19 Aralık 2006
MUTLUYUM MUTLUSUN MUTLU
Herşeyin yeniliği sarhoş etmişti beni.
Bu sabah ayık kafayla şöyle bir baktım hayatıma.
Daha ne istiyorsun ki dedim kendime...
Ve ekledim.
MUTLUYUM
Umarım MUTLUSUN ve
diliyorum hepiniz MUTLUsunuz.
Bu enerjimin en kısa zamanda takılarıma yansımasını diliyorum ve sizleri eski takılarımın yeni fotoğrafları ile başbaşa bırakıyorum.
Fotoğrafları çeken Barbi'ye; bana sabırla zaman ayırdığı ve tüm zorluklara rağmen başarılı sonuçlar almak için uğraştığı ve sonunda kötü bir makarna ve salataya bile ses çıkartmadığı için huzurlarınızda teşekkür ediyorum.
04 Aralık 2006
TAKI TASARIMI SERGİSİ
Varmış dememin sebebi ben taşınma telaşında olunca (ve hala taşınamadım) maillerime ve ilgi duyduğum ve takip ettiğim sitelere vakit ayıramayınca en sevdiğim uğraşımla ilgili bu güzel organizasyonu kaçırmış oldum.
Portaldan fotoğraflarla idare etmek zorunda kaldım tabi.
"ELLERİNİZE SAĞLIK"
Mücevher Oscar'ı Ödüllü Sevan Bıçakçı'nın tasarımları gerçekten de Kapalıçarşı esnafının ona taktığı ada yakışıyor. Kapalıçarşı'da onun için "Sevan deli mal yapar. O çılgındır" diyorlarmış. Çılgın parçalar yaptığı için de adı Çılgın Sevan olarak kalmış.
Çılgın Sevan'ın asıl patlaması da Güler Sabancı'nın Osmanlı Kolleksiyonu'ndan bir yüzüğü takmasıyla olmuş. (Bu yüzük de o kolleksiyondan bir parça)
Takı Tasarımcıları Portalından Sedat Bey'in fotoğraflarıyla sergiden bir kaç görüntü... (neden ben gezemedim o standların arasında diye ne kadar söylendiğimi kelimelerle anlatamam.)
16 Kasım 2006
UMUT
Ne güzeldir sonbahar…
Biraz hüzünlü, biraz yalnız…
Şaşırtır sizi, hatta bazen hazırlıksız yakalar.
Biraz insanlar gibidir sonbahar.
Güneş var diye güvenir ince giyinirsiniz
çok geçmez hava kararır ve yağmur başlar.
Kızarsınız.
Kendinize.
Onun güneşli yanına güvendiğiniz için.
***
Bugün geldi bu fotoğraf,
sevdiğim sonbaharın terkedilmişliğinin resmi gibiydi.
Biraz hüzünlü, biraz yalnız.
Sevdiğini bekler hali etkiledi beni.
O nedenle biraz da umut gibi.
12 Kasım 2006
ANNEMİN KOLYELERİ
Kabullensem iyi olacak artık Bursa'dayım.
Herşey derlensin toplansın da hemencecik taşınıvereyim dedim ama hala beklemedeyim. Bu durumu hiç sevmem elim kolum bağlı hiç birşey yapmadan gün öldürmeyi.
Akıllı kafam takı malzemelerimi bir valize koyup gelseydim neler neler çıkardı şimdi.
Annemle dertleşirken, hem bi şey yapmıyorum hem de blogumu güncelleyemiyorum diye, aklıma geliverdi; annemin kolyeleri...
Nasıl olsa çekerim fotoğraflarını diye kendi arşivimde bile yoklar. Günlerdir elimde fon kartonları orasına gölge düştü burası olmadı derken çekemediğim fotoğrafları bu sabah annemin de yardımıyla çektim.
Takı Tasarımcıları Portalından Sedat Bey gene beğenmez ya çektiğim fotoğrafları, ne yapalım en azından bir fikir edinirsiniz dedim. Öncesi ve sonrası için çok uygun bir çalışmaydı aslında ama ben önceki hallerini çekemedim. Annemin üç renkten oluşan yarı değerli taşlardan bir kolyesi vardı. Uzun zamandır o formda kullandığından sıkılmıştı ve küçük hareketlerle yeniliklere ihtiyacı olan taşlarını bana verdi.
Aşağıda gördüğünüz kolyeleri farklı kullanım amaçlarına uygun eklemeler yaparak yeniledim.
Aklımdaki tasarım böyle olmasa da aşağıda gördüğünüz gibi bir hal aldı dizmeye başlayınca...
Yeni takılar yapıp burada sergileme fırsatı bulayım.
05 Kasım 2006
SEVGİLER
yaşadığım şehir, evim, komşularım, yemek yediğim yerler, dolaştığım sokaklar, alışveriş merkezleri ve niceleri... DEĞİŞİYOR.
Telaşlıyım yani. Şaşkınım hatta biraz. Belki şoktayım.
...
Sonra bir gün bir mail geliyor, bazen de bir telefon.
Hayat tekrar anlamını buluyor.
İfadelerdeki tedirginlik yerini anlık gülümsemelere bırakıyor.
Yürek fark ediyor. Herşey değişse de dostluklar hep baki...
Daha önce de yazmıştım değil mi,
"nerede nasıl bırakığınız değil biraraya geldiğinizde nereden başlayabildiğinizdir dostluğunuzu belirleyen"
Bu akşam o dostlardan birinin yazdıklarını paylaşmak isterim sizlerle.
Teşekkürlerimle birlikte...
Sayfalarında ufak bir gezinti ile neşeyi sitende üzerini bir hüzünle örterek gizleyebildiğini fakat bir o kadar da, yazamayanı bile yazar hale getirebildiğini gördüm. Nereden mi biliyorum o benim işte yazamayan. Bunları yazarken yazar mı olduğumu düşünüyorum? Tabi ki hayır. Ben o kadar yazar değilim ki yazarken noktalama işaretlerini bile doğru yere koyamam. Hani derler ya “doğru yerde doğru insan” bunların ikisine bile bir arada rastlamışlığım olmamıştır şu 3 onluk hayatımda. Ya da “bu bana bir işaret olmalı” diye bulunduğu durumdan ders çıkarmışlığım. Hangi durumun neye işaret ettiğini hiç kezleyememişimdir. Sanırım benim işaretlerle ilgili bir sorunum var. Tüm bunları anlayabilen ve kendine yüksek bir dirayetle paye çıkarabilen insanlara imrenerek bakmışımdır. Hatta çoğu zaman bakarken de kendilerine yakalanmışımdır.
Aslında ben Evrenin şöyle bir “Takı”larına bakmaya gelmiştim fazla durmayıp çıkacaktım. Ne kendimin yazarken ne de kendisinin yazdıklarımı okurken ayıracağı vaktini almayacaktım. Ama burada her şeyin takılardan ibaret olmadığını başta da dediğim gibi hüznün arkasına gizlenmiş ince bir siluetle bize gülümseyerek bakan neşe ne ise, takıların arkasına gizlenmiş “takıntı”lar da aynı şekilde dikkatimi çekti.