23 Nisan 2009

GÜLSÜN LİSESİ ve TEŞEKKÜR




Eva Cassidy - Time after time [live]
by Jo_Bidjoba



___________________________________________



TEŞEKKÜR


Bir Milyon Kalem editörlerinden hem Şebnem hem Özlem yazar mısın dediler... Yazarım dedim... Severek, isteyerek, gönülden... 'Gülsün Lisesi' yazım, katılımın son günü çıktı kalemimden... Bir çocuğun dilinden anlatmak istediğim bir hikaye, bir adamın dilinden döküldü. Bir Milyon Kalem'de yazımın altında Eva Cassidy'nin Time After Time şarkısı vardı ki, en sevdiklerimdendi...

Şimdi izninizle; Uzağa Giden Kadın'a; iyi şeylere vesile olma yolculuğunda benim tuzuma da değer verdiği için daha önce Ful Yaprakları ve Bekriya tarafından tarafıma verilmiş ve uygun devir zamanını bekleyen ödülümü vermek istiyorum. Ve bana iki ödül geldiği için bencillik yapmayıp diğerini de kelimelerini yüreği kadar sevdiğim Kırmızı Günlük'e vermek istedim.





____________________________________________


GÜLSÜN LİSESİ


“…
Yarın sabah erken kalk diye tembihlerdi analık geceden… İki kardeşiz biz, küçüğüm kız. Her tatil gelirdim analığın yanına. Yaşlanmıştı bir iyice. İstediği tutulmadı mı başlardı söylenmeye… Analık söylenmeye başladı mı bir kere, bizim ovalar gibi sonu gelmezdi. İş çok da ben de yapacak güç yok o zamanlar ama analığın lafını ikiletmezdim hiç. Anam ölmüş küçüğümü doğururken en daha iki yaşındaymışım. Bildim bileli analık ederdi bize. Severdim, sayardım yani. Laf söyletmezdim üzerine rahmetlinin. Onu kaybettiğimden beri ilk kez geldim köye. 3 yıl geçmiş üzerinden…

Çocukken babam sık sık şehre giderdi inşaatlarda çalışmaya diye. Gelirken de illa oyuncak getirirdi hem bana hem de Ayşe’ye… Ben öyle seslenirim ona aslında adı Gülsün… Anam onu doğururken ölmüş diye bari kızı gülsün demiş köyün büyüğü Gülsün olmuş adı. Ben Ayşe diye diye okulda da bellediler bunun adını Ayşe aşağı Ayşe yukarı. Sinir olurdu o zamanlar bana. Küser, kavga ederdik ama tutardık da birbirimizi.

Ayşe okula başladığında nasıl cılız, nasıl korkak… Öğretmenin oğlu Ulaş, ben, emmingilin oğlu Osman karar verdik bir gün Ayşe’yi korkutmaya. Çocuk aklımızla kurduk kumpası; kurbağa yakaladık dereden, koyduk bunun beslenme çantasına. İkinci teneffüste bir çığlık… Karşı tarladan duyulmuştur sesi. Hal böyle olunca müdür çağırdı bize odasına. Çete misiniz diye başladı bizi azarlamaya… Ders çalışacağınıza kafanızı nelerle meşgul ediyorsunuz diye bir azar, akşama dedi kursa kalacaksınız. Hiç kalmadıydık kursa ama duyardık köyün çocuklarından, müdür gelir okulun temizliğini falan yaptırırmış. Zil çaldı herkes dağıldı. Kaldık bir başımıza koca okulda. Müdür kalacaksınız dedi diye kımıldayamıyoruz da, az sonra köyün imamı gelmez mi, şaştık kaldık. Zaten Cuma’ya gitmiyoruz diye gördüğü yerde söylenip dururdu bize. Eyvah dedim yandık biz. Başladı sorular sormaya… Neden gelmiyorsunuz dedi hafta sonları kursa… Biz de cevap yok… Derslerde de adam akıllı dua ezberlemiyormuşsunuz. Ne olacaksınız aşımıza, mafya mı? Yok valla benim doktor olmak gibi bir niyetim var diyeceğim ama imam nasıl sinirli yerim tokadı diye susuyorum… Hem neden Cuma’lara gelinmiyor? Ulaş dayanamadı, “biz Salıları kılıyoruz Cuma niyetine, hem cami boş oluyor hem de ayak kokusu çekmiyoruz.” İmam kalktı ayağa bizde bir gülme krizi. Yedik sopayı oturduk aşağıya…

Bizim “çete”de herkesin bir hayali vardı o zamanlar… Üçümüz bir araya geldik mi en büyük keyfimiz, şehre gidip büyük adam olmaktı. Ben anama doktor bulunamamış diye doktor olmak isterdim, ölmesin analar diye. Ulaş anası gibi öğretmen olmak isterdi, köylerde daha çok çocuk okuyabilsin diye… Osman da mühendis olmak isterdi. Bilmezdik ki başka bir meslek o zamanlar. Ayşe’ye sorardım “ne olcan kız büyüyünce” diye. “Gelin” derdi. “Yahu…” derdim “sen hiç büyüyünce damat olmak isteyen erkek çocuk duydun mu? Hem gelin olacaksın da sonra ne olacaksın…” “Anne” derdi. Farklı bir şey de isteyemezdi ki, yoktu bizim köyde okuyan ortaokuldan sonra kız.. Lise ilçedeydi. Aklıma koymuştum kendim okursam, onu da okutacaktım.

Ortaokul birdeki Türkçe öğretmenim olmasa okuyamazdım ben ya… Rahmetli… Tuttu bir gün beni omzumdan “sen akıllı bir çocuksun, akıllı arkadaşların olursa adam olursun, akılsızlarla biraz daha takılırsan çoban olacaksın dağlara” dedi. Ortaokulda hayta bir grupla arkadaşlık ediyordum, işimiz gücümüz, köyün çeşmesine gelen kızlara takılmaktı. Derdimiz Fadime’yi samanlıkta kıstırmaktı yani… Hey gidi günler hey… Öğretmenim beni yatılı okula yazdırmasa, sonra da burs bulup okutmasa üniversitede… Bugünkü ben, ben olmazdım aslında. Analığı kaybedene kadar her yaz tatilinde, hem analığa hem de bu köye olan vefa borcumu ödemeye geldim tatillerimde. Hem çocuklara oyuncaklar getirdim şehirden, hem çocuklarıma göstermek istedim başka hayatlar olduğunu. Şimdi
ne Ulaş kaldı, ne Osman… Ulaş’ı içeri almışlar üniversitedeyken. Bir daha ne gören olmuş ne de duyan. Osman şehirde müteahhit olmuş. Bir daha da uğramamış köye… Ayşe, liseyi bitirdiğinde köye döndü, 3 yıl yatılılıktan sonra ilk defa. Ayşe köyün ilk lise okuyanı… Bir karşılama töreni yapıldı köyde sanırsın reisi cumhur geliyor köyü ziyarete… Üniversite’den öğretmen çıktıktan sonra evlendi ve harika bir gelin oldu. Kendi gibi öğretmen olan eşiyle gitti doğuya… Daha çok çocuk okuyabilsin diye uğraşıp duruyorlar onlarda. Çocuklara hayaller kurmasını öğretiyorlar. Ve kurdukları hayallerin gerçekleşmesi için beni ve kendilerini örnek gösteriyorlar. Çocuklar sadece mühendis, doktor, gelin olmuyor artık bugünlerde… Bambaşka hayalleri var hepsinin. Ve gerçekleştirmek için umutları…

Ben Kimya Mühendisliği’ni kazandım ama şimdi büyük bir şirketin Sorumluluk Projeleri Koordinatörü olarak çalışıyorum. Sami Bey’e teşekkür etmek istiyorum huzurlarınızda… Bu proje ilk konuşulmaya başlandığında “nerede yapalım okul binasını” diye sordu. Kendi köyüm hariç 5 alternatif sundum kendisine. Ertesi gün, “asıl senin köyde yokmuş okul” deyince, itiraf ediyorum, boynuna atlayacaktım… Hayalimdi ya analığın ya da Ayşe’nin adını taşıyan bir okul binası yapmak köye… Beni okutan öğretmenime de Allah’tan rahmet diliyorum. Biliyorum benimle gurur duyuyor ve görüyor beni. Okulun kütüphanesine onun adını vermekten ayrıca gururluyum. Laboratuarın adını da analığın adını koyduk.
Böylece ben bir hayalimi gerçekleştirmiş oldum.

Anılara daldı mı insan sözün sonu yok… Son bir iki şey eklemek istiyorum
müsaadelerinizle…

Hayal kurmaktan asla vazgeçmeyin lütfen… Evet, benim hala hayallerim var çocuklara dair. Mesela, 23 Nisanlarda daha çok çocuğun yüzü gülsün istiyorum… Kimin, neden ve nasıl 23 Nisan’ı çocuklara armağan ettiğini bilsinler, anlasınlar, anlatsınlar istiyorum. Her çocuk kendi adını taşısın ve eğitim alabilsin istiyorum bu topraklarda… Her çocuk bir düş kurabilsin ve o düşün peşinden gidebilsin istiyorum. Biliyorum benimki karaya vurmuş denizyıldızlarının hikayesi ama her bir denizyıldızının onu tekrar denize atmaya gelecek insanı beklediğini bilerek, sırtımı dönüp gidemem ben… Lütfen sizler de gitmeyin… Ve unutmayın denize atılan her bir denizyıldızı, kurtarılan bir hayattır aslında…”


Köye gelmeyeli uzun zaman olmuştu ve bu defaki gelişim davet üzerineydi… Köyün girişine gelince heyecanım iki kat birden arttı. Kahvenin önünden geçerken eski tanıdık yüzleri görmek, onların gözündeki parıltıyı yakalamak çok mutlu etmişti beni. Şirketimin yaptıracağı okul binasının açılış töreninde, açılış konuşmasını benim yapmamı istemişlerdi ve kendinizi kısaca anlatın demişlerdi. Yol boyu, konuşmamı yazayım dedim ama sonradan doğaçlama olmasının daha samimi olacağına karar verdim. Kürsüye çıktığımda ve bütün köyü karşımda görünce kadınlı, erkekli, çoluk çocuk; nereden, nasıl başlayacağımı bilememiştim ama sonunun ne olması gerektiğini biliyordum. İnandığım ve söylemekten asla vazgeçmeyeceğim cümleyle bitirecektim konuşmamı: Denize atılan her bir denizyıldızı, kurtarılan bir hayattır aslında.


22 Nisan 2009

KUTLU OLSUN


23 Nisan

Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramımız

Kutlu Olsun


Atatürk kimi sevdiklerine, "çocuk" diye seslenirdi. Atatürk'ü hep gözleri ışıl ışıl, yaşama sevinciyle dolu bir çocuk olarak düşünmüşümdür.Çocuk olabilmek, çocuk kalabilmek: Yeni, yaratıcı, meraklı, araştırıcı olmanın eşiğinde durmak değil midir? Bakmayın siz ruhbilim öğretilerinde dile getirilmeye çalışılan "içimizdeki çocuk" kavramı içinde tutulmaya zorlanan çocukluğu: Çocukluğun kuram aşın bir niteliği vardır. Kitap okunarak çocuk olunmaz. Çocukluk bir karakterdir. Elbette, bir ölçüde edinilebilir, İnsan çocukluğu keşfedebilir, ona ulaşmaya çabalayabilir. Nietzsche'nin Zerdüşt'ü üçlü evrimden söz eder: Sırasıyla, deveyken aslan, aslanken çocuk olmak: Evrimin bir anlamda ucunda durur çocukluk. Deve, isteyince çocuk olamaz. Çocukluk, yaşamın bir döneminde yaşanıp, yitirilir biyolojik olarak. Ruhun çocukluğa ulaşması ise, özgürlük ister, bağımsızlık. Ruh bağımsızlığına erişemeyenler çocuk olamazlar. Boynu bükük, bağımlılığı alışkanlıklarla yaşayan insanlar haline gelirler. Olgunluk, bana sorarsanız; çocukla yaşanan olgunluktur. Atatürk çocuktu: Yeniliğin, dönüşümün yılmadan ardında koşabilen, düş dünyası geniş, meraklı, araştıran. Atatürk çocuktu ve Cumhuriyetin çocuk kalmasını istedi hep: Her dem taze, her dem devingen, keşfedici, yaratıcı.(1)


_______________________


(1) Prof. Dr. Ahmet İnam (MPM Anahtar-Nisan 2003-Sayfa 20)(Cumhuriyet Bilim Teknik, s. 81)
(2) MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’TE ULUSAL EGEMENLİK ANLAYIŞI - Vaktiniz olursa okursunuz diye

KAYIP

Yüzümde kalan bir parça gülümseme
Yanılgılar yaşatıyor bana
İçimdeki devamına ulaşılamıyor olmak
Düşündürüyor beni son zamanlarda

Gülüşümü kaybettim dostlar
Bulursanız tez elden haber gönderin bana
İçimde bir yerlerde daha fazla büyümeden umutsuzluğun karalığı
Yerine koymam gerek gülümsemelerimin parlaklığını

Ve gözlerim ışıl ışıl olmalı yine ve yeniden
Aşık oldum zannetmeli bakan bir daha bakarken
Umut en yüce aşktan bile daha anlamlı kılarken bakışları
Bilir misiniz ey dostlar
Ölüme yakın durur umudu olmayanın haykırışları
_________________________________________________

Fotoğraf / effervescent perspective © Jennifer Short

ŞAPKA

Sen şimdi öyle oturuyorsun ya elinde bir sigara, diliyorsun ya gün geçsin, akşam olsun, karnım doysun yeter bana. Farkında değilsin. YAŞ ALIYORSUN. Bir gün önüne koyacaksın şapkanı, bakacaksın yaşanmışlıklara... İstemek yetmez sahip olmak için, bileceksin artık o yaşta.
Bazen yönünü değiştirmek lazım akışın: Kanatların olmasını isteyerek bir ömrü heba etme lüksün yok SAÇMALAMA ama kanatları olduğu için kuşlara yem verebilirsin mesela ve gökyüzünde süzülebildikleri için onların kanatlarına yükleyebilirsin umutlarını. Onlar taşırken sıcak diyarlara senin umutlarını, belki dinlendikleri bir zamanda umudunu gerçek yapacak biri gelir o anda kuşların yanına. Yüklediğin umutları alıp kuşların kanatlarından, sırtlanıp bir adam gücüyle mutluluğu, gelip yanına dikilir karşına. Bilemezsin ama dilersin...
Umutlarını gerçek yapacak olanın sen olduğunu ancak şapkanı önüne koyduğunda fark edersin.
Bence vakit var… Sence?
________________________
Fotoğraf / 1x.com

21 Nisan 2009

SAYENDE OLDUM MAYHOŞ




hafif sarhoşum bu gece
biraz mayhoşluk var üzerimde
gelme üzerime içtim dibine kadar diye
güzelleşti dünyam ben içince
her gece içerim sanma sakın kendi kendime
her an seni düşünmüyorum ki ben içeyim aklıma esince


sen uzaklaştın rakı şişede bittikçe
yakınlaştı kalamarla karides birbirine
fonda çalıyor cantaloop ben duramıyorum yerimde
dans da edilmez ki meyhanenin orta yerinde
en iyisi gidelim kumsala meyhanede kim varsa gelsin bizimle
yakalım bir ateş hıdırellez niyetine
atlayalım üzerinden becerebilir miyiz ki bu halde
ya yanarsa eteklerimiz ulaşır mı ki ateşi yüreğimize
aman boşver düşünme
ne kül kalır geriye ne de sis ulaşır gökyüzüne


öperim ben seni bugün doğdun diye
neden şaşırdın ki sen yine
yoksa doğumgünün değil mi senin bu gece
olsun koy cebine, zamanı gelince öp kendini benim yerime
ne güzel içtim değil mi ben yine
görmedin mi beni gökyüzünde
küçük ayının yanında almıştım yerimi
tencereye benziyordum noktalarımı birleştirince


şimdilik bu kadar dile geldi içim
içim dedim de geldi çişim
of ne olacak benim bu daldan dala konan halim
anladım olmaz yazdığımdan şiir benden de şair
sabah kalkınca olur muyum dersin saçmaladım diye pişman
ben sevmem kadını şişman
kedinin tekiri iyidir, balığın lüferi
olsa da koydum satırları birbiri ardına, olmasa da
sanıyorsan dünya güzel
yanılıyorsun be adam
benim kafam güzel diye dünya güzel bu gece
hatta inan sen bile daha bir güzel geldin gözüme


bir daha okudum da olmamış bu satırlar birbirinin peşi sıra
sen düzenle istersen sil baştan heceleri
geceler de güzel olur belki
zaten son of a preacher man çalıyor fonda
kimse kaldırmıyor beni dansa
sahi bu gece değil miydi senin partin
hadi durma kaldır beni dansa
sarmaş dolaş olalım seninle mum ışığında


canın isterse bu gece doğumgünün diye
sarılıp uyuruz birbirimize
nerden gelmiştim ben bu şahane fikre
içtim ya güzelleştim bir iyice
haklısın uyumak gerek şımarmadan bir iyice
dur bir şarkı tutayım ikimize
hem senin doğumgünün değil ki bu gece

buddy guy çalsın uyumadan hemen önce
sesi duvarlarda yankılansın ain't no sun shine diye
sarılıp nefesine karışayım hülyalara dalmadan önce
gecenin sessizliğini bölsün nefesimiz, ben kadının olayım bu gece
nereden gelmiştim ben kadının olma meselesine
şarkıyı mırıldanınca hatırladım iyi mi
içme sebebim oldun aklıma düşünce
hafif sarhoşum bu gece içtim diye
mayhoşsam tamamen senin sayende
_____________________________________

Fotoğraf / 1x.com


19 Nisan 2009

ŞÖYLE BÖYLE

Bir dostun şöyle bir yazısına yazdığım yorumun bana böyle bir günü getireceğinden henüz habersizdim...

Kalktım sabah erkenden, başının belasıyım ben onun aradım uyku gözümdeyken. Hadi kalk gidiyoruz dedim mümkünse hemen. Nereye dedi. Kahvaltıya dedim. Neden ki rüyanda mı gördün dedi. Hayır ama dedim gitmek gerek. Dur bir duşa gireyim, giyineyim dedi, 15 dakikan var dedim. Kapısına dikildim. Nasılsın sen dedi, şöyle böyle dedim. Hadi sür bakalım anıları bizi nereye götürecek dedi. Hayat Lokantası'na gittik. Nasıl da keyifli herkesler, güneş girmiş içeriye. Ama ben gittim en kuytuda bir köşeye. Bir şey demedi bana, anladı halimi. Oturduk bir masaya. Huysuzluğumla keyfim karışmış ne yapacağını bilmez bir halde, gazete istedim önce. Sonra portakal suyu sadece. İçtim lıkır lıkır portakal suyumu, okudum gazetemi haşır huşur, sinir oldum bazı haberlere sinirden kaşındım hıtır hıtır. Hiç konuşmadık bir süre. Nasıl güzel bir Zeki Müren çalıyor fonda şarkı tuttuk tabi hem ona hem bana hem de anılara...


Sonra Zeki Müren başladı inceden inceden, bir damla yaş süzüldü gözümden.

Eşlik ettim şarkıya...


"Alım balım peteğim... Gülüm dalım çiceğim... Bilsem ki öleceğim gene seni seveceğim"


Baktı bana, eğdi kafasını, uzattı elini önce, ben oralı olmayınca; bir peçete uzattı, omuz kıvamında. Kahvaltılıklar geldi çeşit çeşit... Fasılım gelmiş dedim. İstanbul'a gidelim dedi. Gidelim dedim. Line'na da gider miyiz dedim. Nasıl yani dedi. Şöyle böyle bir ruh halindeyim ya hem rock dinleyesim var hem de fasıl dedim. Tamam dedi. İki gece kalırız. Bir gece fasıl, bir gece Line yaparız. Yedik ne varsa önümüze konan, şarkılardan tuttuğumuz fallar ağlattı diye, kahve içip fal baktık geleceğimize. Karanlık çıktı benimkisi, karışık çıktı onunkisi. Ne olacak halimiz dedim. Ne varmış halimizde dedi. Yok birşey dedim. Yok tabi dedi. Güneş iyi gelir belki dedik. Çıktık gittik lokantadan öylece. Teşekkür etmeyi unutmadık elbette.


Çimlere basmak gerek dedim yalın ayak. Bir de uzanmak toprağa. Yürüdük yeşilin içinde. Laleler renk renk olmuş sırıtıyorlar yanlarından geçenlere. Bir ikisine dayanamadık fotoğraf çektirdik birlikte. Çıkarttık ayakkabılarımızı ve uzandık çimlere...Kitap okuduk bir süre ve müzik dinledik birlikte. Güneş ısıttı içimizi ve ben bıraktım içimdeki çiyleri çimenlerin üzerine. Biri hızlıca kaçtı gitti bir lalenin üzerine. Çocuğun biri geldi, baktı laleye dikkatlice, seslendi annesine " bak ağlamış bu lale" annesi dedi "saçmalama çiy o"... Çocuk ısrar etti hayır değil diye. Annesi de ısrarcı olunca "çiy sabahları olur" dedi çocuk yüksek bir sesle... Annesinin bilmez haline sinirlendi epeyce... "Günün bu saatinde olsa olsa bir damla gözyaşıdır bu" dedi kendi kendine, koşmaya başlamıştı ki, karşılaştık. Açtı avucunu. Lalenin üzerinde buldum size ait galiba dedi... Nereden anladın ki dedim... Gözleriniz ne kadar parlak bir bilseniz dedi, yeni yağmış yağmurun izleri var hala gözbebeklerinizde... Teşekkür ettim kendisine. Ağlayan mor dallara gidip bıraktım bu sefer çiyi, kimse görmeden döndüm arkamı gittim hızlı hızlı...

Kimse bulmasa da kurusa artık gözyaşlarım derken, Buket Uzuner'in kitabını getirmiş yanında, o müzik dinliyor diye hemen bir fal bakıverdim kendime... Bir sayfa açtım tesadüfi... Cezayir'de yazılmış. Bencil bir adama yazılmış, eski ile yeni kadın üzerinden yazılmış. Olacak iş mi şimdi bu dedim. Attım kitabı kafasına. Sen yürüyerek gidersin artık evine dedim. Ama benim ne suçum var ki dedi. Almasaydın kitabı yanına dedim, yürüdüm gittim. Koşup yetişti ardımdan, uzattı bir peçete daha diğer omuzunun niyetine. Ağlamadım o ana kadar ama içimdeki hatırlatmıştı kendisini. Oradaydı... Orada kalmak istiyordu. Yol boyu konuşmadık bir daha.


Eve girer girmez yazmak istedim bugünü. Şöyle böyle bir ruh halindeydim ya, şu saat oldu bir şey değişmedi. Gün güzeldi, çimler de öyle, laleler rengarenk, sümbüller kurumuştu güneşe yenik düşüp toprakta. Pembe bir çiçeği hatırladım yol boyu gülümseyen. Gülümseyerek daldım bir uykuya. Gördüğüm rüya kalsın artık yarına...








ÇİY

Her sevme başkadır ya ve her sevilen hiç bitmeyecekmiş gibi yaşanır ya... Ama nedense bir yerde, yürekte kalmışsa iz, hiç beklenmedik bir anda, nefesinin sıcağında mesela çıkıp gelir, kokusu başkadır ve tadı ve teni ve hissi ve sesi... Başkadır işte...

Sen bilirsin o anda içinde bir yerde mesela yürekte sıkışıp kalır bir sızı. Ne aşağıya ne yukarıya gider... Parmak ucuna kadar titremekle, boğazına düğümlenmek arasında bir yerde sıkışır genelde...

Gitti , bitti diye düşündüğün an gelir mutlaka mesela şimdi mi nerede, bilemezsin... Bir gün yüreğe girmeye başladığında yeni bir aşk yavaş yavaş hareketlenir o durduğu yerde, yerini kaptırma telaşı ile kendini mutlaka duyurur sana. Buradayım, gitmedim, gitmek istemiyorum diye... Sonrası mı, sonrası yüreğin genişliğine kalmış... Her sevdaya bir yer vardır mutlaka yüreğinle sevebildikten sonra...

Çıkıp bir ormanda yürümek lazım bu kadar anıyı kurcaladıktan sonra... Her birini bir dala, çiçeğe, çimene, böceğe yüklemek lazım kabaran sevgi pıtırcıklarını bir çiy tanesi kıvamında havaya salmak lazım...

İyi pazarlar...

_________________________________________

Not: Bir dosta düşülen nottu kendisi, yazmak istedim yüreğimden geçti diye kendi kişisel alanıma da...

Fotoğraf / 1x.com

17 Nisan 2009

YÜREĞİNE YAKIŞAN


biliyorsun değil mi?

sen taşı sevsen bir çiçek filizlenir ortasında
öyle büyük bir yürek seninkisi


biliyorsun değil mi?

kazananı hep karşındaki olan bir oyun seninkisi
sen bu savaşı en başında kaybetme gönüllüsü

biliyorsun değil mi?

sesini duymaya, elini tutmaya hasret onca sevdalı varken
sen istedin gene bildiğin, tanıdık, acı denizlerde yüzmeyi


biliyorsun değil mi?

gün gelecek kaçınılmaz benzer sonla karşılaştığında
bir tek dostların olacak rakı masasında hayata söverken

biliyorsun değil mi?

sevdanın başka başka yazıldığı haller de var bu hayatta...

sevildiğin, değer verildiğin ve el üstünde tutulduğun
yüreğine yakıştığı gibi bir sevda dilerim sana


______________________________________________

Fotoğraf / 1x.com

TAVŞAN KAÇ, TİLKİ TUT


gözkapaklarım gözkapaklarına düştü önce
sonra bir yangın sardı ormanları
bir tavşan bir tilki ile bir olmuş kaçmaya uğraşırken
açmaya çalıştım gözkapaklarımı
tam da o anda yangını söndürmek için filler girdi ormana
koca hortumlarıyla söndürdüler yangını da
kırdıkları ağaçlar ne olacak diye üzüldüm ben sonrasında

gözbebeklerim gözbebeklerine değdi önce
sonra bir kıvılcım sardı yüreğimi
bir dudak bir dudak ile bir olmuş öpüşürken
açtım gözbebeklerimi bir iyice
bir baktım sen kapatmışsın sımsıkı aksine
vardır dedim bir bildiği, kapadım gözbebeğimi ben de

bir de ne göreyim içimde
orman dediğim yürek
yangın dediğim sevda
tavşan dediğim ben
tilki dediğim sen
fil dediğim ilişkimiz
ağaç dediğim duygularımmış

gözlerimi açtığımda ve gördüğümde karşımda seni
"senin ağaçların da kırılmış olabilir mi filler geldiğinde"
diyecektim ki...
küllerinden doğup başlamıştın bile uçmaya...
oysa ne zümrüttün ne de anka
hatta ormanın bile yoktu ya senin


peki neydin sen öyleyse...


galiba,
geçiyordun ve uğradın bir gece vakti düşlerime
gözkapaklarım gözkapaklarına düştüğünde geç kalmıştım gerçeğe
TAVŞAN KAÇ, TİLKİ TUT BİR OYUN DEĞİL MİYDİ SADECE...



___________________________________________________________


Fotoğraf / Vigilant © Elin Torger

16 Nisan 2009

ATAM





İNSANDI ÖNEMLİ OLAN
İNSANCA YAŞASIN İSTEDİN HALKIN
FARKLI BİR ŞEY DEĞİL
BUGÜN DE İSTEDİĞİMİZ
İNSANCA YAŞAMAK İSTİYORUZ
KORKMADAN
KORKUTMADAN
SUSMADAN
SUSTURMADAN
EZİLMEDEN
EZMEDEN
İNSANCA YAŞAMAK İSTİYORUZ

____________________________
Not:
Bu bir mimdir öykü'nün başlattığı...
Cumhuriyetimizin kurucusunu hatırlatıyoruz, unutanlara dilimiz döndüğünce...

15 Nisan 2009

ŞAŞIRMA


ŞAŞIRMA


"Önce sosyalistleri topladılar; sesimi çıkarmadım. Çünkü ben sosyalist değildim. Sonra sendikacıları topladılar; sesimi çıkarmadım. Çünkü sendikacı değildim. Sonra Yahudileri topladılar; sesimi çıkarmadım. Çünkü Yahudi değildim... Sonra beni almaya geldiler... Benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.”

Alman Papaz Martin Niemöller (1892-1984)

"Naziler geldiler. Önce komşularımı götürdüler, sonra yazarları, ses çıkarmadım. Sonra komünistleri götürdüler, ses çıkarmadım. Tekrar geldiklerinde sosyalistleri tutukladılar, götürdüler. Yine ses çıkarmadım. Beni almaya geldiklerinde, ses çıkaracak kimse kalmamıştı.”

Brecht (1898-1956)



BİR GÜN GELECEK

BENZER KELİMELERİN ALTINA


KENDİ ADINI YAZACAKSIN

AZ KALDI