21 Temmuz 2009

NE GÜZEL OLURDU


Okudukça kelimelerini içim acıyor...
Okumayı sökmemiş olsam
Görmese gözlerim geçici bir süre
Atmasa ya da yüreğim
Ne güzel olurdu...

____________________________________

Buğulanmıştı gökyüzü anlamamışım
Salaklığıma ver
Nisan 2009

SARI PAPATYA TOPLADIM SANA


İlk defa gittiğim bir ormanda rastladım ben onlara... Doğallıklarına kapıldım... Ormanın ihtişamından mıdır bilmem derin susuşları vardı... İçtenlikli duruşları çekti dikkatimi... Papatyanın da duruşumu olurmuş deme... Olur...



Senin ona yüklediğin anlamdır esas olan...


Akıldı orman, sarı bir papatyaydı yürek...


Hiç adetim değildir ama günler önce bir çiçekçinin önünden geçerken aklına düşen sarı papatyaları topladım sana tek tek... Her birine sordum, her birinde cevaplar aradım... Cevapsız kaldılar... Bilmiştim evvel zaman önce bazı sorular cevapsız kalmalıydı da keşke papatyalar sahipsiz kalmasaydı dedim...


Sorarım size ey dostlar;


Keşkeler çoğalırsa bir ormanda, ışıksız kalıp solmaz mı sarı papatya...




__________________________________________





Fotoğraf / Summer Gold© Amy Hopp


YAZILANI YORDUM - 2

__________________


YAZILAN




Herşey Anı Yaşamaktan Geçer!!! An sizi yanıltmaz. O an bedeninizde duyumsadığınız herşey gerçektir... demiş blogun sahibi :)
Ben de hep derim ki şimdinin gözlüğü ile geçmişi yargılama, çekip kelimeleri içinden çıkarma; acıtırlar... An'dır gerçek olan ve aşk an'dır... Öncesi ve sonrası yoktur... Yaşanandır. Aşk düşmektir içine ansızın ama düş değildir... Düşse adı aşk değildir, aşka aşık olma halidir ki bu da yalan değildir.
__________________________________________________________________




"Aşksa olur demiştim bir keresinde... Planlamazsın, üzerine düşünmezsin, düşlemezsin... Sen farkında değilsindir ama aşk yola çıkmış geliyordur, evde yokum diyemezsin... Yaşarsın sadece... Aşk... mı? İtirazım yok, olursa olur... Olmazsa...? Şu kısacık ömre sığan anlardan bir senaryo yazarım kendime..."
yazmıştım an defterime...
aşk gelir ve bulur... an'dır ve o an'da senin haliyeti ruhunun bir önemi yoktur...


________________________________________________________________________

Yazılan



aşk, büyücü olmasa da büyünün aniden ve her seferinde ilkmişcesine ortaya çıkışında gizlidir... aslında aşk varlığı ile büyülüdür ve sen ne yaparsan yap sihirbazın şapkadan çıkarttığı tavşana kanarsın... kanmadığın gün aşktan yanarsın...


Fotoğraf / İnternet - Kaynağı Bilinmiyor

SORU / CEVAP














Aklında onca soruyla uyandığında,
Ulaşmak isteyip de ulaşamadığnda,
Seslenip duyuramadığında,
Uzanıp tutamadığında,

Kelimeler boğazında düğümlenip kaldığında,
Akıl isyanlarda,
Yürek hüzünlerde,
Sen lal olup kaldığında,
İçine kaçıp; kapandığında,

Söylesene; özlem değil de nedir cevabın,
Eğer soru doğru sorulursa...

______________________________________________________

Fotoğraf / 1x.com

20 Temmuz 2009

DOĞUDAN BATIYA / İÇ SESİN YOLCULUĞU

Ne zamandır çıkmak istediği yolculuğun en keyifli yerinde düşüverdi aklına kadın...


Yol hep bildik, istedikdi....

Yolculuk hep akılda...

Yolcu hep hazır...




Yalnızdı... Yalnız çıkmayı istemediği bir yolculuğa tek başına çıkmak zorunda kalışını bile umursamamıştı. Ta ki, ne zamandır çıkmak istediği yolculuğun en keyifli yerinde kadın düşüverinceye kadar aklına...

Aklımıa uçuşanları yazıya döküversem dedi.

Aklına dur diyemedi... Sıralanmış, hazır cümleler dökülüverdi...


hep aklımdasın ama sensizim işte...
sesin yok... nefesin de... kelimeler eksik...
sadece; yüreğimdeki sıcaklık var seni bana hiç unutturmayan...
soğur mu dersin... şimdi soğumaz gibi geliyor insana... keşke hiç soğumasa...


garip bir grilik çöktü üzerime. nedeni yok gene... kahvedeki adamlar gitti ama korkular bıraktılar geride... gitmen değil inan hani tüm hayatına giren adamların dediği gibi ki o da var kuşkusuz ama benim ki daha çok gelmemek gibi... sana mı bana mı yükledim bu hali bilememek gibi... sanki bir yanın tutarken diğer yanın bırakıyor gibi... sanki bir yanın başka bir yana dönmüş gibi... ne garipsin sen insaoğlu... ne garip... bir yanın yağmur gibi bir yanın güneş... bir yanın sel gibi bir yanın kavruk...



Yolcunun haliyeti ruhunu yansıtması niyetine ne güzel bir yazı olurdu kafamdakileri kağıda dökebilsem diye düşündü...


Sonra...

Yola çıktıtm... Yol boyu
söylendim kendi kendime:

Akıl yolda giderken bulanıp duruluyor
Yürek ısınıp soğuyor
İçte bir yerde bir yara sızısı, nedeni biliniyor...
Ama ben, karışmıyayım istiyorum...
Duymıyayım iç sesimin sesini... Denk gelmiyeyim acıtan kelimelere...
Ama olmuyor; yolculuk yalnızken adamı en zayıf yerinden vuruyor.
Açıyorum radyonun sesini...
Sesimi bastırsın diye, bağır bağıyorum şarkıları, bilmediğim dillerde...

Bugün değil...
Sana gelirken değil...


Yazdı bir kağıda...

Postahanenin kapısında durup uzun uzun düşündü, kararsızdı...

Kara bir sızı, kemirdi yol boyu, düşünceler düşmedi yakasından...

Yürek ısındı kavruldu, soğudu buz tuttu.

Adama uzattı zarfı...

Çıktı kapıdan...


Dışarıda yağmur yağıyordu...

Adam artık batıdan doğuya gidiyordu...


______________________________________


ASMA YAPRAĞINDA SARDALYA RAKISIZ OLUR MU?


Oldu valla...
Çok da güzel oldu...

Rakı olsa daha da güzel olurdu elbet...
Kısmet...

Durum şu; babam, annemin dediğine göre uzun yıllardır sayıklarmış; asma yaprağında sardalya diye...

Sayıklamaları geçtiğimiz cumartesi gerçek oldu ve babam, ızagarada asma yaprağında sardalya yaptı. Harikaydı, en az annemin zeytinyağlıları kadar. Diyeceksiniz ki ne var bunda... Babamın yıllarca salata ve mangal dışında elinden yemek adına birşey gelmediği gerçeğinden yola çıkıldığında; çok var diye yanıtlarım ben sizi...

Annem aşçı kızı, rahmetli dedem, dayım ve teyzem harika yemekler yapardı. Eee annem tekne kazıntısı ama yetişmiş lokantalı günlere... Her ne kadar yağda yumurta pişirttirse de kendine, ustadan almış genler sayesinde hallice iyidir aşçıllık konusunda...

Annemin zeytin yağlıları deyince aklıma hep şu anı gelir:
Küçüğüz ve yaramasız, en azından ben öyleyim... Bir gün annemlerin meşhur öğretmenler toplanıyor ayda bir geleneklerinin bilmem kaçıncısı bizim evde ve tencere ki masa kadar, yaprak sarma yapılmış... Ben ve Burak atlıyoruz masadan somyaya - bilirsiniz değil mi, yaylıdır somya - somyadan masaya... Allahım eğlencenin kralındayız... İçeride börekler açılıyor, kısırlar yapılıyor - çocuklar kendi neşesinde hiç anneleri rahatsız etmiyorlar... Anneler tasasız haliyle; eee üstelik sarma gün evvelden sarılmış pişirilmeyi bekliyor masanın köşesinde, evin en güvenli yerinde... Tencerenin kapağı kapalı, toz olmasın diye... Ve ben somyadan yaylanıyorum, yaylanıyorum ve cüpppppppppp tencerenin üstüne... Alkış kıyamet kopuyor o anda Burak'tan... Tencere, içindekiler ve benle beraber yere yuvarlanıyor. Anneler koşup geliyor. Kimse benle ilgilenmiyor, sarmalar yaralanmış, ona üzünülüyor. Burak ben de yapacam diye ağlıyor. Allahım canım acıyor; o gün anlıyorum yaprak olmak lazım zeytinyağlı, sarılmak lazım pirince, değerli oluyorsun olabildiğince... Canı acıyor yaprak sarmanın, ahlar vahlar kopuyor, bir çocuk ağlıyor... Yaprak yaprak olalı böyle ilgi görmüyor. Ben çocuk olalı böyle şaşırmıyorum hayata... Annem nice sonra gözündeki yaşı siliyor. Öpüp kokluyor beni. Olsun diyor sana birşey olmamış ya... Sarılıyor sımsıkı... Beni bırakıp tenceresini alıyor ve yere dökülen sarmalarını. Ağlıyor. Bana mı sarmaya mı bilemiyorum. Burak hala ben de yapacam diyor. Şahaneydin diyor. Nasıl zıpladın o kadar diyor. Benim aklım annemde kalıyor. Annem ağlıyor. Saklanıyorum somyanın köşesine... Ağlıyorum sessizce. Burak saklambaç oynuyoruz sanıyor. O hala somyada zıplamaca oynamak istiyor, huysuzlanıyor. Çık ortaya diye bağrınıyor. Hiç sesimi çıkartmıyorum. Köşeme sinmiş ağlıyorum. Neden ben hep annemi ağlatıyorum...
Asma yaprağından çıktım yola... Geldiğim yerde şimdi ben saklanmak istiyorum somyanın altına... Düşünmek orada: Mutluyum dedim anneme, tedirginim dedi ya üzülürsen... Üzülürsenin içinde üzülürsem var artık biliyorum...

Oyun oynerken düştüğüm tencerenin içindeki sarmaya değil de harcanan emeğe ağlandığını anlayabildiğimde; büyümüştüm çok... Sarmaya harcanan emekle bana harcanan emeğe baktım da şöyle bir: Yürek dayanmaz dedim, tencere bir kez daha yuvarlanırsa...
_______________________________________________



Fotoğraf ve Tarif için: Evcini

YOK


Sabahların nesini seviyorum biliyor musun?
Sana uyanmasını...
Gecelerin nesini seviyorum biliyor musun?
Sabahlara az kalmasını...

Öyle keyifli başlıyorum ki senli günlere, bazen sesin kulağımdan hiç gitmeyen bir melodi gibi...

Gün boyu senli benli bir hal içinde oradan oraya sürüklerken hayat beni: Duruyorum... Dönüp sana bakıyorum... Miskin miskin hallerimiz hiç bitmesin diyorum... Gülümsüyorsun ve evet diyorsun...
İki kişilik bir miskinlikten daha güzeli var mı? YOK...

Öyseyse devam diyorum...