25 Aralık 2009

HAK/SIZ/LIK

Bazı insanlar vardır, haksızlık söz konusu olduğunda, yeri, kişisi önemli değildir. Haksızlığa samimiyetle destek olurlar...


Bazı insanlar vardır, haksızlık söz konusu olduğunda, yeri ve kişisi önemlidir. Haksızlığa destek olurlar... Onların samimiyeti biraz şüphelidir...


Bazı insanlar vardır, haksızlık bir tek kendilerine yapıldığında sesleri çıkar, diğer zamanlarda etliye sütlüye dokunmazlar...


Bazı insanlar bazı insanlara, haklı olsun haksız olsun destek olurlar, onların samimiyetinin dayandığı yer,  çıkarlarıdır.


Bazı insanlar vardır haksızlığı kendileri yaparlar ve sonra da haklı olana ses yükseltirler ki, onların samimiyetsizliği su götürmezdir...


Bu nedenle haklının yanında olma hali, bir parça sevmekle ilgili gibi gelir bana... Bir parça hayatın içinde samimiyetle durmakla, bir parça ilkeli olmakla, bir parça sahte olmamakla, bir parça ahlakla, bir parça yürekle...



_________________________________________

Dün akşam eve dönüş yolu, bir iyotluk yolculuğun son durağı olan evime on kala telefonum çaldı... Ağlamaklı bir ses, içli içli, belli ki dokunmuş yaşadığı ona, belli ki ağır gelmiş... Cümleleri toparlayamıyor..

"Ben ondan küçüğüm diye, bir şey söyleyemeyecek miyim ben ona... Bu bir ekip çalışması ama o hiçbir şeyin elinden tutmuyor. Verilen hiçbir görevi yapmıyor... Sonra da bağırıyor... Hem ne yapayım 40ından sonra bu işlere kalkmasaydı..."

Gülümsüyorum son söylediğine, Allah'tan yüzyüze değiliz; kırılabilirdi neden gülümsediğimi anlamayıp, ama ben onun 40'ı çok görmesine gülümsüyorum. O 20lerinde bense neredeyse 40'lı torbaya gireceğim ya... Dikkatle dinliyorum, önce kusması gerek bir parça ki, yer açılsın anlatıcaklarıma... Nefes almaya başlayınca araya giriyorum. Yarın bana uğramasını, bu konuda beraber yapılan planı tekrar gözden geçireceğimizi, görev dağılımları konusunda nerede nasıl bir aksama olduğuna ve bu işi onun yetiştirememesi durumunda olası sonuçların neler olabileceğine bakacağımızı ve gerekirse bir B planı ile gemiyi karaya ulaştırabileceğimizi söylüyorum. Sesinde bir rahatlama ile deam ediyor konuşma bir yerinde, "bu haksızlık" diyor... "Bu haksızlık" diyorum. Teşekkür edip, telefonu kapatırken "iyi ki varsınız" diyor... Gülümsüyorum...

Yaşam beni bir kez daha pamuklara sarıyor; kesiklerimi  kapatmak için biliyorum. Bir ara,  uykuya bakıyorum ne kadar uzak benden bu gece diye, mesafeyi bilirsem ona göre bir tercih yapacağım, bir film seyredeceğim mesela benden çok uzaktaysa, mesafe biraz daha kısa gibiyse, oturacağım okuduğum kitaptan bir bölüm daha okuyacağım, yok 5-10 dakkaya kapımda olacaksa televizyona bakıp, biraz oradan oraya avarelik edeceğim... Derken, telefonum çalıyor... Geç bir saat, ses, yorgun ama keyifli... Konuşuyoruz, en çok hayattan... Sonra konu dönüp dolaşıp, sevdaya, aşka, ilişkilere geliyor... Onlar hayatın ta içinde konular... Uyku kapıdan göründüğü ile kalıyor... Hatta gittikçe uzaklaşıyor benden... Bir süre sonra gölgesi bile uzuyor. Uzun uzun dertleşiyoruz... Uzun uzun susuyor... Bir an geliyor, haksızlıktı diyor... Bir an, geliyor haksızlıktı diyorum... Gece soğuyor... Zaten gün içinde buza kesmemiş miydi hava... Ara ara güneş yüzünü gösterdiğinde, buz erir gibi olsa da, hava hala soğuk... Pencereden sızan soğuya, bir ısı yalıtımı gerek... Uyku kapıma gelip dayanıyor, ya şimdi ya da hiç diyor. Tehditkar tavrından ürküyorum. Telefondaki ses, kıyamam hadi uyu diyor... Kapatırken, "iyi ki varsın" diyor... Gülümsüyorum... Tüyden hafif yorganım, soğuğu kesiyor...Ilık bir uykuya dalmak üzereyim... Yaşam beni bir kez daha pamuklara sarıyor... Kesiklerimden kan damlamıyor... Sadece acıyor... Derin... Çok derin bir yara yavaş yavaş gün yüzüne çıkıyor... HAKSIZLIK BU... Ben onu gömmemiş miydim...

24 Aralık 2009

HAYAT MÜTEŞEKKİRİM SANA




Hayat tokat atarken...
Yaşam acıyan yerlerinizi pamuklara sarar...






Siz yaşamın kollarına bırakırsınız içinizdeki oynak kadını
Hayat...
Hayat durup dururken bir tokat atar...

Hak etmediğinizi düşüne durun
Yaşam bağırır yüksek sesle isminizi
Tam da dönecekken mutluluğa yüzünüzü
Hayat duyunca nefesinizi bir tokat da diğer yanağınıza atar...








___________________________________________


Yediğim tokatlardan hafızamı yitirmeden önce bir teşekkürüm var hayatın ta kendisine...
Öğrenmiştim daha önce; yürek, hiç dokunmasa ve hatta hiç öpmese de; sözüyle, gözüyle koruduğundan yanadır aslında...

Altını çizdiğin iyi oldu be hayat bunca yıl sonra, valla bak... İnan müteşekkirim sana... Tüm kalbimle... İstersen al senin olsun, ha biraz kırık ama olsun varsın, attığın tokatlara sayarsın...


____________________________________________________________

Görsel / devianART

İÇİMDEKİ OYNAK KADIN


'Nasıl güzelsin öyle'


İşyerinde genellikle Buena Vista Social Club, Macy Gray, Norah Jones, Lady Sings The Blues, Frank Sinatra albümleri dinleriz, radyo dinleyeceksek de ya Joy Fm açık olur ya da RadioLine... Geçtiğimiz günlerde, bizim çocuklar başka bir kanal açmış dinliyorlar... Türkçe yabancı karışık çalıyor... Kulağımın pasını alıyorlarmış böylece, kendi aralarında konuşup gülüşüyorlar birden bu şarkı çalmaya başlıyor... İçimde bir oynak kadın: Yerinde duramıyor... Hani iş yerinde olmasa, hani becerse fırlayıp atacak kendini açık ofisin tam ortasına... Yüzümde önüne geçemediğim bir gülümseme...

'Asılı kaldım sende' 

Bu sabah, trafik bir felaket, milim milim gidiyoruz. Dinlediğim radyo (Radyoline) reklamlara girdi, arama tuşuna bastım ve işte yine o şarkı... Sağım solum gergin insanlarla çevrili, kornalar, arabanın burnunu oraya buraya sokmaya çalışmalar, selektör yapmalar... Nasıl sakinim o telaşın içinde, nasıl bir gülümseme yüzümde, içimdeki oynak kadın canlanıverdi birden...

'Eline düştüm elimle aaaaa'

O yataktan kalkmak istemeyen, o sabah sabah sevgiliye nazlanan, o sabah sabah 'ama, ama biraz daha kalsaydım sıcağında' diyen kadın gitti, yerine neredeyse trafiği durdurup 'bi durun ya bi durun hiç mi aşık olmadınız, hiç mi dışınıza taşmadınız, hiç mi içinize kaçmadı oynak bir kadın/adam' diye avaz avaz bağıracak bir kadın geldi... 


Emir - Eline Düştüm

Mutluyum,
B.S.S.K. ツ




__________________________________________________

* Pembe kelimeler şarkı sözü...
Fotoğraf / deviantART

23 Aralık 2009

IP DEDEKTİFLERİ / BİR ADI OLMALI İNSANIN

2006'dan beri blog yazıyorum, bu benim ikinci blogum. İlk blogumu kapatmam tamamen kişisel nedenlere dayanıyordu: Boşanmıştım ve soyadım değişmişti, bir kadının soyadının değişmesi demek, bütün mail adresleri, banka kayıtları ile birlikte pek çok şeyin zaman içinde değişmesi demek... E, haliyle yazma istediğim tükenip bitmediği için ve artık o soyadını taşımadığım için de yeni bir blog açtım 2007'nin sonunda.

Yazmayı seviyorum. Kimliğimi herhangi bir zamanda herhangi bir sebeple gizleme gereği duymadım. Ne yazarken, ne yaşarken... Hep bir adım oldu: Evren... Bazen, beni sevenlerin beni tanımladığı şekilde de anıldım; havuçtan tutun da, başımın belasına kadar... Zaman zaman bir takma ismim oldu; eva, ama onun da ben olduğumu bildi herkes. Ben olmaktan hiç gocunmadım. Altına imzamı atamayacağım, adımı yazamayacağım herhangi bir işi ne yaptım ne de herhangi bir yazı yazdım... Sanılmasın ki; yaşadıklarım içinde sonradan dönüp baktığımda kendime yakıştıramadıklarım da olmadı, oldu tabi ki ama büyümek adına atılan adımlarda insanların yanlışlarının olması kadar da doğalı yoktur sanırım. Ama bu hataların altına da imzalarımı attım, bana ait oldukları için, beni ben yapabildikleri için...

Buradan farklı bir sonuca varılmasın "nickname" ile yazanlara, asla ve asla karşı değilim; herkesin kendi seçimi hangi kimlik altında yazılar yazıp, hangi yüzünü kendine yüz seçeceği ve tabi hangi kelimelerle hayata karışacağı... Ben benden sorumluyum... Bu nedenle burada ele aldığım hal kendim üzerinden, bir durumun resmedilmesidir...

Gelelim bana bu yazıyı yazdıran iki farklı olaya:

İlk defa küfredilmiyor bana bu hayatta... İlk defa beddua da okunmuyor... İlk defa da bu blog sayesinde sevilmedim bu kadar fazla... Sanal denen bloglara; kişisel zevklerin, renklerin, duyguların yansıtıldığı bu ortama; onların da bir yazanı olduğundan bir kimliği, bir kişiliği ve bir hayat duruşunu simgelediği gerçeği ile ve insanın söylediği ya da söyleyemediği şeyleri dillendirdiği yer olarak baktım. Söyleyecek sözüm varsa samimiyetle söyledim. Söyleyecek sözü olanların da aynı samimi duygularla dünyamı ziyaret ettiğini düşümdüm. Geçen aylarda aldığım bir yorumu burada yayınlamak benim terbiye sınırlarımı aşıyor, üstelik onunkini de aşmış olacak ki ADSIZ göndermeyi uygun görmüş. Ne de olsa ADSIZ denildiğinde bir kimlikten, bir kişilikten ve insan olmaktan sıyrılınıyordu değil mi, peki ne deniyordu bu adsız, hadsizlere?
__________________________

Başlıkta adı geçen IP dedektifleri ise; yarın öbür gün bu ADSIZın daha da HADSİZleşmesi  durumunda IP numarasını tespit ettirdiğim ve neredeyse açık adresine kadar elimde olduğunun altını çizmek içindir. Adsızın yazılarımı alıp, kendi blogunda yayınlaması da bir ironiyi içinde barındırır ki, bu konuda  sadece gülüp geçmek istiyorum kendisine...  Bu ADSIZın adı olmadığı gibi; duyguları, bunları dillendirecek yüreği ve aklı da yok. AKILSIZ, YÜREKSİZ VE ADSIZ... ve doğal olarak SÖZSÜZ kalır bölye zamanlarda insan?... NE ACI... (Ç)alıntı sözler, (Ç)alıntı bir hayat, (Ç)alıntı bir kimlik... NE ACI... (Bu arkadaş, üye olduğu platformdan uyarı aldığı için soluğu benim blogta alıp, iki satır küfretmişti...)

__________________________

(Ç)alıntı hayatlar... Hani şu bloglardan yazıları alıp, her hangi bir link vermeden ya da alıntı olduğunu belirtmeden kendi yazıları, anıları, yaşanmışlıkları, duyguları, akılları, yürekleriymiş o kelimeleri kaleme alan gibi çeşitli bloglara, sitelere, platformlara bu yazıları koyup, yetinmeyip gelen yorumları cevaplayanlar var, ben kendi adıma yoruldum artık YETER AYIPTIR demekten. Gün geçmiyor ki bir yazım, şiirim, yaşanmışlığım, serzenişim, duygum kullanılmasın... Olaya iki noktadan bakmak lazım, ilki fena, tecavüz hissi duyandırıyor çünkü, eh ikincisi az biraz iyi, vay be alıntı yapılacak kadar iyi yazıyorum demek ki, yanında hafif bir böbürlenme ile düşünün lütfen... İyice uç noktalarda şunu düşünmek de olası tabi: Adam emek harcamış, bloglar arasında dolanmış, vakit ayırmış okumuş, beğenmiş, kopyalamış... EMEĞE SAYGI LÜTFEN...

Bu sefer ki (ç)alıntılar iyice sinirlerimi bozdu... Fotoğrafından, benim verdiğim linklere kadar herşey öylece aynısı... Yani üzerindeki başlık bölümünde bir tek "Evrenin Dünyası" yazmıyor... Öylesine tıpa tıp aynı... Yahu Ela'nın gelişine yazdığım yazı bile alınmış. Ulan (çok özür dilerim ama okuyucu) sen ne bilirsin Ela kim, sen bilir misin Ela'nın annesinin benim hayatımdaki yerini... Hadi geçtim diğer yazılardan, ne diye özelimi de alıp senin yapıyorsun. Şuşum senin gibi birine arkadaş olur mu sanıyorsun... Sen (ç)alıntı bir hayatın içinde, kimliği, kişiliği, yüreği ve aklı olmayan sen... AYIP...HİÇ Mİ BİLMEDİN AHLAK DİYE BİR KELİME, HİÇ Mİ DUYMADIN SAĞDAN SOLDAN AHLAKLI OLMAKLA İLGİLİ SÖZLER... HİÇ Mİ DENK GELMEDİN OKUDUĞUN BİR BLOGTA... AYIP VALLA ÇOK AYIP... HA BİR DE VİCDAN VAR... VAR VAR OLMASINA DA SENİN YANINDAN BİLE GEÇMEMİŞ BELLİ... (Tahmin ettiğiniz üzere bu arkadaş da bir platforma üye, platform editörü gereğini yapacağını bildiren bir mail attı bugün, beklemedeyim...)

HEY SEN! (Ç)ALINTI YAPAN...
Şimdi al bu yazımı da koy bloguna, izin almana da, haber vermene de gerek yok...
AL KOY VE YÜKSEK SESLE OKU, OKUTTUR...
AYIP VALLA ÇOK AYIP kısmına gelince de bir ayna bul KENDİNE... BAK BAKALIM GÖRDÜĞÜN OKUDUĞUNLA BİR Mİ?


_________________________

Görsel / deviantART

(*) Farklı zaman dilimlerinde karşılaşılan (ç)alıntılar ve adsız bırakılan yorumlar için defalarca kaleme alınmış olmasına rağmen bu son olaya kadar bu tarzda bir yazının blogumda yer almasını uygun bulmadığımdan yayınlamamıştım... Hatta Biraz'ın Özgürce Yazabilme Özgürlüğü yazısına da bir yorum bırakmıştım ve yetinecektim bu kadarıyla da ama, işte bir ama, damarıma basılan, içimi sıkıştıran bir son dakika aması vardı ki, içimde kalmasın istedim...

İlk kez benim başıma gelmiyor, başına geldiğini bildiğim her arkadaşıma da elimden gelen desteği verdim, veririm de... Blog sahibi olmak özgürce yazabilme özgürlüğü olsa da özgürce (ç)alabilme özgürlüğü vermemeli bir insana...



22 Aralık 2009

ZAMANIN AKIŞI YAVAŞLADI



Norah Jones


L koltuğuna oturmuş düşünürken bugünü ve düşlerken yarını ve usul usul düşerken geçmişin girdabına, yalnızdı... Hiç olmadığı kadar diyemezdi, çünkü çok kere yalnız kalakalmıştı. Koşarken yarına ve soluklanırken bugünde ve usul usul saklanırken geçmişin girdabından, çok kere yapayalnız kalmıştı. İlk değildi, olmayacaktı, biliyordu. Geçerdi, geçecekti, geçmişti, biliyordu. Ağlamadı... Yo yo, hayır hiç ağlamadı. Sadece usul bir şarkı koydu, 2-3 mumla aydınlattı geceyi, gece kadar koyu siyah bir polar battaniyeyi sıkı sıkı sarmalayan bir çitf kol yaptı kendine... Sığındı... Kapandı, içine kaçtı... Yo yo, hayır hiç ağlamadı. Hem ağlayacak ne vardı... Geçerdi, geçecekti, geçmişti... Zaman dedi... Zaman... Sadece zamandı ihtiyacı olan... Gözlerini kapadı... Kendini zamanın akışına bıraktı.


Telefonun ucundaki ses, yarın görüşürüz dediğinde, titredi içi... Özlemişti. Çok geçmemişti son gelişinin üzerinden ama özlemişti işte. Bu gece evim şenlenecek dedi. Bir balık sofrası hayal etti. Tava barbun ve hamsi, yanında ızgara deniz levrek ve kalamarlar yanında bol salata... Salatayı elma parçaçıklı ve portakal soslu  yapmaya karar verdi. Bir iki de taze ceviz attı mı üzerine, ne güzel olurdu mevsim yeşillikleri... İyi ki kurmuştu yeni yılın müjdecisi çam ağacını; üzerinde kalpler, üzerinde renkler, üzerinde umutlar, üzerinde ışıltı... Bu gece evim şenlenecek dedi... Gülen yüzlere, gülümseyen bakışlar eklenecek. Balık masasında isteyene şarap isteyene rakı servis edilecek. Kahkahalar sinecek evimin duvarlarına, bir sevmek gelip yerleşecek köşe koltuğa, biliyorum bu defa kolay kolay gitmeyecek... Hiç kolay olmadı ki gidişi zaten...

Daldı düşlere, kurtuldu düşüşlerinden, sardı envayi düşünce balonu etrafını... Birden herbirinde helyum gazı olduğunu fark edince, teker teker her birini serbest bıraktı...  Biri gitti durdu köşede, diğeri çıktı camdan dışarı... Birinin gücü yetmedi kendine, salonun orta yerinde yere çakıldı... Biri döndü dolaştı yanaştı kadına, baktı yeşildi, aldı onu kollarına... Gözlerini kapadı... Yüzünde bir gülümseme, kendini zamanın akışına bıraktı...

Biliyordu, bu ilk değildi, olmayacaktı. Geçerdi, geçecekti, geçmişti, biliyordu. Ağlamadı... Yo yo, hayır hiç ağlamadı. Zaman dedi... Zaman... Sadece zamandı ihtiyacı olan... Kendini zamanın akışına bırakan düşlerinin kollarına bıraktı, usulca uykuya daldı...

________________________________________________

Fotoğraf / Neslihan Öncel @goodbye