18 Mayıs 2009

AŞK OLMALI

Nereye konacağını bilmeyen kuş misali oradan oraya kanat çırpışlarımı duyuyor musun?
Aslolan ne biliyor musun, kuşun konduğu yer ve an...
Neden biliyor musun, hayatın cennete dönüşmesi ancak böyle mümkün de ondan...
Dilerim çıkarsın karşıma, dilerim hayatını cennete döndürme şansını verirsin bana...


Ne dedin ki sen şimdi? Ne demeliyim ki bunun üzerine...


Kalkıp dans falan mı etmeliyim bilemedim ki?



16 Mayıs 2009

İÇ DÖKME KÖŞESİ - MİSAFİR KABUL EDİLMEZ


Oturmuş koltukta hayıflanıyorum bir günün daha bitişine... Oysa güzel bir gündü, keyifli... Anlatacağım başka bir yazımda. Balkondayım Beklerim adıyla... Ama içimden gelmedi o yazıyı düzenlemek, resimler koymak, süslemek... Oturdum evin köşesindeki koltuğa, kırdım dizlerimi, açtım bir Norah Jones, yumuşak yumuşak dinliyorum. İçimdeki tarifi olmayan - üstelik malzemesi bile belli değil - skıntıyı atmaya çabalıyorum. Atılmıyor. Balkona çıkıyorum. Sevdiğim, gülümseten bloglarda geziyorum. Dağılmıyor. Giderek boğuluyorum.

Kendimin en kuytusuna gidip oturuyorum. İçimde bir sıkıntı. Bugün aldığım haberden belki. Belki kendime dokunan ucundan. Belki hayatı sorgularken takılıp kaldığım bir andan... Sebebi çok, sebebi yok hallerimdeyim.

Tarifi olmayan mutlu anların sonrasındaki amansız, yola gelmez, söz dinlemez hüzün çeşmesinin başında durmuşum da kırılan testilere bakıyorum sanki.


Güvenimi aldı benden, geceleri rahat uyumalarımı ve sabahlara mutlu uyanışlarımı

diye haykırıyordu, kendisine tecavüz eden adamla mahkemede karşılaştığında. Dizinin senaryosunu yazan daha önce tecavüze uğramadıysa nasıl olur da yazabilirdi tecavüze uğrayan bir kadının haykırışlarını diye düşünürken yüreğime edilen tecavüzün sonrasında benzer kelimelerle boğuştuğumu fark ettim.

Uzun zaman oldu. Tedavisine geç kalınmış bir hastalık şimdi bendeki... Oysa tedavi oldum sanıyorsun. Hazırım diyorsun. Çevrendekileri kandırıyorsun bir süre. Seni tanıyan dost arıyor, mutsuz, temkinli, kızgınlığını gizlemeye çalıştığı düşük tonlu sesi ile... Kendini kandırmaya daha ne kadar devam edeceksin. Daha ne kadar onarmadan ruhunu dayanabileceksin. Daha ne kadar yüreğini acıtabileceksin. Daha ne kadar acını saklayabileceksin. Daha ne kadar yaralı yüreğini onaracak birini arayacaksın. Gönüllü olur mu sanıyorsun sana biri... Demiyor da sen o telefonu kapattıktan sonra sorularla kalıyorsun başbaşa. Oysa dostun sadece "lütfen diyor lütfen yeter..."

Görünmez olmak istiyorum...
_____________________________________________________

Fotoğraf / 1x.com

ÇIKTIM BEN DÖNÜCEM

Düşünceler kararınca, sisli bir gözaldanması ile bakıyorum dünyanın bana sunduklarına...

Bu aralar içimdeki kız çocuğu çıktı dışarı dolaşıyor sokaklarda, umrunda değil dünya... Yalnızlıktan delirdi zaar diyecek mahaldekiler... Delirdi de ne yaptığını bilmiyor. Aman öyle desinler, ne akıllı ne mükemmel, ne şahane diyeceklerine, deli desinler... Ama bilmeyecekler; delirmek hayata tutunmaktır tam ortasından, öyle sıkı öyle sıkı tutunursun ki, parmakların ağrır, sonra kolların, yüreğine vurur ağrısı da delirirsin ağrıdan. Ama bu delilik hali, kusursuzluk halinden iyidir aslında.

Güneşle randevum var, anlayacağınız ben çıktım. Kendim gibi bir deli ile karşılaşma umudum var. Olmazsa, tanırım kendimi; çok sürmez dönüşüm. Düşünceler gene kararır zamanla ve ben gene dünyanın bana sunduklarını sisli bir gözyanılması ile görürüm ki böyle olmasın istiyorum. Artık böyle olmasın.


Ama şimdilik çıktım ben...

________________________________________________

Beni tanımayana not: Umutla bakmaktan yorulur da insan son bir umut hadi der ya kendine... Bu bir hadi yazısı aslında...

Ve dostum, ben farklı olsun istemiyorum mu sanıyorsun. Yorulmadım mı? Kızgınlığın öfkeden değil biliyorum, hissettiğinden... Ama iyiyim...

Ve kapı önünde oturup bulutlarla konuşan beni yansıtan fotoğraf ise 1x.com

OLDU İŞTE



Gün devrildi geceye
Gece devrildi yarısına
Nasıl olur deme
Oldu işte
Ben oradaydım
Gözlerimle gördüm
Yüreğimle ağladım



Diğer yarısı aydınlanınca
Sabah dediler adına
Nasıl olur deme
Oldu işte
Ben oradaydım
Gözlerimle gördüm
Yüreğimle ağladım



İlki korkudandı gözyaşlarımın
İkincisi mutluluktan
Sen beni bir tek sevdam için mi ağlarım sandın




______________________________




15 Mayıs 2009

AKŞAM AKŞAM



Michael Buble, Call Me Responsible albümünden Me & Mrs. Jones çalıyor ve yaz akşamını aratmayan ılık rüzgar balkondaki yalnızlığıma arkadaş oluyor. Sohbete koyuluyoruz akşam akşam. Neden diyor, sevdim diyorum, nedeni yok... Tanımıyorsun bile diyor, gülümsetiyor beni diyorum, tanımam gerekmiyor...

Rüzgar dallara değdikçe çıkan sesi duyuyorum. Ya üzerse diyorlar, ya çok mutlu ederse diyorum... Ya ağlarsan diyorlar, ya mutluluktansa diyorum... Ya giderse diyorlar, ya gelirse diyorum...

O sırada rüzgarın yan evin tahta kapısını çarptıkça çıkarttığı sesi duyuyorum... Çok seversen, çok acırsın diyor, çok seversem çok mutlu olurum diyorum... Anlamazsa geçmez zaman diyorlar, anlarsa yetmez zaman diyorum...

Rüzgara kanan uğur böcekleri konuyor balkonuma, fısıldıyorlar kendi aralarında... Aşka aşık halleri öldürecek bu kızın bizi diyorlar, aşk olacaksa sonu denemeye değer ölüm bile olsa diyorum...Söylemezsen bilemez ki diyorlar, hisseder o beni diyorum... Yeterince istemiyorsun ki diyorlar, korkuyorum diyorum...

Earl Klugh, Heard It Through The Grapevi çalıyor... Living Inside Your Love albümün adı ve ben hayatın tesadüflerini seviyorum...

TENİNİ ÖZLEDİM

En çok sabahları özlüyorum seni. Hani ben erkenden uyanırdım da, sıcaklığına sokulurdum usulca. Dalardım tekrar kollarında uykuya. Sarmaş dolaş olurdu bedenlerimiz ve ellerimiz illa tutardı birbirini: Bırakma beni bırakmam seni dercesine.

En çok sabahları özlüyorum seni. Bacaklarımız birbirine dolanırdı da iki yaramaz kedi yavrusu gibi mırıl mırıl keyif sesleri çıkartarak başlardık ya güne... Kaç sabahtır böyle uyanmadım ben güne... Kendime sarılmalarım yordu beni, tutmalarım ellerimi. Yüreğimde bir soluksuz kalış, bir telaşlı uyanış güne. Sanki nefes almasam gözümü açtığımda ve kalkmasam yataktan çarçabuk... Başlayamayacağım yeni güne.

Bazı sabahlar teninin kokusu geliyor burnuma... Bir sızı bırakıyor, içimde bir damla gözyaşı. Aktı akacak hallerim vardır ya benim. Hani nefesime sokulursun da, avucunu yüzüme kapatır, yavaşça aşağıya kaydırır, sihirli bir dokunuşla gülümsetirsin ya beni. Avucunu özledim. Gelip değiştir içimi. Yok et sızımı, iki yaramaz kedi gibi mırıl mırıl uyanalım güne. İçimde bir gülüş saklı kalsın, sadece, sadece gözlerimi gören anlasın: Hala tenini özlediğimi...

ÖRSELENMEK - İLK - 8

Sakin olmayı öğrenmem lazım dedi, apartmanın basamaklarını çıkarken. Alkolun ve Görkem'in etkisi ile birlikte sarsılan bedenini taşımakta zorlanıyordu. Sağa sola yalpalandı bir iki, asansöre binmediği için kızdı kendine, söylendi evin kapısına geldiğinde... İçeri girer girmez mutfağa yöneldi ve koskocaman mavi cam bir bardak alıp, buz gibi bir su koydu kendine. Balkona çıktı, derin derin nefes aldı ve içeri girip bir sigara alıp tekrar balkona çktı. Balkondaki taburenin üzerine oturdu. Gecenin serinliği vursada tenine umursamadı. Nasıl olsa bir sigara içimlik kalıp sımsıcak bir duşa girecekti. Güleç yüzlü adamı, telefon konuşmalarını, gizemli telefonu ve Görkem'in hatırlattıklarını unutup, kendisine uyuyacaktı o gece.

Küvetin musluğunu açıp giyinme odasına gitti. Temiz bir gecelik aldı sadece. Geceleri çıplak uyumak en sevdiği şeydi. Yaz olsun kış olsun iç çamarı giymeden giyerdi geceliğini. Geceliği illaki saten olsun isterdi. Döndüğünde küvet dolmuştu. Musluğu kapattı.2-3 mum yaktı ve bir tütsü. Işığı kapattı. Duşa girip yıkandı ve sonra küvete uzandı. Banyo köpüğü koyup, iyice köpürttü. Banyo minderini kafasının altına koyup, gözlerini kapadı.

***

Sabah uyandığında kendini iyi hissettiğini fark etti. Bir kaç gerinme hareketi ile yataktan kalktı. Mutfağa yöneldi. French Press içmek için su ısıtıcısını çalıştırdı. 2 ölçülük pressini çıkarttı. Fındık aromalı olan iri öğütülmüş kahveyi seçti. Balkonun kapısını açtı. Dışarıda yağmur havası vardı. İşe gitmek için ne kötü bir gün diye düşünürken, haftasonu olduğunu fark etti. Ayrıca dün telefon eden yüzü olmayan sesle görüşme kararı almıştı. Bu kadar tanıdık olup bu kadar yüzünün gözünün önüne gelemeyişine biraz da şaşırarak, olayları kavramaya çabalıyordu.

Yağmurun belli belirsiz atıştırmasına aldırmayıp balkondaki taburede içti kahvesini. Biraz da toprak ve çimen kokusunu içine çeke çeke. Ne güzel de gelmişti o sabah kahve kokusu burnuna. Gününü planlamaya çabaladı. Ama kafası çalışmak istemiyordu. Yavaşlatılmış film karesi gibiydi düşünceleri. İçeri girdi, kalemi kağıdı aldı eline. Özenli bir not yazma telaşında ufak bir kağıt alıp önüne; 1 Cumhuriyet, 2 Ekmek, 3 Süt, 4 XX Kaşar yazdı. Kapıcı Salih Efendinin alabilmesi için kapıya özenle yapıştırdı. Bir kahve daha koydu kendine. Ajandasını açtı.

20:00 Yemek, ANNELERİ DE GELİYOR...

Notu gördü. Sinirlendi. Kapattı ve mutfağa girdi. Kahvaltılık birşeyler çıkarttı. Önce bardağı düşürdü, allahtan kırılmamıştı, aldı yerden. Sonra buzdolabının kapağını açtı. Kahvaltılıklara şöyle bir baktı. Kahvaltı partisi versem ancak biter bu malzemeler. Elimin ayarı yok benim diye kızdı kendine. Domates, biber, roka, maydanoz, taze nane, yabani semizotu çıkarttı. Domatesler elinden düştü önce, kaldırdı onları yerden. Tam tezgaha yanaşmıştı ki, biberler düştü bu sefer, onları da kaldırdı yerde. Düşe kalka kahvaltı hazırlıyorum hadi hayırlısı dedi. Sonra çıkarttığı malzeme bolluğuna bakıp güldü.

Kapının çalınışına telaşlandı, onun gelmiş olma ihtimaline heyecanlandı ama aklına siparişleri geldi. Salih Efendi, bir Cumhuriyet Gazetesi, iki adet ekmek, üç kutu süt ve dört paket kaşarın olduğu torbayı uzatınca gülmemek için kendini zor tuttu. Artık kesinlikle kahvaltılı parti vermesi gerekecekti. Bir tepsiye hazırladığı malzemeleri koydu ve balkona geçerken, sehpanın üzerinde duran bir türlü kapılıp gidemediği kitabı gördü. Tepsiyi balkondaki masanın üzerine bırakıp kitabı aldı ve küçük bir not kağıdının üzerine: Bazı kitapların okunması için uygun zamana ihtiyaç vardır, yazıp, kitabı kütüphanesine kaldırıyordu ki; son bir fal dedi: saat 9'du ve haftanın 6. günüydü. 9. sayfayı açtı ve 6. satırı buldu:

Çantasını ve kitabını alarak limandaki çay bahçelerine gitmeye karar verdi.

Kapattı kitabın kapağını. Kaldırdı raftaki yerine. Aklına takıldı satır. İstemek yetmez unutmak için dedi. Balkona vuran güneş yerini gölgeye bırakmıştı. Kahvesinden bir yudum aldı... Daldı derinlere. Baktı gözün görebildiği en uzak noktaya:

Güleç yüzlü adamı gördü. Modadaki çay bahçesine oturuyorlardı. Adam ilk kez o anda düşmekten korkma sakın, ben hep yanında olacağım dedi. Dönüp öpmüştü bir de yanağıyla dudağı arasında bir noktadan. Adama kanan kendini, en ihtiyaç duyduğu cümle bir çırpıda kulaklarına çarptığında parıldayan gözlerini gördü.

Dejavu dedi...
Devam Edecek... ___________________________