03 Ekim 2013
Zaten
Sen yattığın yerden gülümsüyorsun değil mi çocuk
Ölüm yakışmıyorken yaşına
senden sonra yaşatılanlardan şaşkın,
utanıyorsun değil mi çocuk.
Bu senin ayıbın değil çocuk, bu ayıp inan senin değil.
Beklemeyi öğreniyor insan zamanla. Sabretmeyi ve acısını dindirmeyi.
Bir otobüsü beklemek gibi değil elbet, bir sınav sonucunun heyecanı değil yaşanılan.
Bir evladı toprağı veremeyişin kahreden acısı ile beklemek...
Onu hiç kimse öğrenmesin çocuk.
Kimse bunu bi başkasına öğretmeye kalkmasın.
Sen sakin utanma çocuk.
İnsan olan, insanca yaşamı savunan herkes yeterince utanıyor zaten.
-----
Haber / Fotoğraf
17 Eylül 2013
Akıl Tutulması
Günlerden Salı... Tatilden döneli neredeyse 48 saat dolmak üzere. Oysa ben hala Patara koyunda yürüyorum. Sağıma bakıyorum Kaputaş plajı, soluma bakıyorum Phaselis... İçimde büyüyor tatil. Tükenmedi yani. Tüketemedim henüz. Fener burnuna tırmanıyor bir yanım, aklımın bir yanı gidemediğim, seneye kısmet dediğim Gelidonya Fenerinde. Güzel yerleri güzel insanlarla gördüm. Güzeldi... Çok güzel. Anlatılacak değil de yaşanılacak türdendi her saat. Gece gündüze, taş kuma, güneş denize bıraktı güzelliğini... Sonra gece daha bi güzel oldu, taşlar daha da fazla... Ah o deniz, turkuaz oldu, sonra mavinin bin bir tonuna büründü bir anda. Koyu, en koyu lacivertte bile bağırdı arkamdan... Gene gel ey aşk... Gene vur beni aklımdan.
Ve biliyor musun adam;
İnsanları sevebilmek, onlarla baş edebilecek yöntemleri geliştirmeyi gerektirir. *
* Engin GENÇTAN
05 Eylül 2013
Tarla
“Derme çatma” diyorum.
“Ne
o derme çatma olan… Şu karşı tepede gördüğümüz ev mi?”
“Ev mi var… Ben hayattan
bahsetmiştim.”
Onun gösterdiği karşı tepede asılı kalıyor bir süre gözlerim. Ne zaman asılı kalsa gözlerim, bir öykü anlatır içim:
Bir ev; yığma taş.
Bir adam, yaşlı.
Bir köpek, sadık.
Bir ağaç, ulu.
Bir su, başıboş akıp
duruyor.
“Ahlat mı ki…”
Sesli
düşünmüşüm. “Meşe” diyor. O kadar emin.
Omzumun ucundan bakıyorum ellerine. Parmak uçlarıma neredeyse değmek üzere. Nedense titriyorum. O ağacın altına kadar yürüsek, belki geçer. Duymuş gibi. “Ne dersin, yürüyelim mi o eve kadar?”
Beraber… O eve kadar… Yürüyoruz. Kaç göz odası vardır ki… Sığar mı boşluğumuz o eve... Duymuş gibi. “Hadi tahmin et, nasıl bir ev, kimler yaşıyor. Sen kurgula, sonra ben. Kiminki gerçeğe yakınsa diğeri ona bu gece sahilde balık rakı ısmarlar, mezeler de çabası” Kahkahası değiyor “meşe”nin dallarına. Koca meşe köküne kadar sarsılıyor. Toprağın kaymasından anlıyorum.
Sahilde… Bu gece… Balık rakı… Eskisi gibi… Hiçbir şey olmamış gibi. Üşüyorum. Derme çatma bir yatağın üzerinde, yarı çıplak bedenimle, kendimi ona sunmaya hazırım. Gözlerimde umarsız bir bulut, geçip gidiyor. Ardından kuşlar ve sonra garip ama balıklar. Denizin dibiyle gökyüzünün sonsuzluğunda bir yerde teslimiyete hazır bir yürek, sahipsiz. Düşündükçe yavaşlıyor adımlarım. Gerisinde kalıyorum koca gövdesinin. Gerisinde kalıyorum o evin ve hikayenin. İşim yok bu hikayede. Biliyorum.
Arkamı dönüp koşmaya başlıyorum birden bire. “Ahlat o” diyorum, “ahlat! anladın mı?" Bu hikayeden çıkmak istiyorum. Sona yaklaştıkça acıtan bütün hikayelerden kaçmak istiyorum, aşk bir boyunduruk altına girmek gibidir, derdi, aşkla işim olmaz. Ben koşarak geldiğim gibi, koşarak gidiyorum bu hikayeden de, anlıyorum.
Çeşmenin başına varınca durup, soluklanıyorum. Onlarca zaman söyleyemediğim kelimeleri bir çırpıda söylemiş
gibi rahatlıyorum. İçimdeki ses hala... “ahlat o” diyor. Arkamdan koşup yetişiyor. “Neyin
var”
Bir bulut geçiyor önce, sonra kuşlar ve sonra boyunduruk bağlanmış
öküzler. Bir adam beliriyor. Yaşlıca bakışlı, saçları ağırmış. Elleri nasırlı. Karşı
tepedeki yaşlı adam olmalı. Yaşlı adama gülümsüyorum. Bir şeyleri anlatmak
istercesine kalkıyor sol eli havaya. Uzaklaşıyor bu hikayeden. Sonu gelen bütün
hikayelerden kaybolur ya karakterler birer birer, o da kayboluyor bu hikayeden,
o ev, o ağaç, o köpek ve o su, o öküzler, o tarla, o gökyüzü… sis olup dağılıveriyor
gözlerimden.
“Tarlayı sürmek için ne
gerek biliyor musun” diyorum, “Aşk” diye bağırıyorum. “Yürek olacak adamda önce”
diyorum, “yürek övendire olacak çift sürerken. Bir de ne olacak biliyor musun?
Sadakat! Olacak ki tıpkı bir pulluk gibi toprağı güvenle işleyebilesin.
Sonrasında ekilecek tarla. Sonrasında büyüyecek filizlenecek hayat, belki derme
çatma olacak, belki kuruyacak, belki öyle bir hasat olacak ki… Şaşıracaksın. Ama
en azından denemiş olacaksın hayatta sana sunulan ne varsa. Hakkını vererek
yani, sonra payına düşeni alacaksın hayattan, nerede yanlış yaptığını hiç
bilemeden. Sonrası bir sis bulutu, sonrası siyah beyaz bir fotoğraf geçmişten
gelen.
*** * *** * *** * *** * ***
Teşekkürler...
fotoğraf / İsmail Ertin
motivasyon / Vladimir
04 Eylül 2013
Patara - Kalkan - Kaş - Limanağzı - Olympos - Çıralı
uzun zamandır düşlediğim bir şeydi;
likya yolu'nda yürümek...
zaman geçti, ben yaş aldım. gözümde büyüyor o yolu yürümek... ama belki kısa bir mesafesini... belki...
zaman sınırlı, hayaller sonsuz...
plan bu!
gerçek ne olur bilemem. ama gelince anlatırım söz.
26 Ağustos 2013
Deli Kızın Kapısı
Dağ başında bir köyde dağ evinden bozma köy evinden hallice, komşumuza göre neredeyse villa olan ev; bu yaz benim kurtarıcım oldu. Açık ara farkla diyebilirim ki, o ev ve o evi düşüme dönüştüren adamla harika bir Bursa yazı geçirdim. Öyle ki yakın kaçamak yerlerini bile unutacak kadar...
Oysa Gölyazı... Nasıl da ağırlamıştı bir önceki yaz bizleri... Vefa borcu gibiydi dolunay zamanı ay pikniği sonrasında dumanı üstünde sıcak bir çay molası..İyi geldi...
Bir sonraki gece aldık soluğu bizim köyde...
Ateş ve gece... Şarap ve aşk...
Ne de çok yakışıyor değerini bilene.
Ertesi sabah deli kızın kapısına astım nazar boncuğu ile Alaçatı temalı çay altlıklarını.
Pek de güzel oldu!
Çok da güzel oldu bence... :)
Bak Ağustos bitmek üzere... Yap sen de kendine deli kızın kapısından bir tane... Hem belli mi olur açılıverir harikalar diyarına, hem olur yüzünde kocaman bir gülümseme... Kalbin bile çarpar valla böyle zamanlarda. Aşk dediğin nedir ki, akar gider bir çırpıda... Oysa sevdalanmalı insan yaşama... Öyle ki, kök salmalı güneşle, suyla... Uykuya dalmalı ay ışığında... Bence güzel olacak bu Eylül her zamankinden fazla... Sen kalmayı unutma sakın sağlıcakla... ;)
23 Ağustos 2013
Komşunun Tavuğu
Diyorum ki sen yazsan ben okusam, diyor ki senin yazma hızın bende olsa... Diyorum ki ama senin betimlemelerin, kelimelerinin naifliği... Sen de daha güzeli var diyor. Dönüp dönüp okuyorum yazdıklarımı. Bazıları bana ne kadar uzak. Sahi ben mi yazdım onları. Denizlere bırakılan dilek mumları gibi kelimelerim. Bir süre sonra karışıyor, sahi hangisi benim.
Derdini anlatabilen, kazara bunları yazıya döken biri olarak bugün bir kez daha fark ettim ki, benim ki sadece bir terapi. İçimi dışıma döküp gitme hali. Kelimelere birer kanat takıp onları özgürce gökyüzüne salma hali...
Benim komşu beni sevdiğinden sever kelimelerimi bilirim, benim türlü ruh hallerimi bildiğinden, sesimden bilir kelimelerimi, bir de yüreğimden... belki de o yüzden kaz görünür ona... Oysa onunkiler öyle mi... Ah komşum, yazsan da okusam gene seni. Aşık olsam sana, aşık olduğun kadınları anlatışına... Sahilde yürüsem senle. Kilim olsam erik ağacının altında ya da ne bileyim en renksizinden bir ortanca... Öykünsem sana dair ne varsa... Sen olsam, senin olsam... sen baksan bana yine pencereden... ben kaz görünsem sana...
görsel / buradan
20 Ağustos 2013
Yol Notları #yolnotlari
Yola çıkmak... Plansız... Beklentisiz... Ne çıkarsa bahtınadan zevk alarak... Yola çıkmak... Heyecan... Yola çıkmak... Başlangıç... Yola çıkmak... Bi son!
Bu yıl hep böyle oldu. Hadi dedik... Dönüş yolunda hep bi "iyi ki" yi doladık dilimize... Yolun çıkmadığı zaman da oldu, yolun bi vahaya çıktığı da...
Balıkesir'den çıkıp Gelenbe'ye doğru uzanan yolda bir benzin istasyonunda durduk, biraz tuvalet molasıydı biraz da nefes almaktı maksat... Kim nereden bilebilirdi ki yolun ilk "iyi ki"si ile karşılaşacağımızı... Naneli bir limonata uğruna gönlümüzü orada bırakacağımızı...
Sonrasında bir huzur denizi ile buluştum,
yol bitmişti,
durakların en güzeli anne baba yanında,
güvenli bir limanda aldık en derin nefesi...
Sonrası hep bir güzellik,
hep bi keyif,
hep bi anne sevgisi, hep bi baba şefkati...
Sımsıcak güvenli bir yuva sıcaklığı...
Dönüş vakti bi selam edip denizin en mavisine,
en temizine ve şansımıza en sonsuzuna, düştük yine yollara...
Yol ulaştırdı beni dağ evinin rahat bir köşesine,
uzandım hayallere,
yepyeni yolların, dağların, ağaçların, denizin ve suyun, toprağın ve insanların
sıcağında uyudum bir süre...
Yol dedim,
yol aldım,
yol verdim kendime...
31 Temmuz 2013
Saf, Kör ve Bir O Kadar Şapşal
Benim bünye problemli deyince kızıyorlar... Problem şu: benim bünye yüksek olasılıklı iyimser bir senaryodan yola çıkıp, düşük olasılık kötümser bir senaryoya saniyenin 10'da biri bir hızla ulaşıyor. Yani düşünün farklı kombinasyonları ile yaklaşık 300 senaryoyu üretip gidip en düşük ihtimalli en kötümser senaryoyu bulup, o senaryo üzerinden bir gerçeklik yaratıp sonra bunu rüyasına taşıyıp, uyanınca da; ne rüyaydı be kardeşim yazsan yazılmaz dediğim bir itirazlar silsilesi içinde "acaba mı ulan" düşünce balonları ile dolaşıyorum... Sonra benim bünyede var mı arıza deyince üstene bir de azar işitiyorum. Hayır anlamadığım be insan yani bizzat kendim oluyorum bu durumda, tersine çevirsene dünyanı. Hayır, her bir haltı beceriyorsun da bunu neden beceremiyorsun anlamıyorum. Kendimle hasbi-hal volume.2321234534534534545
Ya da şöyle diyelim, 300. senaryoda ben tamamen saf, kör ve şapşalım.
30 Temmuz 2013
Ağustosa Bir Kala Düştün Aklıma
Kadın ve adam... Bilirsiniz klasik bir hikayedir aslında. Kadın ve adam... Her aşkın kendine has seslenişleri vardır. Canımdır, aşkımdır, evrenimdir, hayatımdır... Bir de; adam ve kadın vardır. Endir, belki de bu yüzden hep bir tebessümdür. Hep özlenen, hiç bitmeyendir. Her akla gelişte, bir sımsıcak keşkesiyle birliktedir. Ve elbette çoşkulu bir iyikidir...
Adamın yaşadığı yer kurulan hayallerin başkentidir, kadının yaşadığı yerse bir terminaldir akla her düştüğünde. Varmaktır biraz adam, kalmaktır biraz kadın... Güzeldir ikisi de, öyle güzeldir ki, kahverengi gözlerinden eksik olmaz ışıltısı her ikisininde. Öyle işte der kadın, öylede saklı ne varsa bilir adam.
Kadın ve adam... bilirsiniz sıradışı bir aşktır aslında aralarında var olan, kavuşulmayan belki de kavuşulamadığı için hep masallarda anlatılacak mutlu bir sonu olan.
22 Temmuz 2013
Temmuzda Aşk Başkadır
Temmuz bizim köyde kiraz zamanıdır...
Bizim köy dedimse, kan bağımızdan değil de keyif bağımızdan derim öyle.
Haftasonu kaçamaklarının en lezizi kesinlikle Temmuz ayında olur...
Kiraz bir yandan selam ederken dallarından, ahududu yolunuzu keser...
Hemen öncesindedir eriğin geçme faslı...
Kızarmış halleri ile komposto olmaktır artık onun da kaderi,
bunu bilirmiş gibi düşer avucunuza bir akşam vakti.
Her daim keyiftir bizim köy evi...
Geleni gideni eksik olmaz...
Dostlar sağolsun.
Bu yıl bir de keyif noktalarını çoğaltık,
pek yakışıklı oldu köy evimiz anlayacağınız.
Annem babamın emekleriyle var olan ev, bizim emeklerimizle yaşıyor şimdi...
Ne mutluyum bilseniz bu yaz...
Hiç geçmese ya da çabuk gelse cumalar,
vallahi olmaz hayatta bu kadar haz :)
Hep keyif olacak değil ya haftasonları, bu haftasonuna biraz macera kattık.
Aras Şelalesi çağırdı bizi...
Dostlarla düştük yollara.
Vardık ketenli yaylaya.
Rüzgarın sesi karıştı pınarın sesine, hepimizde bir çocuk gülümsemesi.
Uzun ve dik bir patikadan vardık Arasın kollarına...
Öyle deme bir bir buçuk saat sürüyor tırmanma,
arada doğa insafa gelmiş yüz patikalar da vardı elbet on adımlık nefesler almaya.
Taşlı yollarından tırmandık sırtımızın teri kurumadan...
Suların zerresinde yıkadık yüzümüzü durmadan.
Damağımızda Nilüfer deresinin çocukluk tadı, düştük yollara akşamın mangalını soğutmadan...
Varmak mı zor dedik, yoksa dönmek mi... bilemedik.
Biz bu hafta cennetten bir cumartesi pazar geçirdik...
Bol kahkaha süsledi geceyi, bir de ay vardı ki sorma!
Yaktık açık hava şöminesini kurumuş meşe dallarıyla,
kozalaklar ekledik çıtır çıtır yankılansınlar diye havada...
Aşka geldik dedim ya, boşuna değil...
Belki biz hazırdık, belki de doğa...
Sürç-i lisan ettiysek affola!
12 Temmuz 2013
İç Sıkıntısı
Sizin hiç başınıza gelir mi bilmem, kafamın dikine gittiğimden midir nedir, benim gelir: İç sıkıntısı!
Birden bireymiş gibi durur, sanki hiç beklemedikmiş gibi. Geriye dönüp taşları biraz oynatırsam hemen bulurum başladığı noktayı. Geride... hatırlamak istemeyeceğim kadar geride kalmış bir andadır olup biten. O an gelir gözlerimin önüne. Bir film şeridinden çok bir fotoğraf karesi gibidir. Donup kaldığımdan belki, an da donar. Evet! İç sıkıntısı kanımı dondurur. Kapatırım dünyayı kendime, kendimi dünyaya... Evren olmak daha bir zor gelir böyle zamanlarda.
Ekim mi dediniz bayım... Ekime kim öle kim kala bilir misiniz?
Yazmıyorsun dediklerinde yaşıyorum diyorum... Sahi tam olarak ne olacaktı Ekim de... Hem yaşamak da nedir ki, nefes almayı bile zül gören birine
Ah kafam onca sesi alıp saklıyorsun içinde, derinlerinde, sonra öyle zamansız öyle anlamsız zamanlarda düşüveriyor ki çenen... Yeter, bildiğin dağlardan değilim ben, yağdırma karlarını üzerime.
Sahi... Kaç ay daha var saymadım ama uzun gibi... Günler haftalar aylar seneler akıp gitmedi mi diyorsun ya... Gitti... yepyeni bir yaşın akılsızlığında içimin sıkıntısı ile boğuşuyorum. Canım geldi gitti. Seni seviyorum yazdım diye kızdı bir de üstelik... Altına yok yazacağım derken bok yazdı. Haberci gibi bugün olanın bitenin... Bok ki ne bok...
İç sıkıntısı mı dediniz bayım... Benim ki öyle bir iç ki hep sıkıntıda. Mesela bir düş kurdur sen benim içime... Şöyle en güzel dağın tepesinde en güzel kiraz ağaçlarının gölgesinde... Bildiği sıradan ama sımsıcak bir ev olsun bir köşesinde... O evde yangınlar çıkar benim düşlerimde... O ev yıkılır en sert rüzgarlarda ki dağ başı dedimse düş ya bu rüzgar esmez kışın soğuğunda bile... Gel gör ki yıkılır gene de o ev bir akşamüzeri şömine ateşi karşısında üflediğim bir mum alevinde...
Ne demiştiniz bayım... Hamile miyim... Ekim gibi midir doğumumun sancısı... Kısa uzun nefeslerle midir? Normal midir? Nedir bayım! Susmasanıza, siz ki düşlerimin en konuşkan karakteri... Düşlerimden çıkıp karşımda dursanıza.
fotoğraf / buradan
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)