Bir yatak odası gelsin gözünüzün önüne. Sallanan bir koltuk. Hakim renkler; şeker pembe, krem, eflatun ve lila... Odada iki tane yerden aydınlatma. Duvarda tablolar. İki küçük halı, yatağın yanlarında, yerler ahşap parke. Kadın, uzanmış yatağa, yerden aydınlatmanın bir tanesi açık sadece, kendisine uzakta olan. Bir kaç kutu var karşı köşede, balkon kapısının hemen yanında. Belli ki anıların yükü o kapakların altında. Müzik çalıyor fonda: Vocal Jazz... Gece uzun, gece yalnız, gece karşılıksız.
Şimdi de sokak aralarında dolaşan kadını getirin gözünüzün önüne. Bilmediği sokaklarda meraklı ama ürkek dolaşan bir ev kedisini hayal edin. Kadın, kırık bir aşkın köprülerini yakmış bir kaç gün önce, öylece herşeyini geride bırakmış bir hayat yolcusu. Dolaşıyor; kelimeler, çeşit çeşit duygular arasında gecenin karanlığında. Derken, bir adam omuz atıyor ta yüreğine. Kadın sarsılıyor gece gece. Hiç bilmediği o sokağın daha başında anlıyor, o sokağın onu çağırdığını. Korkuyor ama devam ediyor ileriye, sonra bir patika buluyor, patikanın sonu bir bahçeye açılıyor. Kadın hala yatakta, bahçedeki mürdüm eriklerine bakıyor, yüzünde bir gülümseme. Bahçede masalar, üzerinde az önceki mangal partisinden arta kalan kahkahalar. Eline alıyor bir tanesini, gülüyor ölesiye... Sonra devam ediyor, denizin kokusuna doğru... Kadın, hala yatakda.
Şimdi, denizi getirin gözünüzün önüne. Dalgalar normal bir insan boyunu aşıyor, hırçın bir deniz, koyu lacivert gecenin karanlığında ürkütücü hatta. Kadın, dalgalara kaptırıyor duygularını, şahlanıp çoşuyor deniz; köpük köpük. Kadın, heyecanlarını kumsala bırakıyor, kendi elleriyle. Denizin dalgası gelip de götürmezse izleri, adamın onu takip edeceğini umuyor. Adam geceden bahçeye bırakılmış bir tebessümün izinde bir dedektif gibi ilerliyor. Yolu sahile çıkıyor. Kumsaldaki iz, onu alıp kadına götürüyor. Kadın sabah uyandığında posta kutusunda bir mektup, iki satır buluyor:
Şimdi, denizi getirin gözünüzün önüne. Dalgalar normal bir insan boyunu aşıyor, hırçın bir deniz, koyu lacivert gecenin karanlığında ürkütücü hatta. Kadın, dalgalara kaptırıyor duygularını, şahlanıp çoşuyor deniz; köpük köpük. Kadın, heyecanlarını kumsala bırakıyor, kendi elleriyle. Denizin dalgası gelip de götürmezse izleri, adamın onu takip edeceğini umuyor. Adam geceden bahçeye bırakılmış bir tebessümün izinde bir dedektif gibi ilerliyor. Yolu sahile çıkıyor. Kumsaldaki iz, onu alıp kadına götürüyor. Kadın sabah uyandığında posta kutusunda bir mektup, iki satır buluyor:
illa bir ayrım söz konusu olacaksa, kulaktaki ses olmak daha değerli sanki...
Adam, kadının onun kulağına fısıldayacağı şarkıyı henüz bilmiyor. Kadın, mektuba gecikmeden cevap yazıyor:
illa bir iz kalacaksa yürekte kalmalı, en derini o olmaz mıydı?öyle bir ses ve tat olmalı ki hatırladıkça yürekte bir çarpıntı başlamalı...
hatta düşündüm de ses ve tat yetmez, aşk; 5 duyuya da hitap etmeli ki, aşk olsun...
damakta tat, tende iz, kulakta ses, gözde fer, içte his...
Anlatıcı, yüreğinin kapılarını araladığında, o şarkıyı da mırıldanmaya başlıyor. Masadaki diğer kadınların şaşkınlıkları bulutlara değiyor. Kadın şarkısını bitirince, zaman kaldığı yerden devam ediyor. Kadın bir şarkı boyu; gözleri kapalı , az önceki tabloyu resmediyor: Kadını, adamı, sokağı, bahçeyi, mangalı, masayı, denizi, dalgayı, kumsalı ve izleri...
Soru işaretinin ucu bu sefer kadınların yüreğine değiyor: Bu hikaye gerçek olabilir mi?
Soru işaretinin ucu bu sefer kadınların yüreğine değiyor: Bu hikaye gerçek olabilir mi?
Devamı da yazılacak...