31 Aralık 2008

3 KERE VUR



EY KENDİM!

KENDİNE GELDİYSEN

3 KERE VUR


BEKLİYORUM...
VAKİT DARALIYOR.




 

30 Aralık 2008

AÇ KAPIYI BEN GELDİM



İçimden gelmiyor
ne bir yazı yazmak
ne de bir şey yapmak
Bu yıl evde oturup beklemek istiyorum
ASLINDA
Ben bu yıl
kendime hoş geldin demek istiyorum
Bu yıl geçen yıldan farklı olsun
Ben kendime geleyim artık istiyorum.

2009,
2008’i
kendimde değildim diyerek geçirmişlere
kendini getirsin dileklerimle...

28 Aralık 2008

BAŞIMIN AĞRISI

Tamam üstüme daha fazla gelme biliyorum ben davet ettim seni perşembe günü. Ama sence de ziyaretin kısa olanı yerinde olmazmıydı. Kaç gün oldu. Tamam besliyorum seni kabul, sen de karın tokluğuna oturuyorsun başımın üstünde. Tek yaptığın yer değiştirmek. Öne arkaya sağa sola üste alta. Hayır anlamadığın şu işlerim var benim, yaşamak zorunda olduğum bir hayatım. Yetiştirmek zorunda olduğum işlerim. Evi temizlemek gerek mesela, sen varken mümkün değil ki sevmiyorsun gürültüyü. Ders çalışmalıyım ama o da mümkün değil ne ışığı seviyorsun ne de odaklanmayı.

Sen huzursuzluk, rahatsızlık ve de sıkıntı veriyorsun bana. Başımı kaldıramamz oldum anlasana. Umrunda değil farkındayım, üstelik yüzsüz bir tavrın var son zamanlarsa. Yoksa onca sözden sonra bir dakika duramaz, durulamaz ama söz konusu sen olunca hayretle bakıyor insan. Telaşlanmıyım diyorum kendi kendime, geldiği gibi gider. Şu saat oldu hala benimlesin ve korkarım bu sabah da gitmeyeceksin. Ama artık kızmaya başladım. Git artık. Gelme bir daha.

Sabah uyandım, 8:30 da ve inanamadım başımın ağrısı hala burada...


27 Aralık 2008

IT'S WHAT IT IS...


Haşim döktürmüş gene;
"Şimdi hazır elimde böyle bir fırsat varken. İzin verirseniz, sormak istiyorum sizlere. Ne düşünüyorsunuz bu satırlar hakkında? Yüreğinizin sesini paylaşmak ister misiniz?"diye sormuş.

Ben de bloguma yazayım dedim cevabımı:


SENDEN NEFRET EDİYORUM
SENDEN NEFRET EDİYORUM
HAYALLERİN YOK DEDİN BANA
BENİM DE HAYALLERİM VARDI BİR ZAMANLAR
AŞKIM DEDİĞİN GÜNLERDE KALAN
SONRA SEN GİTTİN
GİDERKEN YANINA ALDIĞIN BENİM HAYALLERİMDİ
SEN ALIP GİTMESEYDİN HAYALLERİMİ
SEN BENİM HAYALLERİMİ BAŞKASININ GERÇEĞİ HALİNE GETİRMESEYDİN
BENİM DE HAYALLERİM VARDI...
BEN GERÇEKLEŞTİREMEYECEK HALDEYSEM DE
SEN GERÇEKLEŞTİRSEYDİN O ZAMAN
AŞK BU DEĞİL Mİ?

AŞKININ MUTLULUĞU İÇİN YAPILABİLECEKLERİNİ YAPMAK
AŞK DEĞİL DE NEDİR SÖYLER MİSİN BANA
AŞK;
AŞKININ MUTLULUĞUNDAN MUTLU OLMAK DEĞİL DE NEDİR ANLATSANA BANA...

26 Aralık 2008

MİMLENMİŞİM



Nily mimlemiş beni...
Sevdiğim mekanları yazmam için... İlk mimim heyecanımı anlayışla karşılayın lütfen...

Sevdiğim mekanlar…
Sevdiğim mekanlar…
Sevdiğim mekanlar…
Uzun uzun düşündüm
Yazmaya başlarsam aklıma gelir dedim.
Yemek yiyebileceğim salaş mekanları severim mesela…
Düşündüm…
Deniz kenarlarını severim…
Dağları tepeleri ormanları severim…
Rock müzik dinleyebileceğim mekanları severim…
Şık yerleri severim... Hani şu beyaz masa örtüleri şık yakışıklı garsonların olduğu…
Jazz Clubları severim…
Bol çeşit olsun bir de soul müzik kahvaltımı edeyim ama mümkünse kalabalık olmasın brunch mekanlarını severim.
Balıkçıları severim.
Limanları.
Ben en çok sevdiklerim yanımda olsun isterim mekan bahane olsun gönlümüz hoş olsun isterim.
Bazen salaş bazen şık ama mutlaka gülümseyerek anacağımız mekanları severim.
Nişantaşı’ndaki şık manavı bilirim…
Bebek’teki soğuk sandviççiyi…
Taksimdeki salaş ocakbaşını hani umut pişirip kahkaha içtiğimiz
Uludağ’daki köy evini
Çeşme’deki denizi severim.

Ada’yı severim mumlar yakıp dilekler tuttuğumuz için
Moda, Fenerbahçe, Caddebostan'ı severim sahilinde yürümekten bıkmadığımız için
Taksim’i severim her şey bir arada olduğu için
Beşiktaşı severim Ortaköy’e yürüme mesafesinde olduğu için
Kozahan’ı severim simit ve çay en güzel orada gittiği için
Tünel’i severim iki ucu da keyfe açıldığı için

Caddeyi severim süsnenip püslenip Kırıntı'da yemek yediğimiz için
Mudanyayı severim bi de tabi Yalova'yı balık yemek deniz kokmak için
Evimi severim dostlarım geldiği için

Galiba ben mim olayını beceremedim mekanların adını değil anını bildiğim için :)


Peki bakalım bana gelen topu atacağım kişiye doğru pası verebilecek miyiz
Ve işte : hayatınortasında artık top





Fotoğraf için bkz.

22 Aralık 2008

HER ŞEY ZAMANINDA DEĞERLİ



Karnım açken getirdiğin bir lokma ekmek doyurur beni
Sonrasında sofralar kursan ne olur
Üşüdüğümde uzattığın elin ısıtır beni
Sonrasında güneşler açtırsan ne olur
Sen şimdi sev beni
Ben gittikten sonra arkamdan ağlasan ne olur

Kimse İstemediğini Yaşamaz




Hadi canım…
Kimse de beni bu cümlenin doğruluğuna ikna edemez.
Doğduğunuz yer önemlidir.
Kimin çocuğu olduğunuz, nasıl bir toplumda yaşadığınız
O toplumun hangi kesimi ile iç içe olduğunuz.
Karınızın, kocanızın kim olduğu
Çocuklarınızın seçimleri
İşiniz, işinizdeki pozisyonunuz,
Statünüz, kazandığınız, hatta harcayabileceğiniz para önemlidir.
Neyi ne kadar yaşayıp
neyi ne kadar yaşamayacağınızı bunlar belirler çünkü.

KİMSE BENİ İKNA EDEMEZ

Dayak yiyen bir kadına şu cümleyi kurarsınız:
Boşa şu adamı, terk et evi deli misin sen.
Ben senin yerinde olsam bir saniye durmam.

DİYEMEZSİNİZ

Bekara karı boşamak lafı doğrudur.
Çünkü hiç dayak yememişsinizdir.
Çünkü sizin paranız vardır.
Çünkü siz baba ocağına dönünce sevgi ile karşılanacağınızı bilirsiniz.
O nedenle boşarsınız olur biter.
Arkanıza bile bakmazsınız.

KATILIYORUM

Bazen boşamak gerek, bazen dönüp bakmamak…
Ama bunu dillendirmemek gerek.

Peki yapmak için birazcık cesarete ihtiyacı varsa

KURARIZ BİR EMPATİ

Hadi deriz, ne duruyorsun.
Ben senin yerinde olsam bir dakika durmam.

Son dönemin moda kavramlarından EMPATİ(*), pilav üstü döner değildir.
Kur bakalım şuradan bir empati, bol anlayışlı olsun diyemezsiniz.
Aslında kimse ile de empati kuramazsınız.

Aynı yaşanmışlıklara sahip değilsiniz, aynı aşk büyütmemiş sizi, hata yapınca aynı anlayışla karşılanmamışsınız, aynı kültür birikimine sahip arkadaşlarınız olmamış sizin, aynı sorumluluk duygusuna sahip anne baba eğitmemiş sizi, aynı beklentilerle sarılmamışsınız hayata, aynı amaçlarla bakmıyorsunuz o pencereden, aynı sıkıntıları yaşamamış bedeniniz, kısaca aynı yoldan yürümemişsiniz.

Bilemezsiniz…

O nedenle diyemezsiniz.

Becerebiliyorsanız,

DİNLERSİNİZ.

Aslında tek yapabildiğimiz değil midir?
Öyleyse;
empati kurmaya çabalamak yerine dinlemeyi başarsak daha fazla gelişmez miyiz
hatta karşımızdakine daha çok yardım etmez miyiz aslında?


(*) Wikipedi’ ye göre: Empati veya eşduyum, bir başkasının duyguları, içinde bulunduğu durum ya da davranışlarındaki motivasyonu anlamak ve içselleştirmek demektir. Kendi duygularını başka nesnelere yansıtmak anlamında da kullanılır. Empatinin zıt anlamlısı antipatidir.

Bebekler üzerinde yapılan incelemelere göre, doğuştan empati yeteneğimiz yüksek olmakla birlikte, uygun şartlarda hızla kaybedilebilen bir yetenektir. Empati yeteneğini sonradan kazanabilmenin yolu: açık uçlu sorular sormak, yavaş hareket etmek ve yorumda bulunmak, hızlı yargılara varmaktan kaçınmak, kendi davranış ve düşüncelerimizi anlamaya çalışmak, geçmişten ders almak, olayları akışına bırakmak ve kendimiz ve karşımızdakilerin davranışları için belli sınırlar oluşturmaktır.

Olumlu amaçlar için kullanıldığında işbirliği, üretkenlik, refah ve mutluluğu artıran bu yetenek, kötü amaçlar için kullanıldığında manipülasyonculuk şeklini alır.

Empati, bir insanın, kendisini karşısındaki insanın yerine koyarak onun duygularını ve düşüncelerini doğru olarak anlamasıdır. Empati sayesinde insan ilişkileri gelişir. İnsanlar arasındaki kavgalar azalır ve zamanla yok olur. Aile içi empati ise aile bireylerinin karşısındaki insanı kendi yerine koymasıdır. Bu sayede bireyler karşındakinin ne tepki vereceğini bilir ve ona göre davranır.

Empatinin tam olarak gerçekleşmesinin üç kuralı vardır;
- Bir insanın kendisini karşısındaki kişinin yerine koyarak, olaylara onun bakış açısıyla bakmak,
- Karşıdakinin duygu ve düşüncelerini doğru olarak anlamak ve hissetmek,
- O kişiyi anladığını ona ifade etmek.



21 Aralık 2008

TUTARLILIK




Tutarlı olmamı bekleme benden.
Yüreğimin ve beynimin aynı anlaşmaya imza atması mümkün değil.
Sen konusunda anlaşamazlar anlasana.

Yüreğim senin iyi bir insan olduğunu sanıyor.
Beynim olmadığına ilişkin onlarca kanıt sunuyor.
Yüreğim sana acıyor.
Beynim kendime acımam konusunda geçmişi hatırlatıyor.

Tutarlı olmamı bekleme benden.
Bedenim seni çağırıyor
Aklım kendine gel diyor.

Aklım sonunda bir sınır çiziyor.
Akılla yürek anlaşacakmış gibi geliyor.
Hiç beklenmedik bir anda
vurucu cümle karşıma çıkıyor :

“Sınırlar başkasını dışarıda tutmaz,  sizi içeri hapseder” (*)


Fotoğraf için bkz.
(*) Grey's Anatomy 1. sezon. 2 bölümden bir alıntı.

18 Aralık 2008

CAM KIRIKLARI

ALÇI (*)

Uzun zamandır düşündüklerimi düşünsem de yazmayacağım, istesem de yapamayacağım kadar şahane bir anlatımla dökmüş kağıtlara...
Emre Kalcı adını o kadar çok duyacağız ki...
Kitabın armağan bölümünde yazdığı satırlarla bitirelim:


“Herkesin kendi sözcükleri var anlatmaya yetmeyen ve  herkesin kendi öyküsü var
anlatmakla bitmeyen... Ya seninki hangisi? Aynı başlayan hikâyenin sendeki sonu hangisi? Bendeki... Derin... Yırtılmış su sesi...”
(*) İclal Aydın yazısı için bkz.

SUSMA HAKKI

"Susma hakkımı kullanıyor ve hayatından çıkıyorum"

Keşke becerebilsen ve sadece çıkabilsen.
Keşke ben hala birşeyleri açıklamak zorunda olduğun kişi olmasam.
Keşke sen benim seni yanlış anlayıp anlamadığımı umursamasan.
Keşke sen becerebilsen ve
SESSİZCE
çıkıp gitsen.

17 Aralık 2008

EN ÖNEMLİ ÖZELLİK

Bir kocada olması gereken en önemli özellik? (*)
Havaalanında karşılaştık, ikimiz de ayrı yerlere uçuyorduk.
"Gazeteden takip ediyorum bazen seni" dedi, "Demek sen de evlendin."
"Evet" dedim.
"Kocan?" dedi.
Bekledim arkasından ne gelecek diye.
"Ne iş yapar? Yakışıklı mı? Hoş mu? Kültürlü mü? İyi insan mı? Merhametli mi? Şefkatli mi? İyi sevgili mi? İyi sevişir mi? Seni güldürür mu? Çocuklarına düşkün mü? Düşünceli mi? Nazik mi? Varlıklı mı? İyi baba mı?"
Yok hayır. Bunların hiç biri gelmedi.
"Kocan. Sorumluluk sahibi mi?" dedi.
Acayip şaşırdım.
Yıllardır görmediğim eski bir çocukluk arkadaşımın, evli olduğum erkekle ilgili öğrenmek istediği bu muydu yani?
Hayata dair kulağıma küpe olması gereken çok önemli bir bilgiyi ilk kez duyuyormuşum gibi, "Bir kocada aranacak en önemli şey, sorumluk sahibi olması mı?" dedim.
Sesi biraz yorgun geldi,
"Evet tabii ki" dedi.
"Benim o çok aşık olduğum dünyalar güzeli kocam, asistanına tutuldu. İki çocuğumuz varken, onunla gitmek istediğini söyledi. Dünyanın bir ucuna gitti, Arjantin'e. Aşkını yaşayacak ya, yaşasın ama biz de bir şekilde var olabilelim. Oysa çocukların okul paralarını nasıl ödeyeceğimiz umurunda bile değildi. Ama o, baştan beri böyleydi zaten. Dünyanın en janti, en güzel giyinen, en hoş adamıdır, muazzam dans eder, salon erkeğidir, kolunda gururla taşırsın, bütün kadınların ölerek baktığı biridir, dil bilir, kültürlüdür ama dünyanın en sorumsuz adamıdır. Oraya- buraya taktığı borçlar yüzünden, babamın bana aldığı evi satmak zorunda kaldık. Aynı şekilde arabamı da, meğer vergilerini filan ödememiş. Bunun gibi binlerce şey sayabilirim. Sekiz yılda çöktüm ben. Aile olunca insana, kendisinden çok karısını ve çocuklarını düşünecek adam lazım. Sorumluluk sahibi adam. Gerisi palavra!"


(*) Ayşe Arman'ın yazının orjinali için bkz.