31 Ocak 2009

COGİTO AŞK :


Cogito Düşünce Dergisi…

Yıl 1995…
Ne çok okurdum o zaman, ne çok izlerdim, ne çok aşık olurdum.
İlk gençliğimin doyumsuz aşkları...
Cogito o yıllarda girmiş bir dergi benim dünyama.
Sakladığım tek cilt kalmış kitaplığımda : Sayı 4 bahar 1995…
AŞK

Öyle güzel bir dergidir ki, bir bakın derim eğer yolunuza şimdiye kadar çıkmadıysa…
Ben şimdi biraz alıntı yapacağım altını çizdiklerimden.
Ya da meşhur oyunumu oynayayım bu akşam.
Saat kaç 00:24 güzel. İlk okunacak sayfa belli oldu 24.
Ocak ayında olduğumuza göre ilk paragrafı kabul edelim.
Buyurun bakalım falımızda ne yazıyor beraber dillendirelim:
İlki sana;
Artun Ünsal’dan geliyor…
Aşka Dair…

“Aşk bence düdüklü şekerdir – şimdilerde pek satılmıyor ya – bulununcaya kadar binbir türlü çaba, üzerinde son kullanım tarihi de yazmaz, şeker yenir ve düdük ötmez olur, çünkü şeker düdükten yapılmıştır. Abartıyor muyum yoksa? Sanmam, her şey tükenir çünkü aşk da. Masallardaki gibi, bir varmış bir yokmuş, dere tepe gidilesi. Masalla aşk birbirine karışır, bir aşk varmış bir aşk yokmuş. Aşk da bir yoldur. Ne yazık, yaşam biter yol bitmez. Aşklar başlar, bir gün biter, ama aşk sürer. Çünkü yaşam aşktır.”

Saat 00:37 olmuş.
Ve ikincisi bana;
Gürkal Aylan’dan geliyor…
Aşk Gelicek Cümle Eksikler Bitermiş…

"Uzaklıklar
Uykusuzluklar, tedirgin yarım-uykular, sevisizlikler, kırgınlıklar, güzel heyecanlarla soluk soluğa yaşanmamış gecelerde uzun yollara, ıssız dağ başlarına, kimi zaman pet şişeler ve uyuz kedilerle resimlenen varoşlara yazılan destanlardır. Şimdi güneşin ve rüzgarın, sabah ayazının ve tozun görünmeyen yağmurlarıyla, benzinin ve yeni dökülmüş ziftin genzi yakan kokularıyla yıkanıyor yorgun göz kapakları. Yalnızlıklarla örülen gecelerin sonu, yalnızlıklarla örülecek gündüzlere açılıyor yine. Tekbaşınalıkların sarmalında, kokladıkça solgunlaşan sevda çiçeği, yolu düşsel sevgilerden geçen bu yaşam gezginlerinin değiştirilemez yazgısı gibidir. Yolların ve günlerin sonsuzluğunda uç uça eklenen sigaralar, bir sevgilinin sıcaklığıyla sarılınan küçük kaçışlar, minik avuntulardır.
- Sensiz yolların anlamı olmaz
- Sensiz olmuyor
- Sen hep bendesin
- Seni kalbime yazdım
- Seni getirmiyor bana kısa kalıyor geceler”


Saat 01:20
Ve üçüncüsü düşsel sevdalara…
İbn Hazm’dan geliyor…
Aşk’ın Halleri

“Aşkın Mahiyeti
Çok sevgili dostum, aşk göz açtırmayan bir derttir. Bu derdin ilacı acısıyla oranlı olmalıdır. Bu öyle bir hastalıktır ki, hasta zevk alır. Öyle bir acıdır ki dert sahibi arzu eder. Bu derde uğrarsa artık iyileşmek istemez. Acı çeken ise, bu acıdan kurtulmayı dilemez. Aşk insana, vaktiyle iğrendiği şeyleri süslü püslü gösterir. Kendisine zor gibi gözüken şeyleri kolay gösterir. Doğuştan olan huyları ve doğal eğilimleri değiştirecek kadar ileri gider.”

Seviyorum bu oyunu…

Yazarken aklıma düştü.
İnsan hiç bilmediği, tanımadığı, dokunmadığı, teninin sıcaklığını bilmediği, kokusunu içine çekmediği birini sadece yazdıklarından dolayı sevebilir mi?
Yazdıkları karşılıksız kalmazsa bu sevgi bir sevdaya dönüşebilir mi?
Karşılaşmaları için birbirlerini beklemeleri gerekse, ne kadar beklerler mesela…
Ya da bilseler hiç tutmayacak o eller o elleri gene de umutlanırlar mı böyle delicesine mesela?
Var mıdır böyle düş sevdalar anlatsana bana.










30 Ocak 2009

SEN BİLSEN



Benimle gel desem gelir misin?
Bilmesen nereye gideceğimizi ne kadar kalacağımızı;
Gene de gelir misin?
Ben sana bir masal anlatsam düşlerimden
İnanır mısın bana…
Bazen seslenmek istiyorum sana:
Ruhumun derinliklerine kadar yalnızım, gel kurtar beni…




Duyar mısın sesi mi
korkmaz mısın o kadar derinlere inmeye acaba?
Yüreğimin derinlerinde kapalı bir kutu
Arala da bak içeri korkma…
Ama bir iyice bak olur mu?
Eğer görürsen bir tohum
Bir de hatta filizlendiyse
Güneş sızmıştır içime
Sen yüreğimi sevince

Sen şimdi, ben sana gel desem gelir misin benimle…
Sever misin yüreğimi benim bildiğimce
Bilsen seni sevdiğimi
Sen
Bilsen
Gelir misin benimle…

29 Ocak 2009

RAKI İÇMEK

“En önemlisi, sululuğu ciddiye alabilmektir. Yani insan, ömründe kabul ettiği her şeyi ciddiye almak zorunda… İster çiçek bakmak olsun, ister rakı içmek, ister bina planlamak, ister kitap yazmak fark etmez… Ciddiye almaya alışmak lazım. Mizah ciddi bir iştir”





Aydın Boysan Bursa’daydı. Babamdan sonra rakı içmek istediğim tek adam. Babamla ilk rakımı içtiğimde 18 yaşındaydım. Ama Aydın Boysan'la olmadı, olamadı… Bir aşkı yitirdiğimde üzülmüştüm bu kadar bir de Aydın Boysan’la içemediğime…

Bursa’da ya… Bursa ile başladı söze.
Bursa’nın şeftalisini anlattı, kestanesini…
“Bursa’nın kestanesi, bir okka çeker dört tanesi” dedi .

Aydın Boysan’ın Bursa’sını anlattı. Sonra mizaha yaklaşımını…
Laf döndü dolaştı rakıya geldi. Hesap yaptı. 70 yıldır akşamcıyım. 60 yıldır evliyim. Düşünün dedi 10 yıl kafayı çekmem gerekmiş evlenmek için.
Söz aldım, geri kalan 60 yılı inşallah neden evlendim diye içmemişsinizdir dedim güldü. Eşine duyduğu saygıyı ve sevgiyi anlattı. Mimarlığından söz etti biraz. Yaptığı eserlerden hiç pişmanlık duymadığını ama mal sahiplerinin bazılarından mutsuz olduğundan bahsetti. Rakı ile ilgili konuştukça Refik Durbaş “abi yaşı tutmayanlar olabilir üniversitedeyiz” dedi, şöyle bir dönüp baktı: “Öğrensinler içmeyi ve belki de içmemeyi” dedi. “Ben anlatayım da…”
Anılara daldı, Tarık Minkari dostunu, Aziz Nesin’i, Vehbi Koç’u anlattı.
Zehiri miktar belirler dedi. Latince bildiği tek sözmüş.

Geçmişimden vazgeçmem dedi. Bir daha gelsem bu dünyaya gene ben olurdum. Çivilerimin hiçbirinden vazgeçmem dedi.
60'ında gazete yazısı yazması istendiğinde;
İyi değilim kötü bir dönem geçiriyorum demiş ve nazikçe reddetmiş
Demişler ki, içinde bulunduğun durumdan çıkman için kafayı yazmaya takman lazım. O böylece başlamış gazete yazıları yazmaya.



Ve söyleşisini bir alıntı ile tamamladı;


Hep sarhoş olmalı. Her şey bunda; tek sorun bu. Omuzlarınızı ezen, sizi toprağa doğru çeken Zaman’ın korkunç ağırlığını duymamak için durmamacasına sarhoş olmalısınız.

Ama neyle?

Şarapla,

şiirle

ya da erdemle,

nasıl isterseniz.

Ama sarhoş olun.

Ve bazı bazı, bir sarayın basamakları, bir hendeğin yeşil otları üstünde, odanızın donuk yalnızlığı içinde, sarhoşluğunuz azalmış ya da büsbütün geçmiş bir durumda uyanırsanız, sorun, yele, dalgaya, yıldıza, kuşa, saate sorun, her kaçan şeye, inleyen, yuvarlanan, şakıyan, konuşan her şeye sorun; “Saat kaç?” deyin. Yel, dalga, yıldız, kuş, saat hemen verecektir yanıtı size: “Sarhoş olma saatidir! Zamanın inim inim inletilen köleleri olmamak için sarhoş olun durmamacasına! Şarapla, şiirle ya da erdemle, nasıl isterseniz.”

Baudelaire - Paris Sıkıntısı


Ve ben o akşam sarhoş oldum;

rakıyla, dostlarla ve erdemle…

Ve söyleşisini bir alıntı ile tamamladı;


Hep sarhoş olmalı. Her şey bunda; tek sorun bu. Omuzlarınızı ezen, sizi toprağa doğru çeken Zaman’ın korkunç ağırlığını duymamak için durmamacasına sarhoş olmalısınız.

Ama neyle?

Şarapla,

şiirle

ya da erdemle,

nasıl isterseniz.

Ama sarhoş olun.

Ve bazı bazı, bir sarayın basamakları, bir hendeğin yeşil otları üstünde, odanızın donuk yalnızlığı içinde, sarhoşluğunuz azalmış ya da büsbütün geçmiş bir durumda uyanırsanız, sorun, yele, dalgaya, yıldıza, kuşa, saate sorun, her kaçan şeye, inleyen, yuvarlanan, şakıyan, konuşan her şeye sorun; “Saat kaç?” deyin. Yel, dalga, yıldız, kuş, saat hemen verecektir yanıtı size: “Sarhoş olma saatidir! Zamanın inim inim inletilen köleleri olmamak için sarhoş olun durmamacasına! Şarapla, şiirle ya da erdemle, nasıl isterseniz.”

Baudelaire - Paris Sıkıntısı


Ve ben o akşam sarhoş oldum;

rakıyla, dostlarla ve erdemle…

İYİ GELDİ


Bir yudum su kalmış bardağımı almaya geldiğinde

İçiver şunu dedi, ziyan olmasın…

Bir yudum umut kalmış yüreğimi sevmeye geldiğinde

Seviver beni dedi, hayat anlamsız kalmasın…

Önce suyu içtim, sonra onu sevmeyi seçtim.

Su iyi geldi bana

Sevmek daha bir iyi
______

YARIM KALDI BİRŞEYLER






İçim acıyor dedi kadın
Adam baktı kadının içine
Acır tabi dedi yaran kapanmamış ki daha
Adam sarıldı kadına
Ama farkındaydı da...
Adam ilaç olamazdı kadına
Kadın
"yaşı tutmuyordu ki bir kere dedi"
Adam
"yaşın ne önemi var
zamanın yalan olduğu bir dünyada" diye karşılık verdi
Kadın ağlamaya başladı
Yüreğinden geçenleri dile getirirken duyguyu korku
Bulabileceği tek bahaneye dönüşüyordu
Adam şaşırıp kaldı
Kadını anlamıyordu
tek istediği kadının yarasının kapanmasıydı
Ama kadın hem yarayı hem de adamın aklını sürekli kurcalıyordu
Adam kalktı sessizce kapadı kapıyı
Sigarası bile yarım kaldı.
...

Kadın şarkısını mırıldandı…
“Gitme gitme gittiğin yerlerden dönülmez geri”
...
________

28 Ocak 2009

YALNIZLIĞIM - Vol.3



Şimdi ben yalnızlığı dost yaptım ya kendime…
İyi halt ettim…
Geldi kuruldu yüreğimin başköşesine…
Almanya’dan umut gelecekmiş
Bir de mutluluk var evlendi
ya o ya o oturacak diyorum
Bana mısın demiyor.

Bak yalnızlığım tamam anladım
ben nereye sen oraya ama bu kadarı da fazla gibi geliyor bana.
Ayrıca biri bu yürekte olmayı hak ediyorsa o da aşktır tamam mı?
Çık git artık hayatımdan senden dost falan olmaz bana.
Aşk geldi kapımı çaldı, sen varsın diye giremiyor içeri.
Kim sever yalnızlığı dost edinmiş birini.
Hadi gel naz etme
Alalım şu kapıdan içeri girmek isteyeni.
Bak söz de verdi
Gitmeyecekmiş diğerleri gibi…
_______

27 Ocak 2009

KUMDAN KALE


Günler gri ne zamandır,
Öyle günlerde
sen hep benim beynimin kıvrımlarında
Her an sesleniyorum sana:
Olmayan kelimelerle
düş cümleleri kursan bana
Ben sana uyansam
güneşli her günün sabahında
...
...

Günlerden bir gün
Parmaklarımda parlak kum taneleri
Karışıyor suya
Sen farkında bile değilsin
Güneşli bir güne uyandım ben

Arta kalan kum tanelerinden kaleler yaptım
Saldım saçlarımı batıdaki kule penceresinden aşağıya
Bir adam koşarak geliyor yetişmek için kaybedilen zamanlara

Sen farkında bile değilsin
Her günbatımında
gülümsüyorum ben artık hayata
gün güneşli başlasa da
başlamasa da...
_____

26 Ocak 2009

YALNIZLIĞIM - Vol.2





Ey yalnızlık duy sesimi,
Karar verdim seninle dost olmaya
Korkunun ecele faydası yok
Erkeksen çık karşıma
ve hatta cesaretin varsa beni bırakma...


Belki güneş bir gün ikimiz için doğar
Belki korkuları hayallerimiz boğar
O masal günü gelinceye kadar; susuyorum
Susadıkça yüzün düşer aklıma
Korkar oldum düşlemekten
Adını anarım çoğalır sesim
Konuşmaktan düşünmekten özlemekten
Kimse kimsenin herşeyi olamaz-mış
Di'li geçmişten tek yaramsın sen
Sensiz kimse mi kimsesiz miyim bilmem
Hiç bilmek istemem;
Hatta düşünemem
Gel bak bir elimde gökyüzü var hala
Ötekinde kayıp giden yıldızlar
Korkular da benim umutlar da
Beni bırakma


Feridun Düzağaç


_______


Yalnızlığım-Vol.1 için harika yorumlar geldi. Beenmayadan izin almıştım yorumunu yayınlamak için ama o zaten yayınlamış Yalnızlığa Dair... adıyla.
Yara gibi başlıyor uzun upuzun bir cümle...
Bilirsin işte...Boş verilmiş bir yalnızlıktır aslında seninkisi... Ama boş değil... diye bittiğinde siz düşünmeye başlıyorsunuz.
_______

KISA BİR GEZİNTİ - Vol.1


Bu haftasonu burcumda yazdığı üzere evin düzenine adadım kendimi. Dolaplarımı toparladım ve kutuları açtım. Anılara daldım.

Üniversite yıllarından kalma 3 arkadaş, 4 mektup, eski sevgililere yazılmış ağıtlar, ders notları arasında bulumaması gereken gazete küpürleri, şiirler, duygular, fotoğraflar...1996 yılından kalma br karalama. Gece 01:00'de kaleme alınmaya çalışılan bir notun kara kalem çalışmaları.


---- İlk defa o zaman düşündüm, geri dönülmez diye birşey yoktu. Geri döndüm. Mantığımla görüp, duygularımla karar verdim----


Neydi ki bu mühim kararım bilemedim.


---- Korkunç bir fırtına gövdeyi sarstı. Dallar kapandı korumak için gövdeyi. Gövde sarsıldı, sarsıldı ve korkunç bir gürültü ile devrildi. Ayağa kalktı kalkmasına da kökleri yara aldı. ----


O zamandan beri ayakta mı kalmaya çalışıyorum ben. Yok canım toprağım değişti. Gübre falan. Beslendi benim köklerim. Yağmurlar yağdı, güneş açtı kaç defa. Duruyorum dimdik ayakta.


Biraz daha oyalandım anılar arasında. Gülümsetenler oldu, içimi hala acıtanlar... Bazılarını yırtıp attım, bazılarını özenle sakladım.


Mor Bulut ve Beklemek o günlerden kalanlardı. Mor Bulut basit bir peçeteye yeşil ispirtolu bir kalem ile yazılmış. Beklemek aslında senaryo dersi için tasarlanmış bir "treatment"tı ben öyküleştirdim.


Bir de bu anıtı buldum.

Yıl 1994. Sarı bir kağıda daktilo ile yazılmış.


İNSAN OLMAYA DAİR

ESKİ BİR TAPINAK DUVARINDAKİ YAZIT - M.Ö. 900


Gürültü patırtının ortasında sükûnetle dolaş, sükûnette huzur bulunduğunu unutma. Başka türlü davranmak açıkça gerekmedikçe herkesle dost olmaya çalış. Sana bir kötülük yapıldığında verebileceğin en iyi karşılık unutmak olsun. Bağışla ve unut. Ama kimseye teslim olma.
İçten ol; telaşsız, kısa ve açık seçik konuş. Başkalarına da kulak ver. Aptal ve cahil oldukları zaman bile dinle onları; çünkü, dünyada herkesin bir öyküsü vardır. Yalnız planlarının değil, başarılarının da tadını çıkarmaya çalış. İşinle ne kadar küçük olursa olsun ilgilen; hayattaki dayanağın odur. Seveceğin bir işi seçersen yaşamında bir an bile çalışmış ve yorulmuş olmazsın. İşini öyle seveceksin ki, başarıların bedenini ve yüreğini güçlendirirken, verdiklerinle de yepyeni hayatlar başlatmış olacaksın.
Olduğun gibi görün ve göründüğün gibi ol. Sevmediğin zaman sever gibi yapma. Çevrene önerilerde bulun ama hükmetme. İnsanları yargılarsan onları sevmeye zamanın kalmaz.
Aşka burun kıvırma sakın; o çöl ortasındaki yemyeşil bir bahçedir. O bahçeye lâyık bir bahçıvan olmak için her bitkinin sürekli bakıma ihtiyacı olduğunu unutma.
Kaybetmeyi ahlâksız bir kazanca tercih et. İlkinin acısı bir an, ötekinin vicdan azabı bir ömür boyu sürer. Bazı idealler o kadar değerlidir ki, o yolda mağlûp olman bile zafer sayılır. Bu dünyada bırakacağın en büyük miras dürüstlüktür.
Yılların geçmesine öfkelenme; gençliğe yakışan şeyleri gülümseyerek teslim et geçmişe. Yapamayacağın şeylerin yapabileceklerini engellemesine izin verme. Rüzgârın yönünü değiştiremediğin zaman, yelkenlerini rüzgâra göre ayarla. Çünkü dünya, karşılaştığın fırtınalarla değil, gemiyi limana getirip getiremediğinle ilgilenir…
Ara sıra isyana yönelecek olsan da hatırla ki, evreni yargılamak imkânsızdır. Onun için kavgalarını sürdürürken bile kendi kendinle barış içinde ol.
Hatırlar mısın doğduğun zamanları? Sen ağlarken herkes sevinçle gülüşüyordu. Öyle bir ömür geçir ki, herkes ağlasın öldüğünde, sen mutlulukla gülümse.
Sabırlı, sevecen, erdemli ol. Eninde sonunda bütün servetin sensin. Görmeye çalış ki, bütün pisliğine ve kalleşliğine rağmen dünya, yine de güzeldir.
UNUTMA!!!


______

25 Ocak 2009

BEKLEMEK


Kadın gittiğinden beri adam güne başlamakla ilgili sıkıntılar yaşıyordu. Kadın bir sabah erkenden uyanmış bavullarını kapının önüne koymuş adamı uyandırmış ve taksi yokmuş beni sen götürür müsün terminale demişti. Bir de rica etmişti: "Çalışma odamı boşaltmak için zamanım olmadı. İstediğin herşeyi atmakta veya saklamakta özgürsün." Adam hiç kapısını açmamıştı o odanın kadın gittiğinden beri ve adam o sabahtan beri uyanmıyordu güne. Yıllık izninin kalan günlerini almış ve kendini eve kapatmıştı. Pazar sabahıydı. Kalktı, sanki daha bir güzeldi gün, ya da artık o alışmıştı. Hiç açmadığı kapının önünden geçerken şöyle bir baktı.

Eli kapının koluna gitti. Hızlı adımlarla mutfağa gitti sürünen ayaklarının peşi sıra. Dolabı açtı. Kurumuş bir krem peynir, çeyrek sucuk buldu, 2 de yumurta. Omleti pişirirken, pazar kahvaltılarını hatırladı. Gülümsedi. Omleti bittiğinde kendini daha iyi hissediyordu. Dışarıda gözü yormayan bir aydınlık ve ısıtan bir güneş olmasına heyecanlandı. Bugün o gün dedi.

Odanın önüne gitti. Kapının önünde bir süre oyalandı. Kapıyı açtı. heryer derli toplu bırakılmıştı. Kutuların üstünde içindekileri belirleyen not kağıtları bile vardı. Önceden planlamış dedi, "Farkına varmamışım." Perdeyi araladı, camı açtı. Bir kutu vardı, diğerlerinden farklı... Dolabın üstündeydi ve üzerinde içindekiler yazan küçük not kağıtlarından yoktu. Kapağını açınca en üsttte bir zarf gördü. Sana... yazıyordu.


Zarfı açtı:


öpün
öptükçe bir sevgiyi büyüttüğünüzü bilin
gözlerinizle dudakları, dudaklarınızla alınları
ellerinizle yürekleri öpün
(sevgiler büyütülmek ve paylaşılmak
için vardır,

kekremsi tatların sizde bıraktığı
acımasız

sevileri doyasıya
yaşayın.)


ben başlattım
size sadece büyütmek kaldı sevginizi
paylaşın ki sevgi büyüsün, büyüsün ki hayatınıza renk katsın.
önemi kalmaz büyütmüş olmanızın sevginizi paylaşımsız ortamlarda

unutmayın

PAY-LA-ŞIM

bu önemli. bu çok önemli.

ben artık gidiyorum
şimdilik hoşçakalın.

Yere oturdu. sessizce ağlamaya başladı. O gittiğinden beri nedenini ilk defa anladı,
Odayı olduğu gibi bıraktı, giyindi. Kadınını nerede bulacağını biliyordu. O parkta ulu çınarın altındaki banktaki ilk konuşmalarını hatırladı giyinirken. Çok kızdı kendine kimbilir gideceği sinyalini ne çok vermişti, işlere öylesine dalmıştı ki eve sadece uyumaya geliyordu.

Kadın demişti ki;
"Paylaşım biterse giderim ben. Durmam sadece sevgi var, saygı var diye. Giderim ben."
Adam sarılıp öpmüştü kadını dudaklarından;
"O zaman hiç gitmeyeceksin bizden. Olurda gidersen, bu ağacın altına uğra bir akşamüstü bu banka otur karşı büfeden bir çay söyle. Sen çayını bitirmeden ben gelip seni bulmuş olacağım."

Adam gitti, koca bir bina vardı ağacın olduğu yerde. Ne park kalmıştı, ne ağaç ne çay içilecek bir büfe. Kadını da yoktu elbette. Oysa gelirken nasıl da emindi; bıraktığı yerde bulacağı heyecanı sarmıştı.
Şimdi koca bir duvar ve kapı vardı geçmişinin olduğu yerde.
Yere oturdu adam, bir sigara yaktı.
Ağladı...
______








MOR BULUT



Mor bir bulutun gümüşsü parlaklığını
parmak uçlarımla ıslatamadığımda farkına vardıklarım...

Ve ağzımı kesip kanatan sözcüklerimin boğuntusu
sana söylenememiş olmalarından değil,
söylenmemiş olmalarından.
Son gölgende uzuyorum, belki de çekiliyorum.
...


* uygur yılmaz


______