19 Eylül 2022

Ohrid Diye Çıktık Yola

Bu gezinin baş rolü kendisidir. Niyeti de öyle. 

Ohrid!

Bir rota belirlerken daha önce uğradığımız bir yere uğramamayı seçeriz, eğer özel olarak görülecek bir yer, ille gidilmesi gereken bir yeri özellikle bile isteye bırakmadıysak, o yer o seferki rotanın figuranı bile olamaz. Ama dedim ya Ohrid öyle değil. Ohrid daha önce gezmek istediğimiz ama planlama hatası ve hava muhalefeti nedeniyle aklımızda kalan "hakkı verilememiş yer listesinde" yer alıyordu. Babam da gittiğimiz günden beri, bir Ohrid'e gitsek diyor, ne ara konu yol ya da seyahat olsa, Ohrid rotada vardı di mi diyordu. 

Üsküp görevi çıktığında ofistekilerin aksine göreve atlamam bundandır aslında. 

Ohrid dediğin yakın yer, haftasonu git gel... Önceki deneyimlerden sabit ki,  ekip sağlam, daha önce ne yolları beraber aştılar, daha nicelerini aşarlar diyerek önce bir hafta sonra iki hafta sonunda 3 haftalık bir rota yapıyorum. İyi ki! Ohrid için bahaneye ihtiyacımız yoktu ama yola çıkmak için Ohrid en güzel bahanemiz oldu. 

Ama önce Üsküp çıkışı;

Günlerden Perşembe 12 Mayıs

Eşim pazarlama müdürü olduğundan ve de Tetevo'ya kadar gelip de müşterisine merhaba demeden oralardan geçmenin ayıp olacağını düşündüğünden bir durak daha ekleyiveriyoruz yolculuğumuza. Güleç yüzlü baba ve oğulları bizi karşılıyor, dükkanın önündeler, memnuniyetleri yüzlerinden okunuyor. Bir kahve içimlik uğradığımız yerden yaklaşık yarım saatlik bir yolculuk ile vardığımız Dardani'de yemek yerken buluyoruz kendimizi, biraz mahçupuz, hem elimiz boş gitmiş olduk hem de kalabalığız. Eşim müşterisi Türkiye'ye gelince telafi edeceği konusunda bizi rahatlatıyor. Dağ yamacındaki bu alabalık ve eti ile meşhur yeri, dağa sırtına dayadığından ve gürül gürül akan sularından mütevellit, çok seviyoruz. 




Ohrid için bize farklı bir dağ yolu önerseler de biz hem benim belimin ağrısı hem de yol neredeyse 2 saat uzayacağı için otobandan gitmeyi tercih ediyoruz. Üstelik Ohrid için kalacak yer planını da yapmamış durumdayız. Ama her zamanki gibi bir B planım var. Ohrid bizi bildik renkleri ile karşılıyor. Yağmursuz bir havada burada olmak hepimize iyi geliyor. Bu sefer otelde kalıyoruz, baba oğul işlettikleri otelde bu gece sadece biz varız, cumartesi gecesi odalar ful. İki  günümüz var ve bu sefer hakkını teslim edeceğiz bu şirin yerin.

Neredeyse bir günü St. Naum'a ayıracağız ve yol üzerindeki Bay of Bones'a da uğrayacağız. Bir önceki turda ne yazık ki buralar için vaktimiz yoktu. 

Günlerden Cuma 13 Mayıs

Sabah erkenden yola çıkıyoruz, çıkmadan önce hızlandırılmış bir sabah yürüyüşü yapıp, ışığı yakalamışken üç-beş fotoğraf çekip, hedefe odaklı yolculuğumuza başlıyoruz. Hedef St. Naum. Böylece görevin zorunlu olmayan çevre gezisinin ilk durağında Üsküp ekibiyle de bir fotoğraf çektirebileceğim.  

Yol gölün kenarından kıvrıla kıvrıla devam ediyor. Kendi havasını koruyan küçük yerleşim yerlerini geçiyoruz. Durmak istemesek de, yoldaki güzellikleri es geçmek pek de mümkün olmuyor. 












Aklımız fena halde Ohrid'e, sabah yürüyüşü sonrasında, akşam üzeri hafif çiseleme ile kendini gösterecek yağmurdan endişeliyiz. Gene mi diyor ama bunu mümkün olduğunda dillendirmiyoruz. Yol kenarında kalan küçük köyler, kasabalar çok güzel. Sakin ve huzur verici. 





St. Naum'a neredeyse ekiple aynı anda giriyoruz, güzel bir tesadüf oluyor. Onlar 3,5 saatlik yolu 3 saatte  gelmişler, bir yarım saatlik yoldan 3 saatte geldik. Gülüşüyoruz. Herkes kendini St. Naum'un dingin ve mistik havasına teslim ediyor. Henüz sabahın erkeni ve turistik eşya satan tezgahlar bir mahmurluğunu üzerinden atamamış. 




















St. Naum'dan ayrılmak bir hayli zor oluyor, gürül gürül akan ve bir o kadar berrak sularında yüzmek kim bilir nasıl da iyi gelirdi insana. Bunun hayalini kura kura ayrılıyoruz St. Naum'dan. Yoldaki bir manzara kahve için ideal. Durmasak olmaz.


Mola hepimize iyi geliyor. Bay of Bones'a bizden önce gelen okul gezisi olduğunu tahmin ettiğimiz kalabalık ayrılınca, sazlık evler arasında bir başımıza geziniyoruz. Berrak Ohrid içinde yüzen balıkları seyre dalıp, manzaranın ve bulutların sunduğu güzelliklere hayranlığımızı sıklıkla dile getiriyoruz. İyi ki geldik... 






Dönüşte, otele uğruyor, 1 saatlik bir dinlenme sonrası kendimizi Ohrid'in çarşısına atıyoruz. Sonrasında belki kaleye ve kiliseye de çıkarız diyoruz. Tabi ki dayanamayıp çıkıyoruz. Kale yokuş yukarı olunca annemin yorgunluğunu azaltmak için onun dönüşüne tekne ayarlıyoruz. Bizim Üsküp ekibine denk gelince annemi onlara teslim ediyor, çarşı merkezde buluşmak üzere annemden ayrılıyoruz. Çarşı merkezde yol üstü bir yere oturuyor, yemeklere eşlikçi biralarımız ile sohbeti koyultuyoruz. Yağmur gelmek üzereyken, yakalanmamak için kalkıyor ama yine bir kez daha Ohrid sokaklarında ıslanıyoruz. Neyse ki, bu sefer hakkını vere vere gezdik Ohrid'i. Bir tek tekne turu kaldı ki, eh o da olmasa da olur dedik ve böylece Ohrid'i gezilecek, görülecek, eksiği kalanlar listesinden çıkarttık.














Günlerden Cumartesi 14 Mayıs

Plana ucundan dahil olan, yolun, sağlığın ve ekonominin durumuna göre plana uzatmaları oynamak üzere dahil olacak Halkidiki için sabah erkenden yola çıkıyoruz. Yunanistan sınırından sonra dikkatimizi çeken asma gibi üretimi yapılan elma ağaçlarını fotoğraflamadan edemiyoruz. Bizi bekleyen turkuaz denizi düşleyerek yaklaşık 5 saat sürecek ve bizi 3 parmak diye de anılan Halkidiki'nin batıdaki parmağında yer alan Yeni Mudanya (Nea Moudania) üzerinden ki bilenler bilir, Bursa'da deniz kıyısında Mudanya isminde bir ilçe vardır ve oradan göçen Rumlar burada yerleştikleri yerlere Türkiye'de doğup büyüdükleri yerlerin isimlerine ön ek olarak "yeni" ekleyerek yeniden bir yaşama başlarla, çoklukla ilk gelenlerin Türkçe konuştuğu ve Rumcayı sonradan öğrendiğini de bu gezideki ilginç tesadüflerle öğrenmiş olduk- ne diyordum; Halkidiki'nin batıdaki parmağında yer alan Yeni Mudanya (Nea Moudania) üzerinden Kassandra'daki Polychrono Sahilindeki otelimize kavuşturacak yeşil yolculuğa başlıyoruz. 

Akşam ola hayrola...






***





Şuraya bu gezide pek eğlenen bir anne - kız bırakalım.
Anlamayanlar için dip not; o bir kalp ;) 


16 Eylül 2022

Eylül'ün Onbeşi

 





Sabahın kuytusuna bir düş bıraktım.

Gözlerimi açıp etrafıma şöyle bir baktım,

Kalbim yerinde, dudakların öptüğün yerde.

Pencereyi açtım, göçmen kuşların kanatlarına bir avuç dolusu sevda bıraktım.

İçime çektim serin, puslu havayı,

Sen doldu içim.

Eylün'ün onbeşi geldi mi ki dedim...

Geçmiş.

Aldığım nefesi usul usul bıraktım.

Mevsimin son kelebekleri de öylece uçup gitti.

Göğsümü açıp baktım,

Düştüğün yerde kor kalışını seyre daldım.

***

Fotoğraf / 2010 Newyork Seyahatinden



01 Eylül 2022

Yaz Bitti Mi?



Yazın bittiğini nereden mi anlar insan? 

Sizi bilmem ama ben içimdeki hüznü sevmeye başlarım, 
mumlar yakarım alaca karanlık görülünce ufukta, 
kırmızı şaraba uzanır elim kerahat vakti gelip çattığında, 
sade bir peynir tabağı hazırlarım bademli, bir tabakta siyah üzüm ve incir olur mutlaka. 

Düşen yaprağa söylerim tek bildiğim sevda şarkısını makamı hicaz olsa da, 
serinleyen havada asılı kalır yarına dair hayallerim umudum çok olsa da, 
eğer ille rakı isterse canım, içeri odaya kurarım anadan yadigar beyaz dantelli masamı,
geçip giden buluta değebilsin hüzne çalan kahverengi gözlerim diye, 
yarı açık bırakırım yüreğimin sol kanadını.


Sonra o çıkagelir geçmişten, sohbetin koyu yerinde değer cam cama can cana, 
titrer bedenim, titreyen bakışı karşısında, 
hatırlarım,
dokunuşu ipekten bir yorgan gibi sarardı bedenimi sonbaharın ayazında,
yağdı yağacak bir havada ilk oturduğumuz köşe başına gider düşlerim, 
dalarım,
onu olduğu yerde bırakıp tek başıma ağlarım. 

Sizi bilmem ama ben yazın bittiğini onu özlediğimde anlarım. 
Aylardan da Eylül'ü severim en çok,
 onu bana getiren, 
beni benden alıp daha iyime götüren
 o şahane günü hatırlar,
bir mum yakıp elimde kırmızım 
hazan mevsimini seyre dalarım.  




 


31 Ağustos 2022

Üsküp'e Gider İken Doyran Süprizi

 Günlerden Pazar 8 Mayıs

Pazartesi bir etkinlik için görevli olarak Üsküp'de olmam gerektiğinden üstelik de yol sınır geçişi hariç yaklaşık 8 saat süreceğinden, yolu bölmeye karar veriyoruz. Selanik, sonrası otoban olacağı için tercihler arasında ama bu gezide uğrak yerler hep daha küçük kent veya kasaba. Arayışlarım devam ediyor, Doyran benzer bir rota yapan bir kampçının tavsiyesi, hemen incelemeye alıyorum. Kalacak yer için iki alternatif belirliyorum ve çok sevdiğimiz Parga'yı son bir kez fotoğraflayıp direksiyonu sınıra doğru çeviriyoruz. hava nispeten kapalı. Yaklaşık  5 saatlik bir yolumuz var, Doyran Gölü'nün bir yanı Yunanistan bir yanı Makedonya... 


Kalmak için seçtiğim ilk yeri sevmiyoruz. Yokuş var ve gezmek için göl kenarına inmek zor. Manzara 10 numara, o ayrı, ama bizim manzarayı seyre dalacak vaktimiz pek yok. Bir sonraki otele gidiyoruz, Bahçesi yeter, üstelik gölün kenarında. Odalarımızı seçiyor ve eşyaları bırakır bırakmaz kendimizi göle bırakıyoruz. Sürpriz uğrak noktamız Doyran'ı ilk görüşte seviyoruz. Ertesi güne enerji bırakmak için kısa bir yürüyüş sonrası yemek ve otele dönüş ile günü bitirmeye karar veriyoruz. 


Yüzülebilen gölleri seviyorum, Viyana'da nehirde kalmıştı aklım mesela. Ohrid ise yüzmek için bir kez daha gidilesi bir yerdir benim için. Sanıyorum Doyran'da o anlamda listeme girecek. Göl kenarına serpiştirilmiş restoranlardan gelen tınısı tanıdık müzikler aklımızı çelmek üzere, ama görev beklemez :)



Günü batırdığımız bilmem kaçıncı kenti, kasabayı, köyü geride bırakıp, erkenden dinlenmeye çekiliyoruz. 


 Günlerden Pazartesi 9 Mayıs

Sabah erkenden yola revan oluyoruz. Yaklaşık 3 saatlik yolumuz var ve oyalanmak lüksümüz yok,  ya da biz öyle sanıyoruz, çünkü otobandan gitmeyi planlarken, uzaktan gördümüz tarlalar bize kol kanat açınca, yoldan çıkıveriyoruz, bu çıkış hayra alamet olmuyor, tren rayları ve gelincik ile çevrili yolu dura kalka gidiyoruz. Çocuklar gibi şeniz. Görev dediğin de ille ki yetişilecek bir şeydir fikri tüm benliği ele geçirmiş durumda, şuur hafif kapalı, yer yer bulutlu, gözler mutluluktan sağanak ağlamaya pek yatkın. 








Ruh durumum normale dönüp, akıl sağlığımız yitirmeden yola yeniden revan oluyoruz, gelincik tarlaları sebebiyle toplantıya yaklaşık 1 saat kadar geç kalıyorum. Koşa koşa merdivenleri çıkıyorum. Açılış kısa sürmüş, çok da dert değilmiş, yoldan geleceğimi bildirdiğim için, henüz telaşlanmamışlar bile, öneml olan iyi olmamızmış, yolculuğun kazasız belasız geçmiş olmasıymış, artık buradaymışım, sonraki günlerde katılacağım toplantılar çok daha yerinde olacakmış ve bomba cümleyi sona saklayan koordinatöre sarılmama ramak kalmışken resmi bir yerde olduğum üst bilinci ile sakin kalıyorum, bugün duyduğum en güzel cümle olabilir mi?  "İkinci oturuma katılmanız zorunlu değil, bence hazır aileniz de buradayken, kanyona gidin." Bundan güzel bir geç kalış ve haber olabilir mi?


Tavsiye gibi tavsiye diye buna derim. Gözünü sevdiğimin koordinatörü nasıl da halden anlıyor.  Yeni rota yükleniyor, yönümüzü Matka Kanyonuna çeviriyoruz. İçinde manastırla da olan bu koruma alanı daha fazla zamanı hak ediyor ama her biri işi bir geziye yükleyen bünyelere, şöyle bir dolaşıp görmek de iyi gelecek biliyorum. Burası programda vardı ama ben ekibe dahil olamayacaktım bu değişiklik en çok bana yarıyor. Görmeyi çok istediğim kanyon için ortaya birden bire çıkıveren bu ana minnetle sarılıp, kucaklıyor, yüzümde açan gelincikler ile güne devam ediyorum. 









Matka Kanyon yürüyüşü sonrası Üsküp merkezde yer alan evimize gidiyoruz, orayı özellikle seçtim ki,  benim çalışacağım 4 gün boyunca ekibin geri kalanı özgürce ve bağımsız olarak hareket edebilsin. Tam da dediğim gibi oluyor, ekip Üsküp'ün altını üstüne, üstünü altına getiriyor, köprünün her iki yanında yer alan çarşı pazarın hakkını veriyor. Öyle ki, bizimkiler benden bağımsız gezdiği için, iş sonrası yorgun döndüğümde yapılacak kısa turlarda bana rehberlik bile yapıyorlar, gitmeye değmez, görülmese de olur, aman sadece şu var, sokaktan gidersek yol uzar. Bizimkilere bak sen! İki günde kurdu oldular buraların. Kaldığımız evin açık mutfak olayını kayda alıyorum, üstelik nişe yapılan kitaplık da kafama yattı. Sanırsın evi satın alacağım. :)) 


Galiba ilk defa az yazı bol fotoğraf ile bu bölümü bitirebileceğim. Cuma gününe kadar defalarca tavaf ettiğimiz Üsküp fotoğrafları ike sizi baş başa bırakıyor ve Ohrid için çalan çanları susturmaya gidiyorum. 

























26 Ağustos 2022

Eeee Buradayım Zaten ve Geçmeyen Ara Nağmem

Yiğit Özgür


Geçtiğimiz haftalarda başladı, gelişini haber de etmişti üstelik. İçimde saklı laf dinlemeyen 20lik, "amannnnnn" dedi. İnsanın ara sıra "aman" demeye de hakkı olmalı değil mi? Ama nerede ve ne zaman olduğu pek kıymetli ki ben bu "aman"ı boşa harcadığımı hissediyorum. 

Boşanma üstü, yeniden bildiğin ülke ve sevmediğin şehre dönmek ve üstelik pek çok da benimsemediğin  bir "kamu" kurumunda görece sorumluluk gerektiren ve üstelik baban da orada çalıştığı için ayrıca yüklendiğin bir "aman laf etmesinler" yükü ile birleşen 30'lu yaşlarımdaki yüksek lisansın bana kazandırdığı sadece "yüksek bir tansiyon" oldu. İtiraf etmeliyim ki, nur topum ve ben epey zorlandık... Ta ki doktor, şu ilacını düzenli iç pıhtı atar felç kalırsın, ölmezsin yani demesi ile bir düzene girer gibi oldu. 

Ardından nur topuma, yakışıklı bir Haşimato eşlik etti. Düzenli bir ilacı zar zor bünyeye kabul ettirmişken, bir de küçük beyaz bir hap ile sabaha aç başlayıp bir de üzerine 30 dakika beklemem gereken bir rutin eklemiş oldum. Bu arada rutin demişken, ben uzun zamandır yoga, meditasyon falan denemek istiyorum ve deniyorum ama biri bana açıklayabilir mi? Ben neden meditasyon yaparken çok sıkılıyorum acaba? Konsantrasyon eksikliğim var kabul ama gene de bir beş dakika mesela... Mümkün olur mu ki bir gün. 

Millet güneşi selamlama, 30 dakika sabah meditasyonu, 3 hafta sessizlik yemin kampı, 1 hafta su orucu, bilmem ne yağlı ağız çalkalama, kuru fırçalama, dil sıyırma rutinleri ile nasıl baş ediyor bilemezken, ben iki hapın düzenine yeni bir çomak buldum: Aralıklı oruç. 

Çok lazımdı ekledim, kime ne?

Banaymış. 

İyi gelmedi diyemem, bu yeni düzende 10 kilo vermiş oldum. Saldığım beden toparlanmakta zorluk çekti tabi, bir de eliminasyon falan derken... 

50 yaşında ama içindeki 20'liğe taş çıkartacak enerjimle ortalıklarda endam eder oldum. Sonra ne mi oldu?

Gereksiz, bilgisiz, hadsiz bir güven geldi. Eeeee doktor bana demiyor muydu, biraz kilo verseniz, tansiyonunuz düzelir, ilaca gerek bile kalmayabilir. Kendince başladım denemelere, tansiyon hapının zaten değişen saati nedeniyle zorluklar yaşıyordum, ikide bir yeni saati unutup geç içmeme, zamanla, küllüm unutup, hiç içmediğim günleri ekledim. Ara ara kapımı çalan baş ağrısını da bir kaç ağrı kesici takviyesi ile bertaraf ettim. Yanına ne iyi gider dedim, ara ara Haşimato ilacımı da, sabah telaşesinden unutmanın harika bir fikir olacağı kanaatine varmış olmalıyım ki, içmeyi unuttum. 

Kabul etmeliyim ki, baş ağrısı biraz ısrarcı çıktı. 

Bir de üzerine fazlaca bedeni, aklı, zihni yorup, yoğurup, kuruntuları ve evhamları besleyip, büyütüp ay ne güzel de boy verdim derin sularda diye "doktorculuk" oyununun .okunu çıkarınca, o arada hatırlatılması gereken bir de "a.şı" olunca, yorgun bitap düşen ve dengesi iyice bozulan bedenin isyanını ve ne yazık ki dil altı almaya gidecek süreci başlatmış oldum. Burada alkış kıyamet koptu diye düşünüyorum. Kopmadıysa, yazık çabalarıma. 

Velhasıl, 

Düzene sokmaya çalıştığımız bu nadide "ben"i, bendeki geçmeyen ara nağme tadındaki "sisli ağrıları" yazayım da, okudukça, doktorculuk yerine, öğretmencilik, öğrencilik, ve bilumum beni bana anlatacak oyunlar seçeyim bundan sonra dedim. 

İyi demiş miyim?

Demişim bence...