06 Aralık 2021

O Gece




O geceyi hatırlıyorum. Önce yabani sarmaşık gibi dolandı bacaklarımız, sırtımı göğsüne yasladım, sen dağ oldun ben gölge, kollarınla sardın bedenimi dereler çağlıyordu vadimizde, sağ elinin avcuyla hoyratça kavradın sol mememi, ateşin ilk harlı alevi yükseldi gök yüzüne. 

Biz seninle iki ayrı elmanın yarısıydık, olmayacak duanın amini, arkası yarınları olmayan bir hikayenin ama ne kahramanları.

Uyuduk öylece. Avını bekleyen bir avcı gibi, heyecanlı, kararlı, ürkek ve telaşlıydık ve bir o kadar durgun; saklı göller misali.  

Gün ağarmadan daha,  öptün beni usulca. 

Uyandık öylece. 

Sen kalktın önce, sessizce.

Ben kaldım geride sessizce.

O zaman anladım kök salamayan sarmaşıklar ölmüştü, sessizce. 

Hikayemiz bitti.

Böylece. 

Sessizce.

***

Fotoğraf / 2018


03 Aralık 2021

Çok Daha Zor Mayıs




Sabah erkendi uyandığımda, kör bir karanlık değil de mutlak bir karanlığa uyanmıştım sanki.   Dün akşam iki cümle arasına mırıldanırcasına söylediğin, Haziranın ilk haftası takıldı aklıma, gelecekmişsin ya! Bazı kelimeler boş hayaller kurduruyor insana. Gün içinde o hayalin her bir anına bir daha hiç kopamayacakmış gibi sarıldığımı fark edince, evden çıkayım dedim, yoksa gün zor olacaktı, gece daha zor.

Kaçış unuttum sanmanın, hangi dildeki karşılığı dersin?

Seni özleyeceğim!

Bir süre daha bazı sabahlar, elim hep yüreğinde uyanacağım. Beni seyrediyormuşsun gibi, gözümü açar açmaz gördüğüm gülen yüzüne, ben de sımsıcak gülümseyeceğim. Sonrası fena biliyor musun? Sonrasında gün akıp giderken kendi hızında, ben keşkeler biriktireceğim yokluğuna ve keşkeler kaydıracağım denizler üzerinde, yüreğime bastığım taşların ağırlığınca. Bir kaçını salarım belki balon misali, kırmızı, mavi, mor, sarı, belki gökkuşağı sanıp da mutlu olur hiç tanımadığım birileri.

Ama en çok Haziranda kahrolacağım, ortancalar çiçeğe dönecek ya yüzünü, işte o zaman keşkelerimin sayısı bilinmeyecek, boncuk boncuk ağlayamadığım için yokluğuna.

Biliyorum seni çok ama çok özleyeceğim!

Sanırım seneyi devriyesi geldiğinde, şairin* dediği gibi, işte o Haziranda ölmek isteyeceğim, bir acabaya bağlanıp da akmayan bir çeşmenin başında susuzluğumu gidermeye çalıştığım için, kuruyarak öleceğim.  Bilirim, şair zamansız ölümü anlatır o şiirinde, bilirim adaletsizliği anlatır, bilirim bir dönemi anlatır, zamansız göçleri anlatır, metafor gibi gelir, ölüm ve yaşamak okudukça. 

Ama şair, eninde sonunda bir gerçeği anlatır. 

 "Gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç"

Yokluğunda... / Mayıs 2010

 
* Hasan Hüseyin Korkmazgil
Fotoğraf / 2018

02 Aralık 2021

Zor Mayıs



Saklı vadide içerken, yüreğime sakladığım seni usulca öpüyorum, sessizce, kimselere çaktırmadan, üzerine düşler kurup, yeniden yüreğime saklıyorum. Yüzümde belli belirsiz bir gülümseme. Eve geldiğimde, aradığını dilediğimden, hemen ev telefonuma gidiyor elim, aramışsın, seviniyorum, ya aramasaydıyı hiç aklıma getirmiyorum. 

Telaşlı ve gergin bir bekleyişin içinde sıkışıp kalmanı istemediğimden, arıyorum. Aklımda fena halde seni öpmek isteği, dudaklarımı iyice ahizeye yaslayıp, "beni aramışsın" diyorum. Sonra sana olup biteni anlatıyorum ve sen, "kapatmışsın blogunu" diyorsun. Evet, diyorum, biliyorsun ne zamandır niyetim vardı zaten. "Ne gerek vardı bir veda yazısına" diyorsun, "teselliye ihtiyacın mı vardı?" "Bütün yazılarımı kendim için yazdım" diyorum, "nasıl diğerlerini istediğim için kaleme aldıysam bu vedayı da bu nedenle kaleme aldım".  Sorduğun soruyu telefonu kapattıktan sonra bir kez de kendime soruyorum, "teselliye ihtiyacım mı vardı?" Belki... Belki de tek ihtiyacım olan, acımın derinlerinde tek başına yüzleşmeyi göze alamadığım için, boğulursam diye, ses edecek birilerinin kıyılarıma yanaşmasıydı. / Mayıs.2010



Bilmem ki bir açıklama yapmak lazım mıydı? Başlarken yapmıştım, neden yazmaya başladığımı ve neden paylaşmaya karar verdiğimi. Şok edici bir etkisi olmamalı gidişimin, ne de olsa gitmek hep dilimdeydi. Yalancı çoban oldum sanırım. Artık gittim ama kimseyi inandıramıyorum. Bazen öyle bir an geliyor ki, açıklama yapmamış olmaktan rahatsızlık duyuyorum ama ne diyebilirim ki, adam beni terk etti, ben de gittim mi demeliyim. Çok mutsuzdum, bunu resmedip de yüzleşecek dermanım kalmamıştı, o nedenle kaçtım mı ya da, bilmiyorum. Sanırım hiçbir açıklama yapmayacağım. Onlarca kez teşekkür ettim, katkı koyanlara, dostluk sunanlara ve onlarca kez anlattım hezeyanlarımı yazılarımda. Hem kime ne ki, kendim için yazıyordum, şimdi de kendim için gidiyorum. Budur! / Mayıs.2010




Evreleri var insanın, mesela bir ayrılık kararında, eğer kendisiyse ayrılmaya karar veren, karşısındakine söylemek, o kararı almaktan daha zor. Yok eğer, ayrılığı bir olasılık olarak aklında tutuyor ama ayrılmamaya tutunuyorsa, o zaman da ayrılık gelip çattığında, dağılan taraf olmak kaçınılmaz. İşte, bence orada olmak en kötüsü, dağılan tarafta yani. Çünkü kararı alan, bu kararı alırken ve açıklarken taşıdığı yükü, karşı tarafa söylediği anda, kucağına bırakıveriyor ve arkasını dönüp gidiyor. Bunca zamandır yanında olan ve kendi taşıdığı ağırlığı ağırlaştırırken, yanında hep sevmiş olduğu insan var, tek başına değil yani. Ağırlığı kucağında bulansa, o ağırlıkla kalıveriyor ortada. Hem tek başına hem de beklemediği bir zamanda gelen bu ağırlıkla baş etmek kolay olmuyor. Önce bir öfke nöbeti, beraberinde gelen neden soruları, ardından ağlama krizleri, aldatılmışlık hissi ve bir çokları, benzerleri ve nispi olarak daha kötüleri, ardı ardına bir savaşın ortasında gibi, daha çok da gece yarısı baskınını andıran bir hesapçılıkla geliyor. Hele bir de gece gerçekten olunca, yani karanlık zifiri denir ya, işte tam o anda, bastırınca sessizlik ve durmayınca yaşlar, kendi tükürüğünde boğulan insan misali, boğuluyor insan gözyaşlarında. 

Sanıyor ki, gelip kurtarır onu, o çok sevdiği adam. Adam, ağırlığından kurtulmuş omuzlarında, başı dik, yaptığının doğruluğundan emin, ve günlerdir çekilen ve son bulan sızılarının yokluğunda hafiflemişken "bitti" diyor. Başının çaresine bak. Sen; "peki sevgi neydi" diye soruyorsun kendine, bağıra bağıra, avaz avaz, kendini yırtarcasına, yüreğini söküp atarcasına. "Aşk neydi" diye sorar buluyorsun kendini aynalarda. "Vazgeçecek kadar çok sevmekti" diyor bir ses. Sen, "keşke kalıp da daha çok sevmeyi deneyecek kadar çok sevmek olsaydı" diyorsun. "Sevecek olsa, zaten kalırdı"yı kısık bir sesle, kendine bile duyurmak istemez bir halde söylüyorsun. Bir önceki sesin aksine şefkatle.

Kalbinin ağrısı gözünün ağrısıyla kısır bir döngü içinde, paslaşırken, yakan top misali, uykuya dalıyorsun. Sabah uyandığında bütün bunların kötü, çok kötü bir kabus olduğuna inanmak istediğinden, son bir gayret, uykuya dalıyorsun. Sabah gözünü On(l)a açıyorsun. Bunun bir süre her sabah böyle tekrarlanacağını bilerek güne başlıyorsun. Her sabah onun adını sayıklarken, zamanla bir süre sonra yani, top oynamaktan sıkılan çocuk misali, önce yakan toptan vazgeçiyorsun, her sabah ona günaydın demiyorsun. İstopa dönüyor oyun, top havada, bazı sabahlar düşünce yatağın ortasına, bir günaydın diyorsun, havadaki top keşke düşmeseydi yatağa, sen istemeden ebe oluyorsun. Vuracak bir tek kendin varsın diye, topu atan da tutan da, ebe de, vurulacak olan da kendin oluyorsun. Sonra toptan vazgeçip, saklambaç oynuyorsun. Ara sıra bir ağacın ardına gizlenip, saklandığını düşünsen de, hayat denen ebe, seni buluyor bir şekilde. Sen duvara vurup, sobeleyemiyorsun. Ayağına takılıyor bir anı, tam hızını almış koşarken, sendeleyip düşüyorsun. Zamanla denediğin bütün oyunlardan zevk almaz olunca, bir de akşam olup hava kararınca, içine dönüyorsun. Zamanla dışarı çıkmıyor, hiç bir oyuna katılmıyor, kendini yalnızlaştırıyorsun. Öfkeyle, kızgınlık arasında gidip gelen ve seni ölesiye yakan duygunla baş başa kalıp, bekliyorsun. 

Zaman geçiyor, sen geçiyorsun. Aklına düştüğü zamanlar giderek seyrekleşiyor. Üzüntün geçen zamanla ters orantılı azalıyor. Bir tahterevallinin hassasiyetinde, bir yukarı bir aşağı. Ağır basan üzüntü, kavga, kırgınlık zamanla senin yüreğini ortaya koymanla hafifliyor, sen ayakların yere değdiği ilk anda, tekrar oyun oynayacak kadar güçlendiğini hissedip, oyun parkının coşkusuna karışıyorsun. Elinde bir top, köşe başından tüm endamı ile dönen, mahallenin yeni yetmesini şöyle bir süzüp, ekibini kur diyorsun, cesaretin varsa yakan top oynayalım sahanlıkta. / Mayıs 2010

***
Fotoğraflar: 2018 / Akçakoca

01 Aralık 2021

Döner Seni Bulur

Biliyorsun değil mi? "Asla" yapmam demeyeceksin. Dersen, yani bir gün ağzından "asla" ile başlayan bir cümle çıkarsa not et bir kenara. Yıllar sonra, belki de yarın hatta, çıkabilir karşına. Ve sen "asla"nın içinde uyanırsın o biteviye kafanı duvarlara vurduğun sabahlara. 

Günlerce dalga geçersin mesela... "Bazı insanlar var sabahtan akşama iş yerinde film seyrediyor" diye. Gün gelir, hayat seninle dalga geçer gibi; yapacak tek bir işin olmadığı için, işinin en yoğun olduğu zamanlarda kaçırdığın diziyi izlersin, ne de olsa tek derdin gün bitsin! 



Mesela çığlıklar atarsın, "evli bir adamın sevgilisi olmak istemiyorum" diye... Evli bir adam gelir seni bulur ve sen bir seçim yaparsın; nasıl olsa sorunlu, elbet bitecek bir gün diye tutunduğun dal çürük çıkıp da kırılınca, duvara tosladığını anlarsın. Düşüp kolunu da kırabilirsin tabi ama, şans işte belki sana güler günün sonunda. 

Kilolu diye bir insanı küçümsemeyeceksin... Bir insana sokaklarda yaşadığı, çöplerden beslendiği için uzak durmayacaksın. Nasıl herkese günaydın diyorsan, onun da hakkıdır güzel bir sabaha uyanmak, yanından geçerken gülümsemeyi bilecek, hafifçe başını eğip, selam vereceksin. Dedik ya onun da hakkıdır içten bir samimiyet. 

Bir köpek düşün, açlıktan ağlayan, bi kedi soğuktan tir tir titreyen... Yaşamak onların da hakkı, bir lokmayı esirgemeyeceksin. Diyelim ki elindeki son lokma, at onu ağzına, git onlar için de al bir parça daha. Hatta sen en iyisi çantanda, cebinde bir avuç mama sakla, bugün olmasa yarın lazım olur nasılsa. 

Vaktin olduğunda, verdiğin sözleri tutmak için çaba harcayacaksın. "Konfor alanından çıkmayan, başaramaz" unutmayacaksın. Mesela eve gittin diyelim erken, kolayına kaçıp koltuğa uzanmayacaksın hemen. Diyelim ki uzandın, hayaller kuracaksın biraz, sonra bir kağıt kalem alıp eline, hayali gerçeğe dönüştürmek için ne gerekiyorsa not alacaksın. Eyleme geçmeyen, ya serden geçer ya yardan unutma. 

Yazı yazmayı seviyorsan sabahın köründe, yazacaksın. Bir çözümü vardır elbet, çok istiyorsan o çözümü de bulacaksın. Eğer bulmuyorsan, o kadar çok istemiyorsundur, kendine dürüst olup, önce kendini kandırmayacaksın. Gün içinde buldun  kısacık bir zaman, kaçamak yapacaksın kelimelerle, kalemle, kendinle. Akacak klavye durmaz masada. Deneyimledin öğrendin vakti zamanında. 

Ha bu arada, kalemi eline aldığında bırakacaksın ki aksın. Sen yazar mısın ki, geriye dönüp dönüp düzeltmeye uğraşıyorsun cümleleri, süslüyorsun metaforla, mecazla, deviriyorsun yüklemi, zamiri.  Bırak ne kadar aktıysa, nasıl aktıysa içinden, öyle kalsın. Olduğu gibi güzeldir bazı şeyler unutma. 

Daha çok gülümseyeceksin mesela. Daha çok. Çok daha fazla... İyi geliyor sana. Bir başkasına da!  Hem unutma, döner seni bulur o gülümseme hiç içinden gelmediği bir anda. Yani sırf sana biri güldü diye, gülümsersin bir anda. İçinde bir yer ısınır önce, sonra yayılır dünyaya. Dünya yuvarlaktır unutma!

Döner seni bulur, toprağa attığın her tohum zamanı dolduğunda. 

Fotoğraf. 2018 / Zürih
Yazı: 2014 / Ocak

25 Kasım 2021

Sahibine Kısa Notlar -1



Mutluluk öğrenilen bir şey. Yokluğun içinde bile gülecek bir şey bulmak mesela, kesinlikle öğrenilen bir şey. İnsan içini dengelerse, ki beklentisiz bir hayat işi kolaylaştırıyor, o zaman mutlu olmayı da öğreniyorsun. Dikkatini çekerim, beklentisiz dedim, hayalsiz değil. Çünkü gerçekler hayallerden ilham alır. Ah bu konu derin. Bir gün beklenti ve hayal üzerine de yazarım. 

Aslında belki de öğrendiğin mutsuzluğun içinde boğulmamak, her seferinde yüzüp seni ayağa kaldıran o kıyılara çıkmak. 

Kıyılarının kıymetini bilmek. Onları keşfetmek için kendi içine iyice, dikkatlice, yargısız ve bizzati futursuzca bakabilmek. Kendinin en iyisini seçebilmek. 

Ah kalbim, kaç yenilgide, kanatların olduğunu unutup öylece seni uçuracak rüzgarı bekleyerek geçirdin kısacık ömrünü. Kendini, gövdeni,  göğe uzanan dallarını görmezden gelip, kaç kere tutunacak dal aradın umarsızca. 

Avuç içlerine geçmiş tırnaklarını kestin kökünden, yine kanadılar, bu sefer içten içten. 

Sahi, sen en son hangi renk ruj sürüp öptün kendini aynada. Şöyle bir makas alıp kendinden, gülümsedin kendine. Aferin deyip taradın saçlarını. Sarıldın bir ağaca kendine sarılırmışcasına şefkat ve inançla. 

Ne zaman güldün kendine, ayağın kayıp da düştüğünde attığın gibi kahhahalarla, göz yaşların aktı yanağına.

Sahi sen ne ara sevmeyi unutup kendini, sende olanı, senin olanı görmezden gelip, küstün biricik yaşamaya.

Bir kedin olsun isterdin, olsa sen onu da mutsuz ederdin umutsuzluğunda. 

Şairin vardır bence bir bildiği, kuşlar uçuyor, hayat kısa. 



*** Instagram hesabımdan yayınladım. Burada da olsun istedim. 

#evrencekaralama