19 Temmuz 2010

Aşka Dair - 7







Kelimeler yeni anlamlar buldukça, zaman çoğalıyordu. Sabahları beraber uyanır, beraber günü selamlar, günü çoğaltır, akşam üzerine kadar zor sabreder  ve geceyi yarısından sonrasında ancak sonlandırırdık. Bir gece hiç unutmam, bir şarkıyı defalarca arka arkaya dinlemiştik. O kendi yatağındaydı, ben onun yanında uzanmıştm. Ya da, ben L koltuğuma uzanmıştım, o sallanan koltukta oturmuştu ve sohbet ediyorduk. Öyle gerçektiki içimdeki hisler, biliyorum çok klasik olacak ama ancak kelebeklerin kanat çırpmaları ile anlatılırdı. Gece hiç bitmesin istiyordum ve sabah olunca gece hiç olmasın... Ya da şöyle diyeyim, daha doğru olacak, yaşadığım her dakikanın daha çok farkındaydım, midemdeki kasılmaların mesela. Yüzümdeki gülümsemenin...

Bulutlar iyice yükseldi, şaşkınlıklar da öyle. Üç kadın, tarifsiz bir büyü ile çevrelenmiş gibi, düş bir geceyi uzatıyorlardı,  ucu sabahın ilk ışıklarına değer de kendi gerçekliklerine tebessüm eden bir rüyadan uyanırlar diye umuyorlardı. Dev bir sinema perdesinden seyrediyorlardı sanki düş bir aşkın gerçek hikayesini, büyülenmişlerdi.

Anlatıcı, o zamanlara giden yüreği, ki hafızası var mıydı gerçekten yüreğinin, kaleme aldığı o uzun mektubun satır aralarında dolaştı. Bir kaç satırı onlarla paylaşmakta bir sakınca olmadığına karar verdiğinde, dökülüverdi kelimeler ister istemez kendi ağırlığınca...
Uyanmak istemediğim bir düşle,
hiç uykuya dalmak istemediğim bir gerçekliğin ortasında, tutkuyu yaşadım ben...
İlkti...
Onca yaşanmışlığın üzerine...
Güzeldi...
Kadınlar, masadaki tabakları aldılar, birer bira daha açtılar. Hava iyiden iyiye soğumuştu ve neredeyse saat oniki olmuştu. Evli olan kocasını, bekar olan oğlunu arayıp gelmek üzere olduklarını haber verdi. Gözü yaşlı olan, bana kalsa sabaha kadar oturur dinlerdim ama, deyip gözlerini devirdi diğerine doğru. Diğeri güldü, sence bu hikaye bitecek gibi mi?

Yola koyulan arkadaşlarını balkondan uğurladı. Uzun zamandır yapmadığı bir şeyi yapıp, duvardaki rafın üzerinde bulunan ahşap kutudan bir sigara paketi çıkarttı. Balkona oturduğunda serinleyen havanın da etkisinden olsa gerek, omuzlarına ince bir şal aldı. Masayı, o geceki gibi, hani az sonra yağmur bastıracakmış gibi, iyice kapı tarafına yaklaştırdı. Sigarasını yaktı ve gökyüzüne baktı.

Yıldızların neden o gece o kadar ağladığını bir türlü anlayamadı. Ayın neden utancından bulutların arkasına saklandığını ve neden bir baykuşun, bir kargayla kavgaya tutuştuğunu ve neden hayat kadınlarının bu gece o köşede beklemediğini ve neden bulutların pembeleştiğini anlamadı. Sigarasından bir nefes aldı, derin, dumanlı... Gözlerini kapadı. Adamı düşünen kendini sevdi. Onu düşünürken, anlatırken ve yazarken ne kadar da güzelleşiyordu. Bir de yaşasam dedi. Bir de yaşasaydım... Ne kadar olmuştu ayrılalı, bir yıl, belki iki. Saymayı bırakmıştı. Saymayı unutmuştu hatta. Mumları üfledi ve söndürdü yüreğindeki yangını bir damla gözyaşıyla. Yatağına yol alırken, 'iyi geceler' dedi, adamın 'iyi geceler kocaman yüreklim' deyişine belki de yıllar sonra ilk defa sessizce karşılık vermişti.


Yazılıyor kendi hızında, biraz yavaş, biraz karmaşık duygularla...
Fotoğraf / deviantART



17 Temmuz 2010

Çalan Melodi / ...





Griye çalan gökyüzü
Metala çalan bir ağız tadı
Hüzne çalan bir yürek
Çıkan melodi,
İç burkan cinsten
Uzun soluklu dinlemelere imkan vermeyen

Tıka kulaklarını
Görme
Kapa gözlerni
İşitme

Sadece bak
Bak yüreğimden geçenlere
Görmesen de
Belki yüreğin anlar
Yüreğimi sebepsizce

Sevmek
Görmeden
İşitmeden
Dokunmadan

Sevmek
Çığlık çığlığa
Bugünlerde

__________________________________
Fotoğraf/deviantART
İlk Yayın Tarihi: Ocak 2010



16 Temmuz 2010

Karanlığa Mektuplar - 2



Yazacak çok birşey de yok aslında
Bilindik bir gece

Bilindik bir karanlık
Bilindik sorular gökyüzünde, yıldızlar kadar çoklar
Bir sönüp bir parlıyorlar
Bir gelip bir gidiyorlar

Karanlık
Cevapsız bir bilmece
Gece
Neye gebe?

***

Aydınlık
Cevapsız başka bir bilmece
Gündüz
Neyin habercisi olacak!

***

Yaşam, geceyle gündüz arasına sıkışıp kalıyor bazen.
Nefes alıp vermek arasında bir yerde seyrediyor ömür.
Arada kalmanın araf olduğu zaman dilimlerinde atıyor yürek.
Hayatın attığı sert bir tokattan sonra açıyor güneş.
Tersine akan bir nehirde son buluyor düş.

Atılan onca kulacın vardığı yer gene kendi yüreğin.

Yaşam, geceyle gündüz arasında sıkışıp kalıyor bazen.
Elinde yüreğinle uyanıyorsun bir sabah erken,
Ağlıyorsun güneş doğarken
öyle güzel, öyle turuncu, öyle mavi
öyle umut
öyle ılık

öyle olduğu için
öyle gördüğün için
öyle sandığın için
öyle olsun istediğin için
öyle olacağına inandığın için
öyle olmazsa öleceğini sandığın için
ağlarsın ya,
ağla!

Böyle zamanlarda
Geceyle gündüz arasında sıkışıp kalır birçok şey
Ne geceye sırdaş
Ne güne yâr
Ne kendine arkadaş olursun
Güneşe bakıp, bu sabah da doğduğu için
 içindeki çocuğa sarılır
büyümüş kendini avutursun






Fotoğraf  / DeviantART





14 Temmuz 2010

Gecesiyle Sabahıyla Günahıyla Sevabıyla

Daha beş yaşındaydı. Elinden tutmuş, yokuş yukarı olan evimizin yolunu güle eğlene çıkıyorduk. Akşam sofrasının klasik pazarlığı bu sefer yolda başlamıştı; köftesini yerse on dakika daha fazla seyredeceği televizyon savaşlarının galibi o olmuştu. Öyle yorgun bir hafta ortasıydı ki, hiç köfte yemese de koparırdı o izni benden.

Yokuşun başına yaklaştıkça mahallenin haylazları koşuşturmaya başladılar sağa sola. O karmaşada koca kamyonu gördüm, kirli üstleri başları ile eşya taşıyan adamları ve ilk maaşımla aldığım radyoyu. Elim terledi, soğudu, ılındı, buz kesti. Onun küçüçük elleri ise, televizyonu görünceye kadar ılıktı. Sonra eli terledi küçüçük, soğudu kocaman, ılındı azıcık, buz kesti büsbütün. Tanımadığı adamların neden evimizdeki  eşyaları götürdüğünü bir türlü anlayamadı. Aaaa, televizyonumuz diyebildi sadece,  cümlesini arkadaşları kesti. Oyun arkadaşlarının koşarak ona gelip, televizyonunuzu bile aldılar derken ki bakışlarında ezilen çocuk yüreği yere düştü. Bir anne çabukluğu ile aldım küçüçük yüreğini elime ve hızlı adımlarla, biraz da çekeleyerek onu... Eve gidince anlatırım diyebildim sadece. Tek istediğim o anda oradan toz olup uçup  gitmekti, onun da elini elimde sıkıca tutarak, toz olup uçmak. Merdivenleri çıktık, hiç konuşmadan. Bu gece köfte yemesem olur mu dedi, olur dedim, elini daha da sıkıca tutarak.

Eve girdiğimizde henüz gelmemişti. Gelmesin istiyordum, bu gece eve gelmesin. Elinde rakı şişesi ile eve girdiğinde, oğluma alamadığım sütün öfkesi boşaldı içimden. Kusmuşum. İçimdeki öfke, öyle dalgalarla falan kıyaslanamaz, öyle taşkın, öyle sel gibi, sustum. Aniden. Durdu zaman. Dondum. Hayır, hayır öldürmeye değil ama bitirmeye çok niyetliydim. Elime uzandı eli, baktım. Bilmem şimşeklerim mi aldı gözlerini benden, ama eğdi kafasını, o gece bir daha da hiç kaldırmadı. Oğlanı yatıralım dedi, yatıralım ve konuşalım dedim. O evde, sesimiz hiç yükselmedi. Öfkelerimiz, oğlumuza hiç değmedi, iyi ki...

Oğlumuzu öpüp koklayıp yatırdık, beraber, bir masa kurduk balkona, beraber... Tuhaf geliyor değil mi? Ama biliyordum ben, o gece... O gece, gözlerimden şimşekler çıkıyordu. Ona dedim ki, onca yıla sığdırılmış bir aşka, şimşekler çakarak bakmak istemiyorum artık ben. İçimde patlayan fırtınaların sebebi sen ol istemiyorum. Ben sana, güzellikleri yükledim, aşkı ve inancı... Artık bir güzellik yok geldiğimiz noktada, uzun zamandır yok da, insan kıyamıyor yıllarına. Aşk dersen, ufak tefek yangınları atlattı da, en büyük yangında külleri bile savruldu, sen de biliyorsun değil mi? Geriye inanç kaldı sanıyorsun belki ama, o da az önce bu kapıdan çıkıp giden eşyalarla birlikte ardına bakmadan yitip gitti ufuklarımda. Şimdi bir sen varsın çıplak, bir de ben. İlk günkü gibi. Hiç tanımadan önce üzerine kurduğumuz hayaller gibi, çıkarsız ve savunmasız. O nedenle bu gece eskisi gibi sohbet edeceğiz ve sen yarın sabah bu evden çıkacaksın ve bizim başımızı dimdik kılacak bir adam olarak geri dönünceye kadar bir kere bile bu evde uyumayacaksın. Ta ki, oğlumuz, babam daha büyük televizyon alabilmek için göndermiş eşyalarımızı diyebilinceye kadar, sen başka bir şehirde çalışmaya gitmiş olacaksın. Kafasını hiç kaldırmadı. Söylediğim herşeyi, sessizce onayladı. Eskisi gibi olmadı sohbet o gece, artık hiç birşey eskisi gibi olmayacaktı ya zaten. O gece, sarılıp uyuduk. Acizliğinin soğukluğunda, uyku ikimizi ne kadar tuttuysa o kadar tuttuk biz de birbizimizi.

Sabah, o her zamanki gibi bizden erken çıkacaktı evden ve her zamanki gibi oğlum ve ben, pencereden el sallayacaktık o uzaktan bize özlemle hala bakarken. O sabah garip bir şey oldu, oğlum babasına gitme dedi. Bugün işe gitme. Ben de okula gitmeyeyim. Beraber parka gidip oyunlar oynayalım. Öyle bir öptü ki oğlunu, öyle bir sarıldı ki babasına Ali... Oracıkta vazgeçmek üzereydim aldığım karardan.  Bir gece öncesinin buz kesen elleri, sabahına ılınmıştı işte yeniden. Elinden tuttum Ali'yi, çelimsiz bedenini bir adım geriye çektim. O anda, dün geceden beri ilk defa gözlerime baktı oğlumuzun saçları ile vedalaşırken; fark ettkim ki, gözleri yüreğime artık çok uzaktı. Pişmanlık taşıyordu beyazından ve kahvesi parça parçaydı. Benim son sözüm, baban geç kalıyor oğlum oldu. Ali'nin ki ise,  tamam ama söz ver dedi, söz ver yarın işe gitmeyeceksin. Ben de okula, oldu. Onun son sözü, bakışları oldu, yüreğimi delip geçen bakışları. Demek ki hala yüreğime dokunabiliyordu. Acıyan yüreğimde, saplı kalmış bıçağı çekip verdim eline. Bunu dedim, bunu attığın her adımda hatırla. Bu bıçak kesip attı herşeyi, ne varsa. Bilmem, bakışlarımın tercümanı oldu mu o anda yüreğinde bizden kalan son parça.

O sabah da, o her zamanki gibi bizden erken çıktı evden ve her zamanki gibi oğlum ve ben, pencereden el salladık babamıza, artık uzaklardan, yakaran bir özlemle bize bakarken.

Biliyordum, biliyorum ki gecesiyle sabahıyla günahıyla sevabıyla, onüç yılın ardından, ceketini alıp gitmek bir adam için zordu. İnancımı yitirmesem, sevgimiz bizi yarınlara taşırdı biliyorum, herşeye rağmen kalkardık biz o büyük taşların da altından. Eğer bir gece önce, kendine inancını yitirmiş bir adamın kabullenişine şahitlik etmeseydim, inancımı sorgulayabilirdim. Ve yüreğim ele geçirirdi benliğimi. Bu düşünceden hemen uzaklaştım, bu sefer izin veremezdim, bu geldiğimiz son noktaydı, bir adım sonrası, felaketimiz olacaktı. Ali de tek şahidimiz. Bütün bunları onun omuzlarına yükleyemezdim. O daha, beş yaşında bir çocuktu, gözleri umutlu, yüreği sevgi kokan. Ve büyüklerin almak zorunda kaldığı kararlar, çocuklara hep çok uzaktı. Düşündüğüm tek şey, ben güçlü ve ayakta olursam, Ali'nin çok daha mutlu olacağıydı. Böylece tek bir yanı eksik kalsa da çoğalması mümkün olacaktı. Ama diğer türlü, eksikleri giderek çoğalacak, yaraları giderek büyüyecek ve belki de  hiç tam olamayacaktı. Bunu görüyordum, müneccim değildim. Kocamı tanıyordum ve yaşattıklarının farkındaydım ve daha da kötüsü yaşatacaklarının... Sadece, uygulayabilceğim bir kararlılıkta bir sonuca varmam gerekiyordu. Yaptığım bütün hesapların sonu, iki kişilik kocaman bir dünyanın, 3 kişilik giderek küçülen bir dünyadan daha mutlu kılacağına varıyordu.

Bir sonraki gece, babası eve gelmeyince, para kazanmak için uzaklara gittiğini söylediğimde, Ali televizyon mu alacak bize dedi. Henüz beş yaşında bir çocuğa neden akşam uyumadan önce bir saat televizyon seyredemediğini anlatacak kelimeleri bulamayan kendimin, bardağın taşarken götürdüklerini fark etmesiyle sarsıldım. Oğlum, babasız büyüyecekti. O gece sarsıla sarsıla ağladım. Bir ailenin varlığının, çocuklarının boynunu bükmemek olduğunu kendime defalarca tekrarladım, ikna oldum mu bilmem ama sızmasam ertesi sabah kalkacak gücü kendimde bulamayacaktım. Sonraki altı yıl, çok zor geçti. Ama hergün ölmektense, bir gün ölecektik. İşyerime telefon ettim, Ali'yi okula göndermedim. Parka gittik, oyunlar oynadık ve konuştuk. O günden sonra iki kişilik dünyamızda, kocaman insanlardık. Çabuk olgunlaştırdı hayat oğlumu. Beni hiç üzmedi. Hiç yalan söylemedi.

O geceden aylar sonra, evimize küçük ekran bir televizyon alabildiğimizde, oğlumun parlayan gözlerle, televizyonumuz geldi babam da bu gece gelir değil mi deyişini hiç unutmadım. O, gece uykuya dalmadan önce televizyonu bir saatten fazla seyretti. Bense onun çocuk sevincini.

Hiç bilmiyorum, iyi mi ettim kötü mü... Ve bugün  on yıl sonra, bazı sabahlar o pencereden el sallarken bulurum oğlumu. Elini cama yaslar ve bekler, öylesine bir iş gününe uğurladığı babasının akşam vakti eve dönecek olma umudunu taşıyan yüreğini yüreğime saklar, ağlayamam. 








13 Temmuz 2010

Yüzümü Güldüren



En umutsuz zamanlarda gerçekleşen bir mucizedir aşk!
Sesindeki muzip gülümsemeye yükleyerek, çocuk seslerini taşımaktır uzaklardan.
Bahçedeki ortancalardan bir demet yapıp bırakmaktır, baktıkça yanakları okşayan.
En mutsuz zamanlarda yüzümü güldüren bir adamın, yüreğime bıraktığı öpücüktür  aşk!
Ve iyi ki şahanedir...
                          Ama ne...

Fotoğrafın Fısıltısı / Yorgun




Bir gündoğumuna bıraktım yarınlarımı bu sabah
Çocukların şen sesleri, ve o bahçe, ve deniz artık bana çok uzak
Akşamüstülerin günbatımlarında buluyorum dünlerimi
Bir içki masasına katık edilen kahkahalar, ve o yağmur ve o çamlık artık bana çok uzak
Geceleri yıldızlara emanet ettim umudumu, kayıp gittiler bilinmeze bir gözyaşı vakti
Beklemeler artık bana çok uzak,
yorgunum anla
çok yorgunum hayat





12 Temmuz 2010

BOĞ(ul)MAK




Ben boğuluyorum diyorum
Sen boğazıma yapışmış
Neden ki diyorsun