26 Mart 2009

TIK TIK

Resmin üzerine tıklarsanız yazıyı okuma şansınız oluyor



Öğle saatlerinde iki mail aldım.
İki ayrı kişiden. Okudum ikisini de dikkatlice.
Birinde;
"anı yaşa" dedim kendime,
Diğerinde;
"vermeyi vaad etmediklerine kırılmak aptallık olur sadece" diyebildim kendisine...

Kısa günün karı saydım her iki cümlemi de...
Paylaşmak istedim beni sevenlerle.

25 Mart 2009

İSTEDİM



bil istedim
hiçbir şey yapmak gelmiyor içimden
oku istedim
kötüyüm
anla istedim geçmedim senden
gör istedim içimi


duy istedim çığlığını
ağla istedim yalnızlığına
gör yanlışlarını
anla doğrularımı


kapadın kapını bir akşam üstü bana
fesleğen kokusu yayıldı pencerenden
fırından yeni çıkmış taze patatesin kokusu geldi burnuma
yanında bira içiyordun besbelli
ağlıyor muydun acaba...


bil istedim
sen beni bil istedim
frezyalar evin her yerinde gittiğinden beri
ve sadece 2 mum yanıyor bir köşede, biri sana biri bana
bir müzik ancak sesi yükselirse duyuluyor
ya da sessizlik iyiden iyiye çökerse evin içine
bil istedim kötüyüm gecelerde


yazdım sana sayfalarca gittiğinde
anla istedim uyanmam bir daha güneşe
duy istedim martının açlığa çığlığını
karda uyuyan çocuğun üşümesini hisset içinde


kapadın kapılarını yüreğine
kapat
daha da sıkı kapat kapılarını
ben nasılsa açarım yine


bir yusufçuk çırpar kanatlarını bir yerde
ben duyarım
bilirim
ağlarım bize
nasıl bırakıp gittiğine
hangi yüzle geri döndüğüne
ağlarım ben ikimize

ben bu gece
duy
ağla
gör
anla
bu gece
bize ağla istedim
istedim
istemedim diyemem ki...
bir de
bil istedim yağmur yağıyor bu gece üzerime

________________________________________


ÖRSELENMEK - İLK - 6


ÖNCESİ... Uykuya yatmıştı da yatmasına, tutmamıştı uyku onu gene... Sabah ezanı okunurken kalktı yatağından...

Kadın hiç uyumamıştı... Kafası çok karışıktı. Neden yarın olmuyor diye düşündü. Sabah ezanını dinledi. Severdi. 5 vakit okunan ezan içinde en çok sabah ezanını severdi. Ezan okuyan bir arkadaşı, makamı farklıdır belki ondan dedi. Anlamazdı öyle makam falan... Dinlerdi ve severdi. O sabah tam da ezan bittiğinde telefonuna bir mesaj düştü.

Neden uyumuyorsun sen bu saatte...

Okudu... Gülümsedi... Yarın olmasını bekliyorum dedi içinden.


GÜNE UYANMAK dedi, böyle keyifli olmalı aslında. Sonra durdu düşündü, yarın da nerden çıktı dedi. Yarın bugün değil miydi... Güleç yüzlü adamla bugün yemek yiyeceklerdi. Kafası karıştı. Ajandasına baktı, evet dedi bugünün tarihini atmıştı.

20:00 Yemek, ANNELERİ DE GELİYOR...

Bu mesaj da nereden çıkmıştı. Hiç güleç yüzlü adama göre değildi. Anlam veremedi. Neyse ney dedi ve başladı hazırlanmaya. Akşam nasıl da sinirlendim dedi, sinirimden bütün adamlar öküzdür diye nasıl da bağırdım avazım çıktığı kadar. Güldü kahkahalarla, bazıları değildir canım dedi içinden. Ne de olsa tanımıştı bir iki tane öküz olmayan...

Çok değil 2-3 dakika sonra çaldı telefonu. Karşısındaki kahkahalar atıyordu. O da attı. Neden kahkaha attıklarını bilmiyorlardı. Yoksa biliyorlar mıydı? Sessizlik oldu, önce adam bozdu sessizliği...
"Nasıl da biliyordum dedi uyumadığını..." Sahi nerden biliyordu uyumadığını...
Sabah sabah olanları anlattı kadın. Adam dinledi. "Senin sorunun" dedi, "kızıyorsun aptal insanlara sen. Bırak onlar da aptallıkları ile yaşasınlar bu hayatta..."

Tanımıyordu sesi, ama bildikdi gülüşü. Demek ki dedi mesaj güleç yüzlü adamdan değil. İyi de kimdi ki bu adam...

Telefonu kapattı. Kafası karışmıştı. Telefonuna düşen mesajın kime ait olduğunu anlamak için, çağrı merkezine mesaj attı. 1-2 dakika sonra böyle bir numaranın kayıtlı olmadığı bilgisi geldi. Yüzü olmayan tanıdık sesin kime ait olduğunu çıkartamadı. Biraz daha oyalansa geç kalacaktı. Evden telaşla çıktı. Günlük proramının yoğunluğu içinde koşuşturacaktı. Bir de üstelik kuaföre gidecekti ve üstüne üstlük eve uğrayıp kıyafet değiştirip, geceye hazırlanacaktı. Bunları düşünürken telaşlandı. Bir yere yetişmediği ya da geç kaldığı görülmemişti ama her seferinde telaşlanırdı.

Öğlene doğru çaldı telefonu. Güleç yüzlü adam arıyordu. Programında bir değişkilik olmuştu. Haftaya ertelenmişti bütün program. Sesi küçüçüldü kadının. Adam yapma böyle dedi. Küçülmesin sesin. İnan elimde olmayan bir program değişikliği bu. Kadın konuşamıyordu. her seferinde inanıp, bekleyip, herşeyn yarım kalmasından çok ama çok yorulmuştu. Çıkmadı sesi. Adam anlattı durdu. Çıkmadı kadının sesi uzun bir süre. Adam kapatmak zorundayım dedi. Ve bir kez daha yineledi: Küçülmesin sesin.
Kadın kapattı telefonu. Oturdu masasının başına. Her yıkıldığında yaptığı gibi yazmaya başladı yüreğindekileri; adam bir av köpeği kadın da bir av kuşu gibiydi sanki.
Döküldükçe kelimeler peşi sıra bir şiir çıktı ortaya: EPANYOL BRETON VE ÇULLUK
...
...
...
düşündü kadınne hissettiğini biliyordu da
dillendirmek zordu
üzerine alınmak istemiyordu
o yokluk hissini
o çiğnenmişliği
o yutulmuşluğu
o üzerine bir bardak soğuk su içme halini
...
...
...

Koydu AN DEFTERİnin sararmış yapraklarının arasına... Kırılmıştı bir kez daha, inanmıştı bir kez daha. Kafasının içinde dolaşırken umutsuzluk, sabah ki mesaja takıldı. Kimsin ki sen dedi. Kimsin bu kadar tanıdık bu kadar uzak... Nasıl bir anlam katacaksın hayatıma...Yoksa yok etmeye mi geldi kalanımı...

Devam Edecek... ___________________________________________________ Devam Etti...

BU GECE ANISINA


Gecenin karanlığına karışıyor sesin.
Martı Jonhattan eşlik ediyor sana,
küçük kara balık yanında...
Sözler senin değil, ses mekanik
Çocukluğumdan çıkıp gelmiş gibisin
Ne güzel olur yanımda kalsan...
Bir hayal bile olsan...


Herşey tıpkı bu gece gibi olur gelsen
Şiirler okuruz geçmişimizden
Şarkılar yazarız geceleğimize

Sen gelirsen
Geceler yetmez bize
Vakit kalmaz sevişmelere

Sen gelirsen
Herşey tıpkı bu gece gibi olur
Sen kendi gecene uyursun, ben kendi geceme


___________________________________________


24 Mart 2009

YAZILANI YORDUM - 1


kadının geçmişi an gelir çıkar karşına,
bu güne kadar sevdiğini zannettiğin herşeyi silip götürür senden...
geçmişi şimdisidir ve geleceği senin değildir...
sen bırakmasan da, o geçmişini ve geleceğini alıp gider bir gün.
sen arkasından bakakalırsın.
ama dersin ama ben bir ömürlük sevgi biriktiriyorum senin gözlerinin içine baktığım her an. o da, şimdi de arkamda bıraktığım kederleri topla, bir ömürlük acı olsun yüreğine der.
sen, acıyı çok tattım ben, sen de öğrendim sevgiyi dersin.
o, yanlıştı herşey ilk başladığında hatırlasana, nasıl da herkes karşı çıkmıştı aşkımıza der.
sen herşeye rağmen sevdim dersin, o herşeye rağmen gider...
sen herşeye rağmen yanlışını görmezsin
sen kederler içinde söversin hayata
sen bir gece ansızın bir kadının koynunda bulursun kendini
sen kentin gri sokaklarında bir berduş
sen yaralı bir yüreksin
sen sevdasın dillerde destan
sen bir kadının en kuytusunda pervasızca dolaşan
sen bir gece ansızın, bir patlama sesi
sen bir gece ansızın, kafana sıktığın bir kurşunla duvarlara akan kan
sen bir kadının kalbindeki sızı
sen ananın yüreğini dağlayansın
sen kurda kuşa yem olansın
sen bir avuç toprak
sen seni terk eden kadının evindeki saksıdasın
sen kadının gözyaşları ile suladığı, herşeye rağmen ona açan bir çiçek
sen herkese herşeye rağmen sevensin
oysa sen
herşeye rağmen sevilmeyensin


________________________




_______________________


23 Mart 2009

ÖRSELENMEK - İLK - 5


ÖNCESİ... Kadın iki tekila gold shut attı. Eski günlere girmişti aklı. Güleç yüzlü adama kendini teslim edişine, her kapıyı çaldığında açışına, her kapıyı kapatıp gittiğinde arkasında kalakaldığına kızıyordu. Ama en çok, herşeye rağmen bekleyişine kızıyordu. Kitaba konsantrasyonunu kaybetmişti artık. Tek bir şeyi düşünüyordu. Bu kitap, bu öykü, bu yazarla nasıl bir bağı vardı. Yazarını internette araştırmıştı. Yok gibiydi kadın, hiç olmamış gibiydi. Kitabın çıktığı yayınevinden yapılan açıklama dışında, kadın hiç yaşamamış gibiydi. Üstelikte nasıl oluyordu da çok satanlar listesindeydi? Neydi onları bu kadar biraraya getiren? Nasıl bu kadar paralel olabilirdi, benzerlikler yaşanabilirdi ki; tamam kendisi de inanırdı hayatın paralellikler gösterdiğine de bu kadarı da fazla değil miydi? Kitabı aldı sehpanın üzerinden, ayracının püskülü takıldı gözüne. Kadının okuduğu kitabı araştıracaktı internette bir de adamın okuduğu kitabı. Nasıl olmuştu da ikisinden de haberdar değildi. Yoksa o kitaplar yazarın ileri de yazmayı planladığı kitaplara gönderme miydi? Belki de dedi...


Shutlar etkisini göstermeye başladı. Sakinleşiyordu. Belki de şöminenin sıcaklığıydı kadını sakinleştiren. Sallalan koltuğunda bir ileri bir geri gidiyordu. Uykusu gelmişti. Kitabı kucağındaydı. Bıraksa biri alacakmış gibi sıkı sıkı sarılmıştı. Kırmızı püsküllü ayracı, üzerindeki pijamanın paçalarındaki kırmızı biritler ile uyumluydu. Uyuya kaldı bir süre sonra. Şöminenin ateşi geçmek üzereydi. Üzerine aldığı battaniye İskoç deseniyle tamamlıyordu kareyi. Kadın huzurluydu, yüzünde bir tebessüm, elinde kitabı, "eee bebeğime eee eee" diyen anne sesi ile sallalan bir beşikteydi sanki.

Uykusu derinleştikçe bir rüyaya daldı.

Denizde ilerleyen bir vapurun yan tarafında oturmuş, sigrasını içerken, bir martı konmuştu yanındaki adamın koluna. Adam besledi martıyı, elindeki simiti çaya batırıp yumuşatarak. Kadın baktı adama; ne hassasiyet dedi. Yaşlı bir kadın geldi oturdu adamın yanına. Martı korktu kadının çirkinliğinden, başladı çığlık atmaya. Onun çığlığını duyan başka martılar gelip saldırdılar çirkin kadına. Adam sinirlendi yaşlı kadına, kalktı ayağa. Attı kadını denize. Kadın şaşıp kaldı adamın acımazsızlığına. Atladı kadının ardından vapurun köpüklerinin arasına. Kadını bulamadı, daldı derine. Bir martı ölüsüne denk geldi. Martıyı eline aldı. Hayat öpücüğü verdi. Martı bir çığlık attı hayata. Vapurdan çığlıklar yükseldi o anda. Dönüp bir baktı yukarıya, yaşlı çirkin kadın güvertedeydi aslında. Kadın yüzmeye başladı vapurun peşi sıra. Martılara yem veren adam, bir can simidi attı kadına. Kadın yakalamaya çalışınca fark etti, alevler çıkıyordu simidin kenarlarından. Tutamadı adamın attığı can simidini korkusundan. Adam kendi atladı suya. Köpüklerde kayboldular martıların çığlıkları arasında.

Kadın uyandı martıların çığlığına... Sönmüştü şömine ve düşmüştü kitabı... Kalktı koltuğundan, sarındı battaniyesine. Aldı kitabı yerden. Battaniyesini yerlerde sürüye sürüye gitti yatak odasna. Rüyayı anlamdırmayı sabaha bıraktı. O, geceye dalmak istedi bir kez daha. Düşlemek istedi güleç yüzlü adamı. Rüyasındaki adamın güleç yüzlü adam olduğunu bilmeden, uykuya daldı elinde kitabı.

Oysa güleç yüzlü adam kadının hayatındaki çirkinlikleri yok etmeye çabalıyordu. Ama kadın o çirkinkiklerin peşi sıra gidiyordu. Her martı bir çığlıktı hayata, lokmasını paylaşacak kadar çok seviyordu kadını. Güleç yüzlü adam ne zaman elini uzatsa kadın alevler çıkan can simidi gibi davranırdı adama. Adam yılmazdı, gene de atlardı kadının arkasından köpüklerin arasına; "biz"i kaybetme pahasına... Kadın bilmeden yattı, uykuya. Uyanınca da fark etmeyecekti zaten.

Devam edecek... _________________________________ Devam Etti...

ÖRSELENMEK - İLK - 4


ÖNCESİ...

Ella
Boston, 15 Haziran 2008
Bir önceki mesajında demişsin ki, "Romanını ili kez okuduktan ve Şems ile aranda bunca benzerlik gördükten sonra hayat hikayeni merak etmeye başladım. Bana nasıl Sufi olduğunu anlatır mısın?" Geçmişi konuşmaktan pek hoşlanmıyorum Ella, yine de sana anlatacağım...

Kitabı almasıyla, kapılıp gitmesi bir olmuştu. Kelimeler birbirini kovalıyordu ve o kitabı elinden bırakmak istemiyordu. 1 saatten fazladır o çay bahçesinde oturuyordu ve etrafdaki giderek artan kalabalık onun dikkatini dağıtamıyordu. Ta ki, bir kadının "Aşkım neden ısrarla o çay bahçesinde oturmak istiyorsun ki... Bak bu tarafdaki çay bahçesinin masa örtüleri daha güzel, hem koltukları da daha rahat" demesi üzerine adamın verdiği cevabı duyana kadar, "rahatlık değil ki beni çeken, baktığımda göreceklerimdir beni rahata erdiren" Kadın bu kelimeleri biliyordu, tanıdıkdı ses ve bildikdi cümle...

Kırmızı püsküllü ayracını dikkatle yerleştirdi, kapattı kitabın kapağını... Daldı derinlere. Baktı gözün görebildiği en uzak noktaya:

Genç adamı gördü. Arnavutköy'deki çay bahçesinde oturuyorlardı. Yan tarafdaki çaybahçesinin minderli koltukları daha rahat gibi dedi kadın, bu çaybahçesinin manzarası daha güzel dedi adam ve ekledi, insanı rahat ettiren nedir biliyor musun, gördükleridir. Balıkçıları seyrettiler beraber ve sohbet ettiler uzun uzun, ilk kez bir araya geliyorlardı ve adam kadını yakından tanımak istiyordu. Geçmişi anlat bana demişti ve kadın sevmem ama anlatacağım diye cevaplamıştı. Anılar anıları kovalarken, adam ilk kez o anda düşmekten korkma sakın, ben hep yanında olacağım demişti. Dönüp öpmüştü bir de yanağıyla dudağı arasında bir noktadan. Adama kanan kendini, en ihtiyaç duyduğu cümle bir çırpıda kulaklarına çarptığında parıldayan gözlerini gördü kadın. O günden sonra bir daha hiç göz göze gelmediler. Telefon ve maillerle sürdürdüler ilişkilerini. Nasıl tanımamıştı adam kadını. Bozulmuştu aslında ama belli etmemişti. Bir de tuhaf gelmişti, 2 gece önce konuştukları halde adamın onu tanımaması...

Genç kadın adamın arkasından bir iki daha seslendi. Adam kararlı adımlarla geldi çay bahçesine, biraz ileride bir masada denize yüzünü dönerek oturdu. Arkasından gelmedi kadın. Adam tek başına kaldı çay bahçesinde. Garip bir rahatlık vardı üzerinde. Umursamadı sanki kadının gelmeyişini. Hatta biraz zorlasan mutlu bile olduğunu çıkarabilirdin gözlerindeki gülümsemeden.

Neden sonra adam çay istemek için arkasını döndüğünde, kadını fark etti. Gülümsedi. Kadın da karşılık verdi. Adam ani bir hareketle yerinden kalktı. Kadın doğru geliyordu. Kadın nefesini tuttu. Tanımış olabilir miydi... Yok yok pek de tanımış gibi değildi yüzündeki ifade. Kadının masasına kadar geldi.

- Dün de karşılaşmıştık sizinle... Söylemeden geçemeyeceğim. Yüzünüzdeki ifade o kadar tanıdık ki...
- Dilerim sevdiğiniz birine benzettiniz...
- Daha çok aşık olduğum diyelim... Haftasonu için mi geldiniz.
- Kalacağım bir kaç gün daha.
- Elif Şafak okuyorsunuz. Sizin yaşınızda biri kendi romanını yazar herhalde. Yanlış anlamayın ve bozulmayın söylediğime, sadece yüzünüzdeki ifade, yarı yaşınızdaki bir kadından daha fazla bir hazineye sahip olduğunuzu söylüyor insana. Bir de tabi bakışlarınız. Haddimi aştım galiba. Ama elimde değil, vapurda gördüğüm ilk seferde de aynı duyguya kapılmıştım. Öyle iyi tanıyorum ki sizi. Keyfinizi bölmedim inşallah. Bakmayın benim densizliğime. Güzel günler dilerim, adada kaldığınız sürece...

Sonra dönüp oturdu aynı masaya adam. Bir sigara yaktı. Bir kitap açtı okumaya başladı. İnanamadı kadın kitabı fark edince. İki gece önce konuştuklarında önerdiği kitabı okuyordu adam. İçi sıkıldı iyiden iyiye. Nasıl olur dedi. Nasıl olur da tanımaz beni.

Telefon çaldı o sıra. Oysa nasıl da kaptırmıştı kendini kitaba. Kızdı telefonu sessize almayışına. Kırmızı püsküllü ayracını aldı, özenle kitabı kapattı. Telefonuna baktı. Güleç yüzlü adamdı. İyi ki sessize almamıştı telefonun...

- Söylemeyi unuttum, sevmezsin sen süprizleri kızarsın sonra, annemlerde gelecekler yemeğe.
- Neden?
- Neden mi? Hep beraber olalım diye.
- Tamam, iyi oldu haber verdiğin.

Telefonu kapattığında sinirinden ne yapacağını bilemedi. Şarabı bir dikişte içti. Kadehini bir kez daha doldurdu. Bir kez daha bir dikişte içti. Hep böyle yapardı. Garip halleri ne yorucu olurdu. Ne alakası vardı, anne babası ile yemek yemelerine ne gerek vardı. Şarap şişesini eline aldı. Dibinde kalanı kafasına dikti. Sakinleşemiyordu. Geçmişe gitti. Sinirlendi. Şömineye küfretti. Neden sıcaktı ki hem bu oda bu kadar. Balkon kapısını açtı. Soğuk yüzüne çarptı. Mutfağa geçti. Bir sigara yaktı. Neden açtım telefonunu sanki dedi. Neden kabul ettim yemek yemeği. Neden diye bağırdı. Zaten tatlı şarap doğru bir seçim de değildi. Okuduğu kitapdaki adama sinirlendi. Öküz dedi. Ne demişti bir arkadaşı. Her kadın hayatında en az bir kez bir öküze tapar. Bu da tapmıştı işte. Hem bu yazar ne garipti. Ne diye aralarında 10 yaş olan adamla kadını bir aşk hikayesinde anlatıyordu. Ne demekti ayrıca bir kez yüz yüze gelmek 10 yıl boyunca hep telefonla, emaille görüşmek. Hiç gerçekçi değildi. Zaten neden okuyordu ki kitabı. Güleç yüzlü adam da öküzdü. Kitaptaki adam da öküzdü. Bütün adamlar öküzdü.

Devam Edecek... __________________________ Devam Etti...