24 Eylül 2010

Kayıtsız Aşk


Bir sabah okuduğum yazının kelimeleri dolanıp duruyor zamansız, olmadık bir konuşmanın orta yerinde aklımın çengeli o iki kelimede takılı, ne çekip çıkarıyorum, ne de kurtarıyorum kendimden onu. Dursun istiyorum, orada öylece asılı kalsın, zamanı gelince nasıl olsa düşer yüreğime, aklıma, dilime, kalemime.

Sahi, bir aşk ne zaman biter, söylesene..?


Yangın Yeri



içimin tenhasında kısa bir yürüyüşe çıktım
benimle gelir misin

beni derinlerinde hisseder de
yüreğinde misafir eder misin

bir kahve içimlik olsun sohbetimiz
bir sigara dumanına saklansın vuslat
bir özlem boyu olsun sözlerimiz

çok kalıcı değilim be adam
tek bir anda saklı kalsın herşey
anlam yüklediğimiz o anda
sonrasında ben kaldığım yerden
yürümeye devam edeyim



içinin tenhasında
kısa bir yürüyüşe çıkmış
küçük kız çocuğu

üşümekten korkarım
ısınmaktan korktuğum kadar
ılınırsa yüreğim sana
çok yanar sonrasında
izin ver ben bildiğim zamanda gideyim




griliktir benim sonsuzca görebildiğim
alışık değil dünyanın renklerine gözlerim
üşümem geçti bak
titremiyor artık ellerim
müsadenle
yüreğimi yüreğinden alıp
ıslak dudağımda bir tebessüm
ortalık yangın yerine dönmeden
bırak da
senden gidebileyim
bırak da tek başıma
tenhalarımda yürümeye devam edeyim








23 Eylül 2010

Yok Gücüyle Dayanmak



kocaman gözlerinde kocaman damlalar berivanın,
soyadı dayan
insanlar adlarıyla mı yaşar gerçekten?

12 yaşında yaşayarak öğreniyor terörü.
dayanıyor yok gücüyle; annesinin son gidişinde üzerinde kalan bakışlara ve uzanan ellere çocuk yüreğiyle...
söküp atamıyor,
söküp atamayacak!
ona sorulan sorular karşısında, o kocaman damlayı taşıyor kirpiğinin ucunda,
akıtmıyor, akmasına izin vermiyor.
annem, diyor... yardım, diye bağırdı... edemedim.
ağlamıyor, onun soyadı DAYAN.
yok gücüyle dayanıyor.

içimde bir yer kopuyor.
terörü lanetleyen yanım isyan ediyor.
kendimi bildim bileli o coğrafyanın çocuklarına ağladım,
o coğrafyanın çocuklarının kadersizliğine...

berivan, anneme sözüm var, diyor... çok çalışacağım, başarılı bir öğrenci olacağım.
sonra diyor iç sesim, ya sonra berivan....
sonrası yok berivanın.
sudenaz ve zeynep'in de...
onların sonrası da önceleri gibi;
koca koca kara kara sis bulutları yükselecek göğe,
gökyüzleri hep karanlık.

oysa, onlar daha çocuklar...
güneşli günlere gebe umutları.
güneş ısıtmazsa yüreklerini, umut nasıl yeşersin ki gök yüzlerinde...
yarınları aydınlık olmayan bir coğrafyada doğamadıkları için umutları kırık mı büyüyecekler?
ah berivan, ah sen dayanmakla taçlandırılmış olan küçük çocuk, senin gücün yeter miydi, ananın, yardım et çağrısına... gözleri hep gözlerinde asılı kalacak o son bakışa.

insan yüreğim sessiz kalıp susmalarıma küs biliyorum
doğunun kardelenlerine sahip çıkan Türkan'ın pencereden el sallayışı geliyor gözümün önüne;
bana, sana, bize o veda... günler sonra kırmızı bir minibüsün kan izinde anlıyorum.
emanetine bakamadık Ata'mızın.
emanetine bakamadık Türkan'ın.
acı büyüyor bu sabah yüreğimde...
susmak daha bir batıyor kendime.
iğne bu sabah bende, çuvaldız kimde hiç bilmiyorum.




Haber...
Fotoğraf...

21 Eylül 2010

AŞK Tamlaması




Bedenimin dili vardı.
Tüylerimin ürpertisi...

Gözlerimin feri vardı.
Burnumun sızısı...


Dilerim...
Sen ol yüreğimin kıpırtısı.






Not: Tamlayan mı Tamlanan mıdır AŞK, diye sormuştum bu şiirin tadı kalan yazımı ilk yayınladığımda. Bugün bir kez daha okurken fark ettim ki, bir soruya değil de bir ada ihtiyacı vardı. Aşk Tamlaması koydum adını.  (YN - 22.09.2010)

Gülümseten Sıcak Yüreklere

Sabahın erkeninde, uyan zili çaldı vücut saatimin. Baktım 6. Kalktım ve güzel yürekli bir dosta çıtır kıtır yapmaya karar verdim; taze taze olsunlar istedim, kokuları üstlerinde kalsın. Bilmem öyle oldu mu?.. Yola çıktım. Yağdı yağacak bir hava, gözü nemli, bir yaş hazırda beklemekte, bahanesi hazır da, bekliyor işte. Serde yiğitlik var, yağamıyor.

Bir saat kadar sonra arabadayım, gün gri, kara kara bulutlar gelişlerini müjdeliyor yağmur damlalarının, henüz çok yolları var gibi. Nasıl da sıkışık trafik bu saatte bile, camı açıyorum, nefes nefes içime çekiyor göğün griliğini ciğerlerim, o esnada yolun karmaşasından sıyrılıyor aklım... Yüreğim pır pır... Nedensiz. Dikiz aynasının darlığına takılıp kalıyor gözüm. Dışında güneşler açan, içi hüzün kokan kadının gözlerini görüyorum. Ne de küçük şeylere büyüyor gülüşleri. Bu kadını seviyorum. Gözleri güzeldi... Gülüşü dünyalar kadar güzelmiş. Söyleyenin yalancısı olmak istiyor kalbim. Biliyorum, yüreği güzel olanlar, güzel görür dünyalarında olanları. Öylesine inanıyorum ki bu bildiğime, duyar duymaz bir sözcük, sıcacık bir gülümseme yayılıyor yüzüme, yüreğime kadar değiyor ve yatıştırıyor soğuktan ürperen tüylerimi...  Gülümsüyorum hâlâ, öyleki; sıcaklığından ılınıyor odam.

Esen deli rüzgâra yükleyeyim istiyorum selamımı, ulaştırsın gülümseten sıcak yüreklere. Öpsün onları yüreklerinden yüreğimi bu kadar ılık tutabildikleri için, iyi ki varlar, bazıları çok uzak coğrafyanın çocukları, bazıları aynı kapta yemek yediklerim, bazıları yürekdaş, bazıları özlem kokan buram buram... İyi ki oldular, iyi ki varlar. İyi ki insan, iyi ki dostlar...