28 Mart 2009

KENDİNİ ANLAMA SORUNSALI


SERİM
Sevgili Yalnızlık Okulu varoluş sebebi gereği, ne deniyordu yönetim sistemleri litaratüründe: Misyon, evet misyonu gereği, yalnızlık sorunsalını incelemiş. Ve yazısını şu cümle ile bitirmiş ki, bence konunun mihenk taşı olmuş cümlesi:

Sonunun ne olacağını bilmediğimiz bir hayatın koynunda uyanmaktır yalnızlık…

Yazıyı iki kere okudum aslında. İlk kez dün akşam okudum ve şu yorumu yazdım:

Altı çizilesi bir cümle olmuş bitirişin yalnızlık sorunsalını. Meseleyi hayatın koynunda uyanmak boyutuna getirmişsin ya, sormak istedim sana, en çok sevdiğine, hiç gitmesin istediğine, dönsün diye geceler boyu içtiğine "hayatım" demez mi insan? Hayatın koynunda uyanmak bir parça sevdiğinin kollarında uyanmak değil midir zaten ve sevgiliye uyanmak aslında dönüp dolaşıp yalnızlığa uyanmak değil midir?

Soru sordum ya blog sahibine, bu sabah kalkınca merak ettim cevap yazmış mı diye... Nostatic yorum eklemiş yorumuma:

offf! evren n'aptın yaa :)

Ben de cevap verdim ona...

soru sordum nostatic ama yalnızlık beni dikkate almadı baksana :)

DÜĞÜM
Bu cevabı yazdıktan sonra yazıyı bir kez daha okudum. Ve merak ettim, bir çok blog yazarının merak ettiği gibi. Neden yazıyoruz? Neden yorum bırakıyoruz.? Neden cevap yazıyoruz? Tabii bu soruların hepsinin bir de olumsuz olanlarını eklemek gerek mutlaka...

Bir mim tadında oldu sanki... Ama bir mim değil. Kendini anlama sorunsalı...

Orta okuldaydım, edebiyat öğretmenim beni ve annemi nerede, ne zaman görse "Evren, gazeteci olsun hoca hanım - annem de öğretmendi - derdi. Üniversiteyi kazandığımda - İletişim Fakültesi o zaman özel yetenek sınavı ile alıyordu - sözlü mülakatta Sinema Televizyon Bölüm Başkanı, kalemin çok kuvvetli, bırak İletişim Sanatları diye tutturmayı, Sinema Televizyon' a alalım seni dedi. Babam ve annem yazdıklarımı okurlar ve desteklerler her zaman ve yazmaya devam derler. Arkadaşlarım da öyle...

Bunlar etki miydi, sonuç mu bilmem ama başlangıç olmadıkları kesin. İlk ne zaman yazmaya başladım diye düşündüğümde ki, çocukluk anılarımda bulursunuz detayını, hani şu küçüktüm annemin fırçasını alıp şarkı söylerdim tadında bir cevap verebilirim aslında size. Ama ben ilk ne zaman yazdığımı çok net hatırlıyorum. İlk yazdığım kişiyi de...

Ben genellikle içimde kalsıysa yazıyorum, kızdığımda, mutlu olduğumda, hüzünlendiğimde, aşık olduğumda, sahip olamadığımda, aslında karşımdakine a derken z demek istediğim anlarda... Ama ben o anları değil de, o anda bende kalanı yazıyorum daha çok. Karşımdakine geçmeyeni, geçmediğini düşündüğümü, geçmesin istediğimi... Ben kendimi anlattığım kelimelerle ve o kelimelerin sonucunda yazıyorum aslında:

Adam ve kadın hikâyeleri yazıyorum, geçmişe, geleceğe ve ana dair. Yüreğimden geçen en çok onlar… Yaşama dair notlarım da var aralarda hayata çivi niyetine çaktığım. Çiviler batar bazen ayağıma bir serzeniş olur kelimelerim. Zaman zaman merak edip kim ne demiş diye bakarım, izi kalanı paylaşırım satır aralarında. Hayat bir oyundur kuralını bilmediğim, bazen kazanırım bazen kaybederim. Kendime seslenirim, kendime kızarım, kendimi severim ama senden çok daha fazla değil inan. Anlatmak istediğin olursa, seni de dinlerim söyleyecek sözün varsa...

Söyleyecek sözü olanı dinliyorum ve aslında söyleyecek sözü olana benim de bir sözüm oluyor. Paylaşmak bu değil mi zaten.... Blog yazarlarının bazılarını düzenli okuyorum, hani şu anlam bulduklarımı ve tabi bir de merak ettiklerim var ki, o noktada daha çok başlık dikkatimi çekiyor, merak ediyorum ve mutlaka okuyorum.

Yorum bırakma konusundaysa mesele gene aynı aslında, söylenecek sözün olması... Her seferinde kelimelere kelime eklemek mümkün olmuyor ama bazı yazılar var ki, alkışı, takdiri, teşekkürü ve bazen sadece "... " hak ediyor ve aslında blog sahibine çok şey katıyor, en azından bana.

Bloga bırakılan yorumlara cevap yazma konusunu ise nezaketle bağdaştırıyorum. Hani kapınıza kadar gelen birine kapı açmak gibi... Ama evde yoksanız yapacak bir şey de yok tabi ya da ruh haliniz misafir kabul etmeye uygun değilse... O zama nda saygı duymak lazım blog sahibine. Ama ukalaca, sen gel yorum bırak beni çok da ilgilendirmiyor senin dediğin diyen blog yazarlarına denk geliyorum ki o noktada onların dedikleri de beni ilgilendirmiyor, okumuyorum bir daha.

ÇÖZÜM
Ve buradan blog yazma konusunda kendimi anlama sorunsalıma şu sonucu çıkarıyorum, ben paylaşmak için yazıyorum.

Nereden nereye geldim gene sabah sabah. Fazla uyudum, arpam bol geldi. Önce delerimi, sonra milerimi ve en sonunda da kilerimi kontrol edeyim de Şaşkınımı sinirlendirmeyeyim dimi?

Bu yazının yazılma amacı "hey yalnızlık neden cevap yazmıyorsun" falan değil. Lütfen yanlış anlaşılmasın, tam da aksine Nostatice verdiğim cevap yazdırdı bu yazıyı bana. Yorum bırakınca cevap beklemem ve ukala bir tavırla bir de dönüp hesap sormam yani. Yoksa yorum bırakmak da, bırakılan yoruma cevap verip vermemek de kişinin kendi kararı sonunda.

Bir arkadaşım ki çok severim kendisini ve yeri gelmişken belirtmeliyim ki, çok farklı bir anlam katmıştır hayatıma, bir mesaj attı geçenlerde bana, bana derken beni kast etmediğini belirteyim, içinde bulunduğu durumu özetlemek istemişti. Komik olan şudur ki; bu sabah aynı mesajı ben de kendisine ilettim.

Sadece ilgilendiğim kadar ilgilenilmek, sevdiğim kadar sevilmek istiyorum...

Hangimiz bundan farklı bir şey istiyor ki hayatta? (Farkındayım bu noktada bir kez daha oldum düğüm.Telaşa gerek yok, başka bir yazıda da bu düğümü çözerim.)


____________________________________________________

Not1: Yalnızlık; her hissettiğinizde, sırtınıza çantanızı alıp hayata tekrar, sil baştan başlamaktır aslında...
Not2: Şuşum bir de unutmuşsun ben ekleyeyim istedim, zarf olarak yazılan "tabii" çift "i" ile yazılır.

27 Mart 2009

GURURLU, COŞKULU TİYATRO

Uludağ Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Sahne Sanatları Bölümü, 27 Mart Dünya Tiyatro Günü’ne yakışır bir kutlama programı hazırlamışlardı. Üniversite yıllarımdan bu yana, tutkuları, gözlerindeki parıltıları bambaşka olan geleceğin sanatçılarını, genç oyuncularını seyretmemiştim sahnede.

Fuaye programında, öğrenciler seslerinde coşkularının
yansımaları ve yüzlerinde inanılmaz bir mutlulukla, müzikallerden ve şarkılardan seçkilerle karşıladılar konuklarını. Augusto BOAL’un, 2009 yılı için hazırladığı, 27 Mart Dünya Tiyatro Günü Bildirisi ile başladılar programlarına… İlk bölüm, Oyunculuk Anasanat Dalı Lisans I Öğrencileri tarafından hazırlanmıştı.

Kahramanlar ve Metaforlar – Yazgıya Bozgu

Yaşam da ölüm de anlatılıyordu sahnede, hüzün de coşku da…
Sevda da anlatılıyordu, nefret de…

Seçtikleri müziklerin üzerine sadece oyunculuk güçlerini ekleyip ölümü sergilediler bize. “İnsan-yaşam-eylem-yazgı-bozgu” dizgesi bağlamında, eylemlerini en uygun anlatabilecekleri bir metafor-obje ve müzik eşliğinde 12 trajik kahramanın öykülerini çığlıkları, gözleri, yüzleri, elleri, vücutları, yürekleri ile aktardılar bize. Kanımın donduğu, tüylerimin diken diken olduğu anlar oldu. Özlemişim sahneyi, özlemişim insanın insana değmesini, özlemişim yüreklerin tek olup atmasını.

Burada detaylarını bulacağınız karakterlerin 4-6 satırda anlatılan hikayelerini yaklaşık 5 dakikalık performanslarıyla anlattılar ki seyretmenizi çok isterdim.

Aiskilos’un Prometheus’u, Sophokles’in Aias’ı, Sophokles’in Kral Oidipus’u, Sophokles’in Antigone’si, Turan Oflazoğlu’nun Genç Osman’ı, Sophokles’in Medeia’sı, William Shakespeare’in III. Richard’ı, William Shakespeare’in Lady Macbeth’i, William Shakespeare’in Hamlet’i, Murathan Mungan’ın Yezida’sı, William Shakespeare’in İago’su, ve Federico Garcia Lorca’nın Yerma’sı, birer birer ölürken sahnede, siz şaşırıyorsunuz ölüm neden ve nasıl buluyor bir şekilde insanı diye… Ve belki de daha da şaşırıyorsunuz ölümün bir tercih olabildiği anlara…

Oyunculuk Anasanat Dalı Lisans II Öğrencileri tarafından oluşturulan 2. bölümde ise Cehennemlik Gölgeler projesini sundular ki; daha açılış sahnesinde, Haberci'nin sözleri bir tokat gibi patladı yüzlerimizde:

Özgüven yitimi yaşamaya başlayan birey, sadece kendi kaderini ve kurtuluşunu düşünmeye başlar. İşte hata da tam bu anda oluşur. Kaçınılmaz son bu anda oluşur. Kaçınılmaz son büyük cezadır. Tüm inanç sistemlerinde olduğu gibi cezamız sadece bu hayatta çekmekle yükümlü olduğumuz değil, tüm hayatlarımızdaki acıdır.

“Biri, insan tabiatıyla doğar da, insan gibi düşünmezse, işte bu insanlığın hudutlarını aşan düşüncesiz mahlûklar tanrılar tarafından ağır cezalara çarptırılırlar ”

Aias - Haberci

Aias - Cehennem Kapıcısı, Prometheus, Antigone, Medea, Klyteimestra, Hamlet; Ophelia, Edmund, Juliet, III. Richard, Lady Anne, Kraliçe Margaret, Prolog Anlatıcısı, Hekate, Haberciler; kendi cümleleriyle anlattılar öykülerini.

Perde kapandığı anda yüzlerinde kendilerinden duydukları gurur bile onları ayakta alkışlamaya değerdi.

26 Mart 2009

YASTIK



Bej üzerine kırmızı, lacivert çizgilerim var benim. Dar diktörtgenim. Kırmızı büyükçe kare olana yaslarım sırtımı. Tamamlarız birbirimizi onunla. Dururuz L koltuğun bir köşesinde. Sırtına destek olurum evin hanımının. Bazen başını yaslar bana. Korktuğunda kollarının arasına alıp sıkıştırır beni göğsünde. Eğer bir kavga varsa şakadan ya da siniriendirdiyse bir arkadaşı, alır fırtatır beni hiç düşünmeden. Nadiren yıkar beni, sökmek zor gelir iplerimi. Olmaz demeyin, özellikle sehpada oynanan bir oyun varsa, teklifsiz benim üstüme oturur arkadaşları, evin hanımı kıyamaz da kırmızı olanlara, yastık var mıydı diyene, beni uzatır gözümün yaşına bakmaz bile o anda. Nedense ben hep hor görülenimdir. Misal; laptop bacaklarını ısıtmasın diye beni koyar bacaklarının üzerine ya da kolunun altına koyar destek olayım diye, verir tüm ağırlığını, düşünmez taşır mıyım, ezilir kalır mıyım diye. Kırmızı kadifeler narin ya, benim pamuksu dokum tepe tepe kullanılı çok amaçlı. Misafir gelir eve, yastıkları kaz tüyü hanımım misafirlere bir de beni verir üstüme hiç yakışmayan yeni kıyafetlerle. Ne diyorlardı ona: kılıf.... Sabahları özenle düzeltir hepimizi. Boy boyuz hepimiz. bazılarımız tek yumurta ikizi. İkişerli takımlar gibi diziliriz koltuklara. Düzeltir özenle her birimizi. Havalandırır. Kabartır koltuklarımızı her gece, olmadı sabahına mutlaka. Herkes kendi köşesine çekilince bakar uzaktan şöyle bir. Gülümser bize. Yerli yerinde bırakır bizi. Özenlidir hanımım, sevmez öyle dağınık ortalıkta duralım. Bilmez ki, o gelene kadar biz evde parti havasında... Her gece karşılarız bir kendisini askeri bir düzen içinde huzurla yayılsın tek kişilik L koltuğuna, dinlesin müziklerini, dalsın aşk kokan rüyalara... Her şeye katlanırım da dayanamam bir yaptığına: O her gece beyaz kılıflı yastığını alır koynuna... Bağırırım arka odaya giderken, duymaz beni bilirim, ama ben gene de söverim içimden hayata: Söyle! Adaletin bu mu dünya?


_______________________________________

TIK TIK

Resmin üzerine tıklarsanız yazıyı okuma şansınız oluyor



Öğle saatlerinde iki mail aldım.
İki ayrı kişiden. Okudum ikisini de dikkatlice.
Birinde;
"anı yaşa" dedim kendime,
Diğerinde;
"vermeyi vaad etmediklerine kırılmak aptallık olur sadece" diyebildim kendisine...

Kısa günün karı saydım her iki cümlemi de...
Paylaşmak istedim beni sevenlerle.

25 Mart 2009

İSTEDİM



bil istedim
hiçbir şey yapmak gelmiyor içimden
oku istedim
kötüyüm
anla istedim geçmedim senden
gör istedim içimi


duy istedim çığlığını
ağla istedim yalnızlığına
gör yanlışlarını
anla doğrularımı


kapadın kapını bir akşam üstü bana
fesleğen kokusu yayıldı pencerenden
fırından yeni çıkmış taze patatesin kokusu geldi burnuma
yanında bira içiyordun besbelli
ağlıyor muydun acaba...


bil istedim
sen beni bil istedim
frezyalar evin her yerinde gittiğinden beri
ve sadece 2 mum yanıyor bir köşede, biri sana biri bana
bir müzik ancak sesi yükselirse duyuluyor
ya da sessizlik iyiden iyiye çökerse evin içine
bil istedim kötüyüm gecelerde


yazdım sana sayfalarca gittiğinde
anla istedim uyanmam bir daha güneşe
duy istedim martının açlığa çığlığını
karda uyuyan çocuğun üşümesini hisset içinde


kapadın kapılarını yüreğine
kapat
daha da sıkı kapat kapılarını
ben nasılsa açarım yine


bir yusufçuk çırpar kanatlarını bir yerde
ben duyarım
bilirim
ağlarım bize
nasıl bırakıp gittiğine
hangi yüzle geri döndüğüne
ağlarım ben ikimize

ben bu gece
duy
ağla
gör
anla
bu gece
bize ağla istedim
istedim
istemedim diyemem ki...
bir de
bil istedim yağmur yağıyor bu gece üzerime

________________________________________


ÖRSELENMEK - İLK - 6


ÖNCESİ... Uykuya yatmıştı da yatmasına, tutmamıştı uyku onu gene... Sabah ezanı okunurken kalktı yatağından...

Kadın hiç uyumamıştı... Kafası çok karışıktı. Neden yarın olmuyor diye düşündü. Sabah ezanını dinledi. Severdi. 5 vakit okunan ezan içinde en çok sabah ezanını severdi. Ezan okuyan bir arkadaşı, makamı farklıdır belki ondan dedi. Anlamazdı öyle makam falan... Dinlerdi ve severdi. O sabah tam da ezan bittiğinde telefonuna bir mesaj düştü.

Neden uyumuyorsun sen bu saatte...

Okudu... Gülümsedi... Yarın olmasını bekliyorum dedi içinden.


GÜNE UYANMAK dedi, böyle keyifli olmalı aslında. Sonra durdu düşündü, yarın da nerden çıktı dedi. Yarın bugün değil miydi... Güleç yüzlü adamla bugün yemek yiyeceklerdi. Kafası karıştı. Ajandasına baktı, evet dedi bugünün tarihini atmıştı.

20:00 Yemek, ANNELERİ DE GELİYOR...

Bu mesaj da nereden çıkmıştı. Hiç güleç yüzlü adama göre değildi. Anlam veremedi. Neyse ney dedi ve başladı hazırlanmaya. Akşam nasıl da sinirlendim dedi, sinirimden bütün adamlar öküzdür diye nasıl da bağırdım avazım çıktığı kadar. Güldü kahkahalarla, bazıları değildir canım dedi içinden. Ne de olsa tanımıştı bir iki tane öküz olmayan...

Çok değil 2-3 dakika sonra çaldı telefonu. Karşısındaki kahkahalar atıyordu. O da attı. Neden kahkaha attıklarını bilmiyorlardı. Yoksa biliyorlar mıydı? Sessizlik oldu, önce adam bozdu sessizliği...
"Nasıl da biliyordum dedi uyumadığını..." Sahi nerden biliyordu uyumadığını...
Sabah sabah olanları anlattı kadın. Adam dinledi. "Senin sorunun" dedi, "kızıyorsun aptal insanlara sen. Bırak onlar da aptallıkları ile yaşasınlar bu hayatta..."

Tanımıyordu sesi, ama bildikdi gülüşü. Demek ki dedi mesaj güleç yüzlü adamdan değil. İyi de kimdi ki bu adam...

Telefonu kapattı. Kafası karışmıştı. Telefonuna düşen mesajın kime ait olduğunu anlamak için, çağrı merkezine mesaj attı. 1-2 dakika sonra böyle bir numaranın kayıtlı olmadığı bilgisi geldi. Yüzü olmayan tanıdık sesin kime ait olduğunu çıkartamadı. Biraz daha oyalansa geç kalacaktı. Evden telaşla çıktı. Günlük proramının yoğunluğu içinde koşuşturacaktı. Bir de üstelik kuaföre gidecekti ve üstüne üstlük eve uğrayıp kıyafet değiştirip, geceye hazırlanacaktı. Bunları düşünürken telaşlandı. Bir yere yetişmediği ya da geç kaldığı görülmemişti ama her seferinde telaşlanırdı.

Öğlene doğru çaldı telefonu. Güleç yüzlü adam arıyordu. Programında bir değişkilik olmuştu. Haftaya ertelenmişti bütün program. Sesi küçüçüldü kadının. Adam yapma böyle dedi. Küçülmesin sesin. İnan elimde olmayan bir program değişikliği bu. Kadın konuşamıyordu. her seferinde inanıp, bekleyip, herşeyn yarım kalmasından çok ama çok yorulmuştu. Çıkmadı sesi. Adam anlattı durdu. Çıkmadı kadının sesi uzun bir süre. Adam kapatmak zorundayım dedi. Ve bir kez daha yineledi: Küçülmesin sesin.
Kadın kapattı telefonu. Oturdu masasının başına. Her yıkıldığında yaptığı gibi yazmaya başladı yüreğindekileri; adam bir av köpeği kadın da bir av kuşu gibiydi sanki.
Döküldükçe kelimeler peşi sıra bir şiir çıktı ortaya: EPANYOL BRETON VE ÇULLUK
...
...
...
düşündü kadınne hissettiğini biliyordu da
dillendirmek zordu
üzerine alınmak istemiyordu
o yokluk hissini
o çiğnenmişliği
o yutulmuşluğu
o üzerine bir bardak soğuk su içme halini
...
...
...

Koydu AN DEFTERİnin sararmış yapraklarının arasına... Kırılmıştı bir kez daha, inanmıştı bir kez daha. Kafasının içinde dolaşırken umutsuzluk, sabah ki mesaja takıldı. Kimsin ki sen dedi. Kimsin bu kadar tanıdık bu kadar uzak... Nasıl bir anlam katacaksın hayatıma...Yoksa yok etmeye mi geldi kalanımı...

Devam Edecek... ___________________________________________________ Devam Etti...

BU GECE ANISINA


Gecenin karanlığına karışıyor sesin.
Martı Jonhattan eşlik ediyor sana,
küçük kara balık yanında...
Sözler senin değil, ses mekanik
Çocukluğumdan çıkıp gelmiş gibisin
Ne güzel olur yanımda kalsan...
Bir hayal bile olsan...


Herşey tıpkı bu gece gibi olur gelsen
Şiirler okuruz geçmişimizden
Şarkılar yazarız geceleğimize

Sen gelirsen
Geceler yetmez bize
Vakit kalmaz sevişmelere

Sen gelirsen
Herşey tıpkı bu gece gibi olur
Sen kendi gecene uyursun, ben kendi geceme


___________________________________________