16 Mayıs 2009

İÇ DÖKME KÖŞESİ - MİSAFİR KABUL EDİLMEZ


Oturmuş koltukta hayıflanıyorum bir günün daha bitişine... Oysa güzel bir gündü, keyifli... Anlatacağım başka bir yazımda. Balkondayım Beklerim adıyla... Ama içimden gelmedi o yazıyı düzenlemek, resimler koymak, süslemek... Oturdum evin köşesindeki koltuğa, kırdım dizlerimi, açtım bir Norah Jones, yumuşak yumuşak dinliyorum. İçimdeki tarifi olmayan - üstelik malzemesi bile belli değil - skıntıyı atmaya çabalıyorum. Atılmıyor. Balkona çıkıyorum. Sevdiğim, gülümseten bloglarda geziyorum. Dağılmıyor. Giderek boğuluyorum.

Kendimin en kuytusuna gidip oturuyorum. İçimde bir sıkıntı. Bugün aldığım haberden belki. Belki kendime dokunan ucundan. Belki hayatı sorgularken takılıp kaldığım bir andan... Sebebi çok, sebebi yok hallerimdeyim.

Tarifi olmayan mutlu anların sonrasındaki amansız, yola gelmez, söz dinlemez hüzün çeşmesinin başında durmuşum da kırılan testilere bakıyorum sanki.


Güvenimi aldı benden, geceleri rahat uyumalarımı ve sabahlara mutlu uyanışlarımı

diye haykırıyordu, kendisine tecavüz eden adamla mahkemede karşılaştığında. Dizinin senaryosunu yazan daha önce tecavüze uğramadıysa nasıl olur da yazabilirdi tecavüze uğrayan bir kadının haykırışlarını diye düşünürken yüreğime edilen tecavüzün sonrasında benzer kelimelerle boğuştuğumu fark ettim.

Uzun zaman oldu. Tedavisine geç kalınmış bir hastalık şimdi bendeki... Oysa tedavi oldum sanıyorsun. Hazırım diyorsun. Çevrendekileri kandırıyorsun bir süre. Seni tanıyan dost arıyor, mutsuz, temkinli, kızgınlığını gizlemeye çalıştığı düşük tonlu sesi ile... Kendini kandırmaya daha ne kadar devam edeceksin. Daha ne kadar onarmadan ruhunu dayanabileceksin. Daha ne kadar yüreğini acıtabileceksin. Daha ne kadar acını saklayabileceksin. Daha ne kadar yaralı yüreğini onaracak birini arayacaksın. Gönüllü olur mu sanıyorsun sana biri... Demiyor da sen o telefonu kapattıktan sonra sorularla kalıyorsun başbaşa. Oysa dostun sadece "lütfen diyor lütfen yeter..."

Görünmez olmak istiyorum...
_____________________________________________________

Fotoğraf / 1x.com

ÇIKTIM BEN DÖNÜCEM

Düşünceler kararınca, sisli bir gözaldanması ile bakıyorum dünyanın bana sunduklarına...

Bu aralar içimdeki kız çocuğu çıktı dışarı dolaşıyor sokaklarda, umrunda değil dünya... Yalnızlıktan delirdi zaar diyecek mahaldekiler... Delirdi de ne yaptığını bilmiyor. Aman öyle desinler, ne akıllı ne mükemmel, ne şahane diyeceklerine, deli desinler... Ama bilmeyecekler; delirmek hayata tutunmaktır tam ortasından, öyle sıkı öyle sıkı tutunursun ki, parmakların ağrır, sonra kolların, yüreğine vurur ağrısı da delirirsin ağrıdan. Ama bu delilik hali, kusursuzluk halinden iyidir aslında.

Güneşle randevum var, anlayacağınız ben çıktım. Kendim gibi bir deli ile karşılaşma umudum var. Olmazsa, tanırım kendimi; çok sürmez dönüşüm. Düşünceler gene kararır zamanla ve ben gene dünyanın bana sunduklarını sisli bir gözyanılması ile görürüm ki böyle olmasın istiyorum. Artık böyle olmasın.


Ama şimdilik çıktım ben...

________________________________________________

Beni tanımayana not: Umutla bakmaktan yorulur da insan son bir umut hadi der ya kendine... Bu bir hadi yazısı aslında...

Ve dostum, ben farklı olsun istemiyorum mu sanıyorsun. Yorulmadım mı? Kızgınlığın öfkeden değil biliyorum, hissettiğinden... Ama iyiyim...

Ve kapı önünde oturup bulutlarla konuşan beni yansıtan fotoğraf ise 1x.com

OLDU İŞTE



Gün devrildi geceye
Gece devrildi yarısına
Nasıl olur deme
Oldu işte
Ben oradaydım
Gözlerimle gördüm
Yüreğimle ağladım



Diğer yarısı aydınlanınca
Sabah dediler adına
Nasıl olur deme
Oldu işte
Ben oradaydım
Gözlerimle gördüm
Yüreğimle ağladım



İlki korkudandı gözyaşlarımın
İkincisi mutluluktan
Sen beni bir tek sevdam için mi ağlarım sandın




______________________________




15 Mayıs 2009

AKŞAM AKŞAM



Michael Buble, Call Me Responsible albümünden Me & Mrs. Jones çalıyor ve yaz akşamını aratmayan ılık rüzgar balkondaki yalnızlığıma arkadaş oluyor. Sohbete koyuluyoruz akşam akşam. Neden diyor, sevdim diyorum, nedeni yok... Tanımıyorsun bile diyor, gülümsetiyor beni diyorum, tanımam gerekmiyor...

Rüzgar dallara değdikçe çıkan sesi duyuyorum. Ya üzerse diyorlar, ya çok mutlu ederse diyorum... Ya ağlarsan diyorlar, ya mutluluktansa diyorum... Ya giderse diyorlar, ya gelirse diyorum...

O sırada rüzgarın yan evin tahta kapısını çarptıkça çıkarttığı sesi duyuyorum... Çok seversen, çok acırsın diyor, çok seversem çok mutlu olurum diyorum... Anlamazsa geçmez zaman diyorlar, anlarsa yetmez zaman diyorum...

Rüzgara kanan uğur böcekleri konuyor balkonuma, fısıldıyorlar kendi aralarında... Aşka aşık halleri öldürecek bu kızın bizi diyorlar, aşk olacaksa sonu denemeye değer ölüm bile olsa diyorum...Söylemezsen bilemez ki diyorlar, hisseder o beni diyorum... Yeterince istemiyorsun ki diyorlar, korkuyorum diyorum...

Earl Klugh, Heard It Through The Grapevi çalıyor... Living Inside Your Love albümün adı ve ben hayatın tesadüflerini seviyorum...

TENİNİ ÖZLEDİM

En çok sabahları özlüyorum seni. Hani ben erkenden uyanırdım da, sıcaklığına sokulurdum usulca. Dalardım tekrar kollarında uykuya. Sarmaş dolaş olurdu bedenlerimiz ve ellerimiz illa tutardı birbirini: Bırakma beni bırakmam seni dercesine.

En çok sabahları özlüyorum seni. Bacaklarımız birbirine dolanırdı da iki yaramaz kedi yavrusu gibi mırıl mırıl keyif sesleri çıkartarak başlardık ya güne... Kaç sabahtır böyle uyanmadım ben güne... Kendime sarılmalarım yordu beni, tutmalarım ellerimi. Yüreğimde bir soluksuz kalış, bir telaşlı uyanış güne. Sanki nefes almasam gözümü açtığımda ve kalkmasam yataktan çarçabuk... Başlayamayacağım yeni güne.

Bazı sabahlar teninin kokusu geliyor burnuma... Bir sızı bırakıyor, içimde bir damla gözyaşı. Aktı akacak hallerim vardır ya benim. Hani nefesime sokulursun da, avucunu yüzüme kapatır, yavaşça aşağıya kaydırır, sihirli bir dokunuşla gülümsetirsin ya beni. Avucunu özledim. Gelip değiştir içimi. Yok et sızımı, iki yaramaz kedi gibi mırıl mırıl uyanalım güne. İçimde bir gülüş saklı kalsın, sadece, sadece gözlerimi gören anlasın: Hala tenini özlediğimi...