06 Ocak 2010

YALNIZLIĞIM VOL3



Şimdi ben yalnızlığı dost yaptım ya kendime… İyi halt ettim… Geldi kuruldu yüreğimin başköşesine… Almanya’dan umut gelecekmiş, bir de mutluluk var evlendi ya o ya o oturacak diyorum, bana mısın demiyor.

Bak yalnızlığım tamam anladım ben nereye sen oraya ama bu kadarı da fazla gibi geliyor bana. Ayrıca biri bu yürekte olmayı hak ediyorsa o da aşktır tamam mı? Çık git artık hayatımdan senden dost falan olmaz bana. Aşk geldi kapımı çaldı, sen varsın diye giremiyor içeri. Kim sever yalnızlığı dost edinmiş birini. Hadi gel naz etme: Alalım şu kapıdan içeri girmek isteyeni. Bak söz de verdi; gitmeyecekmiş diğerleri gibi…
_____________________________________________________________

Fotoğraf
İlk Yayın / Ocak 2009

YALNIZLIĞIM VOL2





Ey yalnızlık duy sesimi,
Karar verdim seninle dost olmaya
Korkunun ecele faydası yok
Erkeksen çık karşıma ve hatta cesaretin varsa beni bırakma...





Belki güneş bir gün ikimiz için doğar
Belki korkuları hayallerimiz boğar
O masal günü gelinceye kadar; susuyorum
Susadıkça yüzün düşer aklıma
Korkar oldum düşlemekten
Adını anarım çoğalır sesim
Konuşmaktan düşünmekten özlemekten
Kimse kimsenin herşeyi olamaz-mış
Di'li geçmişten tek yaramsın sen
Sensiz kimse mi kimsesiz miyim bilmem
Hiç bilmek istemem;
Hatta düşünemem
Gel bak bir elimde gökyüzü var hala
Ötekinde kayıp giden yıldızlar
Korkular da benim umutlar da
Beni bırakma


Feridun Düzağaç









__________________________________________

Fotoğraf
İlk Yayın / Ocak 2009

05 Ocak 2010

YALNIZLIĞIM VOL1



Yalnızlığımı büyütüyorum, bu adamla bu evde büyütebildiğim tek şey yalnızlığım. Çıkmaz bir sokaktayım. Ne geriye dönüp yeni yollar arıyorum ne de ileriye doğru adım atabiliyorum. Kafamı kaldırıp parıldayan gökyüzünü görmek bile içimden gelmiyor. Giderek yalnızlığıma alışıyorum. Bataklığım benim koca yalnızlığım…

Yazdığı her şeyi sildi. Kağıdı buruşturdu yere attı. Yerde biriken kağıtlara baktı. Ne çok şey yazmış ama beğenmemişti. Gazete ekine söz vermişti. Yalnızlık üzerine bir yazı yazacaktı. Gazetede çalışan arkadaşı çıkaracakları yeni ekte ona da bir yer ayırmak istiyordu. 200 kelimeyi aşmamak kaydı ile yalnızlık üzerine bir şeyler yazıp göndersen ne güzel olurdu diyen arkadaşına bir de ahkam kesmiş yalnızlık uzmanlık alanım, istersen roman yazarım demişti. Hislerini yazacaktı bundan kolay ne vardı. Kurgulamasına bile gerek yoktu. Neredeyse bu teklif yapılalı bir hafta oluyor ve arkadaşının ona verdiği süre doluyordu.

Kalktı kendine sıcak bir içecek hazırladı. Saate baktı. En az 2 saatim var dedi. Salona geçti sallanan koltuğuna oturdu ve kendi yalnızlığında üşüdüğünü fark etti. Ne uzun zaman olmuştu birinin kollarında ısınmayalı başka bir tenin ısısı ile ürpermeyeli. Kalktı diz üstü battaniyesini aldı omuzlarına örttü. Gazeteyi eline aldı;


“Tony Takitani yalnızlık üzerine bir film. Fakat filmin bahsettiği, lafta bir yalnızlık veya cıvık aşk şarkılarının "terkedildim" hezeyanları değil. Doğumdan başlayıp bütün bir yaşama, neredeyse alıp verilen her nefese sinen bir yalnızlık, dümdüz ve buz gibi bir tek başınalık hissi. Ichikawa'nın minimal sineması öncelikle bu bağlamda işe yarıyor. Süssüz, kendi içinde müthiş bir simetri taşıyan ve boş gibi gözükse de aslında epey dolu olan çerçeveler, filmin bahsettiği bu yalnızlık halini cisimleştiriyorlar. Işık çalışmasının verdiği sonuç ise beyazın ve mavinin açık tonlarının ağırlıkta olduğu, neredeyse Kubrick filmlerini akla getiren bir sterillik. Tüm bu görsel tercihler filmin buz gibi yalnızlık hissini daha da keskin, daha bir can acıtıcı hale sokuyorlar. Önünde her daim saygıyla eğileceğimiz Ryuichi Sakamoto'nun müzikleriyse her zamanki gibi (ve filmin görsel üslubuna uyum sağlar şekilde) minimal ve mükemmeller.”(1)


Keşke filmi görseydim dedi. Kızdı kendine daha öğrenciyken bile film festivallerini kaçırmaz özel olarak İstanbul’a, Ankara’ya festivallere giderdi. İlk gençliğini özlediğini fark etti. Yaşlanıyorum deyip gülümsedi.


“Filmin finalini açık etmeyelim ama bus tercihin arkasında da Hitchcock'un Vertigo'sunu ister istemez akla getiren bir gönderme var. Ancak Tony Takitani yüksekten değil, yalnız almaktan korkuyor. En nihayetinde yendiği fobi de bu oluyor. Esasında hepimizin yalnız olduğu, hatta yalnızlığın ömür boyu sürdüğü gerçeğiyle barışıyor. Neyse ki bu esnada fazla ağlayıp sızlanmıyor, yönetmen Ichikawa ise mesafeli bir yaklaşımla filminin düzeyini ve ciddiyetini koruyor”(1)


Kendi yalnızlığına döndü. Ne zamandır yalnızdı. Yalnız kalmak en büyük korkusuydu. Fobi bile denebilirdi. Galiba Tony Takitani gibi kabullenmeli ve yalnızlığın bir ömür boyu sürdüğü gerçeği ile barışık yaşamayı öğrenmeliydi. Hem ne demişti hayattaki tek dostu ona;


"...Yalnızlığımla savaşacağıma onu kabullenirsem durum değişir belki. Yalnızlık, ne kadar bastırmaya çalışırsak o kadar güçleniyor, ama yok sayarsak gücünü yitiriyor, bunu farkettim."

Ben yazmadım tabii ki :) Üstat Coelho'dan. Dün gece Portobello Cadısı'nı okurken rastladım.


Yalnızlığını yok saymak üstüne bir yazı yazmaya karar verdi ve aldı eline kalemi…


Yansımamı dost yaptım kendime, Narkissos’a özendiğimden değil,
yalnızlığımdan delirmeyeyim diye...



_________________________________________________
(1) http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=cts&haberno=4901
(2) http://tr.wikipedia.org/wiki/Narkissos_(mitoloji)
(3) Fotoğraf
(4) İlk Yayın / Ocak 2009

04 Ocak 2010

YAĞMURU ÖPMEK

sen gittiğinden beri yağmur yağıyor bu şehre
ve ben
her bir damlasını topluyorum avuçlarıma
yere düşerlerse canları yanabilir diye


sen öperins diyorsun ya
her bir öperins
severins oluyor yağmurun dilinde

belki yağmurlar bitince geri gelirsin diye
hani belki kar yolları sen gelince kapar da dönemezsin diye
dua ediyorum avuçlarım gökyüzünde

damla damla sen biriktiriyorum
damla damla aşk


 usul usul öpüyorum her bir damlada seni
usul usul seviyor, usul usul özlüyorum






un bacio in autunno - autumn kiss © renato massariol



29 Aralık 2009

ŞÖYLE BİR DÖNÜP BAKTIM

OCAK 2009


Henüz tazeliğini koruyan bir ayrılığın acısı varmış üzerimde... Yalnızlığımla kavgamın orta yerine düşmüş her bir kelimem... Belki de yaptığım en iyi şey şapkamı erken zamanda  önüme koymak olmuş...



...
Farkında değilsin. YAŞLANIYORSUN. Bir gün önüne koyacaksın şapkanı, bakacaksın yaşanmışlıklara...İstemek yetmez sahip olmak için, bileceksin artık o yaşta. Bazen yönünü değiştirmek lazım akışın: Kanatların olmasını isteyerek bir ömrü heba etme lüksün yok SAÇMALAMA ama kanatları olduğu için kuşlara yem verebilirsin mesela ve gökyüzünde süzülebildikleri için onların kanatlarına yüklersin umutlarını.
...

___________________________________________________________________________


ŞUBAT 2009


Şubat ayı süprizlerle dolu doluymuş benim için, tam yüreğimin yangınına kapatmışken kelimelerimi, yürek yangınının aslında ne olduğunu öğreten bir haberle sarsılmışım... Hemen sonrasında çıktığım kısa bir gezinti bana yüklerimden kurtulmayı ve hafiflemeyi öğretmiş. İsyankarmışım, canım yanıyormuş... Sen bana lazımsın dediği için  kırmızı başlıklı bir arı, farkına varmışım...   






yürekten gelen bir canım…
hissedilen bir sen…
sarıp sarmalanmış bir bana lazımsın…
kurabildiğim tek cümle…
canım, sen bana lazımsın…



___________________________________________________________________________



MART  2009


Mart ayı; içimde hala kırıntıları olan aşkı kusmakla geçmiş gibi geldi şimdi dönüp de okuyunca... Babamın emekliliği, benim hayata karışma çabalarım ilk göze çarpan ayrıntılar Mart ayında... Ve küçük bir ışık, umuda dair...   O zaman için sadece benim gördüğüm...
...
Ben anlarım
Niyetin beni sevmekse
Sen söylemesen de olur


___________________________________________________________________________


NİSAN 2009


Hayat beni şımarttı, hiç düşünemeyeceğim kadar, hiç düşleyemeyeceğim kadar hem de... Bir yetkili çıktı geldi, henüz onun yetkili olduğundan habersizdim tabi o zamanlar, ben yetkili olsam daha fazlasını verirdim dedi... Sözünü tuttu ve tutmaya devam ediyor... Hayatın beni şımartması için elinden geleni yapıyor... Bazen hayatın attığı tokatlardan açılan yaraları pamuklara bile sarıyor...










...

bir rüyadayım içinde senin olduğun
hiç ama hiç uyanmak istemiyorum
Lyambiko çalıyor fonda
sesinin tınısında sesini buluyorum


bugün benim doğumgünüm
sen gelip beni şımart istiyorum
söyle hayat çok şey mi istiyorum...




___________________________________________________________________________





MAYIS 2009



Mayıs ayı bataklıktan kurtulmaya çalışan bir yaban ördeğinin çırpınışları ile doluymuş... Medcezirler, arafta kalmalar ama sonunda dönüp dolaşıp kararsız kalmalara inat, bir mektupla gülün dibinde umut aramalar...


...



ben yüreğimin yangınlarını da koydum bohçama
bu gece gül ağacının dibine koyacağım bohçamı
ve içinde bulacaksın ucu yanık mektubumu
sabah kalkınca bakacağım penceremden
gül bükmüşse boynunu anlayacağım sen bulamamışsın hazırladığım bohçayı
ama gonca dönüşmüşse açan bir güle
bayram edeceğim tez elden cevap gelir bana bugün yarın diye





___________________________________________________________________________




HAZİRAN 2009





Sorular, aranan cevaplar, korkular, açılan kapılar, medcezirler, arafta kalmalar, nedenler, susmalar, çığlık atmalar, kafa karışıklıkları, çıkmak istedikçe içine gömülünen bir bataklık... Haziran da neredeyse çırpınarak bitecekmiş ki, bir yıldız nicedir gökyüzüne bakmadığımın kanıtı gibi duruvermiş karşımda... Sanki bana bir şey demek istiyor haline  kulak kesilmişim... İyi de etmişim...





parlak bir yıldız bölüyor gecenin karanlığını
buradayım diyor
bir bulut geliyor önüne geçiyor
ama o inatla
ve tüm parlaklığı ile
buradayım gözünün ucunda diyor
zaman geçince de
dünya dönünce de
gözünün gördüğü
yüzünün güldüğündeyim diyor





...

___________________________________________________________________________


TEMMUZ 2009


Temmuz tam anlamıyla aşkın ayı olmuş... Aşk sarmış her günü, aşkla uyanmışım her sabahıma, aşka aşık hallerimi bir kenara bırakıp, yaşamaya başlamışım... Müjdesini vermişim evrene, aşk yüreğimde diye...



Artık geçti…
Yeni bir hayat, yeni bir yolculuk bekliyor şimdi beni.
Daha emin kollarda, daha güvenli…
Hep bildiğim sıcaklıkta…
Hep beklediğim lezzette...
Aşksa olur demiştim bir keresinde...
Planlamazsın, üzerine düşünmezsin, düşlemezsin...
Sen farkında değilsindir ama aşk yola çıkmış geliyordur, evde yokum diyemezsin...
Yaşarsın sadece...
Aşk... mı?
İtirazım yok, olursa olur...
Olmazsa...?
Şu kısacık ömre sığan anlardan bir senaryo yazarım kendime...
Filmi çeken bir yönetmen bulunur elbet, senaryo sağlam çünkü... Oyuncular tapılası...
Böyle bir senaryonun, durağan ama devingen bir kamera ile anları kaydetmek üzerine kurgusu, anların izleyeciye geçmesi için yetecek ve artacak bile...
İzleyiciye geçen duyguyu tahmin edebiliyorum. Yer yer abartmışlar diyecekler...
Bu kadarı da olmaz... Ama oldu... Olur yani... Aşk gibi...
Planlamazsın, üzerine düşünmezsin, düşlemezsin...
Yaşarsın sadece...
İzleyici, filmin kapanış jeneriğinde, yaz ortasında yağan yağmuru, üstelik tam da adam şehri terk etmek üzereyken, abartılı bulmazsa ne olayım ama yağdı işte...



Ama ne yağmak...


___________________________________________________________________________




AĞUSTOS 2009


Kendi içinde sancıları olmuş Ağustosumun, sevince sıkıntı karışmış aşka hüzün... 1997 yılından 2003'e kadar geçen zaman diliminde karşılaştığım karakterlerden bir öykü kurgulamışım... Karanlık bir koridormuş yürüdüğüm... Bir bara denk gelip oturmuşum, kırmızıymış tabureleri ve aşk beni iki burbonla kendine bir kez daha aşık etmiş...Fonda Catfish Blue çalıyormuş... Sevmişim...











___________________________________________________________________________




EYLÜL 2009



Hüzün boğmuş beni Eylül'de belli ki yürekteki sıkıntı da devam etmekteymiş... Sanki en çok içimdeki benler olmuş uğraştığım...







Uzaklara gitmek istiyorum
Çok uzaklara...



Ve
Yüreğimdeki tüm duygularla birlikte
İçimdeki bütün benleri yakmak...





  ___________________________________________________________________________




EKİM 2009



Bazen duygular nasıl da  harmanlanıyor değil mi? Sevdim derken korkmaya, duruldum derken koşmaya, ağlarken şarkı söylemeye başlayabiliyormuş insan... Demek ki sadece duygular değil, eylemler de harmanlanıyormuş... Duygular, anlarla birlikte akıp gidiyormuş... Tavırlar bazen takılıp kalıyormuş... Belki de olması gereken de buymuş...



Arabesk bir geceden elde kalan saçmalıklar...






senin  medlerin var ve bazen cezirlerin...
ve sen o medlerle cezirler arasında sıkışıp kalmış bir aşıksın ve ne yazık ki aşıksın...




...
 Aklın uçar saçmalarsın. Kelimeleri ortaya serpiştirince, cümleleri kuracak akıllı biri çıksa dersin. Özneleri unutur, yüklemleri kaçırırsın. Zamirler peşinden düdük çalar, gece bekçisi sanır pencereni kaparsın. Aşıksın ya, gitmen gerektiğini bir türlü söyleyemez, geceyi sabaha bağlarsın. Ağlar ağlar ağlarsın... Tependekini koca kara bir bulut sanarsın. Sabah olunca susup, kederine yanarsın.
...
___________________________________________________________________________


KASIM 2009


Kasımın ilk günleri, susturmak istemişim içimdeki sözleri, yağmura vermek sesimi...   Rüzgar esmezse yapacak bir şey yok ama eserse gene görüşürüz buralarda demişim... Bir kaç gün sonrasında dost bir yürek "fısıldar mısın" demiş bana... Öyle güzel bir esintiymiş ki duyarsız kalamazmışım...Hemen sonrasında Ela katılmış dünyama... Belki ela olur gözlerin demişim ama olmasa da ben onu çok sevecekmişim... Sonrasında kelimeler dökülmüş ardı ardına... Sonrasında bir kapı aralanmış yüreğimin ortasına...







Sen hiç aralanan bir kapıdan


baktın mı uzağa
yakını görerek


biraz ürkek
biraz telaşlı
biraz meraklı


baktın mı yakına
her adımda geleceği düşleyerek











___________________________________________________________________________




ARALIK 2009


Dünya bir turunu daha tamamlamış bütün bunlar olurken hayatımda... Bazen ben onun zamanına  ayak uyduramamışım bazen o benim zamanıma... Bazen benim kışımda o güneşler açtırmış, bazen ben onun baharının ortasında kara bir bulut olmuşum  içimin sıkıntısıyla... Bazen o benim  yazımda karlar yağdırmış, bazen ben onun güneşinde yağan yağmur olmuşum gözyaşlarımla... Zaman beni dinlememiş, dur dediğim de durup, ak dediğimde akmamış mesela... Benim de onu dinlediğim pek söylenemez ya... O kafasına göre takılmış, bildiğince akıp gitmiş işte... Ben yüreğime göre takılmışım, bildiğimce akıp gitmişim işte...


Öyle ya da böyle bir yaş daha almışım sonunu bilmediğim yaşamdan... Olmaz dediğim şeyler olmuş, olur dediklerim olmamış... Yepyeni şeyler öğrenmişim... Yepyeni kelimeler... Bazı bildiğim kelimeleri unutmuşum. Bazı öğrendiklerimi de unutmayı çok istemişim... Kendi kişisel tarihimin özel insanlarıyla tanışmışım, sanal denen ortamda yüzünü hiç görmediğim ama yüreğinden emin olduğum dostluklarım olmuş... Bir aşka yelken açmışım, havanın  bozduğu zamanlarda bildiğim kıyılara dönmek istemişim, bazen de öyle güzelmiş ki hava, bu yolculuk hiç bitmesin istemişim... Yolculuk bana çok şey öğretmiş... Bir yolculuğu keyifli kılanın hep güzel olan havanın olmadığını , o havaya karşı alınan önlemler olduğunu öğrenmişim...


Şimdi o yelken, yolculuğa çıkanların ortak düşleri ile  yoluna devam ediyor... Yeni kıyılar, yeni yaşamlar, yeni kültürler tanımak en büyük arzuları... Dilerim 2010 tüm bunları gerçekleştirmek için fırsatlar verir bize... Dilerim biz o fırsatları değerlendirebiliriz...




Dilerim 2010  düşlerin gerçek olduğu,
 gerçeklerin bir düş gibi sarıp sarmaladığı
bir yıl olsun herkes için...


Yüreğinizce sevebildiğiniz
ve sevildiğiniz huzurlu bir yıl dilerim...












_____________________________________________________________



Fotoğraf 1 / 1x.com  Fotoğraf 2 / Kendim  Fotoğraf 3 / Mektup Fotoğraf 4 / Stars© Angela Vicedomini
Fotoğraf 5 - 6  / 1x.com  Görsel / deviantART Fotoğraf 7 / Newyear

28 Aralık 2009

KURULMUŞ CÜMLELER / 14






Hayat yaşandığı kadar vardır...


Gerisi ya hafızadaki hatıra, ya da hayaldeki ümittir...


Hüsranı ise tek bir yerde kabul ediyorum: Yaşamak mümkünken yaşayamamış olmak.



Çetin Altan





_________________________________________________

Fotoğraf / 1x.com / Life © Christopher Scott

27 Aralık 2009

AHENK

Aşkta, ilk önce sözcükler sevişir. (*)


Öyle de olmuştu; kelimelerimizi tanıyorduk sadece, kelimelerimizden tanıyorduk... Ortak bir tanıdığımızın "sizin ritmi sürekli genişleyen ama hiç kaçmayan bir iletişiminiz var bu çok keyifli..." deyişi o denklik halinin; dışarıdan gören bir göz tarafından ilk fark edilişiydi, ilk kulaklarımıza deyişi, ilk karşılıklı dinlendirilişi... Ritmin denklik hali...

Kaç keresinde aşktır sorusunun sorulduğu gece, düşlerin yaşama yansımasıydı. An'dı, gerçekti... Aşkın; elle tutulur, gözle görülür haliydi. Kelimeler kelimeleri kovalarken hızına değil de, keyfine takılıyorduk sadece; öylesine yavaş, öylesine usul, öylesine özlenendi her bir kelime, öylesine saran, öylesine içten, öylesine aşktı her bir susuş...

Üzerinden çok geçmeden kelimeler yerini, uzun dokunuşlara bıraktı. Sevişmek, ritüelleri olan bir kutsanma, aydınlanmaydı. Yakalanmaya çalışılan ortak ritmin farklı notalardan ve seslerden oluşan bir kanon olması çok doğaldı, armoni dinlenmeye değerdi...  Zamanla repertuara eklenen yeni ritmler ve üzerine yazılanlarla, aşk, sözcüklerde sevişmeye devam etti...



________________________

Kanon zordur, aynı ritimde aynı şeyleri söylerseniz, kanon olmaz, farklı ritimde farklı notalarla bir ahenk yaratamazsanız, kendiniz bile çıkan sesten rahatsız olursunuz...Duymazdan gelirsiniz bir süre, bir süre ritme ayak uydurmaya çabalarsınız ama sonunda müziğin sesini kısarsınız... Zordur taşlardan bir kule yapmak, yanyana dizerseniz kule olmaz, üst üste dizerken ise dengeyi yakalamak her zaman mümkün değildir... Aşk bir parça kule yapmak gibidir... En değerli taşı tam koyacakken denge altüst oluverir...


Zordur ilişkilerde ritmi bulup akıp gitmesini sağlamak... Kastım çoşkudan hüzne değişen bir ritim değil, tıpkı taşların büyüklüğünün küçüklüğünün bir önemi olmadığı gibi ritmdeki duygunun da bir önemi yoktur... Duygular bir müziğin içinde doğru yerde kullanıldığında sizi alıp götürendir. Boyutlar denge noktaları bulunduğunda göz zevkinizi katmerliyendir.


Dilerim ki; yarattığınız ritmin ahenki sonsuz kere dinlemeyi isteyecek kadar keyif versin size, dilerim ki; ilişkinize koyduğunuz her bir taşın denge noktasını bulabilin... Dilerim ki; seneler sonra bile yarattıklarınıza baktığınızda bir gülümseme yerleşsin yüzünüze... Keyifli pazarlar hepinize...

_________________________________________________________

Haşmet Babaoğlu'nun Pazar Notları'ndan alıntıdır...
Fotoğraf / deviantART

25 Aralık 2009

HAK/SIZ/LIK

Bazı insanlar vardır, haksızlık söz konusu olduğunda, yeri, kişisi önemli değildir. Haksızlığa samimiyetle destek olurlar...


Bazı insanlar vardır, haksızlık söz konusu olduğunda, yeri ve kişisi önemlidir. Haksızlığa destek olurlar... Onların samimiyeti biraz şüphelidir...


Bazı insanlar vardır, haksızlık bir tek kendilerine yapıldığında sesleri çıkar, diğer zamanlarda etliye sütlüye dokunmazlar...


Bazı insanlar bazı insanlara, haklı olsun haksız olsun destek olurlar, onların samimiyetinin dayandığı yer,  çıkarlarıdır.


Bazı insanlar vardır haksızlığı kendileri yaparlar ve sonra da haklı olana ses yükseltirler ki, onların samimiyetsizliği su götürmezdir...


Bu nedenle haklının yanında olma hali, bir parça sevmekle ilgili gibi gelir bana... Bir parça hayatın içinde samimiyetle durmakla, bir parça ilkeli olmakla, bir parça sahte olmamakla, bir parça ahlakla, bir parça yürekle...



_________________________________________

Dün akşam eve dönüş yolu, bir iyotluk yolculuğun son durağı olan evime on kala telefonum çaldı... Ağlamaklı bir ses, içli içli, belli ki dokunmuş yaşadığı ona, belli ki ağır gelmiş... Cümleleri toparlayamıyor..

"Ben ondan küçüğüm diye, bir şey söyleyemeyecek miyim ben ona... Bu bir ekip çalışması ama o hiçbir şeyin elinden tutmuyor. Verilen hiçbir görevi yapmıyor... Sonra da bağırıyor... Hem ne yapayım 40ından sonra bu işlere kalkmasaydı..."

Gülümsüyorum son söylediğine, Allah'tan yüzyüze değiliz; kırılabilirdi neden gülümsediğimi anlamayıp, ama ben onun 40'ı çok görmesine gülümsüyorum. O 20lerinde bense neredeyse 40'lı torbaya gireceğim ya... Dikkatle dinliyorum, önce kusması gerek bir parça ki, yer açılsın anlatıcaklarıma... Nefes almaya başlayınca araya giriyorum. Yarın bana uğramasını, bu konuda beraber yapılan planı tekrar gözden geçireceğimizi, görev dağılımları konusunda nerede nasıl bir aksama olduğuna ve bu işi onun yetiştirememesi durumunda olası sonuçların neler olabileceğine bakacağımızı ve gerekirse bir B planı ile gemiyi karaya ulaştırabileceğimizi söylüyorum. Sesinde bir rahatlama ile deam ediyor konuşma bir yerinde, "bu haksızlık" diyor... "Bu haksızlık" diyorum. Teşekkür edip, telefonu kapatırken "iyi ki varsınız" diyor... Gülümsüyorum...

Yaşam beni bir kez daha pamuklara sarıyor; kesiklerimi  kapatmak için biliyorum. Bir ara,  uykuya bakıyorum ne kadar uzak benden bu gece diye, mesafeyi bilirsem ona göre bir tercih yapacağım, bir film seyredeceğim mesela benden çok uzaktaysa, mesafe biraz daha kısa gibiyse, oturacağım okuduğum kitaptan bir bölüm daha okuyacağım, yok 5-10 dakkaya kapımda olacaksa televizyona bakıp, biraz oradan oraya avarelik edeceğim... Derken, telefonum çalıyor... Geç bir saat, ses, yorgun ama keyifli... Konuşuyoruz, en çok hayattan... Sonra konu dönüp dolaşıp, sevdaya, aşka, ilişkilere geliyor... Onlar hayatın ta içinde konular... Uyku kapıdan göründüğü ile kalıyor... Hatta gittikçe uzaklaşıyor benden... Bir süre sonra gölgesi bile uzuyor. Uzun uzun dertleşiyoruz... Uzun uzun susuyor... Bir an geliyor, haksızlıktı diyor... Bir an, geliyor haksızlıktı diyorum... Gece soğuyor... Zaten gün içinde buza kesmemiş miydi hava... Ara ara güneş yüzünü gösterdiğinde, buz erir gibi olsa da, hava hala soğuk... Pencereden sızan soğuya, bir ısı yalıtımı gerek... Uyku kapıma gelip dayanıyor, ya şimdi ya da hiç diyor. Tehditkar tavrından ürküyorum. Telefondaki ses, kıyamam hadi uyu diyor... Kapatırken, "iyi ki varsın" diyor... Gülümsüyorum... Tüyden hafif yorganım, soğuğu kesiyor...Ilık bir uykuya dalmak üzereyim... Yaşam beni bir kez daha pamuklara sarıyor... Kesiklerimden kan damlamıyor... Sadece acıyor... Derin... Çok derin bir yara yavaş yavaş gün yüzüne çıkıyor... HAKSIZLIK BU... Ben onu gömmemiş miydim...

24 Aralık 2009

HAYAT MÜTEŞEKKİRİM SANA




Hayat tokat atarken...
Yaşam acıyan yerlerinizi pamuklara sarar...






Siz yaşamın kollarına bırakırsınız içinizdeki oynak kadını
Hayat...
Hayat durup dururken bir tokat atar...

Hak etmediğinizi düşüne durun
Yaşam bağırır yüksek sesle isminizi
Tam da dönecekken mutluluğa yüzünüzü
Hayat duyunca nefesinizi bir tokat da diğer yanağınıza atar...








___________________________________________


Yediğim tokatlardan hafızamı yitirmeden önce bir teşekkürüm var hayatın ta kendisine...
Öğrenmiştim daha önce; yürek, hiç dokunmasa ve hatta hiç öpmese de; sözüyle, gözüyle koruduğundan yanadır aslında...

Altını çizdiğin iyi oldu be hayat bunca yıl sonra, valla bak... İnan müteşekkirim sana... Tüm kalbimle... İstersen al senin olsun, ha biraz kırık ama olsun varsın, attığın tokatlara sayarsın...


____________________________________________________________

Görsel / devianART

İÇİMDEKİ OYNAK KADIN


'Nasıl güzelsin öyle'


İşyerinde genellikle Buena Vista Social Club, Macy Gray, Norah Jones, Lady Sings The Blues, Frank Sinatra albümleri dinleriz, radyo dinleyeceksek de ya Joy Fm açık olur ya da RadioLine... Geçtiğimiz günlerde, bizim çocuklar başka bir kanal açmış dinliyorlar... Türkçe yabancı karışık çalıyor... Kulağımın pasını alıyorlarmış böylece, kendi aralarında konuşup gülüşüyorlar birden bu şarkı çalmaya başlıyor... İçimde bir oynak kadın: Yerinde duramıyor... Hani iş yerinde olmasa, hani becerse fırlayıp atacak kendini açık ofisin tam ortasına... Yüzümde önüne geçemediğim bir gülümseme...

'Asılı kaldım sende' 

Bu sabah, trafik bir felaket, milim milim gidiyoruz. Dinlediğim radyo (Radyoline) reklamlara girdi, arama tuşuna bastım ve işte yine o şarkı... Sağım solum gergin insanlarla çevrili, kornalar, arabanın burnunu oraya buraya sokmaya çalışmalar, selektör yapmalar... Nasıl sakinim o telaşın içinde, nasıl bir gülümseme yüzümde, içimdeki oynak kadın canlanıverdi birden...

'Eline düştüm elimle aaaaa'

O yataktan kalkmak istemeyen, o sabah sabah sevgiliye nazlanan, o sabah sabah 'ama, ama biraz daha kalsaydım sıcağında' diyen kadın gitti, yerine neredeyse trafiği durdurup 'bi durun ya bi durun hiç mi aşık olmadınız, hiç mi dışınıza taşmadınız, hiç mi içinize kaçmadı oynak bir kadın/adam' diye avaz avaz bağıracak bir kadın geldi... 


Emir - Eline Düştüm

Mutluyum,
B.S.S.K. ツ




__________________________________________________

* Pembe kelimeler şarkı sözü...
Fotoğraf / deviantART