03 Kasım 2011

Duygu Seli




Neydi kıskandığım bilmiyorum. Ama hissettiğim duygunun kıskanmak olduğuna eminim. Bir erkeğin böyle bir duygu seline kapılma ihtimalinin çok zayıf olduğunu söyleyebilecek kadar kadınca bulduğum bir durum bu.

Belki adamı çok iyi tanıdığımdan, belki onun naif kelimelerinin yüreğime değmişliğinden, belki adamı çok sevmiş ve hatta aşkın en halini yaşamış olduğumdan, belki de yıllar sonra onu bir kadınla görmenin bende böylesine bir gelgit yaşatacağını hiç hesaplamamış olduğumdan, titredim. İçimden bir cız sesinin her hücreme çarpa çarpa geçtiğini hissettim. Sarsıldım. Ayaklarım aşktan değil de, onun ona yaşatabileceği duyguların yoğunluğundan kesildi. Bilmek bazen ne kötü. 

İnsan bir zamanlar sahip olduklarını bir zaman sonra sahip oldukları ile kıyaslamamalı. Çünkü hiç bir artı birbirini tutmadığı gibi, eksilerin de denk gelme şansı çok düşük. Ama dedim ya, kadınca bir duygu ile kıyasladım. Pişman mıyım? 


01 Kasım 2011

Garip




Yazmak istiyorum. Günlerdir yazıp siliyorum. Bu hal garip. Ama zaten günlerdir garip günler yaşadığımın altını çiziyorum. Bu garip günlere az önce bir de garip bir gece eklendi. Genelde ne diyeceğini, nasıl diyeceğini bilen biri olarak, bu aralar ne diyeceğini, nasıl diyeceğini ve hatta neden bir şeyler demek istediğini bir türlü anlayamayan bir ben var ki, işte bu her şeyin bir parça daha garip olmasına sebep oluyor. Garip bir duygu ile boğuşuyorum. Sanki; tüm gece rüya görüyor, sabaha karşı bu rüyaların özeti şeklinde daha kısa bir rüya görüyor ve sonra gördüğüm her şeyi unuttuğum ama bir şey gördüğümden emin bir şekilde uyandığım için de daha uyanır uyanmaz ne garip bir durum bu diye söylendiğim sabahların sayısı çoğalıyor. Gördüğüm rüyaların bana anlatmak istediği ve bence bu garip halden beni kurtaracak olan mesajlarımın bana ulaşmasını diliyorum. Bu aralar gördüğüm her rüya dilini bilmediğim bir ülkenin sokaklarında kaybolmuşken yol bulmak için çırpınmak gibi. Garip diyorum ya, aslında önüne çok eklemeliyim.

Bu hal üzerine yazıp çizebilirim ama ne garip ki, yatıp uyumak dışında aklıma yaratıcı bir fikir gelmiyor. Bağlantısız gibi durabilir, yani; yazıp çizebilecekken yatıp uyumayı istemek... Ama dedim ya garip bir hal içindeyim. Kısaca bir yanım kalk gidelim diyor öbür yanım uzun bir bip sesinin ardından otur diye yaygarayı basıyor. 

Hoş diyelim ki uyudum, ne malum rüyalarımı hatırlayıp da bu halden kurtulacağım. Rüyalarımı hatırlasam bile mesajları doğru algılayacağıma dair iyimser bir hal içinde olmama siz de gülümsüyor musunuz? Lafı fazla uzattım. Şimdilik hoşçakalın. Bir kaç güne sesim çıkmazsa bunun garip bir hal olduğunu bana hatırlatın olur mu? Bilirsiniz, susmak pek bana göre değil. 



20 Ekim 2011

24



bir anneydi kocatepeden el sallayarak oğlunu uğurlayan ve bir abiydi bağıran
BİZ VARIZ!
"Oğuz var, Yavuz var, Deniz var"

dimdik duruyorlardı ayakta... 
anneydi onlar babaydı, abiydi, ablaydı, kardeşti. 
nişanlıydı, eşti, çocuktu onlar.
ayakta dimdik durdular.

gözlerindeki yaşı, yüreklerine taş yapıp bağırdılar:
şehitler ölmez!

şehitler ölmezdi bu ülkede
sonsuza giderlerdi...
sonsuz acıyı yüreklere 
gömüp giderlerdi...

artık gitmesinler!
artık
oğullar, 
eşler, 
babalar 
abiler
kardeşler
ÖLMESİNLER

17 Ekim 2011

Önce...



Neredeydim...?
Kimdim..?

Oteldeydim.
30lu yaşlarında, bakımlı bir kadın.

Saatler sonra, kendimce çok vurucu olan giriş cümlesine şu yukarıdaki iki üç cümleyi daha ekleyebilmiştim.

Kahvemi tazeledim. Hayatın kendisinin de benzer bir biçimde bazen, anı geldiğinde, aynı çarpıcılıkla bize kapılar açtığını ama o kapıdan geçip de ileriye giderken bazı şeylerin umduğumuz gibi olamayacağının düşüncesi üzerinde yoğunlaşmıştım.

Yaşamak yazmak gibidiydi... Sen istediğin kadar kurgula, yazı kendi yolunda akıyordu. Seni senin istediğine değil de kendi varması gereken yere vardırıyordu. Ve belki de sen, kendi seçtiğin kelimelerle önceden tasarladığını sanarak -ki bu ancak her şey bitip de zaman geçtiği vakit anlaşılacak bir şeydi- yarattığına, geçmişine ve kendine gururla bakıyordun.

Kalemi kağıdı bir kenara bıraktım. Bana ait olamayacak sokağın çığlığını ve kelimelerini perdesi yarı açık pencereden özgürlüğüne bıraktım. Her bir kelimenin bembeyaz bir güvercin gibi havalaşına baktım. Kanat seslerini dinledim, bir karıncanın fısıltısı ile irkildim. Sarı papatyanın üzerindeki arının tutturduğu şarkının mısralarında gezindim. Endişeli bir annenin çocuğunu bulma sevincine uygun bulduğum toz mavi bulutlara baktım... Camı kapatıp, elimde kalemle cama görünmez bir yazı yazdım. 

Günler sonra, kendi iç sesim kulaklarımda yankılandı: Bilmediğim bir dünyada kaybolmak, bildiğim bu dünyada kendimi arayıp bulmaktan daha kolay geliyor.

Kapının kapanma sesi ile kendime geldim. Doktor sizi görmek istiyor dedi bir ses. Günlerdir sanrılar içinde uyanmalarımdan hoşnut olmamış ve belki de başa döndüğümüzü sanmıştı. Hemşireye beni neden ispiyonladığını soran gözlerle baktım. Üzerime bir şal alıp, aynada saçlarımı düzelttim. Oldukça iyi gözüküyordum. Bu bakımevine yerleştiğim günden beri kendimi evimde, salonumda ve yalnız hissediyordum. Yan odamda kalan ve geçkin yaşına rağmen erkeklerle oynaşmayı seven kadının bahçede dolanırken yardımcısına sinirlenip, "pek ala ben bir orospu da olabilirdim" diye bağırışının üzerinden neredeyse bir hafta geçmişti. Yalnızlık duygumun derinliği beni uzaklaştırmıştı. Önce gözlerimi, sonra da ellerimi... Elimi eteğimi çekmiştim hayattan... Bana ait olamayacak sokağın çığlığını ve kelimelerini perdesi yarı açık pencereden özgürlüğüne bıraktığımda, üzerime bir kaç beden dar gelen kabuğumu da attım. Kırıldı... Böylece bilmediğim bir dünyada önce kendimi kaybetmiş sonra da yeniden bulmuştum. Basit iki soruydu sorduğum...

Hayatın içindeydim...
Yaşama tutkuyla bağlı bir kadındım.


Üstelik kazanmak için okeye dönmek gerekmediğini de öğrenmiştim.





Görsel / deviantart

16 Ekim 2011

Önce..



Telefondaki sesin, sevdiğim, içimi ısıtan birinden geldiğini algılamamla, yüzümde yeni duştan çıkmış birinin ardından banyoya girdiğim ve o temizlik kokusunu aldığım andaki gülümseme oluştu. Nasılsın?

Zor bir sorudur. İnsan; iyiyim diyerek geçiştirmekle, olduğu gibi içindekini akıtmak arasındaki koca bocalamadan genellikle iyiyim yenilgisi ile çıkar. Hele de benim gibi boşlukta sallanırken bir ılık rüzgara teslim olmaya ramak kalmışsa.

İyiyim.

Günlerdir sesin soluğun çıkmayınca, uğrasam bir kahve içer miyiz diyecektim.

İçerdik içmesine de... Masa başındayım. Bir öykü yazmayı deneyeceğim. Bilmediğim bir dünyada kaybolmak, bildiğim bu dünyada kendimi arayıp bulmaktan daha kolay geliyor. Demedim.

İçmeyiz. Saol.

Hayata karışma zamanın gelmedi mi?

Neden azarlıyorsun ki beni... Sana ne zararım var benim. Git kendin karış. Hepimiz hayata karışmak zorunda mıyız sanki. Ben karışmayacağım. Sizin hayat dediğiniz şey benim çok uzağımda. İçimdeki hayatı söküp aldınız, ille sizin gibi bir hayatım olsun diye beni ait olmadığım bir dünyaya hapsetmeye kalktınız şimdi de kalkmış bunun hesabını beni azarlayarak benden çıkartıyorsunuz. da demedim.

Demek ki gelmemiş, teşekkür ederim aradığın için. Görüşürüz. dedim ve telefonu kapattım. Gülümsememi, buharla kaplı banyo aynasından alıp, doğruca, henüz soğumamış yatağıma geri döndüm, yatağıma serildim, yorganımı beni nefessiz bırakacak kadar başıma çektim.

Gelen telefonun beni soktuğu ruh halini hiç sevmedim. Yaşadığım bu duygu kaosundan çıkmak için telefonun fişini çektim. Cep telefonunu sessize alıp kendimden uzak bir köşeye koyup üzerine de bir yastık kapattım. Telefonu tamamen kapatabilirdim ama kendimi iyi tanıyordum: Aranmak, sorulmak istiyor ama bulunmamak istiyordum. Birilerinin beni merak etmesini içten içe bir karşılık olarak görüyor ve bunu hak ettiklerini düşündüğüm için de öç alma duygusu ile karışık bir haz yaşıyordum. Bu ben miydim?

Masanın başına bir kez daha oturdum. Soğuyan kahvemi tazelemiştim. Kalemi elime alınca, neden bilgisayarda değil de, kağıt kalemle dedim... Bir kapıdan geçmeye niyetliydim. Nedenleri, niyeleri ile uğraşmaktansa neredeyimi çözmeliydim. Neredeydim? Kimdim?









Görsel / deviantart