26 Temmuz 2009

YASDAYIM

Gece karanlık...
Gece hüzünlü...


Uzun zamandır esen rüzgar;
"En kötü karar kararsızlıktan iyidir" diyor.


Hani eskilerin deyimiyle plak dönüyor;


"Yoksun
Yine varlığım sürükleniyor
Sensizliğim bilinmiyor
Sen gittin gideli ellerim hep titriyor
kalbim bu acıyı gizliyor"


Ben bir sigara yakıyorum geceye, dumanı yol alıyor.
Duman olup geceye karışmak istiyorum.


Olmuyor.
"Çok zor o kadar yıl sonra itiraf etmek
Bu aşkı bertaraf etmek
Bu kez sana söyleyecek ne çok şey vardı
İsterdim bak unutmadım demek"


Plak dönüyor;
İçimi bir hüzün kaplıyor.


"Yıllar sonra bile hiç kimseye söyleyemedim
Bu sevdayı kalbime gömdüm"


Düşünüyorum...


Var mıdır kalbe gömülen sevdalar.
Yürek taşır mı, dayanır mı, eskisi gibi çarpar mı?
Bir sigara daha yakıyorum.
Ateşi kor yüreğim.
Dumanı vuslata sitemim.
Külleri...
Söze ne gerek anlayın işte budur benden geriye kalan.


Dayan yüreğim dayan.


Plak dönüyor...


"Şimdi eşim dostum beni hastayım sanıyor
Yastayım hiç kimse bilmiyor"


Hüznü bir köşeye koyuyorum.
Eski fotoğraflara bakarken bir anı gelip beni buluyor.
Gülümsüyorum.
Hüzün yasla karışıyor,
Karışıyor da...
Aşk hala her şeye rağmen nasıl bu yürekte kendine yer buluyor, işte bunu bilmiyorum.


Plak duruyor...


Kalbim hala taşıyor, hayır hiç ağır gelmiyor
Eskisi gibi de çarpıyor üstelik


Ama neden bilmem...
Bu gece bana ağır geliyor,


HİÇ KİMSE YASIMI BİLMİYOR...




14.06.2006


_________________________________________

Fotoğraf / Despair© Mel Brackstone

BİR GÜN



Günlerden bir gün...

Uzaktaki dağların tepesindeki karlı sevdaları düşlüyorum. Balkonumdan görülen manzaranın ihtişamı, yüreğimdeki yalnızlığa kafa tutuyor. Kalabalık ailelerin o şaşalı pazar keyiflerine özeniyorum. Dayımla teyzemin yaşadığı çocukluğumun bayramları geliyor aklıma. Dalıyorum düşlere...
Sonra, günlerden bir gün:

Uzakta çok uzakta bir evin bahçesinin mangaldaki etlerinin kokuları dağ kekiklerinin kokusuyla dans ederek geliyor burnuma adeta. Telefonun sesine irkiliyoruz. Babam "ama dağdayız..." ... "eee gelin tabi, akşam mangal yaparız" diyor ve yolu tarif ediyor. Aile dostlarımız geliyor. Mutluyum... Bir kez daha beni duyuyor. Yakınım ya ondan herhalde diyorum. Kafamı kaldırıp buluta bakıyorum. Teşekkür ediyorum. 1-2 saat geçmiyor, şen şakrak bir coşku oluyor evin içinde, bahçede... Mangal hazırlıkları için herkes bir görev alıyor. Salatalar, etler, yakılacak ateş, bahçeden toplanacak biber domates görevleri birbir dağıtılıyor. En güzelini ben alıyorum. Karabaşla oynamak, boğuşmak ve sonra ona yemeğini verip yemek için masaya oturmak...

O sıra telefon çalıyor. Babam; "ama dağdayız..." ... "eee gelin tabi, mangal hazır" diyor ve yolu tarif ediyor. 1 saat sonra masaya sığacak mıyız diye bakınırken buluyorum bizimkileri: 11 kişi olduk diyor annem. Arka bahçedeki masayı kullanalım. Bir ses güne damgasını vuruyor. "2 idik 3 olduk, 3 idik 5 olduk, 5 idik 7 olduk, 7 idik 11 olduk..."

Hepimizde bir neşe... Mangalın kokusu dibimde. Ben eriğin dibinde. Erik adamın dibinde, bira adamın elinde... "Ah hayat sen ne keyifsin çoğu zaman..." Başımı kaldırıyorum akşam serinliğine, ahlata bakıyorum. Ahlata gülümsüyor ve teşekkür ediyorum. "Hayat bugünlerde seni seviyorum."

Bazen öyle şaşırtıyorsun ki; bizim karabaşın hatun doğum yaptı 2 gün önce, adamı eve almıyor. Karabaş napsın, nerede bir serinlik gidip kendini oraya atıyor. Nice sonra hatun kişisi gelip karabaşı kontrol ediyor. İki kokluyor, bir sırnaşıyor ve o sırada yavrularının durduğu yerdeki kapının ağırca rüzgardan kapanışına kulak kabartıp, dört nala yavrularına koşuyor, karabaş yarım kalan keyfi ile çamın altındaki gölgede düşlere uzanıyor. Masadan bir kahkaha kopuyor: Annelik ve babalık üzerine, şakalaşmalar alıp başını gidiyor.

Mangal hazır çanı çalıyor; bir telefon da beraberinde... Birden mangalcı elindeki maşayı bırakıp, telefonuyla uzaklaşıyor. Beklenen kötü haber geldi. Gece karanlığı çökerken, sessizlik her yeri kaplıyor. Ne karabaş, ne hatun, ne de mangaldaki kordan çıt çıkmıyor. Koca kara mangalcı sarsıla sarsıla ağlıyor. Çatal ellerden düşüyor, yüzler, neşe, keyif... Hepsi tek tek düşüyor. Koca kara mangalcı gözyaşlarını üzerine siliyor. Masada herkes birbirine bakıyor, sonra eğiyor kafaları hayata bakıyor.

Hayat diyorum bazen ne acımasızsın...
Ahlata bakıyorum, yoksun, bulut çoktan gitmiş zaten, ayı görüyorum hilal: Uzun uzun bakıyorum, uzun uzun susuyorum.
Teşekkürlerimi geri ver diyorum: Hiç yakışmadı böyle bir geceye ölüm, ama hiç...






25 Temmuz 2009

HABERİN OLA!




MÜRDÜM ERİKLERİNİN DALLARINA KURDUM YATAĞIMI


Buram buram kokun geldi sabahın telaşına
Serinliği geldi teninin...
Bilsen nasıl özledim seni
Bir tebeşir izinde gelirdin peşime
Bugünleri katık edip kelimelerine
Biliyorum
Yüreğinden taşar gelirdin

Buram buram kokun geldi sabahın telaşına
Sıcaklığı geldi ellerinin...
Derin bir iççekiş eşlik etti gözlerine
Koklayıp uzandın usulca yanıma
Ilıklığı geldi nefesinin...


***

Haberin ola, sevdim seni, hem de çok





İTHAF


Hüseyin Alemdar kime ithaf etti bilemem T'ye derken ama ben tebeşirle yazıyorum duvarlara adını...





1



Akşamları eskil şiirler mi yazılır

- bütün tensel sözcükleri kokladım gövdende -

akşamlar ki usulca kendine kapanan gri şiirler gibidir

ki yitirdiğim şiiri buldum teninde.



2

Sen ki bir zambağın terleyen sesisin şimdi


3

Ağzının yanan ateşini öpüyorum işte
yanan ipek ateşini ağzının -

Göğsümde gecenin uğultusu duyuluyor!


Ağzın: Akşamın göğü öptüğü yerde uçuklayan lale


Lale: Beyaz beyaz beyaz uçuklayan ağzın



4

Dilimde gizil beyazlığı teninin,


5

akşamıma dayadığın ağzını öpüyorum

akşamım ki kasığıma terlemiş

ten kokulu bir zambak

6

Ve gecedenizi etinde öldüm!




____________

1992

(*) Hüseyin Alemdar şiiri






24 Temmuz 2009

KURULMUŞ CÜMLELER / 3


"Zaman yoksa, artık çok geçse herşey geçmişte olup bitmiştir. Bu durumda yapılabilecek bir şey yoktur. Biraz çabalarsak belki olup biteni anlayabiliriz. Zamanı yitirmek, yalnızca bugünü yitirmek değil, hem bütün bir geçmişi, hem de boydan boya geleceği yitirmektir. "

Mehmet Serdar