31 Ocak 2010

HEVENU SHALOM ALECHEM (*)

Tam on sayfaydı. Her yıla bir sayfa gibi...
Aylar sonra bir mailin eki olarak gönderilmişti.
Heyecanlanmadım, şaşırmadım desem yalan olur.
Konusu yoktu, sadece eki vardı. Ekin adı: Kadınım

Kadınım diye başlıyordu ilk satır, kadınım...
Kadınım ben sana nasıl olurda az sonra söyleyeceklerimi hiç söylemedim diye devam ediyordu. Heyecanlanmadım, şaşırmadım desem yalan olur. Gözlerim daha ilk satırda dolmadı, ağlamaklı olmadım desem yalan olur. Yutkundum. Ellerimin titremesine engel olmaya çalışarak... İkinci satıra saniyeler sonra geçtim. İlk satırı o saniyelerce kaç defa okudum bilmiyorum. Duvara çarpan bir kadınım vardı biliyordum.

Öyle kolay olmadı mektubu bitirmek, dedim ya defalarca dönüp okudum bazı satırları ve bazı bölümleri dahada fazla... İlk bölüm benim ona vakti zamanında yazdığım, onu ilk gördüğümde aklımdan geçenleri resmeden mektubumdan aklında kalanlardı. Kendi anıları, kendi düşünceleri gibi aktarıyordu. Şaşırmıştım. Beni ne kadar sevdiğini, benim ne kadar muhteşem olduğumu, hayatta beni istese gene de bir kaç özelliğimi yazmayı unutacağını anlatan satırlarda çokça düşündüm. Ona olan sevgimi anlattığı satırlarda bolca ağladım.

Mektubu, 2-3 gün sonra bir kez daha okudum. Bu sefer hiç ağlamadan, dönüp tekrar tekrar okumadan. Kadınım diye başlayıp, Aşkım diye bitirdim; bir solukta... Bir nefeste, tek bir damla yaşla.

Sonrasında üzerine çok düşündüm, her bir kelimenin, söylenenin, söylenmeyenin, konuşulanın, konuşulmayanın... Sahi neydi ilişkilerde susmayı gerektiren, neydi yaşarken yapmaktan ala koyan, neydi şimdi bir fırsatım daha olsaydılar. Gidene mektup yazmadım, yani şahsına... Ama gidenin ardından çok yazdım. Okudu mu okumadı mı bilmem. Ben içimdekileri yazdım, içimden taşanları. Çünkü, bir ilişki içerisinde, söylenebilecek herşeyi söylediğimi biliyordum. Söylerim yani... Sevdiysem sevdim derim, kızdıysam kızdım. Kırıldıysam kırıldım. Sözlerimin dikkate alındığı da oldu, sözümün değersiz bilinip hiç üzerinde durulmadığı da... Bazen bir ricam ültimatom olarak adledildi, bazen geleceğe dair bir öngörüm tehdit olarak algılandı. Bazen de ben bana söyleneni, söz sandım...

Kendi payıma, ben harikayım edebiyatı yapmadığımı biliyorum, kendi hatalarımdan farkına vardıklarımı değiştirmek için çaba harcadığımı da... Farkına varmadıklarım söylenseydi, anlatılsaydı, onlar içinde çaba harcardım. Sonucu etkilerdi veya etkilemezdi, bilemem. Ne de olsa, yaşadıklarımız geçmişi yazıyor. Yaşamak istediklerimizse hep bir düş olup yüreğimizde dantel dantel işleniyor. Bir sonraki sefere onları gerçeğe dönüştürmek umuduyla, çıkarıp koyuyoruz masaya... Görülüyor veya görülmüyor...

'Düştüm senin için, dizlerim değil yüreğim kanadı...' Nerede okumuştum bu sözleri hatırlamıyorum. Bana ait değildiler, ama beni tanımlıyorlardı. Mektubu ilerleyen tarihlerde defalarca okudum. Çalan bir şarkıda onun sesi gelirdi kulağıma, esen bir rüzgarda nefesi... Alıp elime, okurdum mektubu baştan sona. Kah ağlardım, kah düşünür, kah iç geçirip hülyalara dalardım. Çokça elimde mektup, köşe koltuğumda uyuyakaldığım geceler olmuştur. Çokça elimde mektup gözü yaşlı, peki neden ben severken o severken ayrı düştük ki diye kapı kapı dolaşıp sorduğum olmuştur. Aldığım cevapları kendime sakladım. Çoğu ondan yana, olumsuz, iyi ki bittilerle dolu cümlelerdi çünkü. Sevmek ölesiye halinden sıyrılamadığımdan, kendimce onu olumsuzluklardan koruyordum. Kendime gelen oklara cesur bir amazon kadını gibi cevap veriyor, tek derdim iyi bir aşk savaşcısı olmak olduğundan uğrunda sol mememi kesip atıyordum. Karşılığındaysa elimde keşke bir fırsatım olsaydı yazan bir mektup alıyordum; bir fırsatın vardı bile diyemeyeceğim kadar uzaklara gidenden...

Neye yaradı demeyin, yaşadım. Bilir misiniz ne değerlidir yaşamak. Bir dostun da dediği gibi; 'Hem bir ömrün kaç keresinde aşktır ki yaşanan'. Bir aşkın yüreğinizde ettiği yer, sonrasındaki kabuslar, acılar, dışa attıklarınız, içinizde sakladıklarınız, ne değerlidir bilir misiniz.  Ben bilirim. Ve ne olursa olsun, hep iyi ki yaşadım derim. İyi ki...

Ve yıllar sonra;  eğer şanslıysanız, aşk ikinci kez çalar kapınızı...

Aşksa olur demiştim bir keresinde... Planlamazsın, üzerine düşünmezsin, düşlemezsin... Sen farkında değilsindir ama aşk yola çıkmış geliyordur, evde yokum diyemezsin...
Yaşarsın sadece...
Aşk... mı?
İtirazım yok, olursa olur...
Olmazsa...?
Şu kısacık ömre sığan anlardan bir senaryo yazarım kendime...
Filmi çeken bir yönetmen bulunur elbet, senaryo sağlam çünkü... Oyuncular tapılası...
Böyle bir senaryonun, durağan ama devingen bir kamera ile anları kaydetmek üzerine kurgusu, anların izleyeciye geçmesi için yetecek ve artacak bile...
İzleyiciye geçen duyguyu tahmin edebiliyorum. Yer yer abartmışlar diyecekler...
Bu kadarı da olmaz... Ama oldu... Olur yani... Aşk gibi...
Planlamazsın, üzerine düşünmezsin, düşlemezsin...
Yaşarsın sadece...
İzleyici, filmin kapanış jeneriğinde, yaz ortasında yağan yağmuru, üstelik tam da adam şehri terk etmek üzereyken, abartılı bulmazsa ne olayım ama yağdı işte...
                 Ama ne yağmak...



_________________________________________________________________
(*) İbranice: “Esenlik sizinle olsun".
Bu sabah hüzünlü bir tını dile dudaklarımdaydın...



30 Ocak 2010

DURDUĞUM YERDEN BAKINCA SONSUZLUKTU GÖRDÜĞÜM







Lyambiko çalıyor fonda
Kadın gidiyor
Kar yalnızlık gibi bir kaç gün olunca çekiliyor

Kadın gidiyor
Güneş açıyor
Artık kadın da biliyor sevmenin fazlası da güneş gibi
Bazen yakıyor
Lyambiko fonda çalıyor
Kadın gidiyor

Kal diyen olmuyor
Kadın anlıyor
                               Gidiyor

____________________________________________________


İÇİMDEKİLER



Uzaklara gitmek istiyorum
Çok uzaklara...


Ve
Yüreğimdeki tüm duygularla birlikte
İçimdeki bütün  b/s enleri yakmak...

________________________________

İlk Yayın Tarihi / Eylül 2009

DİYELİM Kİ...


Diyelim ki kalakaldın uçsuz bucaksız bir ormanda
Üstelik kar yağmıştı
Üstelik daha çok yol vardı

İleride güneşin kollarının uzanıp da aydınlattığı bir boşluğa ilişti gözün
Diyelim ki düş
Diyelim ki gerçek
O anda için mi ısınırdı
Isınmaya dair umudun mu çoğalırdı
İçin ısınması
Umudun çokluğu ile doğru orantılı mıydı

Yoksa herşey senin olaylara nasıl baktığınla mı alakalıydı
Diyelim ki düş
Diyelim ki gerçek

____________________________________

29 Ocak 2010

OYSA YAŞANACAK ÇOK GÜN VARDI

Zamansızsın
Kim için gelirsen gel
Hangi vakit çalarsan çal kapıyı
Zamansızsın


Üzgünüm
Bütün gidenler için


ZAMAN, NEDEN DURUP DURUP VURURSUN Kİ...



Uzun zaman olmuştu, sabahın kör karanlığına uyanmayalı...

Uzun zaman olmuştu sessizliği delip geçen sabah ezanını dinlemeyeli... Bu sabah ilk defa fark ettim ki, sabah ezanını; makamının farklı olmasından öte, derin bir sessizlikte dinliyor olmaktan dolayı seviyorum.

Aklımda, gecenin keyfini sabaha taşıyan sohbet var ve kulağımda hemen ardında çıplak ses okunduğu anlatılan sabah ezanının sesi... Ve sen... Oturuyorsun havuzun hemen yanındaki derme çatma bankta... Ve ben seni seyrediyorum... Seyrederken bile düşlerde geziyorum. Hem seyrederken hem de düşten düşe dolaşırken büyük keyif alıyorum. Çünkü, içinde sen varsın ve ben varım... Gerisi boş geliyor, o kadar doluyuz ki seninle... Şimdi sabahın köründe aklıma neden geldiğini biliyorum: Her ayrılık birbirine benzer ya...

Bir sınır vardır hani, sürekli öteye kaydırırsın, aşk bu; haklısın yeri gelir sınırları bile kaldırırsın ama sonra bir an, tek bir an geçilmez bir sınıra dayanırsın... Kararsız beklersin sınırda, kendini ve onu acıtırsın, bilerek veya bilmeyerek, yaparsın bunu. İsteyerek veya istemeyerek...

İstanbul'da bir ajansta çalışıyordum, ajansın metin yazarı; her sabah koca kara gözlüklerle gelmelerime istinaden; bir sabah uyandığında elinde valizin çıkıp gideceksin demişti. "Demek ki hala zamanı var. Ağlamaktan vazgeç ve o ana kadar yaşa."

Ağlamak yaşamak değil midir diye çok düşünmüş, hiç sormamıştım ona. Eşinden yeni boşanmıştı, acısı tazeydi ve belli ki çok ağlamıştı, gözleri hala nemliydi.

Ah zaman, neden durup durup vuruyorsun ki...
Neden benzer sorularla insanı sınırlara sürüklüyorsun ki...
Neden bir çığlığın; üstelik birbiri ile çelişen en az iki nedeni var ki...
Soru niye olacaktı dimi?
Peki cevabı biliniyorsa sorunun ne önemi var ki!!!
Yani cevabı gerçekten biliyorsan, hani kendine dürüstsen aslında, beklediğin neyin zamanı ki...


______________________Bir Dip Not_________________________

Geçenlerde bir yazıya yorum olarak deneyimlediğim bir şeyler karalamıştım:

İnsan gidebilse, ne gitmeyi düşünür ne de gitmeyi dillendirir, insan gidebilse, gider sadece...

Demek ki zamanı var, beklerken yaşamı es geçme! (Derim ben, ben geçmiştim, kendimden bile vazgeçmiştim, sonrası zor oldu, tutunmak hayata, boğulmamaya çabalayarak çırpınmak hüzün denizlerinde ve yakıp da bitiren bir tutkunun ardından küle dönüşüp, tekrar küllerinden doğmak çok zor olmuştu... Sanırım yaş aldıkça, yaşamayı öğreniyor insan ve en çok öğrendiği de bu oluyor galiba)

______________________________________________________________________
Fotoğraf / deviantART

28 Ocak 2010

HÜZÜN DENİZİ

















                     Dimdik durdum ayakta
                                    Süzüldüler hüzünlerim
                                          damla
                                                damla


___________________
Fotoğraf

DİMİ AMA?





Bu gece biraz sarhoş olabilirim...
Sokaklara çıkıp "Seni Seviyorum" diye bağırabilirim
Gelemeyişlerine kızgın olabilirim
Sırf bu yüzden gülümsemeyebilirim
Geldiğinde kocaman sarılabilirim
Bütün bunları seni özlediğim için yapmış olabilirim.

Bunu sana buradan söylemiş olmayı istemiş olabirim
Yarın sabah uyandığımda
Sarhoşum hiçbirini hatırlamıyorum diyebilirim
Ama seni sevdiğimi ve özlediğimi inkar edemeyebilirim

___________________________________________________
Fotoğraf / deviantART

27 Ocak 2010

PORTAKALIN AŞKI



En sevdiğim şeydi soğuk kış gecelerinde
Yurttaki odamda oturup mandalina, portakal yemek
Alerjiden bacaklarımda kaşıntılar da olsa
Hiç vazgeçmedim onları keyifle yemekten

Az önce portakalımı soymuş
Baş ucuma koymuştum ki
Aklıma evvel zaman önce kurduğum
Şu cümlem geldi
Unutup gitmiyeyim dedim
Yazayım dursun bir kenarda
Gün olur lazım olur

Katlanmak zamana bağımlıdır.
Oysa kabul etmek,
Onunla zamanda akmaktır.

_______________________________________________________

DEĞİŞEN NEYDİ?





Aklıma;
Koşarak eve geldiğim akşam üstleri geldi.
Sabırsızlıkla uyandığım sabahlar...
              Uykusuz gecelerin melodileri takıldı dudağıma...
Öyle boşluğa bakarken bir akşamüstü,
Beklerken yağmurun yağmasını;
Düşündüm:
           Değişen neydi?

________________________________________________
Fotoğraf / Blue © Bogdan Panait

26 Ocak 2010

HESAP/ LAŞMA LÜTFENNNNNNNNN

İçindeki garip öfkeyi söküp atmayı başarsan diyorum, hani olur olmaz yerlerde birden çıkıyor ve sonra da neden çıktı ki diye hayıflanıyorsun ya, işte o öfkenden söz ediyorum. Sonrasındaki kendinle yaptığın konuşmaları mevzu bahis bile etmiyorum. Hatta bazen iç sesin zannettiğin ve birden öylece ortaya dökülen sesini ise burada bir detay olarak vermek istemiyorum.
Ben sadece seni uyarıyorum: Ya öfkeni kontrol et, ya da aptal insanlara tahammül et.
Ha bir de herkes senin kadar pratik bir zekaya sahip olamayabilir bunu da bi zahmet hesap et.

Bitti mi kendine söylenmen.
O zaman yaşamdan tat almaya devam et.

Aferin kendim...
Söz dinleyen beni severim.
Uysal atın tekmesi gibi olmasın suskunluğun, yoksa sabaha kadar seni derbeder ederim.
Şimdilik kırmızı bir şarabı hak ettin...
Keyfini çıkart derim...


Hadi şerefe kendim...

















Fotoğraf / Alıntı - Kaynağı Bilinmiyor