13 Mart 2010

FOTOĞRAFIN FISILTISI / BÜTÜN

Fotoğraf / Paul Rubaj



Bütün, 
kırılgandır
bölünüverir parçalara...
Oysa parça öyle mi?
Gelse bile bir araya,
kavuşamaz ki
bütünün kırılganlığına. 

YAZILANI YORDUM / 8






Fotoğraf  / jsmoral



Farkındalık bütün huzurunuzu, derin bir huzursuzluğa bırakan bir şeydir, bazen... Denizin dalgalarını seyrederken, yunus balıklarının gösteri havuzlarındaki zorunlu tutsaklığı gelir aklınıza, yüzleri gülen insanların için için ağlayışlarına takılır kalırsınız, leziz bir yemeğin kokusunu içinize çektiğinizde aç çocuklar gelip yaslanır cama, uçan martıların denizlerin üstünde değil de apartmanların çatılarında uçuşlarından anlarsınız denizlerin kirliliğini... Ve daha nicelerini görürsünüz baktığınız her çiçekte, ağaçta ve aldığınız her nefeste...

O nedenle farkında olmak huzurunuzu kaçırır bir parça... Kaçırmalıdır da...

Farkındalığın tek taraflı olamayacağını vurgulamak istedim...Yoksa, güne, güneşe, kediye köpeğe, açan çiçeklere merhaba diyerek güne başlamak gibisi yoktur aslında, insan yaşadığını duyumsar her bir adımda ama, bir ama vardır her bir farkındalıkta... Olmalıdır da...




12 Mart 2010

DEJAVU / ÖĞRENDİKLERİNİ UNUTMA / 7




















OLAY:

Yatağın kenarına oturduğun o sabahı hatırlıyorsun değil mi? Kum rengi perdenin ardından kırılarak, yatağa uzanan güneşi... Oysa içinin mevsimi hazandı. Yüzündeki hüznü seyrederdim uzaktan. Gözyaşlarının tane tane akışındaki pırıltıya bakar ve şaşardım, sevmek ama öylesine bir sevmek hali, alır götürürdü beni. Hatırlıyorsun değil mi, onu uzun uzun, sessizce, nezaketle seyredişini... Gözlerinle sevmiş, sözlerini yüreğinle söylemiştin. Duymamıştı belki ama, belli ki hissetmişti, hiç beklemediğin bir anda gözlerini  açtı, seni öylece onu seyrederken görünce, gülümsedi, yanına çekti, sıcağında sakladı.


ÖĞRENİLEN:

Bazı anların güzelliği ile sarhoş olunabileceğini o zaman fark etmiştin. Birlikteyken, nasıl seni mutlu kılan anlarla güçlendirdiysen bağını, sonlara doğru, en acıları ile güçsüzleştirip koparmak istiyordun.  Anları, bir bağ kurmak için değil, yaşadım diyebilmek için hatırlamanın keyfini günler sonra öğrenmiştin. Yaşadım diyebilmek için değiştim diyebilmek gerektiğini de... Ben değişmedim diyorsa biri, dönüp bak ona, anlattığını gerçekten yaşayıp yaşamadığına bir iyi bak. Çünkü, yaşamak değişebilmektir bir parça. Yaşadıklarından öğrendiklerini, kendine anlatabilmektir. Güzelliklere gülümseyebilmektir, hatırladıkça.



Fotoğraf / Crystal Newton

TEZAT



Fotoğraf / Claudio Naboni



İçimde açan kır çiçeklerinin renklerine bulamak istedim bu sabah kendimi... Baharın müjdecisi çiçeklerim salınıyordu, dün gördüm çiçekçinin camında... Ah frezyalar, bembeyaz ama illa bembeyaz frezyalar süslese evimin her köşesini... Bu sabah yüreğimin mevsimimde kuşlar ötüyor, doğa canlanıyor. Ben çocuklar gibi şenim. Yüzüm gülüyor. Tebessümle uyandığım sabahlara bir yenisi ekleniyor. Bu sabah, içimde açan kır çiçeklerini, mutluluk gözyaşlarım suluyor. Ben bugün güzelim.

Oysa;

Bu sabah uyandığımda kent kaybolmuştu... Bildiğin griydi, gipgri... Koyu, puslu havanın nemi üşütüyordu insanı. Başka bir  dünyayı vaad ediyormuş gibiydi... Hani aradığın heyecansa hafif korku ile süslenmiş, hava tam da bunun için oluşturulmuş bir fon gibiydi. Bir soba olsa dedim, sesini dinlesek... Hemen yanı başına oturup, ısısını hissetsek... Aklıma evvel zaman öncenin şu satırları geldi:


Sis indi karşı dağların üzerinden, cam önünde ötüşen kuşların sesi duyulmaz oldu; görsen az önce elma ağacında kalan bir yanı çürük bir elmayı paylaşmalarını; filme almak isterdin, çocuklar da bilsin paylaşmanın değerini diye... Akşam için bir çorba kaynatmanın ve sobayı kömürle desteklemenin zamanı geldi. Vakit keyifli düşlerden ve düşüncelerden, gerçeğe dönme vakti. Aynı hikayedeki gibi, hem sorumluluklarını bilecek hem de bahçenin güzelliklerini göreceksin...

Ah be sevgili, yüreğim; sımsıcak bir sevdaya uzak yollardan koşup gelişini hiç unutamıyor, o ilk gelişindeki heyecanlarla yüreğimdeydin tüm gün ve dönüşündeki hüzün kapladı aklımı bir an, sadece tek bir an hüzünlendim yokluğuna... Bugünkü keyfime katık edip seni, senli benli bir düşün peşine düştüm. Yüreğimi ısıtan sevgine sarılıp uyuyacağım bu gece... Gözlerini hiç ayırma gözlerimden ki özlemin yakmasın yüreğimi...

Aşkla...











Anladım ki, sana uyanmışım bu sabah sevgili...
İçimde açtırdığın çiçeklerin kokusuna...
Yüreğime baharı getirişine uyanmışım en çok da...
Hava puslu dışarda nemi üşütüyor insanı...
Yüreğin sımsıcakken, karlar yağsa damına, ne gam, değil mi?







Fotoğraf / Wilson Hurst





11 Mart 2010

DEJAVU / ÖĞRENDİKLERİNİ UNUTMA / 6




















OLAY:

Bir  gün, herşeyi anlatmasını istedin, ama herşeyi tüm detayları ile, detayları bilirsen rahatlayacağını sanıyordun. Sorular sorup, cevaplar alıyor, içindeki ruhun doymaması durumunda daha çok soru sorup, daha çok detay öğreniyordun. Mümkünse, en ince ayrıntıları da mutlaka cımbızlıyordun, titiz bir dedektifin özenindeydi, kelimelerinin sıralanışı. Dibe varırsan, rahatlayacağını, unutacağını ve içinde giderek büyüyen; ruhunu, aklını ve yüreğini ele geçiren duygunun, zayıflayıp yok olacağını sanıyordun. Detayları bilmek, sadece içindekinin güçlenmesine ve seni giderek yok etmeye doğru sürüklemesine sebep oldu. Sürüklendiğinin ne olduğu sinyali rüyalarında ilk defa çıktı karşına: Bataklık... Sen çırpındıkça; sen güçlü, sen umutlu, sen dimdik hayatta duran, sen kendine güvenen, sen yaşamı seven, sen kadın, gitmiş... O olmuştun; güvensiz, kıskanç, sürekli sorun çıkartan, huysuz ve mutsuz kadın. Terazinin bir kefesinde sen; yıkılmış, dağılmış, köyündeki yangınları gözündeki yaşlarla söndürmek isteyen sen, diğer kefesinde, sonsuz yeşillikler ve zaferin renkli havai fişekleri ile göz kamaştıran o vardı. Terazinin ne tarafı ağır basar diye sorduğun geceyi hatırlıyor musun? Bir de eklemiştin; insanın aklı kayıyor değil mi? Yoksa, yavaş yavaş yerleşiyor mu? Sessiz kalışı, altı çizili bir cevap olarak kabul etmiştin. 

ÖĞRENİLEN:

Detayları bilmek, senin gibi duyargaları açık insanlar için, içinde boğulacağın sonsuz, lacivert okyanuslardır. Algının ve gözlemlediklerinin, seni uçsuz bucaksız gerçekliğe adım adım taşımasını kolaylaştırır. Gerçek acıtır. Acı olan gerçek değil de, gerçeğin senden gizlenmesidir. Sen ki o gerçekleri, karşındakinden önce görmüş ve dile getirmiş olansındır. Sen, görünen köy dedikçe, karşındakinin ben o köye ayak basmam demesidir, acıtan. Oysa o yeni köy, çoktan fethedilmiş ve ele geçirilmiştir. Köy; onu ele geçiren tarafından yönetilmek ister ve bir süre sonra da 'yönet beni' nidaları ile davetkar tavırlı, cüretkar bir hale bürünür. Bir süre sonra, kendi egosuna yenilen, yeni köye ağa olduğu gerçeği ile yüzleşir ve eski köyünün; harabe, yıkılmış, dağılmış haline bakarak; şu talihsiz cümleyi kurar: Senin gibi güçlü bir kadının, bu hallerini anlayamıyorum. Nasıl bu hale geldin sen. Bu cümleden sonra sakın ola bir şey anlatmaya çalışma, sakın ola bir ayna tutup kendisini görmesini sağlama, insan kendi yaptığı ile yüzleşmekten korkar, görmek istemez! Unutmaki, bir insanın ruhuna ve yüreğine yapılan tecavüz tedavisi zor bir travma sebebidir. Bunun ilk sinyalini aldığında, yüreğinin penceresini, ruhunun kapılarını kapa, içindeki sığınaklara koş, ardına bile bakma! Bu kaçmak değil, kurtulmaktır unutma!



Fotoğraf / Crystal Newton

FOTOĞRAFIN FISILTISI / SENİ SEVİYORUM



Fotoğraf / Nuno Milheiro




 

Şimdi bir gölüm.
Bir kadın eğiliyor üzerime,
Erimimi arıyor gerçekte ne olduğunu anlamak için
Sonra bu yalancılara dönüyor, mumlara veya aya.
Sırtını görüyorum ve sadakatle yansıtıyorum sırtını
Gözyaşlarıyla ve bir el hareketiyle ödüllendiriyor beni
Önemliyim onun için.
Geliyor, gidiyor.


GELSİN...





 




Dizeler / Slyvia Plath .
Bir kadının gidiyorum  deyişi üzerine 'gelsin' kelimesi eklenerek gönderilmiştir.

10 Mart 2010

DEJAVU / ÖĞRENDİKLERİNİ UNUTMA / 5




















Bitse diyorsun değil mi? Bir an önce bitse de, hayat bir dejavunun ötesinde devam etse... Az kaldı Sevgili Evren... İnan çok az... Hayat bildiği gibi akmaya devam edecek ve sen yine ilk kezmiş gibi sarılacaksın hayata...

OLAY:

Bir gün telefonun evde unutulması, hikayenin tamamının değişmesine sebep oldu. Evden çıktıktan 10 dakika sonra telefon çaldı. Açmadın. Arayanın o olduğunu tahmin ettiğinden, gidip bakmadın... İkinci kez, ısrarla çaldığında, açmakla açmamak konusunda tereddüt etmiştin. Ama sonra o içinde yaşamaya başlayan, sana ait olmayan ruhunun baskısı ile telefona yönelmiş ve açmıştın. Garip gelmişti ses tonundaki, o seni yansıtmayan, donuk, gergin, içtenliksiz sesin ilk başta bana. Sonradan anlamıştım, o kadındı arayan. Evde olmadığını söyleyip kapatacaktın ama, ah o içindeki ruh... Ağzından dökülüverdi kelimeler: Neden rahat bırakmıyorsun... diyiverdin. Kadından gelecek cevabın: Çünkü aşığım... Olacağını bile tahmin etmemiştin.


ÖĞRENİLEN:

İnkar! Şu cümle ile başladı: Ben nerede durduğumu biliyorum. Ben ne yaptığımı, senin hayatımdaki önemini. Git ona sor istersen, şaşar durur, nasıl sana bu kadar aşık olduğuma... O bana aşıksa bu onun problemi, benim arkadaşım sadece. Anla bunu ve üstüme gelme. O gün, çıkıp gitmen gereken gündü de, gidemedi ayakların. Taze çimento karışımının günler öncesinde döküldüğünü ve  o anda donarak betonlaştığını hissetmiştin. Kendine güvenini kemiren, o sana ait olmayan duygunla boğuşuyordun. Kendini toparlamak için, kaçtın. Yok saymayı denedin bir süre, üzerine hiç konuşmadın, konuşturmadın. Ama... Evet, bir ama hep kemirdi içini... Kaçmanın çözüm olmadığını o zaman öğrenmiştin, hatırladın mı?



Fotoğraf / Crystal Newton