Yanyana yatıyorduk Sokak lambasının aydınlattığı iki kişilik yatağımızda; ben bir yalnızlığı büyütüyordum, o yepyeni bir heyecanı; farkındaydık olan bitenin... Karışırdı bazen arkadaş olma halimizle, sevgili olma halimiz birbirine... Ya da şöyle demeli, son zamanlarda karışıyordu işte... Ben onun herşeyi konuşabildiği kadınıydım. O benim susup da herşeyi içime attığım aşkım. Tavana bakıyordu. Suskundu, düşünceli. Olan onca şeyden sonra daha az konuşur olmuştuk haliyle. O anda vereceği cevabın, kalanımı da param parça edecek kadar hırpalayacağını bile bile sordum:
"Nerelere daldın... Yüzüne garip bir hüzün çöktü" dedim. Yüzünü bana dönmedi. Teni tenime değmiyordu. Ruhu benden çok uzaktaydı. Duyamayacağım ama duymamı istediği bir sesle
"Vicdanım sızlıyor" dedi.
"Genç bir kızın düşleri..." dedi, durdu. Bir iç çekti, bir parçam koptu...
Sessizlik aramıza bir duvar ördü... Bir iç daha çekti, bir parçam daha koptu... Sessizlik... duvarlara tel örgüler çekti. O anda üç dakika önceye dönüp, o soruyu hiç sormamış olmayı diledim, ah ne gereksiz bir keşkeydi. Dağladım... Dağılacağımı bile bile, dağladım, suskun düşünceler gevezeliği... Sabaha kadar içime ağladım. Sabah cümlesini tamamlama ihtiyacı duyacağını hissedebilsem, hiç uyanmazdım ama öngörememiştim.
Henüz yataktan kalkmamıştık. Bana doğru döndü yüzünü:
"Sence de tuhaf değil mi, sence de vicdanımın beni bütün gece uyutmaması, tuhaf dimi? Duvarın üzerindeki tellere elektirik vermişti... Sarsıldım... Kollarını uzattı
"iyiki burada, yanımdasın"dedi. Bir elektirik daha... voltajı yükseltilmiş.
Çalışan kalbime, kalp masajı yapar gibiydi, her sıkı sıkı sarılışında bir yükleme kalbe... Son cümleyi hiç söylememiş olmasını isterdim ama söyledi:
"Biliyorsun değil mi, seni seviyorum, vicdanımın sızlamasını da anlıyorsun değil mi?"
O, evden ayrılır ayrılmaz salonun orta yerindeki sandalyeye oturdum. Soydum üzerimde ne varsa, bütün kirlerimden arınmaktı niyetim, bütün duygularımdan, bütün ağırlığımdan... Vicdanımın sesi çığlık çığlığa ağlıyordu. Ve yüreğim, o çok seven saçma sapan yüreğim, bağırıyordu. Aklımı oynatmak üzereydim.
Evet, aklımı oynatmak üzereydim!
Saatlerce, oturduğum sandalyede çırıl çıplak sallanarak düşündüm:
Değer... neydi sahi değer, benim için neydi değerin? Aniden ve kararlı bir kalkışla, kısa bir sürede giyindim, valizimi hazırladım ve bir kağıda şu notu düştüm:
Teşekkür ederim bir kez daha sana... Şaşırma! ne de olsa bu dünyanın ne kadar kahpe, ne kadar acımasız ve ne kadar vicdansız olduğunu öğrettin sen bana... Bir de vicdanın, değerden... Değerliden yana çalıştığını...
Şimdi gidiyorum... Öğrettiklerini ceplerime doldurdum, yüreğim şimdilik sende kalsın. Öğrettiklerini, kendi yürek süzgeçimden geçirip, kendi aklıma yakıştırabilirsem gelir alırım senden... Yoksa yüreksiz devam etmek gerek hayata, senin gibi vicdanlılarla karşılaşınca ayakta durabilmek adına...
Son Soru: Sahi neydi vicdan, bir kez daha anlatsana bana...
Son Açıklama: Ama bu sefer 5 yaşında bir çocuk bile anlayabilsin örneğini... Unutma 5 yaşında bir çocuk bile... Çünkü vicdan, 2 ila 7 yaş aralığında öğrenilirmiş ve bütün hayat boyunca bu öğreti üzerinden çalışırmış insanın vicdanı...
Son Not: Benim vicdanım sızladı mı diye hiç sormadın ama söyleyeyim; sızladı biliyor musun... bizim için sızladı...
_______________________________