16 Haziran 2009

GÜNE BAKAN


Gecenin etkisiyle uyandı güne kadın, kafasını kaldırıp camı açtı. Güneş ilk ışıklarını yansıtıyordu sanki bir tek kadına doğru.... Ya da kadın öyle sandı...

Yukarı kaldırdı başını, savurdu saçlarını... Bugün öyle güzel bir sabaha açmıştı ki gözlerini, güneş gözlerindeki ışığı kıskandı... Ya da kadın öyle sandı...

Sırtı ürperdi, adam tarifsiz bir gülümsemenin içine sıkıştırılmış, sevebilme ihtimali ile kadına sarıldı ve omzuna küçük bir öpücük verdi... Ya da kadın öyle sandı...

Döndü adama yüzünü, yeşilin ve sarının en güzel tonunda baktı uzun uzun adama, eğildi adam kadının dudağına... Öyleydi, güzeldi...









____________________________________

Fotoğraf

15 Haziran 2009

ŞEFKAT

Yazmak üzere oturdum klavyenin başına. Tuşlara dokundum. Aklıma gece evvel çalan müziğin ritmine kendini kaptırmış adamın tuşlara dokunuşunu hissedişim geldi. Kendi çarpık el yazımla aldığım an notları...

Bu sabah uyandığımda gerçek hayatla yüzleşen ben, biraz hüzünlüyüm. Anları resmedişteki kusursuzluğun yarattığı keyfi geride bıraktım.

Mutluluk ve heyecanla bakan gözlerimi kapadım. Evvel gece açıkhava tiyatrosunda sadece ikimize özel verilen konserin ritminde salınırken aklımdan geçenleri, yüzümde bir gülümseme ile anımsadım. Üşüdüğümü fark ettiğinde kolunu rahatsız etmeden omzuma atışındaki naifliği, dönüp sana şefkatle bakışımı, senin aşkla gülümsemeni, benim sana mutluyum dememi, senin daha da mutlu ol istiyorum deyişini...

Sarmaş dolaş yüyürken konser bitiminde, kentin ışıklarının soluklaştığı bir noktada iki soğuk bira içmek için mola verdiğimizde ve sen hala gözlerime bakarken: Gidişini resmettin ya..., tam hatırlamıyorum ama galiba o anda kapandı benim gözlerim. Bildik tanıdık bir hüzne gömdü kendini. Sesim düştü yere. Dimdik duran omuzlarım kapandılar masaya. Bu halim, gidişin olmayacak olan dönüşüne bedenimin verdiği tepkiydi. Yüreğiminkini anlatmaya dilim varmıyordu ama sen zaten yüreğimi eline aldığında ve artık atmadığını fark ettiğinde, hani tam da avuçlarının arasındayken öptüğünde, çektim kendimi hayatın içinden. Belki de o anda kapandı gözlerim bilmiyorum.

Eve dönmek üzere taksiye bindiğimizde, ne konserden arta kalan keyif, ne tenin tene canın cana değmesinden oluşan kıvılcım ne de konuşacak kelimeler kalmıştı. Hani o yıllar süren sessizlik anlarından biriydi yaşadığımız. Benim evimde kalıyorduk günlerdir ve sen sadece evine yeni giysiler almak için uğruyordun, belki yeni maskeler... Konserden önce bende kalalım dediğinde ne kadar farklıydı o kalma anına yüklediklerim, oysa o bira şişesinin soğukluğu kendini garip yapış yapış bir sıcaklığa bıraktığında ve artık keyif vermediği anlarda fark ettim ki; o kalış terk edenin ben olma halini yaşatacaktı bana...

Taksiden indiğimizde, elimi tuttun ve taksi hareket etmeden az önce seninle gelip gelmek istemediğimi sordun. Baktım yüzüne aşkla ve sen şefkatle bakıyordun bu sefer. Ne değişmişti dedim. Roller ne çabuk değişiyordu hayatta. Taksiye bindin tekrar. Kapısını kapattın. Camı araladın, uğrarım yarın dedin. Belki o anda kapandı gözlerim bilmiyorum.

Sabah hüzne açıldıklarında gözlerim gidişine de çabuk alışmak istedim.
Alışamayacağımı bilerek...
___________________________________

Fotoğraf / 1x.com

14 Haziran 2009

IŞIK HÜZMESİ


Yola çıkmadan az önce aklının zaman sandığına kaldırdığı anıları teker teker çıkarttı. Anıların o eskiye özgü kokularının ve sandık lekelerinin üzerinde çok da durmadan ve kendisini kaptırmadan geçmişin girdabına düşündü: O anları yaşamasam, bende bıraktıklarının farkında olmasam, bugün ben, ben olur muydum? Olmazdım deyip gülümsedi... Aklına takılanları yaklaşık 12 saat sürecek bir yolculukta tekrar tekrar ele alacaktı nasıl olsa...

Zaman zaman içini saran o korkuya baskın gelen heyecanı ve arkadaşının kulağına sürekli fısıladayan sesi; 'rüzgara bırak' ile korkusunun kendisini ele geçirmesine engel oluyordu. Yeni yerler keşfetmenin heyecanına ara veren bir maceracıydı o... Bundan yaklaşık 13 yıl önce çıktığı yolculukta, yaşadıkları bir roman tadındaydı. Ta ki, o talihsiz kazadan sonra hayata küsene kadar. Oturduğu masadan kafasını kaldırdığında gördüğü tek bir ifade, onu bu yolculuğa çıkmaya ikna etmişti aslında ve hiç düşünmedi sonrasını. Hiç hesap yapmadı üzerine. Yola çıktı ve yol onu nereye götürdüyse gitti. Yaşadıklarına kaç maceracı bu kadar göğüs gererdi bilemedi ama o 3 yıl önce tamamlanan yolculuğundan; biraz büyümüş, biraz hayattaki beklentileri şekillenmiş, çokca incinmiş, yaralanmış ve hatta hayata küsmüş dönse de, bugün olsa gene çıkardım o yolculuğa bütün sonuçlarına diyecek kadar da isteyerek ve severek yaşamıştı...

Bir geceyarısı gelen bir mesajın, kendisini tekrar maceraya atılacak kadar sarıp sarmalamasını, içinde derinlerde gömdüğü o maceracı kadını uyandırmasını beklemiyordu. Hele de artık 20 yaşlarında olmadığı gözönünde bulundurulursa böylesine bir yola çıkış delilik bile sayılabilirdi. Günlerce detaylarını öğrendikten sonra bu yeni yolculuğun ruhani tarafını bir yere bırakıp, kendi kişisel tarihinde bir dönüp noktası sayılabilecek özellikte ve güzellikte oluşunun heyecanına kapılması kaçınılmazdı.

Bir akşam annesine tekrar yola çıkmaya hazır olduğunu söylediğinde, annesi "uzakmış" diyebildi ve kadının gözlerinin parladığını görünce başka bir şey ekleme gereği duymadı. O vahim kazadan sonra ilk defa gözleri parlıyordu. Annesi bir şey sormadan kadın anlatmaya başladı;
"hani uçsuz bucaksız tepeler vardır ya, bulutlar zirvesinde buluşur dağların... Güneş yüzünü bir tepeye gösterir sadece. Sen kurumuş otlardan, ayağına dolanacak dikenlerden korkmadan ve onların farkında olarak, güneş gitmeden varmak istersin ya o tepeye... O ışığın hüzmesinde bulursun ya hayatın anlamını, içindeki boşluğun ancak ve ancak aşkla dolabileceğini bildiğin gibi bilirsin ya o güneşin seni yakmayacağını ama ısıtacağını... O hüzmeyi yakalamaya gidiyorum... Bana şans dile... "

Kadın geceyi plan yaparak geçirdi. Rotayı belli belirsiz çizdi kafasında. Notlar aldı. Nereden başlayacağına karar verdi. Kuzeyde bir nokta belirledi. Çıkış noktası orası olacaktı. Yanına sadece küçük bir sırt çantası ve an defterini aldı. Yolculuğunu silinmemek üzere kayda almak istiyordu. Bir önceki yolculuğun bütün kayıtlarını yok etmiş olmak onu üzüyordu ve bir daha bu hataya düşmeyecekti. Büyümüştü. Farklı bir algısı vardı yaşanacaklara. Her çıkılan yeni yol kendi macerasını da beraberinde getirirdi. Bazen gitmeyi planladığın yerle vardığın yer farklı olsa da yolun ve yolculuğun kattıkları ile tamamlarsın sen gelişimini, eğer farkındaysan ve o anı yaşıyorsan dedi kendine. An defterine bir not düştü... 25'ini 26'sına bağlayan akşam üstü: Yolcuğumu başlatabilmek için kuzeye yol alıyorum. Bu yolculuğumun, başladığı andan itibaren beni hayatın bütün renkleri ile tanıştıracağı bir maceraya dönüşmesi için sabırsızım... Belli mi olur belki gökkuşağının altından geçen bu sefer ben olurum...


_________________________________________________



Fotoğraf / Mt Feathertop moroning© Shane

13 Haziran 2009

FIRTINA



Kapıdan çıkarken duyduğu iyisine karşılık yere düşen sesini bıraktı...


Eve geldi... Köşe koltuğuna oturdu ve an defterini açıp şu satırları ekledi....


Fırtınanın ortasında attığın çığlık duyulur mu sanıyorsun

Bir yokluğu büyütmek tamamlar mı içindeki boşluğu

Sen gün ortasındaki karanlıksın

Gece kayan bir yıldız

Issız bir sevdayı fısıldayarak büyütüyorsun içinde

Ki o sevda senden yana bile değil


Bir doluya tutuluyorsun

Sabahları kalkarken

Güneyli bir kızın dediği gibi duacı oluyorsun

Geceye kavuşmaya

Gece ona kavuşmaya

Gece ona kavuşmaya alışmaya

İnsan sana çabuk alışır

Biliyor musun...



11 Haziran 2006, Altınşehir



_______________________________________



Fotoğraf / Lichterflug© Kaveh H. Steppenwolf

12 Haziran 2009

SONRASINI BİLİYORSUN ZATEN

Hani aşkın ilk halleri vardır ya… Gözünü onunla açarsın sabahları ve en son onu düşünüp dalarsın uykuya… Onun gibi bir durumdu benimkisi. Kendimi en güçsüz hissettiğim zamanlarda; uçurumun kenarına son köküyle tutunmuş dikenli bir bitkinin, kurumaya yüz tutmuş çiçeğinin sert rüzgarlara direnişini görebilirdin bende. Öylesine dik başlılıkla ve cesaretle duruyordum ki ayakta, bazen ben bile şaşıyordum kararlılığıma.

Bir gece yarısı, gecenin en karanlığında, henüz yarasalar çığlıklarını atmıyorken, bir baykuşun parlayan gözlerini gördüm karşımda; korkuyordum ama dokunmak istedim. İçimde o karşı konulamaz dokunma isteğiyle bir satranç oyununa girişen kolumun köşede bekleyen filin önü açıldığında yapabileceği en uzun hamleyi yaparak, uzattım kolumu boşluğa, bir dostmuşçasına.

Titreyen kolumun parmak uçlarımdaki uzanımları bir mumun silik alevini hatırlattığında; gözümde canlanan sahne beni geçmişe, geçmişin derinlerine götürdüğünde, burnumda gene aynı kokuyu, arabaya bindiğimde diğer kadının koltuklara bıraktığı parfümünün kokusunu, hissettim. Sarsıldım olduğum yerde. Önce baykuşun gözlerini kaybettim karanlıkta, sonra koca bir boşluğa açtım gözlerimi.

Salonda, babaannemden kalma oymalı koltuğun anılarla yüklü sol kolçağındaki başımı kaldırmaya çabalarken; uçurumun kenarına son köküyle tutunmuş dikenli bir bitkinin, kurumaya yüz tutmuş çiçeğinin sert rüzgarlara direnişi bile kalmamıştı artık bende. Koca bir boşlukla savaşmaktan yorgun bedenimi son bir hamle ile kaldırdım yattığım yerden. Öğlenin yakıcı güneşi vuruyordu halının üzerine, renkleri solmasın diye kalın perdeyi çektim. İçerisinin gölgeli hali içimi karartsa da sendeleyerek yürüdüm koridorda.

Yatak odasına geldiğimde, yatağın üzerine bıraktığım, buruşuk beyaz kağıdın üzerindeki notu okudum. "Herşeye rağmen seviyorum seni" Bana yazıldığını zannetmemle olmadığını gözüme sokan dipnotta takılıp kalışım arasında geçen 5 saniyenin bendeki etkisini sana kelimelerle anlatamam. O beyaz kağıt, onun evrak çantasının kenarında tek taş pırlanta gibi parlıyordu adeta, bir baykuşun gözleri gibi geldi bir anda. Sonrasını biliyorsun zaten. 

Kendimi en güçsüz hissettiğim zamanlardı. En savunmasız. En kırılgan. Hani aşkın ilk halleri vardır ya... Gözünü onunla açarsın sabahları ve en son onu düşünüp dalarsın uykuya. Onun gibi bir durumdu benimkisi. Uzun bir süre böyle geçti günlerim. O kadınla uyuyup o kadınla uyanıyordum. o kadınsız nefes bile alamıyordum. İkna etti beni bittiğine ama ben bir türlü kurtulamıyordum. 3 gece öncesi hala onunla zaman geçirdiğini öğrendiğimde, önce mutfağa gittim sonra bıçağı elime alıp, soğuk, keskin kenarında parmağımı gezdirdim. Ucunu parmağıma batırıp kanattım. Kan akarken aklımda geçenleri bir bilsen… Korkma! Hiç birini yapmadım, yapamadım. Onu o kadar çok seviyordum ki... Ne yaparsa yapsın onu acıtamazdım. Yere damlayan kanı sildim. Elimde bıçakla yatak odasına ilerledim. Uzun koridorda yürürken, ölümün de bir şölen olabileceği kararına varıp geri döndüm salona. Kapağı açılırken ses çıkartan içki dolabını olabildiğince sessiz açtım. Üstte duran votka şişesini elime aldım. Dolabın altından krem renkli iki kısa kalınca mumu alıp yatak odasına doğru ilerledim. Mumları pencerenin altındaki boşluğa koydum ve yaktım. Pencereyi üsten rüzgar alacak şekilde yarı yarıya açtım. Votkadan bir yudum aldım. Sonra bir yudum daha… Kenarda duran perdeyi muma değmeyecek ama rüzgar eserse de tutuşturacak bir mesafede bıraktım. Perdeye biraz votka döktüm. Birkaç yudum daha aldım kendime. Yatağa uzandım. Çekmecemde duran uyku haplarımdan 10-12 tanesini avucuma aldım. Perdelerin tutuştuğunu görebilmek ve itfaiyenin o çıldıran sesini duyabilmek isterdim ama bir tercih yapmıştım. Şölenin baş konuğu ben olsam da eğlencenin tadına varamayacaktım. Votka şişesinin dibinde kalan son yudumu içtim. Buruşmuş beyaz kağıdı özenle parmaklarımla düzelttim. Votka şişesinin içine koydum. Kapağını kapattım. Şişeyi sol yanıma koydum. Bıçağı elime alıp sol kasığıma sapladım. 

Sonrasını biliyorsun zaten.

_______________________________________________

Fotoğraf / Up against your will© Stefano Corso

BİR KERE DAHA DÜŞÜN



Kendi içinde bir rutine dönüşüyorsa yaptıkların
Sabırsızlanıyorsan yelkovan senin istediğin hızda dönmüyor diye
Gözlerini sabit dikip bakakalıyorsan boşluğa
Yitip gittiğini fark etmiyorsan o boşlukta
Düşüyorsan inatla ve tutunmuyorsan hayata
İlla bir dal mı lazım sana?

Ya da

Her düştüğünde tutunduğun dal aynıysa
Her tutunduğunda dal kırılıyorsa
Dal kırıldı diye üzülüyorsan
Üzülürken ağlıyorsan
Ağlama
Düşün sadece
Bir kere daha...

Belki...

Dalı kanırtmıştı biri önceden ve sen tutununca kırıldı belinden
Olamaz deme olur...

Tutunmadan önce bir iyice bakmak lazım dala, kendi tutunabilmiş mi hayat denen koca gövdeli ağaca... Bir iyice tartmak lazım çeker mi bir de senin yükünü...

Belki dala faydan olmaz tutunmamakla ama sen hiç dalla birlikte düştün mü 100 metreden?

Bence bir kez daha düşün karar vermeden...
____________________________________

Fotoğraf / Moon tree© jure

11 Haziran 2009

Bİ HABER

Bi haberdi olanlardan
O sadece bekliyordu
Bi haber...

Sabahın serinliğine açtı gözlerini kadın... Geceye uykuya dalışındaki rahatlık yoktu uyanışında, bi haber uyandı günün getireceklerine. Bi haber var mı diye baktı telefonuna sonra mail kutusuna...


Henüz bi haber gelmemişti...

Olacaklardan bi haber güne devam etti...
Endişeliydi...