Sabah uyandığımda akşamdan kalma kelimeleri cümlelerdeki yerlerine koymaya çalışıyordum. Yüzümü yıkamam da pek çözüm olmadı. Kahvaltı ederken takılıverdi çatalıma bir bordo rengi "en", zeytine uzandığımda bıçağımın ucundaydı "sen" kelimesi. Akla yığılan kelimelerle yüreğe sızanları bir araya getirip, birikmiş onca kelimenin ağırlığında, yazanın yazdığı gibi eksiksiz bir cümle kurmanın ne zor olduğunu o zaman fark ettim. Belki de akşam akşam o mektubu okur okumaz telefona sarılsam, ya da atlayıp da yanına gidip, tek başına demlendiği masada karşısına otursam ve "kıskanıyorum ulan" desem... sabah bu baş belası ağrı ile uyanmış olmayacaktım. Siz ulanı bir kadının ağzına yakıştırmayabilirsiniz, ama bazı tavırlar "kıskanıyorum" kelimesinin sonuna ekleyiverir "ulan"ı... Tıpkı kadehi kaldırırken gözlerinin içine dik dik baktığımı hayal ettiğimdeki ben gibi... Evet! Ben bu cümleyi böyle kurardım: "kıskanıyorum seni" ve o duyumsardı "ulan" kelimesini.
Mevlana boşuna dememiş "kıskançlık ateşten meydana gelir" diye... O ateş bütün gece yaktı düşlerimi. Aşka mı aitti duygum yoksa çok sevmeye mi diye düşünürken, düşüverdiler avuçlarıma bir cümleye bağlaç bile yapmayı beceremediğim kelimeler. Ah o kelimeler! Başından beri kıskanılan, bana söylense, yazılsa, okunsa dediğim kelimeler... Böylesine yazabilsem, anlatabilsem derdimi dediğim kelimeler... Böylesine öpülüp okşansa duygularım dediğim haller... Her bir kelimede, her bir cümlede hayaller... hayaller... hayaller... nasıl da bir anda gelip bir anda geldikleri gibi yitip gittiler...
Mektubu yırtılmaya yüz tutmuş kat yerlerinden özenle katlayıp yerine kaldırdım. Zaten bende bulunmaması gereken bir anı-kanıt üzerine fırtınalar koparamayacak oluşumun gururumla bir alakasını kuramadım. Olası bir gururun, "ne olursa olsun, açıp okuma içindekileri" diye güvenle bırakılan o ahşap kutuyu açtıran merakıma dil uzatmasına izin veremezdim. Açmıştım, okumuştum, kıskanmıştım... Evden çıkarken, Moilere'e kulak kabartıp; "kıskançlar daha çok sever ama kıskanç olmayan daha iyi sever" cümlesini arabaya bininceye kadar tekrarladım. Onu hem çok sevmek hem de iyi sevmek istiyordum, aramak üzere telefonu elime aldığımda sanki karşımdaymışcasına, gözlerine dimdik ama sevecenlikle baktığımı hayal ettim: "seni böyle bir adam olduğun için hep çok seveceğim" cümlesindeki, "ulan"ı o duydu mu bilemedim.
Mektubu yırtılmaya yüz tutmuş kat yerlerinden özenle katlayıp yerine kaldırdım. Zaten bende bulunmaması gereken bir anı-kanıt üzerine fırtınalar koparamayacak oluşumun gururumla bir alakasını kuramadım. Olası bir gururun, "ne olursa olsun, açıp okuma içindekileri" diye güvenle bırakılan o ahşap kutuyu açtıran merakıma dil uzatmasına izin veremezdim. Açmıştım, okumuştum, kıskanmıştım... Evden çıkarken, Moilere'e kulak kabartıp; "kıskançlar daha çok sever ama kıskanç olmayan daha iyi sever" cümlesini arabaya bininceye kadar tekrarladım. Onu hem çok sevmek hem de iyi sevmek istiyordum, aramak üzere telefonu elime aldığımda sanki karşımdaymışcasına, gözlerine dimdik ama sevecenlikle baktığımı hayal ettim: "seni böyle bir adam olduğun için hep çok seveceğim" cümlesindeki, "ulan"ı o duydu mu bilemedim.