30 Mart 2009

MERAK ETTİM ?


  • Hayatınızda kalmasını istediğiniz bir arkadaşınız bir gece önce kötüyüm çok diye mesaj atsa ve o an uygun olmasanız, en geç ne zaman ararsınız?

  • İşler ters gittiğinde ilk ne yaparsınız?

  • Biri sizi çok kızdırsa ama çok, öfkenize yenilmemek için nasıl bir yol izlersiniz?

  • Biri sizden borç alsa ve zamanında geri ödemese, ona borcunu nasıl hatırlatırsanız?

  • Aşkından ölmek üzere olduğunuz adamı eve geldiğinizde bir kadınla sevişiyor görseniz, çığlık mı atarsınız yoksa tokat mı?

  • En yakın arkadaşınızı aradınız 3 kere üst üste ve telefonuna cevap vermedi, ilk aklınıza gelen ne olur?

  • Yolda yürürken tanıdığınız birini gördünüz ama kafasını çevirdi, ne yaparsınız?

  • Bir tiyatro oyununda telefonunuz çaldı, telefonu kapatmanız kaç saniyenizi alır?

  • Otobüs durağında sıra beklerken, sizden sonra gelen biri sıranın önüne geçti, insan evladına nasıl bir tepki verirsiniz?

  • Sevdiğiniz bir arkadaşınız sizi arayıp, aramıyorsun hayırdır dediğinde ona verdiğiniz cevapta ne kadar dürüst olursunuz?

  • Söylediğiniz yalanı unuttuğunuzu fark ettiğinizde durumu kurtarmak için yeni bir yalan mı söylersiniz yoksa durumu açıklığa mı kavuşturursunuz?

  • Aşık olduğunuzu fark etmeniz ile söylemeniz arasında geçen süre ne kadardır?

  • Artık aşık olmadığınızı ve hatta birlikte yaşamak bile istemediğinizi fark ettiğiniz ve söylemeniz arasında geçen süre ne kadardır?

  • Bir çocuğu mutlu etmek adına, bilerek ve isteyerek en son ne zaman bir oyunda yenildiniz?

  • Birini sinir etmek adına belki de hile yaparak en son ne zaman birini yendiniz?

  • Okeyde taş çalıp sonra da itiraf eder misiniz?

  • Ortak bir projede yan gelip yattığınız oldu mu?

  • Ortak bir projede hiç çalışmayan birini patrona ispiyonladığınız oldu mu?

  • Hiç kabahati olmadığı halde ağlattığınız biri olduğunda gönlünü almak için pasta mı alırsınız yoksa sarılır mısınız?

  • Arkadaşınız evdeyim uğra dedi, kapıyı çaldınız açan olmadı kaç saat kapı eşiğinde arkadaşınızı beklersiniz?

  • En son ne zaman ağlayan bir çocuk gördüğünüzde gözleriniz dolu dolu oldu?

  • Anne/Babanızı anımsayınca şükrediyor musunuz?

  • Abla/kardeşinize en son ne zaman hiç nedensiz sarılıp, iyi ki varsın dediniz?

  • Pazarcının aldığınız çileğin alt tarafını çürükleri ile doldurduğunu fark edince, ne yapalım bunları da birine satması gerekiyordu gibi bir yaklaşım sergiler misiniz?

  • Üst komşunuz gecenin bir yarısı müziği sonuna kadar açsa ve bir de tepine tepine dans etse, kaç şarkılık sabrınız vardır?

  • Çaldığı müzikler tarzısınız ile uyuşsa kalkıp dans eder misiniz?

  • Kül tablasını içtiğiniz sigaralarla birlikte salonda bıraksanız ve koca/karınız sabah kalktığında söylense, ertesi gece özen gösterir misiniz?

  • En son ne zaman sevdiğiniz birini yaptığınız süprizle ağlattınız ve o ağladığı için ona sarılıp ağladınız?

  • En son ne zaman deniz kenarına gidip iyotu içinize çektiniz?

  • Alışveriş yaptığınız marketten çıktınız ve fazla para üstü aldığınızı fark ettiniz, parayı geri mi ödersiniz, o parayı bir sokak çocuğu için süt almak için mi kullanırsınız?

  • Sabah uyanınca açan papatyaya, öten kuşa ya da gökyüzünün maviliğine hayran kaldığınız oldu mu?

Bu liste uzayıp gider aslında... Merak ettiğim ne çok şey var ilk defa tanımaya çalıştığım insanlarda. Ömrüm yetmez bazı sorularımın cevaplarını bulmaya...

Öyle ilişkiler var ki çevremde adam kadının en sevdiği yemekten bir haber, kadın adamın tuttuğu futbol takımından. Ama bakıyorum gül gibi geçinip gidiyorlar. Galiba fazla merak iyi değil? Bazı soruların cevabı olmasa da olur sanki...

Ben bazılarına 'evet', bazılarına 'hayır', bazılarına 'duruma göre değişir' ve bazılarına 'her zaman', bir kısmına 'asla' ve bir kaçına 'böyle yapan olur mu', bir kaçına da 'hadi canım' dedim...

Cevaplarımı merak etme, dedim ya fazla merak iyi değildir.

Bu cümlemden sonra aklından bildik cümleyi geçirme.

Hadi geçirdin diyelim, gülümseme.

Hadi gülümsedin, bari bana belli etme...





_________________________________________________________

29 Mart 2009

GEÇ KALMAMAK


Bir yanlışlık var yaşanmışlıklarımda...
Bir yanlışlık var anlara yüklediğim anlamlarda,
İnsanlara yüklediğim duygularda...
Bir yanlışlık var yüreğimin sızısında...

Nedenini bildiğim bir soru var bende.
Cevabı kayıp hazine haritalarında...
Yakalanmamak gerek korsanlara.

Yorgunum aslında gecelerden
Cümleler kurmaya sebep hecelerden
Bir kuşun kanadını çırpışından yorulup,
süzülüşü vardır ya havada...
Süzülmek istiyorum hayata.
Hiç kanat çırpmadan,
Bu gece uzak kalmak kelimelerden.
Dalında kuruyan bir yaprak gibi
Rüzgarın esintisi,
Yağmurun damla darbesi ile
Düşmek istiyorum olduğum yere

Bir yanlışlık var yaşanmışlıklarımda
Bir yanlışlık var anlara yüklediğim anlamlarda,
Bir yanlışlık var yüreğimin sızısında...

Nedenli sorularımın cevaplarını bulmak gerek

Geç kalmamak sabaha



Geç kalmamak sabaha



Geç kalmamak hayata




__________________________________

ETKİLEYENİ BULMAK

Kitabın görselini ararken ulaştığım bilgi ile başlayayım Sevgili Bekriya’nın kitap mimine…

AĞLA SEVGİLİ YURDUM / Alan PATON

Ağla Sevgili Yurdum, Güney Afrika Cumhuriyeti'ndeki ırk sorununu yalın bir biçimde, zekice ve tutkulu bir içtenlikle ele alan bir roman, okuyanı sarsan bir yapıt. Kendisi de Güney Afrikalı olan Alan Paton, bu romanında, olaylara yansız bir tutumla yaklaşır ve yüreğini de okurlarına alabildiğine açar. Ama sonuçta bir tartışmadan, bir duygusallıktan çok ötelerde oluşmuş bir sanat yapıtı çıkar ortaya.


Ağla Sevgili Yurdum, sıradan bir Zulu rahibinin, katil oğlunu, Johannesburg girdabında arayışının öyküsüdür. Dilinin İncil'i çağrıştıran yalınlığıyla çarpıcıdır, ırk sorununu yansız ele alışıyla da gerçekçi bir romandır. Bu roman 1984 yılında yayımlanmış, daha sonra oyunlaştırılıp sahneye de konmuş, filme de çekilmiştir. Etkili anlatımıyla, bu roman, dünyanın dört bir yanında büyük yankılar uyandırmış, Güney Afrika Cumhuriyeti'nde hala sürmekte olan siyah-beyaz çatışmasını ilk kez gözler önüne sermiştir.
______________________________

Öğretmen bir anne babanın çocuğu olmanın güzel tarafları vardır, oyuncaklarınız kadar kitaplarınız da olur ve hatta kitaplarınız oyuncaklarınızdan daha çoktur. Annem Can Yayınlarının tüm çocuk serisini almıştı bana. Bir de akıl çantası vardı, çeşitli akıl oyunlarının içinde bulunduğu… Güzel bir çocukluk geçirdim ben. Dolu dolu… Bugünkü aklımı o günlere borçluyum kısaca…

Bekriya, etkileyen kitap deyince, işler karıştı tabi. Her dönem etkileyen birden fazla kitap olmuştur beni ve bu mim sadece bir kitap diyordu. Aldı beni bir telaş… Güncelleri aklımdan geçirdim. Üniversite yıllarına gittim oradan lise, ilkokul derken okul öncesi… Yok çok gittim dedim, ilkokula geri döndüm. Küçük Kara Balığı buldum, Martı Jonathan mı acaba dedim… Küçük Prens vardı bir de aşkı ve yaşamı öğrendiğim… Of ne zordu etkileyen bir kitap seçmek… Nedense ilklerden biri olsun diye tutturmuştum, ne de olsa sonrakiler onun gölgesinde uzananlar ya da yan kolları olacaktı zaman içinde…

Sonunda karar verdim. Çocukluğumun hayallerini süsleyen ve hayata bakış açımı şekillendiren, insan olmayı anlatan ve din, dil, ırk ayırmadan insan sevmemi sağlayan; Güney Afrika’da, hayaller kurup sokaklarında gezdiğim Johannesburg’da geçen kitabı seçtim. Küçük zenci çocuk, arkadaşım olmuştu o dönemde. En yakın arkadaşın kim deseler, onu anlatabilirdim sizlere. Neden beyazım, neden kötüyüm diye isyan ettiğim olmuştur. Teninin renginden utanır mı insan, utanır işte… Bugün teninin renginden, dininden, dilinden, görüşünden, görünüşünden dolayı ezen, sömüren, hor gören kim varsa; Aias’ın Habercisinin cümleleri yankılansın kulaklarında…

"Özgüven yitimi yaşamaya başlayan birey, sadece kendi kaderini ve kurtuluşunu düşünmeye başlar. İşte hata da tam bu anda oluşur. Kaçınılmaz son bu anda oluşur. Kaçınılmaz son büyük cezadır. Tüm inanç sistemlerinde olduğu gibi cezamız sadece bu hayatta çekmekle yükümlü olduğumuz değil, tüm hayatlarımızdaki acıdır.

Biri, insan tabiatıyla doğar da, insan gibi düşünmezse, işte bu insanlığın hudutlarını aşan düşüncesiz mahlûklar tanrılar tarafından ağır cezalara çarptırılırlar ”

Kitabın görselini ararken keşfettiğim bir de blogger oldu: Aysema, geçen yılki bir yazısında hem kitaptan alıntı yapmış - s.104-105-106 - hem de Alan Paton’un bir konuşmasında bu kitabıyla ilgili söylediklerine yer vermiş. Ben yazımda sadece konuşmaya yer vereceğim, alıntıyı buradan okuyabilirsiniz.

"Benim inancım odur ki: Korkunun gücüne karşı koyacak tek güç sevgi gücüdür. Eğer bu anlayış ve sevgi yitirilirse insanlık korku ve mutsuzluğa mahkûm edilecek, yaşam da dayanılmaz bir köleliğe dönüşecektir."
_______________________________

Merak ediyorum Yalnızlık Okulunun Sevgili Müdürü okuduğu hangi kitaptan etkilendi acaba? (Biliyorum yoğunsun ama ne zaman vaktin olursa o zaman yaz, senin kaleminden okumak zevkli olur.)

ZORU BAŞARMAK


İktidar bugün her yerde diye başladı cümlelerine...
Giydiğiniz eteğin boyunda... Bindiğiniz otobüste...Aldığınız ekmekte...İçtiğiniz çayda...Okuduğunuz kitaplarda... Seyrettiğiniz filmlerde...İçtiğiniz suda...İktidar bugün her yerde...


İktidar bir tek aşkda ve şiirde yoktur bilir misiniz? Çünkü aşk ve şiir karşı dururlar. Eşiklik bir tek aşkda ve şiirde bulur kendini. Aşk ve şiir sınır tanımaz. Taraf olmaz aşk da, şiirde de öyle... 65 yaşımda, hala ve inatla aşka ve şiire tutunmam bundandır. Dilerim ve isterim ki, aşık olun, şiir yazın, şiir okuyun... İktidara rağmen, karşısında ve dimdik ayakda durun.

Bu sözler Ahmet Telli'ye ait. Üniversitede devam eden Aydınlarla Yüzyüze Söyleşileri etkinlikleri kapsamında yaptığı konuşmanın bende kalan kısmını aktarmaya çalıştım size. Ahmet Telli, şiirlerini güzel okuyabilen nadir şairlerden... Sesiyle, tonlamasıyla saatlerce şiir dinleyebilirsiniz kendisinden ya da şöyle söyleyeyim ben dinlerdim o gün... Söyleşi tamamlanıp şiir okumaya başladı, ilki çocuksun sen oldu...


Çocuksun Sen


1


Dünyanın dışına atılmış bir adımdın sen
Ömrümüzse karşılıksız sorulardı hepsi bu
Şu samanyolu hani avuçlarından dökülen
Kum taneleri var ya onlardan birindeyim
Yeni bir yolculuğa çıkıyorum kar yağıyor
Bir aşk tipiye tutuluyor daha ilk dönemeçte

Çocuksun sen sesindeki tipiye tutulduğum

Dönüşen ve suya dönüşen sorular soruyorsun
Sesin bir çağlayan olup dolduruyor uçurumlarımı
Kötü bir anlatıcıyım oysa ben ve ne zaman
Birisi adres sorsa önce silaha davranıyorum
Kekemeyim en az kasabalı aşklar kadar mahçup
Ve üzgün kentler arıyorum ayrılıklar için
Bir yanlışlığım bu dünyada en az senin kadar
Ve sen kendi küllerini savuruyorsun dağa taşa
Bir daha doğmamak için doğmak diyorsun
Ölümlülerin işi bir de mutlu olanların
Onların hep bir öyküsü olur ve yaşarlar
Bırakıp gidemezler alıştıkları ne varsa


Çocuksun sen her ayrılıkta imlası bozulan

Susan bir çocuktan daha büyük bir tehdit
Ne olabilir, sorumun karşılığını bilmiyor kimse
Kötü bir anlatıcıyım oysa ben ve ne zaman
Bir kaza olsa adı aşk oluyor artık
Aşksa dünyanın çoktan unuttuğu bir tansık
Seni bekliyorum orda, o kirlenen ütopyada
Kirpiklerime düşüyorsun bir çiy damlası olarak
Yumuyorum gözlerimi gözkapaklarımın içindesin
Sonsuz bir uykuya dalıyorum sonra ve sen
Hiç büyümüyorsun artık iyi ki büyümüyorsun
Adınla başlıyorum her şiire ve her mısrada
Esirgeyensin bağışlayansın, biad ediyorum.

Çocuksun sen ve bu dünya sana göre değil


2


Çocuksun sen sesinin çağlayanına düştüm
Bir çiçeğe tutundum düşerken, ordayım hâlâ
Sallanıp durmaktayım bir saatin sarkacı
Nasıl gidip geliyor gidip geliyorsa öyle
Zaman benim işte, nesneleşiyor tüm anlar
Dursam ölürüm paramparça olur dünya

Çocuksun sen sesinin çağlayanına düştüğüm

Uçurum diyordun bir aşk uçurum özlemidir
Bırakıyorum öyleyse kendimi sesinin boşluğuna
Tutunabileceğim tüm umutları görmiyeyim için
Gözlerimi bağlıyorum geceyi mendil yaparak
(Gözlerim bir yerlerde daha bağlanmıştı, bunu
Unutmuyorum unutmuyorum unutmuyorum hiç)
Bir rüzgâr esse ellerin fesleğen kokuyor
Kırlangıçlar konuyor alnına akşamüstleri
Bu yüzden bir kanat sesiyim yamaçlarda
Üzgün bir erguvan ağacıyla konuşuyorum
Ayrılığın zorlaştığı yerdeyim ve dalgınlığım
Bir mülteci hüznüne dönüyor artık bu kentte

Çocuksun sen alnına kırlangıçlar konan

Bir bulutun peşine takılıp gittiğimiz yer
Okyanus diyelim istersen ya da sen söyle
Batık bir gemiyim orda, seni bekliyorum
Upuzun bir sessizliğim fırtınalar patlarken
Gövdem köle tacirlerinin barut yanıkları içinde
Ve gittikçe acıtıyor yaralarımı tuzlu su

Çocuksun sen, büyümek yakışmazdı hiç

Gülüşünün kokusuyla yeşerdi bu elma ağacı
(Soluğunun elma kokması bundandı belki)
Bir elma kokusuna tutundum düşerken
Sallanıp durmaktayım bir saatin sarkacı
Nasıl gidip geliyor gidip geliyorsa öyle

Çocuksun sen, çocuğumsun

Ahmet Telli

____________________________________


Evet iktidar bugün heryerde ve ne yazık ki gençlerin geleceğinde... Geleceği değiştirmek için karşı durmak gerek. Zoru başarmak için elele vermek gerek... Bugün hava güzel, gün güneşli, yarınlar da öyle olsunu düşünerek oy vermek gerek... Bugün iktidara karşı durmak gerek...

28 Mart 2009

KENDİNİ ANLAMA SORUNSALI


SERİM
Sevgili Yalnızlık Okulu varoluş sebebi gereği, ne deniyordu yönetim sistemleri litaratüründe: Misyon, evet misyonu gereği, yalnızlık sorunsalını incelemiş. Ve yazısını şu cümle ile bitirmiş ki, bence konunun mihenk taşı olmuş cümlesi:

Sonunun ne olacağını bilmediğimiz bir hayatın koynunda uyanmaktır yalnızlık…

Yazıyı iki kere okudum aslında. İlk kez dün akşam okudum ve şu yorumu yazdım:

Altı çizilesi bir cümle olmuş bitirişin yalnızlık sorunsalını. Meseleyi hayatın koynunda uyanmak boyutuna getirmişsin ya, sormak istedim sana, en çok sevdiğine, hiç gitmesin istediğine, dönsün diye geceler boyu içtiğine "hayatım" demez mi insan? Hayatın koynunda uyanmak bir parça sevdiğinin kollarında uyanmak değil midir zaten ve sevgiliye uyanmak aslında dönüp dolaşıp yalnızlığa uyanmak değil midir?

Soru sordum ya blog sahibine, bu sabah kalkınca merak ettim cevap yazmış mı diye... Nostatic yorum eklemiş yorumuma:

offf! evren n'aptın yaa :)

Ben de cevap verdim ona...

soru sordum nostatic ama yalnızlık beni dikkate almadı baksana :)

DÜĞÜM
Bu cevabı yazdıktan sonra yazıyı bir kez daha okudum. Ve merak ettim, bir çok blog yazarının merak ettiği gibi. Neden yazıyoruz? Neden yorum bırakıyoruz.? Neden cevap yazıyoruz? Tabii bu soruların hepsinin bir de olumsuz olanlarını eklemek gerek mutlaka...

Bir mim tadında oldu sanki... Ama bir mim değil. Kendini anlama sorunsalı...

Orta okuldaydım, edebiyat öğretmenim beni ve annemi nerede, ne zaman görse "Evren, gazeteci olsun hoca hanım - annem de öğretmendi - derdi. Üniversiteyi kazandığımda - İletişim Fakültesi o zaman özel yetenek sınavı ile alıyordu - sözlü mülakatta Sinema Televizyon Bölüm Başkanı, kalemin çok kuvvetli, bırak İletişim Sanatları diye tutturmayı, Sinema Televizyon' a alalım seni dedi. Babam ve annem yazdıklarımı okurlar ve desteklerler her zaman ve yazmaya devam derler. Arkadaşlarım da öyle...

Bunlar etki miydi, sonuç mu bilmem ama başlangıç olmadıkları kesin. İlk ne zaman yazmaya başladım diye düşündüğümde ki, çocukluk anılarımda bulursunuz detayını, hani şu küçüktüm annemin fırçasını alıp şarkı söylerdim tadında bir cevap verebilirim aslında size. Ama ben ilk ne zaman yazdığımı çok net hatırlıyorum. İlk yazdığım kişiyi de...

Ben genellikle içimde kalsıysa yazıyorum, kızdığımda, mutlu olduğumda, hüzünlendiğimde, aşık olduğumda, sahip olamadığımda, aslında karşımdakine a derken z demek istediğim anlarda... Ama ben o anları değil de, o anda bende kalanı yazıyorum daha çok. Karşımdakine geçmeyeni, geçmediğini düşündüğümü, geçmesin istediğimi... Ben kendimi anlattığım kelimelerle ve o kelimelerin sonucunda yazıyorum aslında:

Adam ve kadın hikâyeleri yazıyorum, geçmişe, geleceğe ve ana dair. Yüreğimden geçen en çok onlar… Yaşama dair notlarım da var aralarda hayata çivi niyetine çaktığım. Çiviler batar bazen ayağıma bir serzeniş olur kelimelerim. Zaman zaman merak edip kim ne demiş diye bakarım, izi kalanı paylaşırım satır aralarında. Hayat bir oyundur kuralını bilmediğim, bazen kazanırım bazen kaybederim. Kendime seslenirim, kendime kızarım, kendimi severim ama senden çok daha fazla değil inan. Anlatmak istediğin olursa, seni de dinlerim söyleyecek sözün varsa...

Söyleyecek sözü olanı dinliyorum ve aslında söyleyecek sözü olana benim de bir sözüm oluyor. Paylaşmak bu değil mi zaten.... Blog yazarlarının bazılarını düzenli okuyorum, hani şu anlam bulduklarımı ve tabi bir de merak ettiklerim var ki, o noktada daha çok başlık dikkatimi çekiyor, merak ediyorum ve mutlaka okuyorum.

Yorum bırakma konusundaysa mesele gene aynı aslında, söylenecek sözün olması... Her seferinde kelimelere kelime eklemek mümkün olmuyor ama bazı yazılar var ki, alkışı, takdiri, teşekkürü ve bazen sadece "... " hak ediyor ve aslında blog sahibine çok şey katıyor, en azından bana.

Bloga bırakılan yorumlara cevap yazma konusunu ise nezaketle bağdaştırıyorum. Hani kapınıza kadar gelen birine kapı açmak gibi... Ama evde yoksanız yapacak bir şey de yok tabi ya da ruh haliniz misafir kabul etmeye uygun değilse... O zama nda saygı duymak lazım blog sahibine. Ama ukalaca, sen gel yorum bırak beni çok da ilgilendirmiyor senin dediğin diyen blog yazarlarına denk geliyorum ki o noktada onların dedikleri de beni ilgilendirmiyor, okumuyorum bir daha.

ÇÖZÜM
Ve buradan blog yazma konusunda kendimi anlama sorunsalıma şu sonucu çıkarıyorum, ben paylaşmak için yazıyorum.

Nereden nereye geldim gene sabah sabah. Fazla uyudum, arpam bol geldi. Önce delerimi, sonra milerimi ve en sonunda da kilerimi kontrol edeyim de Şaşkınımı sinirlendirmeyeyim dimi?

Bu yazının yazılma amacı "hey yalnızlık neden cevap yazmıyorsun" falan değil. Lütfen yanlış anlaşılmasın, tam da aksine Nostatice verdiğim cevap yazdırdı bu yazıyı bana. Yorum bırakınca cevap beklemem ve ukala bir tavırla bir de dönüp hesap sormam yani. Yoksa yorum bırakmak da, bırakılan yoruma cevap verip vermemek de kişinin kendi kararı sonunda.

Bir arkadaşım ki çok severim kendisini ve yeri gelmişken belirtmeliyim ki, çok farklı bir anlam katmıştır hayatıma, bir mesaj attı geçenlerde bana, bana derken beni kast etmediğini belirteyim, içinde bulunduğu durumu özetlemek istemişti. Komik olan şudur ki; bu sabah aynı mesajı ben de kendisine ilettim.

Sadece ilgilendiğim kadar ilgilenilmek, sevdiğim kadar sevilmek istiyorum...

Hangimiz bundan farklı bir şey istiyor ki hayatta? (Farkındayım bu noktada bir kez daha oldum düğüm.Telaşa gerek yok, başka bir yazıda da bu düğümü çözerim.)


____________________________________________________

Not1: Yalnızlık; her hissettiğinizde, sırtınıza çantanızı alıp hayata tekrar, sil baştan başlamaktır aslında...
Not2: Şuşum bir de unutmuşsun ben ekleyeyim istedim, zarf olarak yazılan "tabii" çift "i" ile yazılır.

27 Mart 2009

GURURLU, COŞKULU TİYATRO

Uludağ Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Sahne Sanatları Bölümü, 27 Mart Dünya Tiyatro Günü’ne yakışır bir kutlama programı hazırlamışlardı. Üniversite yıllarımdan bu yana, tutkuları, gözlerindeki parıltıları bambaşka olan geleceğin sanatçılarını, genç oyuncularını seyretmemiştim sahnede.

Fuaye programında, öğrenciler seslerinde coşkularının
yansımaları ve yüzlerinde inanılmaz bir mutlulukla, müzikallerden ve şarkılardan seçkilerle karşıladılar konuklarını. Augusto BOAL’un, 2009 yılı için hazırladığı, 27 Mart Dünya Tiyatro Günü Bildirisi ile başladılar programlarına… İlk bölüm, Oyunculuk Anasanat Dalı Lisans I Öğrencileri tarafından hazırlanmıştı.

Kahramanlar ve Metaforlar – Yazgıya Bozgu

Yaşam da ölüm de anlatılıyordu sahnede, hüzün de coşku da…
Sevda da anlatılıyordu, nefret de…

Seçtikleri müziklerin üzerine sadece oyunculuk güçlerini ekleyip ölümü sergilediler bize. “İnsan-yaşam-eylem-yazgı-bozgu” dizgesi bağlamında, eylemlerini en uygun anlatabilecekleri bir metafor-obje ve müzik eşliğinde 12 trajik kahramanın öykülerini çığlıkları, gözleri, yüzleri, elleri, vücutları, yürekleri ile aktardılar bize. Kanımın donduğu, tüylerimin diken diken olduğu anlar oldu. Özlemişim sahneyi, özlemişim insanın insana değmesini, özlemişim yüreklerin tek olup atmasını.

Burada detaylarını bulacağınız karakterlerin 4-6 satırda anlatılan hikayelerini yaklaşık 5 dakikalık performanslarıyla anlattılar ki seyretmenizi çok isterdim.

Aiskilos’un Prometheus’u, Sophokles’in Aias’ı, Sophokles’in Kral Oidipus’u, Sophokles’in Antigone’si, Turan Oflazoğlu’nun Genç Osman’ı, Sophokles’in Medeia’sı, William Shakespeare’in III. Richard’ı, William Shakespeare’in Lady Macbeth’i, William Shakespeare’in Hamlet’i, Murathan Mungan’ın Yezida’sı, William Shakespeare’in İago’su, ve Federico Garcia Lorca’nın Yerma’sı, birer birer ölürken sahnede, siz şaşırıyorsunuz ölüm neden ve nasıl buluyor bir şekilde insanı diye… Ve belki de daha da şaşırıyorsunuz ölümün bir tercih olabildiği anlara…

Oyunculuk Anasanat Dalı Lisans II Öğrencileri tarafından oluşturulan 2. bölümde ise Cehennemlik Gölgeler projesini sundular ki; daha açılış sahnesinde, Haberci'nin sözleri bir tokat gibi patladı yüzlerimizde:

Özgüven yitimi yaşamaya başlayan birey, sadece kendi kaderini ve kurtuluşunu düşünmeye başlar. İşte hata da tam bu anda oluşur. Kaçınılmaz son bu anda oluşur. Kaçınılmaz son büyük cezadır. Tüm inanç sistemlerinde olduğu gibi cezamız sadece bu hayatta çekmekle yükümlü olduğumuz değil, tüm hayatlarımızdaki acıdır.

“Biri, insan tabiatıyla doğar da, insan gibi düşünmezse, işte bu insanlığın hudutlarını aşan düşüncesiz mahlûklar tanrılar tarafından ağır cezalara çarptırılırlar ”

Aias - Haberci

Aias - Cehennem Kapıcısı, Prometheus, Antigone, Medea, Klyteimestra, Hamlet; Ophelia, Edmund, Juliet, III. Richard, Lady Anne, Kraliçe Margaret, Prolog Anlatıcısı, Hekate, Haberciler; kendi cümleleriyle anlattılar öykülerini.

Perde kapandığı anda yüzlerinde kendilerinden duydukları gurur bile onları ayakta alkışlamaya değerdi.

26 Mart 2009

YASTIK



Bej üzerine kırmızı, lacivert çizgilerim var benim. Dar diktörtgenim. Kırmızı büyükçe kare olana yaslarım sırtımı. Tamamlarız birbirimizi onunla. Dururuz L koltuğun bir köşesinde. Sırtına destek olurum evin hanımının. Bazen başını yaslar bana. Korktuğunda kollarının arasına alıp sıkıştırır beni göğsünde. Eğer bir kavga varsa şakadan ya da siniriendirdiyse bir arkadaşı, alır fırtatır beni hiç düşünmeden. Nadiren yıkar beni, sökmek zor gelir iplerimi. Olmaz demeyin, özellikle sehpada oynanan bir oyun varsa, teklifsiz benim üstüme oturur arkadaşları, evin hanımı kıyamaz da kırmızı olanlara, yastık var mıydı diyene, beni uzatır gözümün yaşına bakmaz bile o anda. Nedense ben hep hor görülenimdir. Misal; laptop bacaklarını ısıtmasın diye beni koyar bacaklarının üzerine ya da kolunun altına koyar destek olayım diye, verir tüm ağırlığını, düşünmez taşır mıyım, ezilir kalır mıyım diye. Kırmızı kadifeler narin ya, benim pamuksu dokum tepe tepe kullanılı çok amaçlı. Misafir gelir eve, yastıkları kaz tüyü hanımım misafirlere bir de beni verir üstüme hiç yakışmayan yeni kıyafetlerle. Ne diyorlardı ona: kılıf.... Sabahları özenle düzeltir hepimizi. Boy boyuz hepimiz. bazılarımız tek yumurta ikizi. İkişerli takımlar gibi diziliriz koltuklara. Düzeltir özenle her birimizi. Havalandırır. Kabartır koltuklarımızı her gece, olmadı sabahına mutlaka. Herkes kendi köşesine çekilince bakar uzaktan şöyle bir. Gülümser bize. Yerli yerinde bırakır bizi. Özenlidir hanımım, sevmez öyle dağınık ortalıkta duralım. Bilmez ki, o gelene kadar biz evde parti havasında... Her gece karşılarız bir kendisini askeri bir düzen içinde huzurla yayılsın tek kişilik L koltuğuna, dinlesin müziklerini, dalsın aşk kokan rüyalara... Her şeye katlanırım da dayanamam bir yaptığına: O her gece beyaz kılıflı yastığını alır koynuna... Bağırırım arka odaya giderken, duymaz beni bilirim, ama ben gene de söverim içimden hayata: Söyle! Adaletin bu mu dünya?


_______________________________________