28 Mart 2012

Zaman Akıp Giderken




Çok şey oluyor aslında, çok şey hızla olup bitiyor... Bazen gülmelerin ardı arkası kesilmezken bazen ve ortada hiçbir şey yokken ağlamaktan içi akıyor insanın. Bazen şaşıp kalıyor insan, bazen donup... Bazen kanıksıyor ne olup biterse, ve bazen yine de inanmak istemiyor olup bitene. En çok da olup bitme şekline... Aldığı kararların sonuçlarından bazen köşe bucak kaçıyor insan, bazen kıskıvrak yakalanıveriyor hiç olmadık bir zaman diliminde. İnsan bazen çığlık çığlığa sarhoşken, bazen bağrış çığırış bir sessizliğin içinde çaresizken, bazen çağıl çağıl aşkla  yanarken, en çok da kendiyle baş başa kalmışken duyuyor içinin sesini. Dinlemeye vakit bulamadığı da oluyor, duymazdan geldiği de... Duymak işine gelmiyor çoğunlukla ve sıklıkla kulak ardı ediliyor iç sesler... Sonra zaman akıp giderken çıkıveriyor karşısına geçmişinden bir manzara, seyrele gönlüm oluyor insan, seyrele vakti zamanında yapmadıklarını, en çok da yaptıklarını... Bir bir görüyor insan, bir bir anlıyor, bir bir duyuyor, bir bir akıyor yaşları, bir birine karışıyor kahkahaları... İnsan büyüyor. Bazen 40ında, bazense çocuk yaşında. Hayat diyoruz her seferinde, bazısına gülüyor başında, bazısının kısmeti sonlarında... 

Ben bugünlerde beni zenginleştiren bir uğraşa kaptırdım kendimi... Pinterest'te dolanıyorum sıklıkla. Bilmediğim kentin sokakları gibi... Keyifli bir keşif yolculuğu. Dingin bir yol. Neden yaşıyorum, neyi seviyorum, ben kimim, beni ben yapan ne... insan galiba hep sorduğu soruların cevaplarını arıyor ve bazen hiç beklemediği bir yerde fotoğraflar ona olanı biteni resmediyor... İyi ki...



20 Mart 2012

Dalıp Gitmek

Aslında çalışmalıyım... Ama nedense aklımın bir ucunda ve yüreğimin orta yerindeki kişiye "seni seviyorum" dediğimden beri, bir yanılgının içinde olup olmadığımı sorgulayan kendimle binanın sessizliği arasındaki boşluğa sığınmak ister gibiyim. O nasıl bir boşluk dersen; sen bağırıyorsun, sesinin yankısı her seferinde sana dönüyor, ama sessizlik öylesine derinki aslında ses sana gelene kadar boğulup kalıyor ve sen o boğulma sesini kendi sesin sanıyorsun, oysa ki geri dönen tek şeyin sözün söylediği o anda, çarpıp da geri gelen dudak altı bir sessizlik olduğunu da çok iyi biliyorsun.

Bir gemi düşün sonsuz denizlerde, ve aniden, sen ona bakıp da düşlere kapılmış bir martı gibi süzülürken, o koca gemi, o koca cüssesi ile denizin orta yerinde, aniden, hiç bir şey yokken, yani bir fırtına mesela, evet, bir bir fırtına bile yokken kaybolsa... Geriye ne kalır? Boşluk! 

Kelimelerime öyle bakma, pek ala sen de biliyorsun ki, kafam böylesine karışık olduğunda imgelemler, rüyalar ve düşünceler birbiri ile uyumlu olamıyor. Yaşadığım his garip, söylendiği an, söylenirken ki his... Ve o garip suçluluk duygusu... Öylesine elle tutulabilirdi ki... Bunu bana anlat dersen; sen bağırıyorsun, kelimeler ağzından çıktı sanıyorsun ama meğerse çıkmıyormuş. Duvara vuruyorum sanıyormuşsun da, aslında duvar falan yokmuş. Biri oturmuş göğsünün orta yerine, biri gelip boğazını sıkmış, sen öylesine çırpınıp, bağırıp, öylesine duvarları yumrukluyormuşsun ki, sesin kısılmış, parmakların acımış, takatin kalmamış. Oysa her şey bir karabasanmış. 

Evet! Suçluluk duygusu bir karabasanmış, gerçek olan o boşluğun hiç dolmayacak olmasıymış. Ne anlatmak istiyorsun dersen, ki deme, n'olur deme... Diyelim ki dedin, ben susardım biliyor musun? Susar ve ağlardım... 


***




Bir "trans siberian" belgeseli sonrası, okunmuş bir yazıya istinaden, söylenmiş bir sözün yarattığı his... "Sen ne güzel bir adamsın" diyen kadının gülümsemesinde saklıdır. Ve yukarıda okumuş olduğunuz karmaşa, bir yüreğin çırpınışıdır. O geziye bir gün mutlaka gidilecektir. Gezi boyunca yürekte taşınacak his... "Sen ne güzel bir adamsın" diyen kadının gülümsemesinde saklı olacaktır. O diyarlar gönül gözüyle görülecek, o şarap gönül sesiyle dinlenen bir şarkı ile yudumlanacaktır. İyi ki...


görsel / buradan 


19 Mart 2012

4 Hikaye



1. Hikaye
Yıkadı balkonu kadın, bir kova su ile. Balkon, hikayeleri yazdığı yerdi. Serindi. Yuvarlak iki saksıda ortanca biri pembe ve mavi ve balkon kenarında salkım sardunyalar, pembe çiçekli. Oturdu kadın balkona, sadece hislerini yazsa yeterdi, sadece gelip geçeni yazsa... Aldı eline rakı kadehini, kaldırdı havaya. Şerefe dedi hayata...




2. Hikaye
Dört kişiydiler, en küçük için iki abi, bir abla vardı masada... Oturdular, tatlı telaşlı ellerin hazırladığı masanın etrafına. İki bina arasından görünen denizi ve batmakta olan güneşi katmerleyen, radyoda çalan, eski zaman aşklarını omuzlarında taşıyan şarkılardı. Gece, kendi hızında yavaş yavaş akarken, sohbet koyulaşıyordu. Hayattı konuşulan ve hayattaki beklentiler üzerine anılara yolculuklar yapıldı.

Kadının aklına düşmeseydi adam, daha da güzel olabilirdi o akşam. Uzun süre, 'ille de sen' diyen Doğulu şarkısını mırıldandı aklı. Kurşun adres sormuyodu ki, yakıp da gidiyordu en derinden, depremlerdeydi yürek, yangınlarda, öylesine çaresiz... Rakısından bir yudum aldı, senli benli oldukları günler içindi. Sonra abilerden birinin, hemen yanında oturan ablaya tutkuyla bakışını yakaladı. İçinde bir yer sızladı. Gözünde bir damla yaşa dönüştü. Kimse görmeden parmağının ucuyla sildi. Büyük ihtimalle, hayal etmek, ayrılığa, uzaklığa, yokluğa dair olduğu için, o gecenin sonunda, aşkına sarılarak uyuduğunu hayal etmekten o gece vazgeçti.


3. Hikaye
Evli iki çocuk babası bir adam ve iki evliliği de mutsuzlukla sonlandırmış ve anmak bile istemeyen, boyu kadar oğluyla babadan kalma evde tek başına nefes alan bir kadın. Oturdular bir balkonun, gökyüzü gören kenarına. Ellerinde bira şişeleri, koyu sohbetin konusu: Aşk...

İkisinin yüreği de aşka dönük ama ikisinin de bu konuda şansı yok. İçiyorlar, bir kadının aşık hallerini anlatışından duygukları heyecanı ortak edip kederlerine. Kadın bir ara, senin gözlerin çok güzel diyor. Oysa, kendi gözleri yeşil mavi, güzel dediği gözlerse, duru bir kahverengi. Birininkinde hüzün var, diğerinde ise aşkın parlaklığı. Yudumlarken biralarını, gecenin sessizliğine karışıyor, sessiz çığlıkları. Herkes bu gece tek başına uyuyacak, gece az sonra bitecek. Herkes kendi yalnızlığında, yaşanmışlıkların ağırlığında kendi kabuğuna çekilecek. Gece sabaha zorda kalmasa hiç varmayacak.




4. Hikaye
Gece saatler vurmadan daha onikiye, içindeki sıkıntı belki de uçup da gider diye, oturdu balkona tek başına bir kadın. Elinde, buzlu bir ahudululu votka, yıldızsız gecede yaktı bir sigara. Açtı msn'in küçük ve boş ve beyaz ve karşılıksız penceresini... Başladı yazmaya, içinden geldiği gibi, sansürsüz ve endişesiz...

içimi dökmüştüm, biraz taşmış galiba, batıp çıkmış buralar

uğramazsın ya... hani uğradığında şaşırma
yalnızlık kafa bulantısı yapıyor akşamlarımda
rakıyı buzsuz severim ben bilirsin
geceyi sensiz değil ama
yüzünü görmemişim kaç gecedir
bir yıldızı bilmişim sen diye
bu gece o da yok iyi mi...
öyle karanlık, sanırsın zifiri
bir de serin, yakıyor insanın nefesini
şimdi burada olsan ki yoksun
ve yakın zamanda olman da mümkün gözükmüyor
içmeyip de ne yapsın bu garip tek başına
yalnızlığını alıp karşısına

oysa dostumdun sen benim
şarkılar dinleyip
uykulara daldığım
ve sevgilimdin
sabahlara seninle uyandığım
şimdi ne yıldız var ne sesin
bir rakım var buzsuz
bir de hüznüm bulutsuz


***

Yukarıda okuduğunuz satırlar yazılıp da atılmışlar bir kenara, istemedim orada kalsınlar. 
Burada olsunlar istedim, kişisel yazın serüvenimin bir ucunda...

***


görseller / 1. balkon / 2. balkon / 3. balkon / 4. balkon

14 Mart 2012

Saat Beş Mektupları - IV





Canım Evren,

Bu aralar çok gergin, hayata karşı öfkeli ve kırgınsın... Ne oldu ki, bunu seçen sendin. İstedin, yaparım dedin, ben hallerim dedin, tamam dedin, peki dedin. Hayır, nereden çıktı şimdi. Yetti artık, da neyin nesi... Çok veriyorsun diye, çok alacaksın diye bir kural yok. Biliyorum, senin de çok bi'şey istediğin yok. Sadece birazcık senden yana olsun istiyorsun hayat... Kendini şımartmayı öğrenmiştin ya... Ne oldu, yetmiyor musun kendin kendine... Hem nedir derdin, sen istedin, senin oldu. Şimdi mi aklın başına geldi. Seni bazen anlamakta ben bile zorlanırken, bir başkasının seni anlamasını nasıl beklersin. 

Beklenti... Yine ele geçirdi değil mi seni... Biraz sakinleş, biraz uzaklaş, biraz dışarıdan bak kendine... Kibre giden bir yol seninkisi... Hazır yol çatallaşmışken otur bir taşın üzerine, uzaktan bir bak kendine. Seviyor musun bu halini... Onaylıyor musun... Bir başkası senin yerinde olsa, yaptıklarını yapsa... Bence de onaylamazdın, bence de aklını başına devşir derdin, bence de bir parça soğurdun ondan...

Belli ki günlerdir, erkenden yatmanın ama uyuyamamanın, gördüğün rüyalardan sonraki huzursuzluğunun ve sabahları yağan yağmura çemkirmenin sana anlatmak istediğine kapadın kulaklarını. Ama aç... Kendi kendine dürüst ol. Kendini dinle... Kendine artık bir çeki düzen ver. Senin herkesten beklentin varsa, ki var biliyorum, benim de senden beklentim bu. Kendine dürüst ol. Beklentilerinden arın. Yalın bir evren ol... Yalın ve önce kendine dürüst!


Senin,
xxx


Kısa Not: Seni seviyorum. Hep.


09 Mart 2012

Yarın Kalan Söylenişler



Sabah sabah içimde bir sızı... Karşıdan gelen sesin, sonunda! biliyor musun (...), demesinden hemen sonra oluştu. Nedensiz değil. Nedenini kendime söylemek istemediğim bir hal benimkisi... O bunu biliyor. Bunun beni, üzerinden ne geçmiş olursa olsun, ne kadar geçmiş olursa olsun acıtacağını da. Ben kendi yolumu çizmiş olsam da, Onun içimde bir yerde halen ortanca bahçelerine açılan bir kapısı var ve o kapı ben nefes aldığım sürece hiç kapanmayacak. O, bunu da biliyor.
O kapıdan esen bir rüzgarın beni üşütmesiyle döndüm geçmişe... Yarım kalan söylenişler, dedim... Yazıldıkları halde kalsınlar istedim. O nedenle buradan sonra okuyacağınız kelimeler yanlış yazılmış olabilir, cümleler anlamsızca orta yerinde kesilmiş olabilir. Söylemeye çalışmak kendi içinde tutarsız olsa bile, meramını anlatmak isteyen birinin ardı arkasına, nefessiz kalırcasına konuştuğunu düşünün... Dinlemek becerisine sahipseniz, söylenen onca kelime arasında sıkışıp kalanları da çıkartabilirsiniz... Çünkü sevmek zamansızdır... Çok güvensen de, için sızlar bazı gidişlere...

***

Dün akşam yazdığım yazıyı ona gönderdim, biliyorum hiç tarzı değil, okudu da ne düşündü bilemem ama tepkisi öyle pek de coşkulu olmadığına göre... Genel ruh halinin yansıması da olabilir tabi, sonra bana, sen ekstrasın dedi, 13+1. Gülümsedim. Bir şans olabilir miydim?

***

Uzun bir mektup yazdım, duygumu anlatmak için, o gene kendince önemli olanı çıkartmış ve onun üzerine yazmış sadece. bunu gördüğüm halde neden dönüp arkama gidemiyorum sessizce, gene neden sonu farklı olur belki diye inat ediyorum, biri bana söylese... içim acıyacak gene, biliyorum. biliyorum, mesele sık aranmak değil kimin o sıklıkla aradığıdır aslında. bazen haftada bir aranmak yeter bazense az gelir gün içinde 5 kere konuşmak. dedim ya kimin aradığında saklıdır sihir... 

***

Dün akşam uzun zaman sonra, Genco Erkaldan Kerem Gibi, Nazımla 35 yıl, seyrettim... Şanslı bir çocuk olduğumu fark ettim bir kez daha ve teşekkür ettim hayata, beni bu yoldan ilerlemek konusunda, doğru bir kapı önüne bıraktığı için. Belki herşey beni getiren leyleğin tercihleriyle şekillendi, orasından çok da emin değilim. Akşam oyunun çoşkusu ve heyecanı ile eve gelip de, onu arayıp bulamamak, içimi burkmadı, heveslerimi söndürmedi desem yalan olur. Üstelik bugün sabahın 10u itibarıyla da aranmadığım düşünüldüğünde, ya da herhangi bir mesajın olmayışı içimi kemirmiyor desem daha büyük bir yalan olur. Zamana bırakmak, zamanın getirdiklerini, keyfiyle kederiyle yaşamak, akışına bırakmak hayatı ve dilemek sadece içinden geçenleri, belki onlara kavuşmanın en zahmetsiz ama sabır gerektiren yoludur. Diliyorum ki, biraz daha sabırlı olmayı öğrenecek bu ruh, bu yürek, bu akıl zamanla... 

***

Konuşma sürelerimiz gitgide kısalıyor, ben paylaşmaya çalıştıkça senin koşar adım kendi dünyana dönüşüne, içerlemiyor değilim, ama bir yandan da kendimi bu ilişkinin yeni biçimine alıştırmaya çalşıyorum. Kimbilir belki "uzaktan" sevmenin doğasında, farklı bir ritmi yakalamak da mümkündür. 

***

Elimde değil, arıyorum seni, sesini duymak, iyi olduğunu bilmek, yanında olduğumu hissettirmek istiyorum. Sen, soğuksun, ne zaman içimi ısıtıp seni arasam, üşüyorum. Çok üşüyorum. 

***

Güne iyi başlamak çok zor değil aslında, çok zor değil gülen bir sesle merhaba demek, için kan ağlasa bile... Hani sadece o var diye, hayatında, ki bazen yetmez bilirim, gene de gülebilir insanın sesi, ümitle... 

***

İnan çok zor değil biliyor musun, en azından şöyle düşün, sen aşık olmuşsun, adam da sana. Uzaktasınız ve bir o kadar yakın aslında. Her sabah, bir günaydın konuşması, çok uzun değil, belki çok kısa, ama hayat akıyor saniyelerce ve uzanıyor güne, yayılıyor ister istemez dudağındaki gülümseme... Aylar sonra, sen bütün bunlar olmazken, giyinme dolabının hemen önünde, ne giyeceğim şimdi ben diye iç geçirirken, yakalıyorsun içindeki hüznün sebebini ve sarılıyorsun telefona, seni neyin üzdüğünü söylemek isterken, adam şöyle diyor sana, "sanıyor musun ki, o sabahlarda, koşarak ve heyecanla geliyordum ben telefona"... İnan bunu duymaktan daha zor değil, gülen bir sesle merhaba demek. Dene... Kimse seni sevmiyorsa, sen kendini sev. Başkasını sever gibi sev. Bak bakalım o sevme biçimi mutlu edecek mi seni. 

***

Sevildiğini hissetmek, sesinin duyulduğu anda mutlu olacağını bildiğin bir sesi aramak, aradığında o sesin mutlu olduğunu fark etmek... Aşk böyle olmalıydı... 

***

Biliyor musun sesinin tınısı seni seviyorum demiyor artık... daha çok bıkkınlık var sesinde, bir de tekrar başladı diye bir pişmanlık... büyüsünü kaybetmiş gibi aşk, belki de olmadığını anladın da söyleyip kırmak istemiyorsun... bilmiyorum... yüreğimin hissettiği tek şey, "uzak" oluşun...





08 Mart 2012

YARIN YOK!



Bazılarımız için yarının bugünden bir farkı yok... 
 Bazı kadınlar içinse ne dün vardı, ne bugün olacak... 
 Ve bazıları yarını hiç yaşayamayacak!



Vefa



Nerdesin diyor yüzünde kızgınlıktan çok mutluluk ifadesi ile doktor hanım... O anda dönüp kapıya bakıyorum, gözleri yaşla dolu bir genç kız. Henüz 29'unda. Kalbinin atışını oturduğum muayene masasından bile duyuyorum: Gözleri nasıl da ağlamaklı.Telefonumu bırakmıştım diyor genç kadın. Ulaşamadık diyor doktor. Heyecanla Doktor Bülent aranıyor, hasta geldi diyor Dr. Nimet; sesindeki umut, coşku sürekli dinlemek isteyeceğiniz mutluluk melodileri sanki. Gülümsüyorum adını bile bilmediğim kadına, o anda orada olmakla, bir insanı tekrar hayata döndüren bir haberin değerini keşfediyorum. Hayata daha bir sıkı tutunmak gerek, görüyorum. Şükrediyor ve gökyüzüne bakıyorum.

Hastaneden çıkınca, uzun zamandır tanış olduğum şimdilerde yüzünü pek de görmediğim abibin arkadaşına uğruyorum. Her zaman yemek yediği yerde denk geliyoruz önceden tahmin edildiği üzere. Üç beş kelimenin belini kırıp, bir çorbanın tadına varınca hadi gel diyorum konuşalım birazcık. Mesele büyük... Beni aşar ama ucundan kıyısından tutmak lazım bazı dostlukların. Bazen bir tutkal olmak hayatta. Kendini hayata tutturacak tutkalın kendine yetmese de bazen başkası için denemek gerek bir kere daha...

Yola çıkıyoruz, arabayı yerleşkenin dışındaki köy yoluna sürüyorum. İlk kasabadan çıkarken konu hala aynı; havadan sudan, oradan buradan. Bir amca el ediyor. Aniden durduruyorum arabayı. Amcaya soruyorum: nereye... İrfaniyeye gidecekmiş, Az ilerde bir köy. Vaktin var mı diyorum, var diyor. Amcayı alıyoruz arabaya. Sohbet dönüp dolaşıp, iyi yüreklere geliyor. Çocukların onu bırakıp gittiğinden dem vuruyor. Köyde toprak çok ama bakacak yok diyor. Anlamadığımız bir dilden konuşurcasına devam ediyor. Vefa kalmadı diyor. Toprağa vefa kalmadı ki, insana olsun. Az ilerde durun da köy kahvesinde bir çayımı için diyor. Sonra uğrayalım diye söz veriyoruz. İşe geç kaldık.

Dönüş yolu açılıveriyor konu: Vefa. Yüreği kırgın belli. Nasıl tekrarlayarak anlatıyor olanı biteni. Safraların atılmamış diyorum. Akşama içmeye karar veriyoruz. Bir kaç telefon görüşmesi ile artık on kişiyiz. Salaş balıkçıda buluşulacak. Keyifle yerime dönerken amcanın sözleri çınlıyor kulaklarımda: Toprağa vefa kalmazsa insana hiç kalmaz...

Merdivenleri birer birer çıkıyorum.Kafamdaki işleri yerine koyduğumda odamın kapısında bir not fark ediyorum. Vefasız. Kaçıncı gelişim. Bu son haberin olsun. Kaderin bana ulaştırdığı nota gülümsüyorum.


Ocak/2010




görsel / buradan