittim. Koşup yetişti ardımdan, uzattı bir peçete daha diğer omuzunun niyetine. Ağlamadım o ana kadar ama içimdeki hatırlatmıştı kendisini. Oradaydı... Orada kalmak istiyordu. Yol boyu konuşmadık bir daha.


Eve girer girmez yazmak istedim bugünü. Şöyle böyle bir ruh halindeydim ya, şu saat oldu bir şey değişmedi. Gün güzeldi, çimler de öyle, laleler rengarenk, sümbüller kurumuştu güneşe yenik düşüp toprakta. Pembe bir çiçeği hatırladım yol boyu gülümseyen. Gülümseyerek daldım bir uykuya. Gördüğüm rüya kalsın artık yarına...








ÇİY

Her sevme başkadır ya ve her sevilen hiç bitmeyecekmiş gibi yaşanır ya... Ama nedense bir yerde, yürekte kalmışsa iz, hiç beklenmedik bir anda, nefesinin sıcağında mesela çıkıp gelir, kokusu başkadır ve tadı ve teni ve hissi ve sesi... Başkadır işte...

Sen bilirsin o anda içinde bir yerde mesela yürekte sıkışıp kalır bir sızı. Ne aşağıya ne yukarıya gider... Parmak ucuna kadar titremekle, boğazına düğümlenmek arasında bir yerde sıkışır genelde...

Gitti , bitti diye düşündüğün an gelir mutlaka mesela şimdi mi nerede, bilemezsin... Bir gün yüreğe girmeye başladığında yeni bir aşk yavaş yavaş hareketlenir o durduğu yerde, yerini kaptırma telaşı ile kendini mutlaka duyurur sana. Buradayım, gitmedim, gitmek istemiyorum diye... Sonrası mı, sonrası yüreğin genişliğine kalmış... Her sevdaya bir yer vardır mutlaka yüreğinle sevebildikten sonra...

Çıkıp bir ormanda yürümek lazım bu kadar anıyı kurcaladıktan sonra... Her birini bir dala, çiçeğe, çimene, böceğe yüklemek lazım kabaran sevgi pıtırcıklarını bir çiy tanesi kıvamında havaya salmak lazım...

İyi pazarlar...

_________________________________________

Not: Bir dosta düşülen nottu kendisi, yazmak istedim yüreğimden geçti diye kendi kişisel alanıma da...

Fotoğraf / 1x.com

17 Nisan 2009

YÜREĞİNE YAKIŞAN


biliyorsun değil mi?

sen taşı sevsen bir çiçek filizlenir ortasında
öyle büyük bir yürek seninkisi


biliyorsun değil mi?

kazananı hep karşındaki olan bir oyun seninkisi
sen bu savaşı en başında kaybetme gönüllüsü

biliyorsun değil mi?

sesini duymaya, elini tutmaya hasret onca sevdalı varken
sen istedin gene bildiğin, tanıdık, acı denizlerde yüzmeyi


biliyorsun değil mi?

gün gelecek kaçınılmaz benzer sonla karşılaştığında
bir tek dostların olacak rakı masasında hayata söverken

biliyorsun değil mi?

sevdanın başka başka yazıldığı haller de var bu hayatta...

sevildiğin, değer verildiğin ve el üstünde tutulduğun
yüreğine yakıştığı gibi bir sevda dilerim sana


______________________________________________

Fotoğraf / 1x.com

TAVŞAN KAÇ, TİLKİ TUT


gözkapaklarım gözkapaklarına düştü önce
sonra bir yangın sardı ormanları
bir tavşan bir tilki ile bir olmuş kaçmaya uğraşırken
açmaya çalıştım gözkapaklarımı
tam da o anda yangını söndürmek için filler girdi ormana
koca hortumlarıyla söndürdüler yangını da
kırdıkları ağaçlar ne olacak diye üzüldüm ben sonrasında

gözbebeklerim gözbebeklerine değdi önce
sonra bir kıvılcım sardı yüreğimi
bir dudak bir dudak ile bir olmuş öpüşürken
açtım gözbebeklerimi bir iyice
bir baktım sen kapatmışsın sımsıkı aksine
vardır dedim bir bildiği, kapadım gözbebeğimi ben de

bir de ne göreyim içimde
orman dediğim yürek
yangın dediğim sevda
tavşan dediğim ben
tilki dediğim sen
fil dediğim ilişkimiz
ağaç dediğim duygularımmış

gözlerimi açtığımda ve gördüğümde karşımda seni
"senin ağaçların da kırılmış olabilir mi filler geldiğinde"
diyecektim ki...
küllerinden doğup başlamıştın bile uçmaya...
oysa ne zümrüttün ne de anka
hatta ormanın bile yoktu ya senin


peki neydin sen öyleyse...


galiba,
geçiyordun ve uğradın bir gece vakti düşlerime
gözkapaklarım gözkapaklarına düştüğünde geç kalmıştım gerçeğe
TAVŞAN KAÇ, TİLKİ TUT BİR OYUN DEĞİL MİYDİ SADECE...



___________________________________________________________


Fotoğraf / Vigilant © Elin Torger

16 Nisan 2009

ATAM





İNSANDI ÖNEMLİ OLAN
İNSANCA YAŞASIN İSTEDİN HALKIN
FARKLI BİR ŞEY DEĞİL
BUGÜN DE İSTEDİĞİMİZ
İNSANCA YAŞAMAK İSTİYORUZ
KORKMADAN
KORKUTMADAN
SUSMADAN
SUSTURMADAN
EZİLMEDEN
EZMEDEN
İNSANCA YAŞAMAK İSTİYORUZ

____________________________
Not:
Bu bir mimdir öykü'nün başlattığı...
Cumhuriyetimizin kurucusunu hatırlatıyoruz, unutanlara dilimiz döndüğünce...

15 Nisan 2009

ŞAŞIRMA


ŞAŞIRMA


"Önce sosyalistleri topladılar; sesimi çıkarmadım. Çünkü ben sosyalist değildim. Sonra sendikacıları topladılar; sesimi çıkarmadım. Çünkü sendikacı değildim. Sonra Yahudileri topladılar; sesimi çıkarmadım. Çünkü Yahudi değildim... Sonra beni almaya geldiler... Benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.”

Alman Papaz Martin Niemöller (1892-1984)

"Naziler geldiler. Önce komşularımı götürdüler, sonra yazarları, ses çıkarmadım. Sonra komünistleri götürdüler, ses çıkarmadım. Tekrar geldiklerinde sosyalistleri tutukladılar, götürdüler. Yine ses çıkarmadım. Beni almaya geldiklerinde, ses çıkaracak kimse kalmamıştı.”

Brecht (1898-1956)



BİR GÜN GELECEK

BENZER KELİMELERİN ALTINA


KENDİ ADINI YAZACAKSIN

AZ KALDI

14 Nisan 2009

ANNEME DÜŞSEL MEKTUPLAR - Vol.2


Garip şeyler oluyor anne, Atatürk'ü anmanın adı darbe yapmak istemek oldu bugünlerde... Garip şeyler oluyor anne, laik olmak yolunda atılan adımların hepsi geri tepiyor. Muhalif olmak, darbe yapmak istemekle eş değer tutuluyor bugünlerde... Anlamak zor anne, anlamak çok çok zor... Ergenekon dediler bir bombadan yola çıktılar, dalga dalga aydınları topluyorlar anne. Dedim ya garip şeyler oluyor bugünlerde... yasal haklar hiçe sayılıyor, önce insan bulunuyor sonra delil aranıyor mesela...

Balbay da içeride... Saylan da...Daha onlarcası alındı gerekçe göstermeden hem de... Anlamak mümkün değil anne...

Aklıma Balbay'ın 78'liler yazı dizisi geldi dün gece. Aradım buldum. Bu internet denen yeni nesil bilgi kaynağı harika bir şey aslında.
Bak o yazı dizisinde Deniz'in abisi ile de sohbet etmişti...

BORA GEZMİŞ:
"Deniz’lerin idamı gelecek kuşaklara gözdağı amacı da güdüyordu. Bakın biz 3 kişiyi asarız, acımayız. Bu tür hedefler koymayın önünüze demek istediler. Faydası oldu mu; kesinlikle hayır."

Balbay yazzısına şu kelimelerle devam etmiş

"Sonraki kuşaklar da Deniz’lerin hayallerini yerde bırakmadılar, onların ateşini tam ortasından tutup aldılar, ellerinden düşürmediler, ama elleri bedenleriyle birlikte yere düştü. Bora Gezmiş’le sohbetimizin soru-yanıt sıcaklığını çok fazla bozmadan aktaralım: buradan devam edebilirsin merak edersen annem. Hoş ben de kime diyorum sen zaten çoktan okumuşsundur ve içinde derin çok derin bir sızı vardır ya bugünlerde...

Garip şeyler oluyor anne bugünlerde daha önce de yazmıştım ama bir kere yazmak istedim büyük harflerle;

İçinde
Atatürk
Çağdaş
Laik
Demokratik
Eğitim
Devrim
Cumhuriyet
Hukuk Devleti
Vatan Sever
Özgürlük
ve hatta
Türkiye
geçen bütün cümleler
bir sonraki emre kadar
YASAKLANIYOR
DALGA DALGA
HALKIM SUSUYOR
NE ACI
DEĞİL Mİ ANNE
__________________________
Fotoğraf / 1x.com / love letters © umberto verdoliva

MASUM GÜLÜŞ

gün kavuşmasa da olur geceye


kuşlar kanatlarını çırpıyor ya
ve bir uğur böceği gelip konuyor ya koluma
erguvanlar açıyor ya yeşili az pembesi bol dallarda
anlarsın sen beni
içimi
bu durumlardaki masum gülüşümü


gece ermese de olur sabaha

ilerideki evin ışığı yanıyor ya
ve ay ışığı ile aydınlatıyor ya çocuk parkındaki salıncağı
üşüyormuş gibi yapıp sokuluyorum ya nefesine her seferinde
anlarsın sen beni
içimi
bu durumlardaki masum gülüşümü

13 Nisan 2009

GARİP BİLE DEĞİL !





İçinde

Atatürk

Çağdaş

Laik

Demokratik

Eğitim

Devrim

Cumhuriyet

Hukuk Devleti

Vatan Sever

Özgürlük

ve hatta

Türkiye

geçen bütün cümleler

bir sonraki emre kadar

YASAKLANMIŞTIR

ÖYLESİNE


öylesine uyanmalısın bir sabah
şarkılar söyleyerek günün güzelliğine
bir kahve koymalısın en sevdiğin fincana
mutlu olmalısın kokusunu içine çekince


kedi kovalasan da olur
bir kuşa kanıp kanatlansan da


bir çiçeği koklamalı
bir suya taş atmalısın
koşmalısın bir anda
öylesine yaşamalısın bu hayatta


olur da kapı çalarsa gece gece
heyecanlanmalısın beklenenin ani gelişine
hava serinler gece ilerleyince
sokul sevdiğine bir iyice


sonrası mı
sonrası sana kalmış
ister sarılıp uyu
ister seviş bütün gece
yeter ki,
öylesine yaşatma sevgini yüreğinde

____________________________________________


Fotoğraf / Impossible love © Joël Le Montagner

ŞIMARDIM BEN ÇOKKKK

Gelmedi içimden bir şey yazmak diye başlamıştım saat 00:00'ı gösterdiğinde... Yazdığım her satırı sildim. Nedensiz bir hüznün yansıması olmasın istedim kelimelerimde. İçimden gelmeyen kelimelerle sahte mutluluk cümleleri kurmak istemedim o gece. Bir şiirimsi ile şımarmak istediğimi belirttim sadece....
36 yılı geride bıraktığımın farkındalığında, yalnızlığımı alıp uzandım yatağıma. Bir arkadaşımın dediği gibi, dişlerimi bardağa koyma yaşımın geldiğini hissedişime gülümsedim. Ruh annem derki, senin içine 50 yaşında bir kadın kaçmış reenkarnasyonunda, tuhaflığın ondan ötürü. Gerçektir belki, bilmem ki...

Bildiğim bir şey var ki, yaşımın ötesinde bir farkındalıkla yaklaşırım olaylara. Düşünürüm hep, çok yaşamakta mı gelir bu halim yoksa çok izlemekten mi hayatı... Ya da bazen bir çocuk oluveririm en safından, şaşırırım hayata ve hatta umursamam bazen...

Yaramaz bir çocuk olmanın bıraktığı izi alnımda taşırım. Elimdeki izse kendime çok kızdığım, kendime nasihat niyetine bıraktığımdır.
İlk aşkımı 17-18 yaşlarında yaşadım, sonuncusunda 25 yaşımdaydım... Hiç bitmeyecek gibi sevdim. 5 yıl sürdü ilki, ikincisi 10 yıl...

Dostumdu üniversitedeki sevgilim, yakışmayan bir sonla bitirdiğim. Sonrasında denedim bir kaç adamla ama ya adam bana uymadı ya da ben adama. Evlendim en büyük aşkımla... Olunla ölürüm dedim ya da onsuz kalırsam, onsuzum şimdi ama yaşıyorum hala. Hiç sevmedim yalnızlığı ve hiç sevemedim yalnız kalmaları. En büyük korkumdu yalnızlık, şimdilerde sıkça konuştuğum.

Arkadaşlarım oldu ve öğrencilerim... Dostum var ve bir abim sonradan edindiğim, hiç hayatımdan çıkmasınlar istediğim. Erken kaybettim sevdiklerimi, teyzemi, dayımı, dedemi, ninemi ve annanemi... Hiç tanımadım annemin babasını...

Herkesin "sen iyi bir anne olursun" demesine karşın, hep korktum o sorumluluğu almaktan. Belki yaramaz bir çocuk olmamdan belki annemle babam kadar iyi olamayacağımdan... Abla olmayı çok istememe rağmen bana abilik yapan bir kardeşim oldu sonunda...

Hiç bir şey şaşırtmaz dememeli insan, bir gün hiç tanımadığın insanları yakınında, yanıbaşında hissedebilirsin deseler olmaz derdim ama demem bugünden sonra.

Doğumgünümde arayan, soran, mesaj atan, bloguma mesaj bırakan, bloglarında yazan, nazımı çeken, süpriz yapan, çıkıp gelen, güldüren, gülümseten TÜM DOST YÜREKLER:


SEVİYORUM ULAN BEN SİZİ
10 NİSAN 2009'DA
00:00'DAN 23:59' A KADAR GEÇEN ZAMAN DİLİMİNDE
ÇOK ŞIMARDIM SAYENİZDE