Karışık duyguları oluyor insanın. Nasıl anlatmalı diyorum. Bu soruyu sorarken bile, aslında nasıl anlatırsam anlatayım, senin beni anlayacağını da biliyorum. Senli vakitleri var günün, nasıl olmasın ki... Bulutsuz bir gecenin yıldızında, bir kuşun kanadında, radyonun frekanslarından birinde, bir kitabın giriş cümlesinde, çınarın sararmış yaprağında, bir şelalenin her bir damlasında, bir şarkının sözünde... Nasıl sana denk gelmeden geçip gider ki, yelkovan... Diyelim ki geçip gitti, ya akrebe ne demeli... İlle bulur getirir senli bir vakti. İşte o vakitlerde mideme kramplar girdiği de olur, dudaklarımın hafifçe ama biraz da buruklukla yanlara doğru genişlediği de... Ama galiba en ciddi tepkimi, kendime "ne için vazgeçmiştim" diye sorarken veriyorum. İşte o anlarda gözümde bir damla yaşla yakalıyorum kendimi anılar dehlizinde. Yok yanlış anlama, varılan noktanın bugün bile doğru bir kararın sonucu olduğunun farkındayım ama bilirsin işte, insan bazen yenilir kendine bile.
Anıları silip atmanın en doğru yolu, onları yenileri ile değiştirmektir demiş amcanın biri... Bilirsin isimleri pek aklımda tutamam. Senin adını ise bugünlerde sıklıkla dilimin hemen ucunda tutmak zorunda kalıyorum. Unutsam ya... Sadece adını mı? Mesela geçenlerde biri "oğlum" diye seslendi. Dönüp baktım gayri ihtiyari... Gülümsedim. Ne içten bir sevgi sözcüğüdür: Oğlum.
İnsan ne kadar sevilirse sevilsin, sevildiğinden emin olamazmış. Hep de sanırmış ki, bir tek kendisi çok seviyor. Yazdıklarımın karmaşıklığındaki anlam bütünlüğünü saklı kalmış kelimelerin arasından çıkarıp; yalın bir algı ile okuyacağını biliyorum. Bütün bunları yazmak yerine, aslında hissettiklerimi sadece iki kelime ile sana anlatabileceğimi de... Ama bazen insan uzatıyor işte, uzatamadığı günlerin hatrına, kelimeleri çekiştiriyor birbiri ardına. Oysa nasıl da kolay çıkıverir bazen o kelimeler bir yüreğin kuytusundan, çıkar da yerleşiverir tüm yoğunluğu ile içtenlikli sesin tınısına. Tını batıverir kadının gözüne... O anda görsen kadını, sanırsın ki ağlamaktadır içli içli... Sanırsın ki, geçmişedir göz yaşı... Dile gelse, konuşsa yani o anda, belki o zaman fark edersin, "geçmemiş"edir yüreğinin aşkı.
Görsel / buradan
''Anıları silip atmanın en doğru yolu, onları yenileri ile değiştirmektir demiş amcanın biri''
YanıtlaSilBu amcada diyor ki; ''Anıları silip atmanın en doğru yolu, onları AFFETMEKTİR''
Amcanın biri halt etmiş:) Anılar yenileri ile değiştirilirse anı olmaktan çıkarlar, değerlerinden yitirirler sanki, bu da kişisel olarak bana epey uzak bir durum... tabii amca başka bir şey de kastetmiş olabilir, ukalalık da etmiyelim:) Bu yazıyı okuyunca sanki son "olay yeri incelemem" daha da değer kazandı. Bir roman ya da film senaryosuna bağlanabilir sanki, iki yazıdan çıkacak bir öykü. Oradaki kahramanın son cümlelerinden önceki hal galiba kurtulmanın tek yolu:)) Bu yazıya aslında daha uzun bir yorum yazacaktım; kumbaraya atılan pararalarla ilşkilendirerek, sonra neya karar verdim dersin:))
YanıtlaSiltutsak amca nasılsın yahu :) ama bu anılar sanırım güzel olanlar, onları affetmeyelim, yad edelim bence :))
YanıtlaSilgene bilmece gene bulmaca, şu blogu okutacağım diye şimdi sen bana tırım tırım son olay yeri inceleme yazısını okutacaksın anladım. yemezler :)) bu arada şu roman, film senaryosu ya da öykülerden oşulan bir kitap her ne olursa olsun, ben sadece artık OLSUN diyorum da başka bir şey demiyorum.
YanıtlaSilyazını bekliyorum ;)
Link koymadık di mi:)
YanıtlaSilHatalı niyet okuma!
Game Over:)
Kırmızı kar yağınca tamamdır;)
zekanın pırıltısı da burada ya işte buraneros.
YanıtlaSilha bu arada kırmızı kar yağar nasılsa, ben de beklemesini bilirim...