25 Kasım 2021

Sahibine Kısa Notlar -1



Mutluluk öğrenilen bir şey. Yokluğun içinde bile gülecek bir şey bulmak mesela, kesinlikle öğrenilen bir şey. İnsan içini dengelerse, ki beklentisiz bir hayat işi kolaylaştırıyor, o zaman mutlu olmayı da öğreniyorsun. Dikkatini çekerim, beklentisiz dedim, hayalsiz değil. Çünkü gerçekler hayallerden ilham alır. Ah bu konu derin. Bir gün beklenti ve hayal üzerine de yazarım. 

Aslında belki de öğrendiğin mutsuzluğun içinde boğulmamak, her seferinde yüzüp seni ayağa kaldıran o kıyılara çıkmak. 

Kıyılarının kıymetini bilmek. Onları keşfetmek için kendi içine iyice, dikkatlice, yargısız ve bizzati futursuzca bakabilmek. Kendinin en iyisini seçebilmek. 

Ah kalbim, kaç yenilgide, kanatların olduğunu unutup öylece seni uçuracak rüzgarı bekleyerek geçirdin kısacık ömrünü. Kendini, gövdeni,  göğe uzanan dallarını görmezden gelip, kaç kere tutunacak dal aradın umarsızca. 

Avuç içlerine geçmiş tırnaklarını kestin kökünden, yine kanadılar, bu sefer içten içten. 

Sahi, sen en son hangi renk ruj sürüp öptün kendini aynada. Şöyle bir makas alıp kendinden, gülümsedin kendine. Aferin deyip taradın saçlarını. Sarıldın bir ağaca kendine sarılırmışcasına şefkat ve inançla. 

Ne zaman güldün kendine, ayağın kayıp da düştüğünde attığın gibi kahhahalarla, göz yaşların aktı yanağına.

Sahi sen ne ara sevmeyi unutup kendini, sende olanı, senin olanı görmezden gelip, küstün biricik yaşamaya.

Bir kedin olsun isterdin, olsa sen onu da mutsuz ederdin umutsuzluğunda. 

Şairin vardır bence bir bildiği, kuşlar uçuyor, hayat kısa. 



*** Instagram hesabımdan yayınladım. Burada da olsun istedim. 

#evrencekaralama


07 Eylül 2021

Gece Gece



Henüz masa boş.

Elde avuçta kalan ne varsa harmanlamışsın bir anda. Biraz aşk katmışsın biraz da umut, heyecanın bir titrek yaprak, ağacın en cılız dalında. 

Omuz başlarında dünün yoğunluğuna eklenen günün yorgunluğu, içe dönük durmaları hep bu yüzden. Sen ki yürürken incecik topuklarınla, dağlar eğilirdi karşında. 

Başın da sağa çekiyor sanki, nasıl çekmesin ki, binbir derdin kızıl kuyruklu tilkiler gibi, hem değmesin istiyorsun hem de birbirlerine sataşmasınlar. Olmayacağını biliyorsun. Nafile bir istemek hali seninki, içine içine konuşup, sessiz bir çığlık misali. 

O anlatıyor, sen dinliyorsun sükunetle ta ki o sihri bozan cümleye  kadar,  tüm yorgunluğuna rağmen, umutlusun da gecenin getireceklerinden. Belli mi olur, belki yağan yağmurda ıslanırsınız inceden. Hayal etmesi bile güzel. Öyle uzun zaman geçti ki üzerinden, sahi 2003 muydu? Belki 2013 yazı. Yanlış hatırlamıyorsan 2018 Temmuz ayıydı, Datça'da küçük sahil kasabasında, o sahilde, zamansız bir kopuş anıydı gerçeklerden.  Ne geceydi ama! Sahi kaç yıldız kaydı gökyüzündeki bulutsuz karanlıklardan. 

Ah zaman! Bazen ve sıklıkla acımasız bir makina gibisin. Pasın alınacak ki işleyesin. Harman ettin yılları, anları, anıları... 

Masa henüz boş. 

Bulutlar kararıyor, deli bir rüzgar... Kendinden önce uğultusu duyuluyor, sonrası tufan, sonrası yağmur, sonrası bir çakal sürüsü uğuldaması. Gece henüz zifiri karanlık değilken, korkuna sarılıp, biraz bekleyip, karanlığa bırakacağına neyin varsa, ayağa kalkıyorsun o heyecanla.

Döküldü mü taşların! 

Ah be kızım dedim ben sana, etek giyilmez puslu havalarda. 

Usulca topla masayı, sessizliğe as umutlarını, yorgun omuzlarına yep yeni bir yükü daha vurduğuna göre, söndür ışıkları, yat uykuya. 

Uyuyabilirsen yarın yeni bir gün. 

Uyanabilirsen kur sofrayı bir daha, unutma mutlulukla kahvaltının yakın bir ilişkisi vardır aslında. Şair yalancı olacak değil ya. 

Ah o şair, hangi masaydı o, boştu da üstelik. Masa da ne masaydı ama. Hıh! Zaman! Gene mi çıkıp geldin sen amansızca...

Ah be kızım aklın varsa dön yatağa, dal uykuya, uyan sabaha. 

Belli mi olur, yükün bir kuş olur, tilkiler kaçar yabana, sen gene özgür, sen gene mutlu, sen gene... 

Sahi... 

Sen? 

Sen var mıydın bundan önceki zamanlarda.




07 Mayıs 2021

Pandemic Aforizmalar



Bugün instagram hesabımdan bu fotoğrafı paylaştım. Yazmayı özlemiş olmalıyım ki, akıp gitti kelimeler. Vefasız blog yazarı olarak, kendimce mihenk taşı olacak bu yılları/anları burada da arşivleyeyim dedim. Gelmişken bir komşu ziyareti de yaparım belki. 

***

Yazarken. kendimi diğer bloglarda buldum. 

Ah ah "Aydan Atlayan Kedi"nin bir "cuma mektupları" olurdu ki... Okumalara doyamazdınız. Her gün cuma olsa derdiniz. Tesadüf yazmış bir kaç satır, neden yazmadığı ve yine de okunduğu üzerine üstelik :)

Şaşkın Kovam döndü dolaştı yurda geldi. Göçebelik de bir yere kadar... Geldiğinden beridir de bir yazmalar çizmeler, gülmek isteyene ilaç, düşünmek isteyene alternatif tedavi yönetim mübarek... Ayrıca tam bir görev insanı olduğunu ve bunun takdire şayan bir mükemmellikle icra ettiğini de söylemeden edemeyeceğim. ;)

Buraneros gibi bir blogger bu dünyaya fazla, bir an önce edebiyat dünyasına adım atsa iyi olacak. Her blog yazısı kitap gibi... Üstelik öyle saptamaları var ki, incelemeleri ve ah o aktarmaları... İnsanı kendinden alıp, kendine çarpıyor. Bir de "an" anlatır ki, sanırsın o anda oradasın :)

Sevgili Esin'in içinden görüşmeyeli bir Esin daha çıkmış ki, insanın iyi ki pandemi olmuş diyesi geliyor.  :) İzler ve Yansımalar'ın böylesine muhteşem bir iz bırakacağı kimin aklına gelirdi. Alkış ne demek kıyamet desem yeri. 

Gelmişken Zeugma'ya uğradım. Eğer o çiçekler yürüyüş yolunun bir parçası ise, insanın şu pandemi günlerinde her saat başı dondurma yiyesi gelmezse ben de bir şey bilmiyorum. Uzun zaman olmuş Zeugma'yı ziyaret etmeyeli, iyi geldi gezinmek kelimelerinde.  

***

Nasıl oldu bilmiyorum ama blog yazısı arasına ütüyü, geç kahvaltıyı ve son zamanlarda mahalledeki caminin bizim salonda şube açtığına yemin edebileceğim cuma vaazını da sıkıştırmayı başardım. Ah ah 20'li yaşlarım aynı anda kaç işi yapardım da gene de hepsinden beklenen sonuçları alırdım, şimdilerde öyle mi? Birini unutup, diğerini buruşturup, başka birini geçiştirip, bir diğerine sinir olup, ilkine bir dönüyorum ki... Nerede kaldığımı unutmuşum. Neyse ki, evden çalışmak işleri bir nebze rayına koyuyor: yavaş yavaş deliriyorum. 

Geçenlerde Buranaeros'a da yazdığım gibi;

Onu bunu bilmem. Tam kapanma hikaye, açılma desen ziyadesiyle namümkün. Küçük kaçamaklar, insansız doğa sahası, dronsuz da hava sahası bulduğum her yer bayram bana. Yavaş yavaş deliriyorum. Çok yavaş ama, karınca hızında. Anlayacağın karınca kararınca kopyalayıp karıştırıyorum. Balkonu bahçe, küveti deniz, salonu orman, arka odayı vadi olarak konumlandırıp günde 10000 adım atıyorum. İyiyim ben bence. İyiyim. Bir kaç yaş daha böyle büyürüm. Potansiyel görüyorum kendimce.
***

Eh şimdilik blog yazarlığımın acemi günlerindeki tozu üstümden attım galiba. Sahi neden bu blog yazısını yazmaya başlamıştım ki :)


***

Bugün geçen yıldan bu zamana olup bitene farklı bir gözle baktım sanki. Bugün bana sunulan hayatın, sabah aldığım nefesin, sevdiklerimle geçirdiğim zamanın, uzak kalışların, derin özlemlerin, kurulan hayallere " iyi ki" yaşamışımın verdiği o cesareti hissetmek.. İyi geldi. 

Tüm bunlar bu sabah yaşama tutkuma biraz daha umutla sarılmamı sağladı. 

Pandemi boyunca zaman zaman daraldığım oldu tabii ki, zaman zaman üzüldüm, zaman zaman çözümsüz kaldım ama bu zaten hayatın "normal" akışında da öyle değil mi mesela iki gün üst üste evde otursam duvar üstüme gelir benim. Yani bunun pandemi ile bir ilgisi yok aslında, genel olarak üstüme gelir o duvar. Ki vakti zamanında duvarları olmayan ev projesi bölge geliştirmişliğim vardır. 

Pandeminin beni derin yalnızlık ve depresyon durumuna sokmamasındaki temel meselenin, nefes almayı bilmek olduğuna kanaat getirdim.  Ben ne yaptım mesela; bana tanınan nefes alma koridorlarında bazen yürüdüm, bazen koştum, bazen durdum uzun uzun, bazen de ağladım aslında hepsi kendime, bedenime, zihnime ulaşmaya çalışmaktı.

Birkaç gündür okuduğum yazılarda karşıma hep şefkat kelimesi çıkıyor. Düşünüyorum üzerine. 

Eskiden daha sıklıkla şimdilerde sanki biraz törpüleyebildiğim,  bana sorulmadığı halde fikrimi söylediğim anlarda aslında karşımdakini üzmüş, yormuş, hadi itiraf edeyim haksız yere yargılamış mı oldum acaba? Soru sormayı bırakalı çok oldu mesela. Biri bana anlatmak istiyorsa anlatır, sormam gerisini, berisini. O kadardır bana aktarmak istediği, eyvallah. 

Oysa hazırladığım özenli tabaklar, masalar gibi, özeni yaşamımın temel taşı yapsam ve şefkati de eklesem bir doz... 

Aceleci yanımı sakinleştirsem, sabırlı yanımı büyütsem... 

Sanki pandemi bana bunları fısıldayan bir dönem oldu. Ben böyle hatırlayacağım. Bir gün çok ama çok yaşlanınca anlatırken, kişisel bilinç değişimimin başlangıcı olarak bu yılları baz alırmışım gibi geliyor. 

#evrencekaralama



09 Nisan 2021

100'lük Keder




Oturdular cam kenarında bir masaya... 20'lik söylediler, bir 20'liğe dökmek için hüzünlerini. 

Görece kızıldı biri, görece daha güzel. Başladı anlatmaya; yaşayamadığı gençliğinin, hiç bilmediği kadınlığının hayal kırıklıklarını. 58 yaşında aldığı ilk gül buketi de evli bir adamdandı. Sonradan öğrenmişti bu detayı. Sonrası çorap söküğü, o gidemedi, o gelemedi, o vazgeçemedi, diğeri kıyamadı... Ömür dediğin de sona geldi ama sonlanamadı. İntiharı düşündü ama yapamadı... 

Dert bir değil ki anlatsın da, azalsın... Kopuk kopuk cümleleri tarih takip etmeyen bir sıralama ile anlatsa da, adamla tanıştıkları ilk günü anlatırken mutluydu gözleri, sırasıyla hüzünlendi, kızardı, en sonunda aktı masaya gözleri. İçi, dışı, öfkesi, kırıklığı ne varsa yüreğinde, aktı gözlerinden masaya. 

Görece iç güzelliği daha güzel olan, baktı masaya. Kendini koydu her bir damlaya. Bir kaç cümle kurmak istedi. Ferahlatacak, avutacak ya da ne bileyim en azından bir nefes aldıracak. Onun yerine okkalı bir küfür çıktı ağzından: "Orospu çocuğu bunların hepsi." Müzik de en zamansız yerinde durmuştu. Umursamadı. "Sana yaptıklarını karısına yapsa, mutlu bir evliliği olurdu pezevengin." 
Sustular uzunca bir süre. 
Nice zaman sonra cam cama değdi can cana. 
Derin bir iç çekti, sesi kısılmış gibiydi, "Hoş analarının da ne suçu varsa, vuracaksın böyle tipleri, tek kurşun, ikincisi ziyan"

Cam cama değdi bir kez daha ve can cana. 

Alev alev gözleri ile devam etti anlatmaya görece daha güzel olan. 

Adam çokça duymaya alışık olunan, "klişe" cümlelerle durumu özetlemişti;

Sen öyle masum ve güzeldin ki...
Kıyamadım üzülmene...
O zaten hasta uzun zamandır, eli elime değmiyor inan ki...
Küçüçük bir yalan bu... Büyütecek kadar bir şey değil. 
Bak ne güzel anlaşıyoruz seninle, sen iste hemen boşanayım onunla. 
Zaten severek evlenmedim, çocukların hatırına ev arkadaşıyız biz. 
...
..
.
Her cümlede küçüldü adam. Önce mavi ışıl ışıl gözleri karardı. Sonra yüzüne kocaman, kapkaranlık bir leke çöktü. Sonra o elleri...Avucunda sımsıcak hissettiği ellerinin buz kesip de parçalanışına şaştı kadın. Küçüldü adam, gün be gün, her anlatırken övgülerle gönlünün en olmadık yerinde büyüttüğü adam, görünmez oldu. Görünmez oldu olmasına da, ömür geçip gitti bir hiç uğruna. Yaşadıklarına saysa, çoğu keder, fırtına... 

Anlatacakları bitmişti de acısı bir gram bile azalmamıştı, görece güzel olanın. Hüznün dehlizlerinde dolandı bir süre, depresyon dediğin kaç durak uzağında. 

Bir 20'likti söyledikleri, 100'lük kederi sığdırdılar 2,5 kadehe, köz patlıcana, biber boraniye...
Birden bire biri gülmeye başladı kahkahalarla, görece güzel olan, diğeri boğulurcasına sesler çıkartarak eşlik etti. Hakkı ile yapılmış paçanga böreğine, bir porsiyon Arnavut ciğerine serpiştirdiler kahkahalarını. 

Son bir kez daha değdi cam cama, can cana sarıldı bu defa. 

Hesabı istediler, bir küfür daha salladılar geceye, sallana sallana yürüdüler dar sokakta. 
Sahi nasıl bir 20'likti bu, sırası geldi mi bir 70'lik devirenleri deviriverdi bir acıda. 

Acının kaynağını böldüler paydalara, çoğunu adama, azını kadının yüreğine verdiler.

Nara atar gibi yaptılar, güldüler kıs kıs, koştular bir ara, durdular sonra. 

Geceye karıştılar, hüzne boğuldular, acıdan medet umdular, işte orada duvara fena tosladılar. 

Sarhoşun biri geldi son hız, görece güzel olan attı kendini arabanın önüne birden bire. Birden bire havalandı kadın, birden bire düştü, birden bire kan gölü oldu kaldırım, birden bire acı yayıldı, ağdalı bir ağıt ezdi geçti gecenin sessizliğini... Birden bire değişti acının tanımı. Birden bire bağırdı adam, birden bire indi arabadan, diz çöktü dizlerinin üstüne, avuçlarıyla sardı yüzünü kadının, ağladı, çok ağladı adam, hala öyle masum ve güzelsin ki diyebildi sadece. Sessizlik hakim oldu geceye. Ambulans sesleri duyuldu uzaktan. Ardından bir el silah sesi duyuldu, çok yakından. 

Birden bire öldü görece güzel olan, birden bire katil oldu görece iç güzelliği daha güzel olan. 
















08 Nisan 2021

İzin Ver Kendine


Gülümsediğin anıları çoğaltmalısın, bak gör dünya nasıl da güzel ve yaşanılası.

İzin ver kendine, beyninin seni yolcu ettiği dehlizler hep karanlık, dolambaçlı ve acı kaynağı.

İzin ver kendine, güldün daha önce, sevdin ve elbet sevildin. 

Onları al hafızanın baş köşesine. 

Beyin arsız bir kuyu...

Kalp öyle mi?

Kırıldı diyelim, unutur!

Hor görüldü diyelim, şefkatle sarar!

Kalp bu, hafızası hep sevgiden yana.

Beynin kalbi olsa böyle mi olurdu bir düşün.

Seni kolundan tutup çeken, karanlık koridorlarda dolaştıran beynine, sus! de, sert ve inanarak. 

Köpeklere fısıldayan Cesar'ı bilir misin?

Bence bil, bence sadece köpeklere değil, insana da fısıldıyor. 

Onun teknikleri ile havlayıp duran beyni eğitsek, kalp rahat eder. 

Kalp rahat ederse, çok ama çok sever. 

Dünyayı, yaşamayı, kaldırım taşı kenarında hayat bulan papatyayı, ağacı mesela ve gökyüzünü. 

Aşk dediğin de bu bence. 

Kalbinin sonsuz kapasitesini beyninle gölgeleme. 

Beynin iş yaparken lazım sana. Mesela bir süreci iyileştirmek istiyorsun, kullan beynini. Bina yapacaksın mesela, beyin şart, dekore edeceksen kalbi sok devreye... Anladın sen.

Sevmek, sadece ve sadece kalbin meselesi.

Aşk desen; 

Bence şairin* dediği mecburiyet halinden uzak, gülüşünü mıh gibi kalbine kazıma işi

***




Şair: Atilla İlhan

Fotoğraf: Adem Amca ve Yaren leylek belgesel çekiminin yapıldığı günden, tesadüf yani, gülümseten cinsinden

Yaren leylek eşiyle gelmiş bu yıl, meraklısına :)
Buyrun buradan.

Adem Amca ve Yaren leyleği yıllardır takip eden, fotoğraflayan, Alper Tüydeş'in, belgeselci Ömer Ahu tarafından çekilen belgeseli de dikkatinizi çekecektir.

05 Nisan 2021

Ortancalar Solmasın

Sevgili Buraneros;

Çünkü O Joan Baez

yazısını kaleme almasa, 

O yazıyı kaleme almasına sebep,

Sevgili Küçük Jo;

Yazmak-yazmamak.
 
çelişkisi yaşamasa ve o yazısında seyrettiği bir belgesel üzerine iki kelam etmese, 

ben her iki yazıyı okuyup, 

geçmişe yolculuğa çıkmasam, ve hatta içimin kelebeklerine dokunan Joan Baez'den yola çıkıp, Soledad Bravo'ya, oraya kadar gidince Hasta Siempre mırıldanmasam olmaz, haydi ver elini Küba ve elbet  Buena Vista Social Club'a varmasam, bunu dile getirip, Buraneros'a iki satır yazmasam, 

***

Evren4 Nisan 2021 11:26

Joan Baez dendi mi "Where have all the flowers gone" gelip yerleşir dilime, mırıldanır dururum. Annemlerin Töb'lü Der'li gençlik yıllarına benim minnak günlerime denk gelir. Nerelere gittim gene. Şarkıda da dediği gibi "long time ago"
"Hasta siempre" kulağımda, İstanbul'dayım. Acı tatlı anılar var gözümün önünde akıyor, duruyor, donuyor. Sanki gene gittim, galiba bu sefer dönmek zor. Takılayım biraz o yıllarda. Fonda "El Cuarto De Tula"

buraneros4 Nisan 2021 12:04

Öyle bir şarkıyla bitirmişsin ki yorumu, direk gittiğim yer belli. Emma Goldman. Sözün üzerine çok tartışılsa, spekülasyon yapılsa, oraya buraya çekilse da benden alır manasını sonuçta! Güzeldir be, çoookkk güzeldir hem de! Hem yoruma hem de bu yazının duygusuna fazlasıyla yakışır: "Dansedemediğim devrim devrim değildir." O halde çalsın Buena Vista Social Club:)

***

ah benim isyankar yanım, nasıl da canlandı sabah sabah.
Öyleyse biraz dans! 

***

Albüm akıyor, kulaklar mest, kalbimde bir çarpıntı! 


Bugün yüzümde asılı bir gülümseme ile dans eder dururum ben. 
Dudağımda bir sıcaklık, kalbime yayılır, kalbim çarptıkça, anılar canlanır.

***

Biri beni durdursun, kelebek etkisi, kaos teorisi derken, girdiğim ruh hali kendini yavaş yavaş, emekli amirallere, milletvekillerine, Montrö, Lozan... Girdaba sürükleniyorum...

***

Oysa ben bugün Küba sokaklarında, dans etmek istiyorum. 
Dudağımdaki sıcaklık hiç gitmesin, 
Ortancalar solmasın istiyorum. 

***

Neyse ki albüm akıyor, 

Fonda: Candela





 

19 Mart 2021

İki Kadeh Rakı

 



Senle ben birbirine sırtını dayamış iki ev gibiyiz.
Farklıyız ve çok güzeliz.

Senle ben sevgilim !

Kusura bakma ağzımdan kaçtı kelimeler, 
dün akşamki iki kadeh rakıya ver.

Ne seninle ne sensiz geçen hırçın yıllar gibiyiz.

***

4, Mart, Mesudiye

06 Mart 2021

Cemre

 


Bazen yer eder ya bir öpüş,

İşte ben gamzeni böyle bir günde  sevdim.
Hüzün mevsiminde bir kedi,
Nasıl da bağırıyor

 "sev beni"

Usta bir yalnızlık işçisi,
ilmek ilmek dokuduğu depresyonuna bahane ediyor,
henüz toprağa düşmeyen cemreyi

Bazen yer eder ya bir bakış
İşte ben gözlerindeki yaşı böyle bir günde öptüm
Kediyi sevdim
Cemreyi bekledim
Toprağını avuçlayıp seni öte dünyalara yolcu ettim

Bazen yer eder ya...
Sen yüreğimi kendine yer ettin

 ve öylece gittin.

19 Şubat 2021

Tozlu Raflar Külliyatı

Bugün, uzun zamandır uğrayamadığım mahalleme uğradım. Yolumun üstü değildi. Yolumu uzattım bile diyemem. Sanki bile isteğe, en güzel elbisemi giyip, bugün bir mahalleye uğrasam diye geçirmişim içimden. Mahallede gezinirken gözüme çarpan bir dükkanın tozlu raflarında rastladığım ya da bir eskicinin tezgahında gördüğüm... Kelimeler... Nerelerden nerelere sürükledi beni gün ortasında. Nasıl da özlediğim bir sarılma hissi kapladı her yanımı... Hatta sarıldım galiba, sımsıkı, hasretle... 

2009 'dan kalanlar için... 

Tuhaf bir gün olduğu kesin... Bugün mahallede dolaşıp duruyorum ya... Bir de böyle bir yazı çıktı karşıma. "Merhaba" ile başlayıp, "Aç Kapıyı Ben Geldim" diyerek bitmiş yazı. Hani neredeyse yazının ilk ve son cümlelerini alsan, anlamı içinde saklı. 

2008'den kalanlar için... 


 

15 Eylül 2020

Öyle ya da Böyle



Sıradan bir günü unutulmaz bir anıya dönüştürmek mümkün

Mümkün durup dururken hüzünlenip beş dakika sonra kahkahalarla gülmek

Eline batınca gülün dikeni sövmek mümkün, aynı gülü çok sevmek de

Mümkün yani yaşamak öyle ya da böyle















20 Ağustos 2020

İnsanın Acımasızlığı Üzerine...



Bayramla birleşen bir tatil planı yapmıştık. Pandemi nedeniyle çekincelerimiz de yok değildi. Hiç olmadı döneriz geri bile demiştik. Gün evvelden hazırlanan konserveler de yerlerini alınca, büyük bütçeli yatırımımız #dometic buzdolabımıza rakılar, biralar, soğuk sular ve elbet yeterli miktarda peynir  çeşidi ki beyaz için takviye Ezine'den yapılacak, neredeyse "full dolu" tedarikimiz ile yola çıkmaya hazırdık. 

Bayram süresince Kadırga Koyunun en son kısmında bulunan daha önce de gittiğimiz Minta ve Ahmet çiftinin babadan kalma pansiyon bahçesine tek ve bağımsız karavan olma lüksümüz ile deniz gören dut ağacı altına haklı bir gururla #y2ymavis ve elbet tüm heybetimizle kuruluyoruz. Bu bayramın kendinden telaşesi nedeniyle nispeten kalabalıktan uzak geçen ilk iki gününü sabah 6'da başlayan ve 11.30 gibi sonlandırdığımız rutininde bisiklet-yürüyüş-yüzme-güneşlenme serisi ile keyfi katmerleyip, sıcağın etkisiyle dut ağacının ve hemen önündeki incir ağacının gölgesi ile köşe kapmaca oynayarak bünyeyi dinlendiriyor, okunan kitaplar ve oynanan kelime oyunları ile yelkovan ve akrebe zaman kazandırıyor saat 16.30 itibarıyla, sabahın erkeninde anlaşması imzalanmış plajın en son iki şezlonguna uzanıp, günü batırmak için bira-patates, bira-sigara böreği, bira-fıstık ikililerinden birine selam edip akşamı karşılıyorduk.  Bir tek 3. gün bu rutini öğleden sonra denizde parmak sokacak bile yer kalmadığını fark ettiğimizde bozduk. O günü de öğle uykusu denen şeyin kemiklerimize kadar ısıtan güneşin altında olduğunda nasıl da çekilmez bir çileye dönüşebileceği gerçeği ile yüzleşmemiz gereken bir an olarak kayda alıp, ertesi gün kaldığımız yerden bize mutluluk veren rutinimize döndük. Bayram bitmişti anlaşılan... 

Bu bayramda bir çocuğun gülüşüne katkı koyduğumuz, hayallerinin kapısını araladığımız bir an vardı ki... Sanırım tüm tatilin kucaklaşmayı hak eden  tek anıydı. Ah pandemi, gözler ve sözler hiç bu kadar anlamlı olmamıştı. 

Saroz Körfez Rotası


Saroz Körfezi bizim için keşfedilmeyi bekleyen güzellikleri ile heyecan duyduğumuz bir rotaydı. Bayramı takip eden Salı sabahı erkenden çıktık yola. Gökçeada ilk hedefti, araba kuyruğunu görüp de 4 ila 6 saat beklemeli bir yolculuğu tabi ki tercih etmedik, üstelik herkesin adası geldiyse, bizim için doğru tercih orası olamazdı, erteledik başka bir bahara... 




Kömür Limanı biraz da instagramın  etkisi ile işaretlediğimiz ve heyecanlandığımız bir nokta. İkinci haftanın ilk durağı olacak. Yol kötü, telefonla yapılan ön görüşmeden anladığımız sezonluk çadır ve karavancılara öncelik verildiği, ama bir gece konaklama için onay alıyoruz. Toz toprak yollardan, meşakkatlı bir çaba ile Kömür limanını tepeden görüyoruz. Gel de aşık olma. İnstagram fotoğrafları da çekilince tıngır mıngır yuvarlan sallan iniyoruz limana. İmnez mi olsaydık acaba? Görmezden gelmekk için bahaneler uydurduğumuz çöp dağını da aşar aşmaz kamp alanına geliyoruz. Doğa muhteşem, deniz tarifsiz, çöpler ve pislik ve dağınıklık ve ucubelik tarifsiz... Arabadan inmeden onca yolu geri dönmeye karar veriyoruz. Tepeden bir kez daha bakıyoruz ki, aklımızda sadece o muhteşem manzara kalsın. 

Yönümüzü kuzeye dönüyoruz, elimiz yine boş. Önce bir gece iki günlük Bolayır ziyareti: Abi'ye selam edip kaçmak olmazdı. Masalar kuruldu, rakılara mezeler eşlik etti, sabah sporuna deniz derken... Daha önce oraları avcunun içi gibi gezen abiden bir tiyo geldi: Kalabalık ve çöp canınızı sıkabilir!

Yine de çıktık yola, keşfetmekten her zaman mutluluk duyduk, zamanla gördüklerimizi ve insanımızı da kabullenme noktasına geldik. Bir nevi bile bile ladesti bizimkisi. 

İkinci haftamızın kalış noktaları kafamızda net değildi, nerede akşam orada sabah fikri bizi heyecalandırsa da,  Gökçetepe Tabiat Parkı'nda bulduğumuz seyir tepesi bizim 3 günlük yuvamız olacaktı. Bu konuda iyiydik... Üstüne üstlük şanslıydık da!

Gökçetepe Tabiat Parkı'nda güzel bir düzenleme yapılmış, heyecanlanıyoruz. Karavan alanı, çadır alanı, piknik alanı, pandemi nedeniyle alınan tedbirler... Ve insanlar: kural tanımaz, çevresini korumaz, doğayı sevmez insanlar. Çoklar... Her yerdeler ve eğitilemezler... Böylesine özel alanlar için daha sert denetleme ve ceza mekanizması getirilmeli, başka türlüsü bizim ülkemizde işlemiyor. 




Gün doğumları muh-te-şem! Her sabah kendiliğinden 6 gibi uyanıp bu muazzam renklere ilkmişcesine hayran kalıyoruz. Günün kalanında bize kapatılmış, küçük kayalıklardan denize girme hayalimiz ve çabamız deniz ayakkabılarımıza rağmen benim kestane korkum yüzünden daha ilk günden yarım kalıyor. Avuntumuz hazır: bir hafta muhteşem bir deniz tatili yaptık zaten, bu da dağ, orman, yürüyüş ve bisiklet tatili olsun. Kendimizi mutlu etmek noktasında tam bir sihirbazız.  İki günlük bisiklet, deniz, okuma, durma halinden çevremizi tanıyalım, gezelim, coşalım kısmına çabuk geçiyoruz, Enez'e kadar koy koy gezmek, beğenirsek oralarda kalmak, olmazsa da geri dönmek üzere mavişi toparlıyoruz.  

Yol ara ara üzecek bizi, henüz bilmiyoruz. İşaretli noktaları birleştire birleştire gidiyoruz. Orman yolları, toprak yollar, belki de turkuaz mavi ve yeşilin bu kadar güzel olduğu başka bir yeryüzü olmamasına rağmen 49 yıllığına taş ocaklarına kiralalanan tozdan bembeyaz olmuş yollardan geçerken yine üzülüyoruz... Talan edilen ormanlar, dağlar, değerler üzerinden sohbet hep daha koyulaşıyor. En çok da çöp dağlarına, ağaçların dallarından sarkan, torba, maske, gofret, çerez paketleri vb, parlak, yakıcı, uçucu çöplere, birikip yol kenarları, ağaç boyları, kuytu köşede tepecikler oluşturan pet şişe, cam şişe, çocuk bezi, tek ayakkabı, terlik, yırtık kot, tişört parçası vb. yapışıcı çöplere üzülüyoruz. Sohbet her seferinde daha da koyulaşıyor. Mıntıka temizliği ile baş edilemeyecek çedirdek kabukları ve izmaritler! Çok ama çok üzülüyoruz. Bazı yerlerde bu karmaşa ve pisliğin içinde kendine buraları köy edinmiş farelerle yüz göz olmaya ramak kala arabamıza atladığımız gibi oralardan uzaklaşıyoruz. Öyle ki, bu altın rengi kumsallar ve mavi turkuaz denizlerde yüzmeye bile cesaret edemiyoruz. İnsanın acımasızlığı üzerine daha da derinleşen sohbetin rengi kara, dili küfürlü! Konular konuları açıyor. Yüzümüz ve enerjimiz her bir işaretlenen yerde bir parça daha düşüyor. Ne ummuştuk ne bulduk derken, kurtarıcımıza sığınıyoruz: Müzik! Birden enerjiler boyut değiştirse de yüzlerdeki ifadenin yukarı evrilmesi için biraz zamana ihtiyaç duyuyoruz. Neyse ki, köy yolları nispeten içimizde umut yeşertiyor. 

Nihayet, günün yorgunluğunu atmak için mola vereceğimiz ve akşam yemeği için güzel bir tiyo aldığımız Enez'e varıyoruz. Enez bizi şaşırtıyor, komşuya yakınlığından mıdır nedir, Ege havası seziyoruz. Yüzümüzü güldürüyor Enez, günün geri kalanında yaşadığımız hüzün penceresini kapatıyor, yepyeni umutlu bir pencere açılıyor önümüzde, üstelik filomingolar ile karşılaşmak da ödülümüz oluyor. 


Ada balık, limandaki diğer salaş mekanlardan bir tık bakımlı... Garson bizi üst katta limana nazır bir masaya alıyor. Yüzümüz, gördüğümüz manzara sonrasında tüm gün neredeyse ilk defa tasasız gülümsüyor. Balıklar tazecik, olta ile tutulmuş, kalamar keza...Yemelere doyamıyoruz. Ne kontrol ama! Alkışlanası, ikincilere yol vermiyoruz. Birer buz gibi bira istihkakımızı da günü batırmaktan yana kullanıyoruz. Kadehler kalkarken, tam da aynı vakitlerde, 6 yıl önceki soru bir kez daha yineleniyor;  cevap gecikmiyor: "evet hem de noktasına virgülüne dokunmadan" oluyor. 

Dönüş yolumuz otobandan, neyse ki, seyir tepemize kimseler gelmemiş, baş başayız! Kutlamalar devam etsin öyleyse deyip birer bira daha açıyoruz... 

Geceye not: Gökyüzünü çizsen ancak böyle çizersin... Ay dolunay, sessiz gecede... Mırıldanıyorum elimde değil. Yakamoz, hafif bir esinti, güvendiğin kollar sarmış bedenimi... Mutluluk çizilse, Abidin çizse yani, bizi çizerdi, hamakta uzanmış bir adam ve bir kadın, çam ağaçlarının karaltısında, gökte dolunay, denizde yakamoz, yüzlerde mutluluktan, huzurdan coşmuş kocaman dolu dolu bir gülümseme, dilde ardı ardına sıralanan "iyi ki" ler,yürek sevgiyle harman. Ah gece! Ah dolunay! 

Ah o çöpler! Hülyalara dalan bedene çimdik gibi ;)