24 Ocak 2006

Su Damlası

Nar Çiçeği modelinden sonra aklıma mavi olanlarla da bir tasarım yapmak geldi. Her seferinde ayrı bir şey tasarlamayı sevdiğimden ufak tefek değişikliklerle yanda gördüğünüz kolye çıktı ortaya.
Bu sefer isim annesi bizzat kendimim.

Şuşu fotoğrafları görünce bir de şu beyaz örtüyü ütülesen dedi. Kat izlerinden de anlaşılacağı gibi. Oysa Şuşu'nun beyaz örtü dediği annanemin beyaz dantel ile çevrelediği bir yastık kılıfı.
Bir gün onun fotoğrafını da koymalıyım buraya. Hem dantelin hem annenemin.

Ne çok isterdim hala hayatta olmasını. Bana o bakmış çocukluğumda. Yaramaz bir kız çocuğu olarak az çektirmemişim ona. Yemek tabakları ile peşimden koştururmuş. Keşke diyorum görse şimdiki halimi. Belki de görüyordur kimbilir. Görüyor ve artık YEME diyordur.

Sizler eğer hala görebiliyorsanız sevdiklerinizi, çekinmeyin, içinizden geldiğinde mutlaka söylediğin onları ne kadar sevdiğinizi.
Ama bayıltıp bunaltmayında sevginizden.
Annemin de dediği gibi herşey dozunda güzel.

Evren
 Posted by Picasa

GECENİN GETİRDİKLERİ...

Sıkıntılı bir gün geçirdim aslında. Hava İstanbul'da alışık olmadığımız kadar soğudu. Eve kapanmak ve kolye tasarlamak için iyi bir fırsattı kuşkusuz. Akşam saatlerinde ziyaret etmeye alışkın perilerim gene şaşırtmadı beni ve 21:00 sularında geldiler. İyi de ettiler onlar sayesinde 2-3 tasarım daha yapabildim.
Ama temelde sıkıntımın sebebi dün annemden aldığım telefondu. Başının döndüğünü söyledi ama bu nedense bana hafifletilmiş bir açıklama gibi geldi. Ne de olsa iyice ihtiyaç duymadan asla doktora gitmezdi canım annem. Bugün yapılan tetkiklerde bir şey çıkmamış. Yarın devam edilecekmiş. Umarım önemli bir şey değildir. Kafam takıldı kaldı işte annemin söylemediklerine...

Herşeye rağmen mutlu uykuya dalacağım bu gece. Hayatta önem verdiğim ve benim için vazgeçilmez 3 adamdan ikisi bana yazdıkları yorumlarla nasıl da mutlu ettiler beni.
Üçüncünün hakkını yemiyeyim.
Canım babam daha bu siteden haberin bile yok. Olsa eminim sen de hemen yazardın düşüncelerini...

Kardeşim ve eşim yazmışlar bu gece... Teşekkür ederim her ikinize de. İkiniz de benden uzaktasınız şu anda. Ama ne kadar da güzellikler kattınız bu soğuk ve yalnız geceme.
En kısa zamanda bir araya gelip geceleri güne bağlayalım. Seviyorum ikinizi de...
İYİ Kİ VARSINIZ...

Madem aileye ayırdım bu geceyi, dünyaya bu kadar sevgi dolu bakabilmemi sağlayan, ilkeli, çalışkan ve dürüst olmanın erdemli bir insan olmak için yeterli olduğunu bana gösteren anneme ve babama; yazılarını okumaktan büyük keyif aldığım Haşmet Babaoğlu'nun bir yazısı aracılığla teşekkür etmek istiyorum.
Sizi çok seviyorum.
Ve galiba büyüyorum.
İYİ Kİ VARSINIZ...


***********____________ ************

BABAM BENİM (Haşmet BABAOĞLU)
Bir tarihte minik bir anket yapmış, yuva çocuklarının babalarını nasıl tarif ettiklerini araştırmıştık.İstisnasız hepsi "çatık kaş"tan söz etmişti."Baban ne yapar?""Kaşını çatar.""Baban nasıl biri?""Babam... e... şey... çatik kaşlı biri."Babaların uykuculukları, "hediye alan adam" olmaları, "gezmeye götürmeler" falan hep çatik kaş vurgusundan sonra gelmişti.Şaşılacak bir şey yoktu bunda elbette.Otoriteyi ve erkekliğin prototip yüz çizgilerini tarif et deseler, biz koca adamların bile aklına hâlâ önce babamızın yüz çizgileri gelmez mi?Onun çatık kaşlarından öğreniriz gücü ve iktidarın tartışılmazlığını...Oysa ne sıkıntılar çekerler kendi başlarına hayatla boğuşurken...Biz çocuklar hiç bilmeyiz, o yüksek otorite tepelerinin hayatın sert dalgaları karşısında nasıl sancılar içinde eğilip büküldüğünü!..Zaten bunu fark edip içimizde hissettiğimizde gerçekten büyümeye başlarız.Kralın çıplak olduğunu görüp şu acımasız hayatkarşısında onu bütün "çıplaklığıyla" sevdiğimizde gerçekten olgunlaşma çağımız açılır.Ama ne zordur o yolualmak!O çatık kaşların öte yanına geçmek, o yaralı müşfik kalbe dokunabilmek için ne çok zaman geçer!
***
Anneyle çocuk aynı atomun parçalarıdır.

Baba "dışarıdan"dır.O çekirdeğin çevresinde döner durur baba. içeri girmek ister bazen, bazen de sıkıntıyla dışarı çıkmak ister...O yüzden babamızla ilişkimiz bir bakıma ilk SOSYAL iLİŞKİmizdir.Yani biraz biz babalarımıza doğru gideriz. Biraz da babalarımız bize doğru gelir; bazen duraksayarak, bazen tökezleyerek, bazen de acemice, düşe kalka...
Tam da bu yüzden işte...Tam da bu yüzden annemizle iyi ilişkimiz bizi iç dünyamızla barıştırır ve babamızla iyi ilişkimiz ise bizi DÜNYA'yla, şu bildiğimiz dünyayla buluşturur, tanıştırır.
***
Bilelim ki... İnsanı anlamak annelerimizi sevip anlamakla başlar.

Hayatı anlamanın yolu ise babalarımızı sevip anlamaktan geçer.
Bilelim ki...Annelerimiz bizi gerçekten seviyorsa biz de kendimizi seviyoruzdur...
Babalarımız bizi bağrına basıyorsa biz de başkalarını korkmadan kucaklayabiliyoruzdur...
******************************

Siz de kucaklayın sevdiklerinizi.
Vakit kaybetmeyin.
Hemen şimdi sarılın sımsıkı onlara.
Evren

22 Ocak 2006

Nar Çiçeği

Bu haftasonu sadece 3 tasarım yapabildim. Uzun zamandır elimde olan üzüm salkımı gibi hayal ettiğim pembe boncuklara ilişkin bir tasarım gözümde canlandı. Bittiğinde gri pembe uyumunu ne kadar sevdiğimi fark ettim. Mat zincir üzerine büyük halkalarla iliştirdiğim pembe boncuklar Serpil ablaya nar tanelerini çağrıştırmış. İsim annesi odur yani.
Tam da mevsimi değil mi.
Sevgileriniz de nar gibi olsun dilerim.
Pazardan alın bir tane eve gelin bin tane...
Soğuk İstanbul günlerinde sevgi ısıtsın hepinizi.
Keyifli bir hafta diliyorum.
Evren
 Posted by Picasa

Güneşin Kolları

Günü yakalamakla ilgili düşünürken arşivi karıştırdım. Bulunca 'güneşin kollarını' siz de yakalayın istedim.
Sevgiyle kalın.
Evren
 Posted by Picasa

Günü Yakalamak…

Haftasonu önemli bir konuğumu ağırladım aslında. 7 yaşında yakışıklı, akıllı ve olaylara yaşının üstünde bir olgunluk ve farkındalıkla bakabilen benim minik sevgilimi. :)
Annesinin işi çıkınca o da teyzesi ve annenesi ile bana geldi. Playstation ile çeşitli oyunlar oynadıktan sonra ‘upwords’ e yeni bir yorum getirdik ve kelime yazma tahtası olarak kullanarak zorluk derecesi yüksek bir kelime bulma oyunu oynadık. Oyunu o kazanınca gece kitap okuma cezası almış oldum. ‘Çıngıraklı Zürafa’ adlı öyküyü okuduk sonrasında bütün sevdiklerine dua ederek uykuya daldı. Uykuya dalmadan önce konuştuklarımız kafama takıldı. Ne zaman yatacaksınız dedi. Ben de ona “uykumuz gelince” dedim. O da, “uykunuz geç gelince, siz de geç uyuyorsunuz, sabah da bir o kadar geç kalkıyorsunuz, gün bitip gidiyor” dedi. Ben de bunun üzerine ev halkına yeni bir kural getirdiğimi ilan ederek sert bir sesle buyurdum. “Ey ev halkı bu tarihten itibaren kim ki ATA uyandıktan sonra 10 dakika içinde yataktan kalkmaz işte o insan günü kaçırmış olur.” Bana kocaman bir gülümsemeyle baktı ve “ne yani sabah herkes erkenden kalkmak zorunda mı” dedi.
Oldum olası sevmem uyumayı. Annem anlatır, çocukken eve gelen misafirleri ne yapar ne eder sabahın köründe uyandırırmışım bin bir tembihe rağmen.

Ben günü yaşamayı severim. Işığı, güneşin yaydığı enerjiyi severim. Yeterince almalıyım günün bana verdiklerini. Umudu, yaşama sevincini…
Umudunuz hiç solmasın, yüzünüz hep ışıkla aydınlansın.
Evren
Posted by Picasa