Kelimeler kafamın içinde uçuşup duruyor, bağımsızlıklarını ilan ettiler, birbiri ardına bağlanıp cümleler kuruyorlar. Dışarı çıkmak konusunda da ısrarcılar, lakin tükkanı kapadım bir süre önce. Bir yenisini açmaya da ne vaktim ne de yeterli hevesim var. Gel gör sen bunu onlara anlat. Sabahtan akşama beynimi kemirmeye devam ediyorlar. Sanki Nobel alacaklar! Baktım susacakları yok komşu komşunun bloğuna muhtaçtır dedim çaldım en bir can dostumun kapısını. Cevabını beklemeden dalıverdim içeri, işte bunlar da zihnimin bana ettikleri...
***
Köşesini bana açan dostuma teşekkürlerimle...
Kendimi bildim bileli sevmedim benden gitmeleri. Belki de ondandır kolay kolay ilişkilerde tutunamayışım sonraları. Ya da ondan mıydı hep gitmeyi istemelerim?
Küçücüktüm pencerede yolunu gözlerdim dayımın evi ile bizim ev arasında mekik dokuyan ananemin. Bir iki hafta bizde, sonra dayımlarda kalırdı. İçim burulur, boğazıma bir yumru otururdu ayrılık vakti geldiğinde. Gitmesin, daha fazla bizde kalsın, hep bizde kalsın isterdim. Küçücüktüm, bir pazartesi günüydü, öğlendi okuldan geldiğimde ve o gitmişti; ama bu defa sonsuza. Hoşça kal demeden, güle güle diyemeden.
O yumru bir kaç yıl sonra tekrar mesai yapmaya başladı boğazımda. Giden ablam, gidilen yer İstanbul'du bu defa. Liseyi okumak içindi gidişi ve yine hiç sevememiştim ben geride kalan olmayı. Bir kazak örmeye başlamıştım tatil dönüşlerinden birinde. Gidişinin ardından bir iki gün örer, bırakırdım bir sonrakine kadar. Ve hiç tamamlanmamıştı o kazak.
Derken babam, benim koca yürekli, aslan babam benliğini alıp yanına bedenini öylece bırakıp gidiverdi nasılını bilemediğimiz bir yerlere. Yorgun bedenini yanına katmaya karar verdiği o gece çok değil bir cigara içimlik çıkmıştım hastanedeki odasından. Döndüğümde doktorlar vardı odada. Hoşça kal diyememişti, güle güle diyememiştim. Hatta sonrasında odaya girip son bir kez bile görememiştim. Vedaları da o günden sonra mı sevemez oldum, kim bilir?
"Böyle olmayacak, gitmem gerekiyor" demişti sonraları ve gitmişti sevdiceğinin peşinden yeni bir başlangıç yapmak için bilmediğim uzak memleketlerden birine. Büyük aşkların kadınına da böylesi yakışırdı. Sevinmekten başka onun adına ve üzülmekten gayrı kendi adıma yapılacak bir şey yoktu. Kardeşten öte olmuştuk yıllar içinde, biz o koca şehirde. Gidiyordu şimdi, geride kalan olmuştum bak gene. İstedim yine de her şey çok güzel, o çok mutlu olsun. Ama o yumru, ah o namussuz yumru...
Bir gün her şeyi bırakıp, bir tek kırık kalbini alıp çıkıp geldi. Lakin yine duramadı yerinde; bu defa, öncesinde hiç sevmediğim başka bir şehre yolculadım. Yumru yine okkalıydı da ülkeler ayıramadı şehirler mi ayıracaktı?
Hayatı değişmişti, hayatım değişmişti. Teselli için gidişlerim, teselli edilişlerime karışmıştı. O günlerden bir günde o "sen olmasan adımımı atmam" dediğim şehir bana yapacağını yapmıştı. Hem nüfusumu hem adresimi değiştirecek adamı karşıma çıkarmıştı. Böylece İzmir'de başlayan hikayem de, Eskişehir, İstanbul derken Bursa'ya taşınıvermişti. Sevmezken benden gitmeleri, giden olmuştum birilerinden yine.
Yerleş, dinginleş, köklerini sal. Evin, barkın, yuvan olsun o şehir, insanları hemşerin. Yapabilmek için kalan olmak gerekir. Peki ya gezgin gönül gitmek isterse, onu kim tutabilir? Gitme fikri girdi mi gezginin aklına, fikrine bir kere hiç bir kök tutamaz onu artık yerli yerinde. Muzip bir hayal, düşünceye, düşünce gerçeğe dönüştü. Bursa'da dört yılın ardından yeni bir şehre, yeni bir ülkeye gitme zamanı geldi çattı. Uzaklıktan mı yoksa yaştan mı bilinmez yumru bu defa geride kalmaya değil gidişe kendini gösterdi.
Vedaları sevmem demiştim ya vedanın dönüşü yoktur gibi gelir. Bizimkisi alt tarafı tebdili mekan. İki sokak öteye gitmek gibi, misafirlikten eve dönüyor olmak gibi. Gidiyoruz ördekle on güne ve geride kalan tüm sevdiklerime sevgili dolu, sımsıcak bir güle güle.