Güzele vuran akşam güneşi |
Rüzgarın uğultusuna karışıyordu düşünceler.
Gidip gelmelere değil de savrulmalara yenik düştüler.
Düşünceler!
Birbirinden kopuk, parçalanmış, hor görülmüş, dikkate alınmamış, itilmiş bir köşeye...
Çıkıyorlar teker teker: anlaşılmak tek dertleri...
Rüzgar! Ahhhh deli rüzgar, kalbim gibisin, çarptıkça sertleşiyor kabuklarım.
Kabuğu çatlayan bir ceviz misali, düşüyor yere düşünceler,
üstelik içi kurtlu, kara kuru bir nüve.
Kabuklaşan düşünceler... Rüzgarda savrulur durur, başka da bir işe yaramazlar zaten.
***
Niyetleniyorum, tam bir instgramer olacağım, içimin "kazara yazarı" susmak bilmiyor. #evrencekaralama iyi bir etiket oldu bu anlamda, aklıma geleni, fotoğraf ile ilgisi olmasa bile, not ediyor gibi oluyorum, böylece bir gün yeniden "blogger" olmaya niyetlendiğimde elimde onlarca notum olacak yazıya dönüşecek diye de kendime bir teselli ikramiyesi vermekten geri kalmıyorum.
Disiplin ve düzen isteyen işlerden elimi çektim şu aralar. Kafa nereye biz oraya bir hayatın içinde #yolda2yolcu olarak yolları, uzak ya da yakın olsun fark etmez, kapı komşusu etmeye niyetliyiz. Herkes "siz ne güzel oldunuz" diyor, olacağız tabi, birimiz 60'a birimiz 50'ye merdivenleri dayadık, üstelik maviş ile hayalimize göbekten de ciddi bir şekilde bağlandık. Biz olmayalım da kim olsun? Şu yaşlarına kadar ömründe çadır bile kurmamış bir ikili olarak son 3 yılda cebimizden çıkarttığımız karavancılık ile gezgin olarak halimizden çok ama çok memnunuz. Çevremizdeki herkes "bayılıyoruz size" diyor. Versen mavişi 3 gün, 3 saat sonra geri dönecek olanları evleri bile geri almaz.
Her görünenin bir zorluğu var hayatta. Karavan hayali kuran erkeklere söylenen klişe bir laf var "eşin istemiyorsa hayal bile kurma" diye. Biz de tam tersi oldu, benim derdim gücüm, yollarda olmak, sevdiğim adam; mahalline yan oturmuş bıçkın delikanlı edasıyla "ben de uzun yol şoförüyüm, yaparız bi güzellik" deyince samanlık seyran oldu haliyle.
***
İnsan dilediğince yaşar mı gerçekten de hayatı?
"Gerçekler hayallerden ilham alır" lafını ettiğimden beridir ki, inanırım yürekten, hayal etmekten vazgeçmediğim şeyler için hep minnet duyuyorum şu yaşımda.
***
Biri 10 günlük yurtiçi (Marmaris ve Datça Yarımadası), diğeri 2 haftalık 7 ülkeyi kapsayan tur ki Viyana (hem "west" olanda hem de "neue donau" olanda konakladık) ve Veliko Tırnova gönlümüzde taht kuran iki kamp alanı olmuştu, 3 yıla onlarca kamp deneyimi sığdırdık.
Türkiye'de ilk ikimiz ise kesinlikle; Aktur ve Altınkamp. Ne yazık ki geçen sene sezon sonu olduğu için Aktur'da kalma fırsatı bulamadık, onun yerine Çubucak Orman Kampında kaldık ki, Ekim sonu nedeniyle harika anılarla döndük oradan da. Bu yıl ki planlar bambaşkaydı. Pandemi gelip dünyaya "he canım he, siz hayaller kurun ben yıkmasını bilirim" diyene kadar.
Kafamız iki elimiz arasında, dağa mı vursak kendimizi, denizler mi aşsak diye düşünüp dururken, "vişne" zamanı geldi çattı. İlk defa "vişne mevsimi" - ne güzel bir film adı olur ya da kitap - buralarda olunca kaçırmayalım bari dedik.
***
Ve kaçırmadık, eee reçelin sultanı annem Çeşme'de olunca da, fırsat bu fırsat deyip, Bursa'nın zeytin, vişne ve kayısı yetiştiriciliğinde bir efsane olma yolunda ilerleyen Doğru Çiftlik, Zeytincilik, Yaş Meyve Sebze Ltd. Şti.'den topladığımız üç beş sepet meyve ile düştük yollara.
İlk durak Çeşme... Vişne suları, reçelleri, kayısı marmelatları, kompostaları derken... Yaş getirdiklerimizi, şişelenmiş olarak alıp düştük yollara...
İkinci durak Altın Kamp...
Sevdiğimiz bir yer Altın Kamp; temel felsefesini kurucusu Tahir Altın'ın ekolojik felsefesinden alan, kalıcı bir doğa koruma projesi olarak sürdürülebilir ekolojik turizmin yaygınlaşması arzusu ile 1963'de temelleri atılmış bir aile işletmesi. Her yıl sezon dışı uğradığımız kamp alanı bisiklet tutkumuz için de ideal bir sürüş parkuru sunuyor. Sırtım orman önüm deniz hayaliminse resmedilmiş hali gibi. Ören; terlemeden yaz tatili yapılabilecek nadir yerlerden... Nasıl güzel bir esinti... Denizi soğuk diyorlar... Onlar kesin henüz annemlerin yazlıktaki berrak, içilesi ama dondurucu suları ile tanışmadı.
Sabahın erkeni, instagramer olmaya ramak kalmıştı. |
Neden bu yazının başlığı "kör gözün sessizlikle imtihanı" oldu, almayanlar için gelelim skincare - silence bilmecesine.
Gözler 50'ye merdiven dayamış yaşımın da verdiği hallerden dolayı, yakını uzaklaştırarak görebildiğinden beri, gözlükler gri kısacık saçlarımı vurgulayan bir aksesuar olarak günlük hayatımın vazgeçilmez bir parçası oldu haliyle. Beni tanıyanların tahmin edeceği üzere; sürekli bir gözlük unutmaca ve bulamamaca durumu ile karşı karşıyayım. Çoğu zaman "amannnnnn boşver görür benim gözüm deyip" oluruna bırakıyorum hayatı.
Yine öyle bir gün. Uyanmışım, mis gibi bir havaya vermişim selamların en güzelini. Oturmuşum, salon salomanje bahçe katımda günlük meseleleri takip ediyorum. Sabahın serini ile rüzgarın dallarla birlik olup yarattığı muazzam senfoniye kendimi kaptırmışım. Huşu bu olsa gerek. Ani bir dönüşle, hemen arkamda yer alan manzaranın muazzam büyüsüne çekiliyorum. Tembel bir "instagramer" olarak yerimden bile kalkmadan, basit ve uğraşsız bir hamle ile görüntüyü yakalayıp, üstüne bir de efekt buluyorum... Oh mis.
Ben o anın huşusu içinde yitip gitmişken ekranda silence yazdığını düşündüğüm efekti uygulayıp bir güzel instagramın "story" kısmına şahane anımı kaydettim: Sessizliğin içindeki huzur... Anlatılmaz yaşanır!
Gün içinde "cilt bakımı nedir ayol, spa merkezinde falan mısın" sorusu ile gelen mesajla kör gözüme sevgilerimi ilettim. Benim "s" ile başladığı için "silence" olabileceğine kanaat getirdiğim kelime küllüm saçma bir noktaya varıp "skincare" olarak yerini almış ölümsüzleştirdiğim anımla da zerre ilgisi olmamış. Durumu "güneşe çıkmıyorum ya, bir nevi cilt bakımı için çam gölgesinde oturuyorum" diye kurtarsam da; kör gözüm bu imtihandan ne yazık ki geçer not alamadı.