11 Mart 2009

DEDİĞİM GİBİ...


Toprak üzerinde ıslak, kahverengi, kızıl, buruşuk yapraklar öbek öbek... Üzerinden milyonlarca kez geçilmiş patika kimbilir kimlerin ayak izini taşıyor. Hava soğuk. Güneş ormanı aydınlatıyor ama ısıtmıyor. Sık dallı ağaçların arasından sızan keskin ışık demetleri, yumuşak hareketlerle toprağa doğru inen yapraklara düşüyor...Hiçbir şey olmamış gibi yapabilmek ne zor.Ama yaşamanın da başka yolu yok sanki.Şu buruşuk yaprağın çirkin olduğunu kim söyleyebilir? Hatta dalında yeşil, taze binlerce yaprak arasında herhangi biriyken şimdi farklı, güzel ve zamansız duruyor... Küçük güzel kuşların pırrrr diye gelip yaprak öbeğinin yanına konmalarına ve toprak üstünde zıplayarak yol almalarına ne buyurulur? Ormanın sessizliğine çok uzaktan bir karışıp bir kaybolan otoban uğultusu ise kahvaltı masasındaki sarı kayısı reçeli üzerinde uçup duran sineğin vızıltısına benziyor... Hiçbir şey olmamış gibi yapabilmek ne zor...Ama evet, yaşamanın da başka yolu yok gibi yok sanki...[1]

Tahmin ediyorum ki; hiçbir şey olmamış gibi davranamayacağız biz. Öfkemize yenildik. Acılarımız ağır geldi umutlarımıza. Biliyorum hiçbir şey olmamış gibi davranamayacağız biz. Dün bir bugün iki derken kapadık bütün kapılarımızı ardı ardına bakakaldık ardımıza.

Bir arkadaşımla konuştum bu sabah. Heyecanlı, bir o kadar umutlu hayatından. Onca yıldan sonra yeni birini tanımaya duyduğu hevese şaşkın: Bekleyemiyorum aramasını, konuşuyoruz kapatıyorum ve tekrar tekrar aramak istiyorum. Heyecanıma yenik düşüp arıyorum allahtan dedi; hep o bekledik gülümsemeyi hissediyorum.

Ne güzeldir çağlarken duygularınız karşılığını bulmanız. Bir dere yatağında ahenkle akarken çağlayana dönüşüp coşmanız. Ama bir de tersi vardır bu durumun: Size sunulan yatakda akarken karşınızdakinin durup duvarları örmesi.

Tersiniz döner.

O duvarını sağlamlaştırmaya çalışırken telaşla, siz cama çarpan kuş misali, kanadınız kırılır yere düşersiniz. Dönüp bakmaz bile önüne, ne kuş önemlidir o an, ne de kırık kanadı. Duvarcının derdi kendine ördüğü duvarı. Coşkunuzu öfkeye dönüştüren güce şaşarsınız. "Madem duvar örecektin ey duvarcı ne diye dere yatağı olup akmamı sağladın sana. Hadi çektim bütün restlerimi cevap versene bana..." Der ama duvarı hiç düşünmezsiniz. Siz çarptıkça çatlayan duvarı hiç düşünmezsiniz. Ne de olsa kuş olup uçmak sizin derdiniz.

Hiçbir şey olmamış gibi davranamayacağız biz hissediyorum. Kuş kafasının dikine gidip çarpmasaydı duvara, çatlarmıydı duvar acaba... Ya da tam tersi duvar çıkmasaydı kuşun karşısına kuş kanadından olur muydu umarsızca.

Siz ne dersiniz?

Sizi bilmem ama biz hiçbir şey olmamış gibi davranamayacağız farkına varmadıkça...


_________________________________________

Dediğim gibi oldu...
Aylar sonra karşılaştık...
Yazımı ve günü hatırladım, bir şiir yazdım üzerine..



HİÇ BİRŞEY OLMAMIŞ GİBİ


sen baktın bana uzaktan,
gördün elbet...
ben baktım uzaktan,
gördüm evet...

söyleyenecekler
takılıp kaldı gözlerde
vazgeçtik içimizden yükselenden

GEÇTİM SENDEN

GEÇTİN BENDEN

KALDIM ELBET

KALDIN EVET

_____________________

Laparagas bu konuda güzel bir yazı yazmış aslında daha önce... CAMDAN BİR KUŞ GİRDİ

10 Mart 2009

MÜHÜR





Yağmur yağıyordu dışarıda alabildiğine sağanak...

Umrumuzda değildi.

Sen şarkıları söylerken birine yanıyordun, ben başka birine.

Bir konser çıkışı sarılmıştık birbirimize.


Yağmur yağıyordu dışarıda alabildiğine sağanak...

Baktın bana, çevirdin kendine...

Gözlerin dedin...

Gözlerin bakar mı hep bana böyle...

Bakarlar dedim.

Mühür ettin dudaklarını sözüme.



Yürüdük o gece son hücremiz de nasibini alana kadar...

Bu gece dedin, bu gece bende kal.

Kalırım ama dedim...

Merak etme dedin.

Yatağım var ayrı...

Hatta istersen ayrı bir odam...

Bu gece dedin...

Bu gece, bende kal.

Ya gitmek istemezsem bir daha dedim.

Mühür ettin gözlerini gözlerime...



O gece,

Sen ve ben

Sıcak bir banyonun ardından üzerimizde havlular...

Sohbet ettik güneşin ilk ışıklarına kadar.

Vokta içtik en shutından...

Güldük en kahkahasından...



Gün ağırınca fark ettik,

Ne biri vardı artık ne başka biri...

Sen vardın.

Ben vardım.

Biz olmak istiyoruz diyen iç seslerimiz karıştı birbirine...

Gel yanıma dedin, uzan şöylece...

Uzandım,

Hiç dokunmadık birbirimize.

Sarılmadık bile...

Uyuduk sadece.

Gene de...

O gece, tenini mühür ettin tenime.


_______________________________


Fotoğraf / Autumn blues by -Thomas C.



KARARSIZ HASTA ADAMA


Hava kararsızdı bu sabah...

Güne uyananlar baktılar gökyüzüne...

Karar veremediler ne giyeceklerine...


Bir adam kalktı yataktan...
Baktı pencereden gökyüzüne, cumulonimbus bulutları gibi dizilmişler dedi içinden; sağnak yağmurlar mı geliyordu yoksa... Biraz ileriye baktı daha uzaklara... Cirrostratus bulutlarını gördü açık berrak parlak... İyiye işaret dedi.

Üzerine kotunu giydi. Beyaz bir gömlekle tamamladı. Onlarca ayakkabısı içinden hiç giyilmeyen bir tanesini seçti. Aynaya baktı. Çok yakışıklıyım dedi. Kızlar gene bayılacak bu halime. Cirrostratus bulutları dedi kendi kendine aşk gibisiniz. Aşk kadar ışıltılı, aşk kadar uçucu.


Tam apartmanın kapısından çıkıyordu ki; dikine cumulus bulutu çisil çisil bir edayla selam verdi adama.

Ah cumulus bulutları yağın bakalım... Saltanatınızın son günleri bunlar... Bahar temizliğine yardıma iniyor bütün damlalar. Kıyıda köşede tek bir keder, hüzün ve kasvet kalmasın. Yağ yağmur... Gürle gökyüzü... Çak şimşek...


Gördüm ben bir kere güneşin yüzünü... Karartamaz artık beni tek bir mammatus bulutu... Bahara gel dedim geldi. Aşka gel diyorum ne zamandır. Güneş ışınları haberini verdi. O da gelecekmiş yoldaymış.



Cirrostratus bulutları aşk gibidir. Çarpar insanı.
Aldanırsınız parlaklığına, ışığına açarsınız kendinizi. Yatağa düşersiniz sonra.


Aşk yüreği çarpar, cirrostratus bulutları direnci... Halsiz kalırsınız...

_________________________________________

Fotoğraf / A Fresh New Rain by Joseph Dannels

BAZI SESLER



Telefonum çaldı. Mutlulukla açtım. Karşımdaki ses, beklediğim ses değil. Daha kırılgan daha naif bir ses başladı konuşmaya;

- Nasılsın?
- İyiyimmmmmm. Sen nasılsın?
- Ben seni çok özledim. Gelecek misin yakınlarda.
- Belki bu cumartesi. Bir işim var gelebilirim. Belki...
- Gelsene... Lütfennnnnn... Çok özledim seni ben...
- Gelsem bile eve gelişim çok geç olur. Sen uyumuş olursun.
- Ben uyumam beklerim seni, kaç olursa olsun beklerim.
- Pazar görüşsek olmaz mı?
- Olmaz... Cumartesi gecesi mutlaka görüşmemiz lazım. ÇOK ÖZLEDİM.
- Söz vermiyorum. Gelemeyebilirim. Ama gelirsem, cumartesi gecesi sen uyumadan orada olacağım. Belki kitap bile okurum sana.
- Yuppiiiiiii.
- Ama dedim ya...
- Tamam tamam sözvermiyorsun.

_______


Bazı sesler vardır, bazı bekleyişler, bazı özlemler...
Sese ses vermeden duramazsınız, bekleyişi karşılıksız bırakamazsınız.
Bazı özlemler vardır, öyle büyür içeride farkına bile varamazsınız.
Öyle özlemişim ben de çocuk yanımı.
Birlikte yaptığımız muzurlukları.
Geceleri uyumadan önce anlatılan masalları.

Şaşkınım yedi tepelime gidiyor uzunca bir süre, ben de mi gitsem?


Stepne Abuşu, salak çocuğu, çetenin en küçüğünü, çetenin ablasını, çetenin en yaş almışını ama hiç büyümemişini, karşı kıyıdan karşı kıyıya bir sigara içimlik geçmeyi, sevdalarıma bakmayı boğazdan, içime denizin kokusunu çekmeyi özledim. Saçma sapan gülmeyi, durup durup kahkaha atmayı. Dalıp gitmeyi, sarsılıp kendine gelmeyi, yemeği, içmeyi, sokaklarda serseri mayın gibi gezmeyi. Ama en çok gülmeyi... Anlamsızca, hatta bazen çok anlamlı deliler gibi gülmeyi çok özledim. Ben galiba İstanbul'daki ailemi özledim.


Gitsem mi?

Hem taksimi, hem caddeyi, hem beşiktaşı, hem kanlıcayı, hem dostları hem aşkları, hem eskileri hem yenileri görebilirim böylece...
Hele bir hafta geçsin, sonu gelsin, düşünürüz... Bilemedim...



Tek bildiğim

Bazı sesler vardır...

Asla kayıtsız kalamazsınız.

Bazı bekleyişler...

Bazı özlemler...

_______________________________________________

09 Mart 2009

CIRROSTRATUS - CUMULUS - MAMMATUS


Uyandı sabah erkenden, her sabah olduğu gibi açtı müziği sonuna kadar... Dans etti keyifle... Gülümsedi kendine, camı açtı, bahardı beklenen, gelmişti. Işık hüzmesinden gülümseme indi toprağa. Kadın topladı her birini özenle. Birini gözbebeklerine, diğerini dudağının kenarına koydu. Yüreğine doldurdu kalanını. Çıktı yola yüreğindekileri dağıtmaya...


Selam verdi bir simitçi çocuğa, çiçekleri sulayan kapıcının karısına, sahipsiz tombul kediye, okula giden iki kız bir oğlana, karşı komşunun yakışıklı kocasına, yan apartmanda oturan şişman kel adamın güzel karısına, taksi durağında bekleyen yaşlı çifte, sinirle telefonla konuşan iyi giyimli beyefendiye, kulaklığından yükselen müzie ritm tutan delikanlıya, sevgilisine mesaj çekme telaşıyla servisi kaçırmak üzere olan liseli aşığa, ayağında terlik kutu toplayan çocuğa, kalaycı çingeneye, evine uyumaya gelen gece bekçisine, iki sokak ötede oturan travestiye, pavyon önünde taksicilik yapan şoföre, evlere servis yapan bakkalın çırağına, dükkanının önünü temizleyen tezgahtara, aç gözlerle bakan yavru köpeğe... ... ... gökyüzüne baktı sonra bir selam verdi cirrostratus bulutlarına...

O anda anladı günlerdir kustuğu sıkıntının sebebini; karıştı tekrar hayata; attı kendini yeşilliğin içine; bağırdı sesinin en mutlu tonunda, kahkahalarla...

"ah dikine gelişmiş cumulus bulutları günlerdir içimde büyüttüğüm sıkıntının asıl sebebiymişsiniz, ne çok suçladım geçmişi, ne çok kızdım gidenin ardından ben...

ah cumulus bulutları ah... mammatus bulutları ile bir olup, ölüp ölüp dirilttiniz beni... siz de lazımsınız ama bahar geldi... parçalı cumuluslar haber verdi...

bir sonraki kışa kadar hoşçakal sıkıntı, hüzün, keder... "


______________________________________________