09 Aralık 2010

Saat Beş Mektupları



Canım Evren,

Kaç zamandır yüzündeki gülümseme ile dolaşıyorsun. Seni böyle görmek öyle güzel ki... Yapmak istediğin bir kaç şey var, bilirim sevmezsin öyle listeler tutmayı ama bir yandan da onlarsız hareket etmezsin. Ne çok zaman olduğunu hesaba katarsak, sanırım yepyeni bir liste hazırlamak için harika bir dönemdesin. Sırtını sıvazlayan 4. Murat'ı düşünüyorum da, karşılıklı bu sevginiz. Bana anlattıklarından aklımda kaldığı kadarıyla, çocuklar için birşeyler yapmak istedin. Girişiminde sonuçsuz kalmış olman, doğru zamanda doğru yerde olmamanla ilgili olabilir. Etrafına bakmaya devam et. Eğer yapman gereken bu ise, karşına çıkacaktır.

Geçen hafta başladığın yoga seanslarının sana iyi geleceğini biliyorum. Geçen yıl da vardı dediğinde çocuklar, onlara ne dedin. Aramıyormuşum... Unutmazsın değil mi, neyi arıyorsak karşımıza o çıkıyor aslında. Daha ilk günden havalanan kelebeklerinin ne kadar uzun yaşayabildiklerine şaşacaksın zamanla. Yani bugüne kadar öğretilen, kelebeklerin ömrü bir gündürden bir ömürdüre uzanan yolda ilerliyorsun ki, sen de bunun sana kattıklarının farkındasın. Burada uzun uzun sana hatırlatmayacağım ama yarın öbür gün hafızanın azizliğine uğrarsan diye gene de bahsedeyim geçen hafta anlattıklarından.

Hastanede sonuçları alamayınca, sinirlenmek yerine en yakın tarihe gün almak istediğinde hemşirenin nasıl da sevecenlikle sana yardımcı olmaya çalıştığını unutma. Tamam haklısın sorun çözülmedi ama kimse de kırılıp üzülmedi. Sen dahil!

Geçen gün işini halleden güzel genç kıza teşekkür ederken, onun da dönüp sana, o kadar pozitif ve sıcaktınız ki, yapmasam olmazdı değişindeki samimiyeti yüreğine kazımalısın.

Sürekli içinden çıktığın depremi anlatacağına, çıktığın vakit gördüğün eşsiz manzarayı anlatman o masada oturan herkesi en az senin kadar keyiflendiriyorsa, onlar dostlarındır. Daha sıkı sarıl onlara.

Ailenle geçirdiğin geceyi de yaz bir kenara. Hani şu herşeyi herkesin yaptığı, hazırlarken, yerken ve toplarken, herkesin huzurlu bakışları ve mutlu kahkahaları ile hayatı güzelleştirdiği geceyi. Senin evindeydiniz ve sen sadece onlara gelin dedin. Hiçbirşeyin yoktu ve herşeyin vardı, oldu. O gece kardeşinin hiç habersiz olduğu bir kutlamanın ortasında açtığı telefonu da unutma. İşte o anda tamamlanmış oldu çekirdek ailen, bir fotoğraf çektin ya hani, onu da koy aile duvarına, diğer fotoğraflarının yanına.

İyi ki, dediğin ve diyeceğin öyle çok mucizeye şahit oluyorsun ki, bunları not almayı unutma. Yaz mutlaka. Sana verilen bir mucizeye sırt çevirme, açtığı kapıları görünce şaşırma. Ona teşekkür etmeyi unutma. Seni Onunla barıştıranı ve bugün burada hayata böyle bakabildiğin için Aileni  yüreğinde sakla. Sevmek, nedensizdir unutma. Sen şanslı bir çocuksun. Hep öyle kal, kocaman bir iyi kin olsun tutunduğun hayatta.


Senin;
xxx


Kısa Not: Seni sevdiğimi unutma. Hep.



05 Aralık 2010

Yağmur



yağmur hüzünle girmiş kolkola yürüyor sundurmanın hemen yanında
nasıl da huzurlular nasıl da yeni yetme bir sevda onlarınki



30 Kasım 2010

Novella'dan Mektup Var Kendime



hayat tekrarlıyor kendini
bırakıyorsun sevdiğini bir gün bir yerde
ve sonra geri dönüyorsun
ne tuhafsın
hem madem seviyordun ne diye terk ettin
dönüyorsan ne bekliyorsun
aslında biliyorsun alışkanlıklardır insanı geriye döndüren
sen alışkanlıkla kendi kalabalığına dönüyorsun
ne oldu o yalnız kalmak istemelerinden mi sıkıldın şimdi de
ah be evrenim sen büyümeyeceksin
ama ben seni böyle de seveceğim

sen gidince arkandan gelir mi sandın kalabalığın
sevenlerdir hayatında olanlar
hem ne diyorsun kendi duanda

Tanrım hayatında olmadıklarımı aklımdan çıkar
hayatında olduklarımı yüreğimde hissedeyim, izin ver
beni bulmaya, ben olmama yol alıyorum
bana güç ver
ne oldu aklına mı yenildin gene
egona mı yoksa
seni alkışlayanlara mı ihtiyacın var
yüzün gülüveriyor değil mi
alkıştan beslenirsen döner durursun evreninde
yüreğinden beslenirsen alkışlarını duyarsın evrenin
sadece sana
sadece senin içinmiş gibi

sevmek nedensizdir unutma,
sevgiyle kal,
senin Novella





28 Kasım 2010

Titreyen Yan/gın

Seneler önceydi, bir İstanbul akşamında Muhsin Ertuğrul'un sahne tozunu yutmaktan dönüyorduk. Ben Godot'un beklediği yerdeki ağacın bir dalıydım. Ne garip ki bu anı belleğimde sadece bir gece öncesi bir mat üzerinde sahnede uyumamla sınırlı. Ve provalarda ağaç dalı olmamla...

O gece o sahneden çıkıp -google sen çok yaşa- 1992 yılının ılık bir bahar akşamında gençliğimizin verdiği heyecanları alevlendirmeye gidişimizi, çok içtiğimizi, çok güldüğümüzü ve yola çıkarken herkesin biraz daha kalmak isteyişini hatırlıyorum. Bir iki gün sonra aldığımız kötü haberle sarsılmıştık hepimiz. Yanıyordu... O çok sevdiğimiz ve bir daha gidemeyeceğimiz köprü altı balıkçımız yanıyordu. İçimiz yandı. Ben bir daha o köprüden hiç geçmedim. Yeni yapılansa benim köprüm değildi. Altından akan suları da bir daha durup  seyretmedim.

Seneler önceydi. Gençliğimin deli dolu zamanlarında, kendimden bile bunalıp kaçmak istediğimde, gecenin birinde kalkan mavi trene binerdim. Ali Abi'den aldığım içi çıkartılmış acılı yarım köfte ekmek ve elde bir kitap ile düşerdim aşığı olduğum şehrin yollarına. Ah o Doğançay. Gecenin karanlığında bile akardı içime. Akıtırdı içimde ne varsa. Gün ağırmasına yakın duyardım martıların çığlık çığlığa kanat çırpınışlarını. Beni karşılayan hep o olurdu. Görkemli büyük yapısı, yüksek nefes alan tavanları ve eskimiş yüzüne rağmen gülen raylarıyla hep o... Güvercinleri besler bir sonraki seferle dönerdim eski şehrime, tekrar ona kavuşacağımı bilerek arınırdım hüznümden bir tutam huzur koyardım yanıma.

O yanıyor şimdi. İçimde bir yer yanıyor. Üzgün değilim anladığınız anlamda. Kırgın, kızgın ve öfkeli değilim. Onun kendi tarihi içinde benim kişisel tarihimin ayak sesleri var, yürüdüm ben o merdivenlerde ve çorba içtim gar lokantasında bir sabah vakti. Kimbilir kaç gözyaşını bırakmışımdır raylarında. O şimdi yanıyor. Daha bir kaç gün önce hiç planda yokken Karaköy'den Kadıköy'e vapurla geçmeye karar verdiğimde aklımda yoktu karşılaşacağımız. Bugün o karşılaşmamızdan elimde kalan titrek fotoğrafına bakıyorum. Görkemine ve yalnızlığına.  Titreyen bir yangın alıyor hüznümü. Gecemi boğuyor gözyaşlarım. Garip geliyor kulağa biliyorum ama vedalaşabildiğime seviniyorum.





24 Kasım 2010

Bir Sabah Uyandığımda



Bir sabah uyandığmda gitmekti istediğim...
Göçmen kuşlar misali yer değiştirmek ama yine de kendimle olmaktı.
Bir yazı yazdım, uzun upuzun bir yazı,
roman olur dediler ama bence uzun bir öykü olarak kalmalıydı:
Bir nokta koydum o öyküye, pembe bir masaldan uyanıp,
yenisini yazmak için göçtüm turuncu bir düşe.

Rüyalar gerçekleri fısıldar mı gerçekten de?
Şimdi orada yazıyorum göçtüğüm o yeni yerde
Ben kendi dünyamı yazarken kendi gözümden, kendi yüreğimden geçtiğince
Kazara Yazar olmuştum
adımı Novella koymuştum.

Merdiveni dayadığım dört onluk yaşamımda yeni bir yol ayrımındayım,
 basamakları çıkıyorum teker teker
kendimi bulma yolunda kendimle yol almaya çalışarak.
Bilmem ki bulur muyum yolumu,
ya da yol çıkartır mı beni kendime.

Bugün Öğretmenler Günü.
İnsan, kendi öğretmeni olmayı öğreniyor eğer birazcık da şanslıysa.
Karşısına çıkan her bir öğretmende, bir kat daha soyunuyor giyindiklerini.

Karşıma çıktıkları için
Karşıma çıkarttığı için
Farkında olduğum için
Mutluyum
Teşekkür Ederim Öğretmenim


Bu yazı yüreği yüreğime değmiş bütün öğretmenlerime yazılmıştır.
Ben olduğumu bana gösteren aynalar oldukları için.