02 Aralık 2021

Zor Mayıs



Saklı vadide içerken, yüreğime sakladığım seni usulca öpüyorum, sessizce, kimselere çaktırmadan, üzerine düşler kurup, yeniden yüreğime saklıyorum. Yüzümde belli belirsiz bir gülümseme. Eve geldiğimde, aradığını dilediğimden, hemen ev telefonuma gidiyor elim, aramışsın, seviniyorum, ya aramasaydıyı hiç aklıma getirmiyorum. 

Telaşlı ve gergin bir bekleyişin içinde sıkışıp kalmanı istemediğimden, arıyorum. Aklımda fena halde seni öpmek isteği, dudaklarımı iyice ahizeye yaslayıp, "beni aramışsın" diyorum. Sonra sana olup biteni anlatıyorum ve sen, "kapatmışsın blogunu" diyorsun. Evet, diyorum, biliyorsun ne zamandır niyetim vardı zaten. "Ne gerek vardı bir veda yazısına" diyorsun, "teselliye ihtiyacın mı vardı?" "Bütün yazılarımı kendim için yazdım" diyorum, "nasıl diğerlerini istediğim için kaleme aldıysam bu vedayı da bu nedenle kaleme aldım".  Sorduğun soruyu telefonu kapattıktan sonra bir kez de kendime soruyorum, "teselliye ihtiyacım mı vardı?" Belki... Belki de tek ihtiyacım olan, acımın derinlerinde tek başına yüzleşmeyi göze alamadığım için, boğulursam diye, ses edecek birilerinin kıyılarıma yanaşmasıydı. / Mayıs.2010



Bilmem ki bir açıklama yapmak lazım mıydı? Başlarken yapmıştım, neden yazmaya başladığımı ve neden paylaşmaya karar verdiğimi. Şok edici bir etkisi olmamalı gidişimin, ne de olsa gitmek hep dilimdeydi. Yalancı çoban oldum sanırım. Artık gittim ama kimseyi inandıramıyorum. Bazen öyle bir an geliyor ki, açıklama yapmamış olmaktan rahatsızlık duyuyorum ama ne diyebilirim ki, adam beni terk etti, ben de gittim mi demeliyim. Çok mutsuzdum, bunu resmedip de yüzleşecek dermanım kalmamıştı, o nedenle kaçtım mı ya da, bilmiyorum. Sanırım hiçbir açıklama yapmayacağım. Onlarca kez teşekkür ettim, katkı koyanlara, dostluk sunanlara ve onlarca kez anlattım hezeyanlarımı yazılarımda. Hem kime ne ki, kendim için yazıyordum, şimdi de kendim için gidiyorum. Budur! / Mayıs.2010




Evreleri var insanın, mesela bir ayrılık kararında, eğer kendisiyse ayrılmaya karar veren, karşısındakine söylemek, o kararı almaktan daha zor. Yok eğer, ayrılığı bir olasılık olarak aklında tutuyor ama ayrılmamaya tutunuyorsa, o zaman da ayrılık gelip çattığında, dağılan taraf olmak kaçınılmaz. İşte, bence orada olmak en kötüsü, dağılan tarafta yani. Çünkü kararı alan, bu kararı alırken ve açıklarken taşıdığı yükü, karşı tarafa söylediği anda, kucağına bırakıveriyor ve arkasını dönüp gidiyor. Bunca zamandır yanında olan ve kendi taşıdığı ağırlığı ağırlaştırırken, yanında hep sevmiş olduğu insan var, tek başına değil yani. Ağırlığı kucağında bulansa, o ağırlıkla kalıveriyor ortada. Hem tek başına hem de beklemediği bir zamanda gelen bu ağırlıkla baş etmek kolay olmuyor. Önce bir öfke nöbeti, beraberinde gelen neden soruları, ardından ağlama krizleri, aldatılmışlık hissi ve bir çokları, benzerleri ve nispi olarak daha kötüleri, ardı ardına bir savaşın ortasında gibi, daha çok da gece yarısı baskınını andıran bir hesapçılıkla geliyor. Hele bir de gece gerçekten olunca, yani karanlık zifiri denir ya, işte tam o anda, bastırınca sessizlik ve durmayınca yaşlar, kendi tükürüğünde boğulan insan misali, boğuluyor insan gözyaşlarında. 

Sanıyor ki, gelip kurtarır onu, o çok sevdiği adam. Adam, ağırlığından kurtulmuş omuzlarında, başı dik, yaptığının doğruluğundan emin, ve günlerdir çekilen ve son bulan sızılarının yokluğunda hafiflemişken "bitti" diyor. Başının çaresine bak. Sen; "peki sevgi neydi" diye soruyorsun kendine, bağıra bağıra, avaz avaz, kendini yırtarcasına, yüreğini söküp atarcasına. "Aşk neydi" diye sorar buluyorsun kendini aynalarda. "Vazgeçecek kadar çok sevmekti" diyor bir ses. Sen, "keşke kalıp da daha çok sevmeyi deneyecek kadar çok sevmek olsaydı" diyorsun. "Sevecek olsa, zaten kalırdı"yı kısık bir sesle, kendine bile duyurmak istemez bir halde söylüyorsun. Bir önceki sesin aksine şefkatle.

Kalbinin ağrısı gözünün ağrısıyla kısır bir döngü içinde, paslaşırken, yakan top misali, uykuya dalıyorsun. Sabah uyandığında bütün bunların kötü, çok kötü bir kabus olduğuna inanmak istediğinden, son bir gayret, uykuya dalıyorsun. Sabah gözünü On(l)a açıyorsun. Bunun bir süre her sabah böyle tekrarlanacağını bilerek güne başlıyorsun. Her sabah onun adını sayıklarken, zamanla bir süre sonra yani, top oynamaktan sıkılan çocuk misali, önce yakan toptan vazgeçiyorsun, her sabah ona günaydın demiyorsun. İstopa dönüyor oyun, top havada, bazı sabahlar düşünce yatağın ortasına, bir günaydın diyorsun, havadaki top keşke düşmeseydi yatağa, sen istemeden ebe oluyorsun. Vuracak bir tek kendin varsın diye, topu atan da tutan da, ebe de, vurulacak olan da kendin oluyorsun. Sonra toptan vazgeçip, saklambaç oynuyorsun. Ara sıra bir ağacın ardına gizlenip, saklandığını düşünsen de, hayat denen ebe, seni buluyor bir şekilde. Sen duvara vurup, sobeleyemiyorsun. Ayağına takılıyor bir anı, tam hızını almış koşarken, sendeleyip düşüyorsun. Zamanla denediğin bütün oyunlardan zevk almaz olunca, bir de akşam olup hava kararınca, içine dönüyorsun. Zamanla dışarı çıkmıyor, hiç bir oyuna katılmıyor, kendini yalnızlaştırıyorsun. Öfkeyle, kızgınlık arasında gidip gelen ve seni ölesiye yakan duygunla baş başa kalıp, bekliyorsun. 

Zaman geçiyor, sen geçiyorsun. Aklına düştüğü zamanlar giderek seyrekleşiyor. Üzüntün geçen zamanla ters orantılı azalıyor. Bir tahterevallinin hassasiyetinde, bir yukarı bir aşağı. Ağır basan üzüntü, kavga, kırgınlık zamanla senin yüreğini ortaya koymanla hafifliyor, sen ayakların yere değdiği ilk anda, tekrar oyun oynayacak kadar güçlendiğini hissedip, oyun parkının coşkusuna karışıyorsun. Elinde bir top, köşe başından tüm endamı ile dönen, mahallenin yeni yetmesini şöyle bir süzüp, ekibini kur diyorsun, cesaretin varsa yakan top oynayalım sahanlıkta. / Mayıs 2010

***
Fotoğraflar: 2018 / Akçakoca

10 yorum:

  1. Fotoğraflar çok güzel:)

    İnsanı çaresiz bırakan, ruhu derya, mükemmel yazılar vardır ya, kala bırakır. Öyle oldu işte:) Daha sıcacıkken, dumanı üzerindeyken okudum. Sonra, bu kez daha tane tane... sonra nokta virgüle daha dikkat ederek. Yorum yazacam da iki kelamı biraraya getiremiyorum. Şu saate kadar bıraktım. Dedim fotoğraflar var, onlar kurtarıcı:)

    YanıtlaSil
  2. Böyle güzel ve de duygusal yazıların altına bir şeyler yazabilmek zor dostum zor. Akıp gitmiş sular seller gibi, tadını okuyanın dimağında bırakmış. Yazılabilecekleri toparlayabilmek zor gerçekten. Anlam bütünlüğünü bozma endişesi yaşatıyor bir taraftan.
    Yazan ellere sevgiler bıraktım:)

    Akçakoca harika bir yermiş bu arada...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sevgilerin hepsini aldım tek tek, gülümsememe ekledim. Bu arada sezon sonuydu gittiğimizde, Akçakoca'ya yerleşsek diye düşünmedik değil. 😇

      Sil
  3. Hemşirem; hazır sen sahalara dönmüşsün ve yılbaşı da yaklaşıyor görünen o ki benim de Kozmozdan Dilek ve Temennilerimi güncellemem gerekiyor:

    "- Evren'e bunalımlı yazılar yazman yasaklansın istiyorum. Kendisiyle aramda polemik çıkarmak, bir Deniz bir Seren gibi kapışmak, Söylemesem Olmaz'da günün başlığı olalım istiyorum"
    dinimiz, amin
    dfbjksdjsvjks :))))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bu yazıyı ve sonraki okudum, hüzünlendim, bir notcuk yazayım istedim, beceremedim.
      Sonra üstteki yorumu görünce hemen maydanoz olmak merakım depreşti. Geçmiş hüzünler orada kalsın, unutulsun deyiverdim. Affola. :)

      Sil
    2. Canım hemşire içimdeki yaşlı bunak hüzün vilayeti valisi gibi. Yapacak bir şey yok. Yaz denilince, dökülen budur.

      Sil
    3. Ekmekçi kız bende model bu. Geçmiş olsun olmasın, kalem de var bir hüzün. Bende değil yani 😉

      Sil
    4. Hemşirem o kısmı pas geçmiş, ben açıklık getireyim Ekmekçi kız. Çünkü meraklı turşuculuk kardeşliği bunu gerektirir. :))
      Hemşirem ki kendisi bu konuda çok mütevazı olsa da aslında, eski bloglarıyla birlikte buraların en eski bloggerlarından biridir. Buralar hep dutluk iken o vardı anlayacağın. İşte dutlukların yeni yeni imara açıldığı yıllarda bana da buralardan bir arsa aldırmıştı. O nasıl üretkense, ben o kadar tembel her zamanki gibi ama yazayım diye de nasıl bir uğraş halinde yine eski bir kaç komşu ile birlikte. Tatlı tatlı atışıyoruz blogdan bloga. Geçen blogumu elden geçirirken o yazılara denk geldim ve hemen birisini (kozmozdan dilek ve temennilerimi içeren) paylaştım hemşiremle, ne günlermiş diyerek. Tam da üzerine hemşiremin bu hüzünlü yazısı gelince benim de dileği güncellemem şart oldu haliyle. :)

      Sil
    5. Evet evet, kendisi on ay büyükmüş benim blog yaşımdan, eski blogculardan kim kaldı savulun edasıyla kontrol ettim, oradan biliyorum, itiraf edeyim. :))
      Hemşireniz Evren hanımın çok güzel yazdığı, insanın derinini titrettiği konusunda hemfikiriz sevgili Şaşkın.
      Yeni yazıları da bekliyoruz haliyle. :)

      Sil

An'a kazınandır senden bana kalan...
ANLAMLIDIR...

Teşekkür ederim sımsıcak yürekten bir tebessümle...