15 Mayıs 2009

TENİNİ ÖZLEDİM

En çok sabahları özlüyorum seni. Hani ben erkenden uyanırdım da, sıcaklığına sokulurdum usulca. Dalardım tekrar kollarında uykuya. Sarmaş dolaş olurdu bedenlerimiz ve ellerimiz illa tutardı birbirini: Bırakma beni bırakmam seni dercesine.

En çok sabahları özlüyorum seni. Bacaklarımız birbirine dolanırdı da iki yaramaz kedi yavrusu gibi mırıl mırıl keyif sesleri çıkartarak başlardık ya güne... Kaç sabahtır böyle uyanmadım ben güne... Kendime sarılmalarım yordu beni, tutmalarım ellerimi. Yüreğimde bir soluksuz kalış, bir telaşlı uyanış güne. Sanki nefes almasam gözümü açtığımda ve kalkmasam yataktan çarçabuk... Başlayamayacağım yeni güne.

Bazı sabahlar teninin kokusu geliyor burnuma... Bir sızı bırakıyor, içimde bir damla gözyaşı. Aktı akacak hallerim vardır ya benim. Hani nefesime sokulursun da, avucunu yüzüme kapatır, yavaşça aşağıya kaydırır, sihirli bir dokunuşla gülümsetirsin ya beni. Avucunu özledim. Gelip değiştir içimi. Yok et sızımı, iki yaramaz kedi gibi mırıl mırıl uyanalım güne. İçimde bir gülüş saklı kalsın, sadece, sadece gözlerimi gören anlasın: Hala tenini özlediğimi...

ÖRSELENMEK - İLK - 8

Sakin olmayı öğrenmem lazım dedi, apartmanın basamaklarını çıkarken. Alkolun ve Görkem'in etkisi ile birlikte sarsılan bedenini taşımakta zorlanıyordu. Sağa sola yalpalandı bir iki, asansöre binmediği için kızdı kendine, söylendi evin kapısına geldiğinde... İçeri girer girmez mutfağa yöneldi ve koskocaman mavi cam bir bardak alıp, buz gibi bir su koydu kendine. Balkona çıktı, derin derin nefes aldı ve içeri girip bir sigara alıp tekrar balkona çktı. Balkondaki taburenin üzerine oturdu. Gecenin serinliği vursada tenine umursamadı. Nasıl olsa bir sigara içimlik kalıp sımsıcak bir duşa girecekti. Güleç yüzlü adamı, telefon konuşmalarını, gizemli telefonu ve Görkem'in hatırlattıklarını unutup, kendisine uyuyacaktı o gece.

Küvetin musluğunu açıp giyinme odasına gitti. Temiz bir gecelik aldı sadece. Geceleri çıplak uyumak en sevdiği şeydi. Yaz olsun kış olsun iç çamarı giymeden giyerdi geceliğini. Geceliği illaki saten olsun isterdi. Döndüğünde küvet dolmuştu. Musluğu kapattı.2-3 mum yaktı ve bir tütsü. Işığı kapattı. Duşa girip yıkandı ve sonra küvete uzandı. Banyo köpüğü koyup, iyice köpürttü. Banyo minderini kafasının altına koyup, gözlerini kapadı.

***

Sabah uyandığında kendini iyi hissettiğini fark etti. Bir kaç gerinme hareketi ile yataktan kalktı. Mutfağa yöneldi. French Press içmek için su ısıtıcısını çalıştırdı. 2 ölçülük pressini çıkarttı. Fındık aromalı olan iri öğütülmüş kahveyi seçti. Balkonun kapısını açtı. Dışarıda yağmur havası vardı. İşe gitmek için ne kötü bir gün diye düşünürken, haftasonu olduğunu fark etti. Ayrıca dün telefon eden yüzü olmayan sesle görüşme kararı almıştı. Bu kadar tanıdık olup bu kadar yüzünün gözünün önüne gelemeyişine biraz da şaşırarak, olayları kavramaya çabalıyordu.

Yağmurun belli belirsiz atıştırmasına aldırmayıp balkondaki taburede içti kahvesini. Biraz da toprak ve çimen kokusunu içine çeke çeke. Ne güzel de gelmişti o sabah kahve kokusu burnuna. Gününü planlamaya çabaladı. Ama kafası çalışmak istemiyordu. Yavaşlatılmış film karesi gibiydi düşünceleri. İçeri girdi, kalemi kağıdı aldı eline. Özenli bir not yazma telaşında ufak bir kağıt alıp önüne; 1 Cumhuriyet, 2 Ekmek, 3 Süt, 4 XX Kaşar yazdı. Kapıcı Salih Efendinin alabilmesi için kapıya özenle yapıştırdı. Bir kahve daha koydu kendine. Ajandasını açtı.

20:00 Yemek, ANNELERİ DE GELİYOR...

Notu gördü. Sinirlendi. Kapattı ve mutfağa girdi. Kahvaltılık birşeyler çıkarttı. Önce bardağı düşürdü, allahtan kırılmamıştı, aldı yerden. Sonra buzdolabının kapağını açtı. Kahvaltılıklara şöyle bir baktı. Kahvaltı partisi versem ancak biter bu malzemeler. Elimin ayarı yok benim diye kızdı kendine. Domates, biber, roka, maydanoz, taze nane, yabani semizotu çıkarttı. Domatesler elinden düştü önce, kaldırdı onları yerden. Tam tezgaha yanaşmıştı ki, biberler düştü bu sefer, onları da kaldırdı yerde. Düşe kalka kahvaltı hazırlıyorum hadi hayırlısı dedi. Sonra çıkarttığı malzeme bolluğuna bakıp güldü.

Kapının çalınışına telaşlandı, onun gelmiş olma ihtimaline heyecanlandı ama aklına siparişleri geldi. Salih Efendi, bir Cumhuriyet Gazetesi, iki adet ekmek, üç kutu süt ve dört paket kaşarın olduğu torbayı uzatınca gülmemek için kendini zor tuttu. Artık kesinlikle kahvaltılı parti vermesi gerekecekti. Bir tepsiye hazırladığı malzemeleri koydu ve balkona geçerken, sehpanın üzerinde duran bir türlü kapılıp gidemediği kitabı gördü. Tepsiyi balkondaki masanın üzerine bırakıp kitabı aldı ve küçük bir not kağıdının üzerine: Bazı kitapların okunması için uygun zamana ihtiyaç vardır, yazıp, kitabı kütüphanesine kaldırıyordu ki; son bir fal dedi: saat 9'du ve haftanın 6. günüydü. 9. sayfayı açtı ve 6. satırı buldu:

Çantasını ve kitabını alarak limandaki çay bahçelerine gitmeye karar verdi.

Kapattı kitabın kapağını. Kaldırdı raftaki yerine. Aklına takıldı satır. İstemek yetmez unutmak için dedi. Balkona vuran güneş yerini gölgeye bırakmıştı. Kahvesinden bir yudum aldı... Daldı derinlere. Baktı gözün görebildiği en uzak noktaya:

Güleç yüzlü adamı gördü. Modadaki çay bahçesine oturuyorlardı. Adam ilk kez o anda düşmekten korkma sakın, ben hep yanında olacağım dedi. Dönüp öpmüştü bir de yanağıyla dudağı arasında bir noktadan. Adama kanan kendini, en ihtiyaç duyduğu cümle bir çırpıda kulaklarına çarptığında parıldayan gözlerini gördü.

Dejavu dedi...
Devam Edecek... ___________________________

14 Mayıs 2009

KİLİT


kilit üstüne kilit vuruyorum
sesime soluğuma
yüreğime ruhuma
yenik düşmek istemediğim heyecanlarıma

duysan içimden yükselen çığlıklarımı
anlardın sevebileceğimi
seni umarsızca




________________________

Fotoğraf / Kilitli Kapı

ÇİÇEK EKMEK AŞK BİÇMEK







Tohumları yüreğimde papatyaların
Ekmek için geliyorum umutlarımı

Tohumları yüreğimde kırmızı güllerin
Yaşamak için aşkların en güzelini

Tohumları yüreğimde frezyaların
Gelin çiçeğim olsunlar istiyorum beyazlar içinde

Tohumları yüreğimde çimenlerin
Uçsuz bucaksız bir huzur hissedebilelim beraberken diye

Tohumları yüreğimde gelinciklerin
Ama ekmeyeceğim onları ilişkimize
Bir rüzgarla savrulmasın taç yaprakları
Kısa olmasın ömrün bende

Adını bilmediğim bir çiçek açtı şimdilerde yüreğimde
Adı aşk olsun istiyorum
Adın aşk olsun senin
Tohumunu ne zaman bıraktığını bilemediğim



______________________________________

Fotoğraf / In the setting sun © Anna Engberg

13 Mayıs 2009

GARİP DURUMLAR

Alışmışım biliyor musun, laflamalarımıza...

Laflama ne mi?
Hani ben yazarım, sen yazarsın...

Bazen sen yazarsın, ben yazarım... Gelip gidip bakıyorum bir mesaj var mı senden diye... Yok... Sonra bir mesaj bırakıyorum, aklına gelirim belki diye... Meraklanıyorum... Yanlış bir laf mı ettim diye... Geçmişte bıraktığım izlere bakıyorum ve senden bana kalanlara...
İp ucu arayan bir dedektif titizliğindeyim adeta...

Garip bir durum aslında... Seni hiç tanımadan içtiğimiz şaraplar geliyor aklıma ve yıllardır tanıyormuşuz gibi takılmalarımız... Hiç görmedik birbirimizi ve hiç bilmiyoruz sevdiğimiz renkleri... Bazen senle ben aynı pencereden bakıyoruz. Bazen senin kelimelerin benim kelimelerim oluyor. Sence de garip değil mi? Uzaktayken yakın olmak ve bilmek orada olduğunu.

Sahi söylesene en sevdiğin rengi?
Ve en sevdiğin yemeğin hangisi olduğunu?
Korkuların var mı senin?
Kendine soruların cevapsız?

Garip bir durum biliyor musun: Seni yeterince tanımasam da sebepsizce seviyor oluşum. Bir anda yüreğimde bir meltem oluşun ve rüzgarının beni alıp götürmesi başka diyarlara... Sonra kelimelerinde kayboluşum ve kendimi bulduğumda gülümsemem ana...

En çok neyi seviyorum biliyor musun? Kelimelerime kelimeler ekleyecek kadar içten oluşunu. Hayatıma kattığın anlamı bir bilsen...

Özledim seni, bu gece uyumadan bir mesaj atar mısın bana acaba?

_______________________________________________

Fotoğraf / 1x.com

ÖRSELENMEK - İLK - 7




ÖNCESİ...


Günü düşünerek geçirdi... Güleç yüzlü adamla yaşadıklarına döndü yüzünü. Ne tutkuluydu herşey ilk başladığında. Sonsuz istersin de sonsuz gibi gelir ya zaman, öyleydi işte ilk başladıklarında. Kadın zamana yenik düşmeseydi ve kabul etseydi olanları belki, belki farklı olurdu yaşananlar. Sabahki telefon konuşması kafasını karıştırmıştı iyice... Zamana bırakmayı öğrendim demişti son deneyiminde, ama gene dönüp dolaşıp aynısını yapıyordu. Benzer bir telaş içerisinde kontrol kendisinde olsun istiyordu. Zamana bırakmak dedi, zamana bırakmak en iyisi.

Akşam programı için özel bir okulda müdürlük yapan eski solculardan Görkem'i aradı. Görkem kendisinden 5-6 yaş küçük olmasına rağmen tanıştıkları ilk günden beri iyi anlaşırlardı. Akşama sahildeki balıkçıda yapılacak bir balık rakı, hem kendisine hem de ona iyi gelebilirdi. Onun fikrine saygı duyardı kadın ve hayatı algılayışının farklılığı, onunla konuştuktan sonra olaylara farklı pencerelerden bakmasını sağlardı. 10 yıldan fazladır arkadaştılar ve sadece bir kez, bir gece yakınlaştılar ya da öyle sandılar. Çünkü bir daha hiç tekrarlanmadı o gece olanlar, hatta konuşulmadı bile. Görkem her zamanki gibi neşeli bir kahkaha ile açtı telefonu, akşam ki daveti seve seve kabul etti. Buluştukları andan itibaren bütün geceyi kahkaha krizleriyle geçirdiler. Garsonun servis etmeyi unuttuğu karidesler için Görkem'in "karidesleri eve gönderirsiniz yalnız taze ve jumbo olmalarına özen gösterin" dediğinde, garsonun "paket için önceden sipariş vermeniz gerekiyordu" demesi ve Görkem'in dayanamayıp "kaç gün önceden" sorusu geceyi sandalyeden düşmeden sonlandırmalarına engel olmuştu... Kadın toparlanırken Görkem "yanlış bir soru mu sordum canım" diyip duruyordu. Fazlada içmemişlerdi ama kadın günlerin stresi ve heyecanını bu şekilde dışa vuruyordu. Neredeyse 3 saattir birlikteydiler ve kadın güleç yüzlü adamın aradığını ve gizemli telefonu anlatmamıştı bir türlü. Güleç yüzlü adamın telefonu, Görkem'i sinir küpü suratlı adama dönüştürebilirdi ki bu istenmeyen bir sonuca götürürdü geceyi ve gizemli telefon konusunda sonu gelmez soruları ile sabahı buldutturabilirdi her ikisinede...

Arabada giderlerken kahve içmek için her zamanki duraklarında durdular. Cemal Usta bir yol üstü köftecisiydi ve şaşırtıcı derecede güzel kahvesi vardı ve bir de garip huyu. Para almazdı gelenden, eline bir fatura tutuştururdu 2-3 ayda bir, ödeyiver derdi, başka da para istemezdi. Kadın her seferinde şaşardı adama... O gece elektirik borcundan dolayı kapatılmasının onda yarattığı hayal kırıklığını anlattı. Görkem "getir faturanı ben yatırırm" dedi... Tam zamanıydı; hayal kırıklığı, güven meselesi konuşulurken, kadın; "güleç yüzlü adam aradı" diyiverdi. Görkem duymamazlıktan geldi. Kadın tekrarladı cümlesini. "İyi" dedi Görkem... Başka da bir şey demedi... Anlamıştı kadın, konuşmayacaktı bu konu üzerine. En son konuştuklarında "eğer" demişti, "eğer bir kez daha kanarsan, bir kez daha açarsan telefonunu, bir kez karşılık verirsen ona bu hayatta, ben yokum" Korkmuştu kadın üstelemedi. Güleç yüzlü adamla ilgili tek bir kelime dahi etmedi.

Konuyu değiştirmek için hemen gizemli telefondan bahsetti. İlgisini çekmişti Görkem'in; onlarca soru sordu, onlarca cevap aradı. Sonunda kadının gizemli adama cevap vermesi gerektiğinde hem fikir oldular. Kadının oturduğu sokağa geldiklerinde ikisi de konuşmuyordu artık ve sessizce gecenin sesine kulak kesilmişlerdi. Anı bozmak istemez halleri ikisini de geriyordu ve kadın artık gece bitsin istiyordu. Görkem, apartmanın önüne geldiklerinde arabayı sağa çekti ve durdu. El frenini çekti ve arabadan indi. Kadın da indi. Görkem kadını omuzlarından tuttu ve gözlerinin içine bakarak;

"Bir arkadaşının yazısından bahsetmiştin bana;
Hani bir kitaba başlarsınız, sevdiniz mi sevmediniz mi karar veremezsiniz. Ne bana göre değil diye bir köşeye koyabilirsiniz ne de içinde kaybolabilirsiniz. Bir yerinden yakalamıştır sizi ama saramamıştır. Bu yakalanmışlığın hatırına devam edersiniz, bir sonraki sayfada o da olmadı bir sonraki bölümde sarıp sarmalayacaktır sizi. İçten içe gelişimini, işin sonunun nereye çıkacağını merak edersiniz. Edersiniz ama yine de içine giremezsiniz işte.
hatırladın mı bu satırları, tam böyle miydi emin değilim, hani elinde kalan kelimelerle cümle kuramıyordu...
Hayat bazen; okuyup bitirdiğin ve rafa kaldırdıktan yıllar sonra anlamını bulduğun bir oyun gibi... Biraz gizemli, biraz hayal, biraz kalan, biraz yiten... Kalanlardan cümle yapmak için sana yeni kelimeler, virgüller ve üç noktalar sunacak diğer yarını bulacaksın bir gün ve elinde kalan kelimelerle bugüne kadar kurduğun en güzel cümleyi kurup gülümseyeceksin hayata. Sana oynadığı oyuna, senin bu oyundaki rolüne biraz da şaşarak...
gibi birşeyler yazdığını söylemiştin... Bunu da hatırladın mı? O zaman ya yazdıklarının arkasında dur ya da bırak hayat seninle oynamaya devam etsin. Sen o kitabı okuyalı çok oldu, kaldır artık o kitabı rafa ve elinde kalan kelimelerle yeni cümleler kurabilmek için bir şans ver kendine."


Devam edecek... _____________________________________Devam Etti...

Fotoğraf / when she´s gone© latoday

12 Mayıs 2009

ATEŞLİ GECE, MUTLULUK, HUZUR ÜÇGENİ


Ciara Feat. Justin Timberlake - Love Sex Magic (New)




_________________________________________________

Bazı adamlar ve kadınlar vardır ki Allah onları özene bezene yaratmıştır. Bu adam ve kadın için cennetin bahçelerinden elma aşırıp yemek de dahil olmak üzere her birşeyleri yapabilecek adamlar da kadınlar da vardır elbet ama benim asıl meselem - bilmem takip ediyor musunuz- Yalnızlık Okulu'nun "Sevdakarname"si... Mutluluk İkinci İşaret derki;

"Gecedeki ateşli bir sevişme değildir mutluluk… Sabahın
ilk ışıklarında, ilk günaydını ona söyleyip, güzel bir kahvaltı keyfini sürmektir demlikteki çayla..."

Sorarım size ey erkekler, Ciara ile bir gece geçirmek mutluluk vermez de ne verir size...

Ve hep masum olan hatunlar Justin gelse bir gece kapınıza elinde papatya dahi olmasa, almaz mısınız onu içeriye...



_________________________________________________


Durum şudur; yüreği ile seven bütün adamlar ve kadınlar mutluluğun ikinci işaretinden yanadır bu hayatta... Ama insanoğlu hem gecesi güzel geçsin ister hem de sabahında huzur arar ısrarla..

DÜŞE KALKA KAHVALTI


Oscar Peterson - The Quartet Live (featuring Joe Pass) - 5 -



_________________________________________________

Balkonumu yıkadım az önce belki kahvaltıya gelirsin diye... Sevdiğin gibi yaptım yumurtayı. Hani dometesli ve biberli olup da menemen olmadığını iddia ettiğin şekilde... Karıştırmadım da omlet olmuş oldu işte... Simitçi bağırıyor sıcak olduğunu belirten nağmelerle. İster miydi canın... Simit, kaymak, bal...

seni beklerken gazeteleri karıştırıyordum da yaşlı bir bayanın otobüs durağında anlattıkları geldi aklıma. Günlük gazetemi okuyordum. Kafasını uzattı, "varmı iyi haberler" dedi. "Yok" dedim. Başladı anlatmaya: Annesi, babası eve gelmeden hemen önce televizyonu kapatırmış. Çocuk aklıyla bir türlü anlamazmış da sonunda dayanamayıp sormuş: Anne neden babam gelmeden önce kapatıyorsun televizyonu, "haberler çok kötü bugün, baban zaten işten yorgun argın gelecek kötü haberlerle üzmesin yüreğini" Nasıl bir duyarlılıktır, nasıl bir inceliktir.

Çocuklar boş arsada top koşturmaya başladılar bile. Yokmu ki bunların dersi, ödevi... Amannnn benim de dediğim lafa bak. Çocuklar şimdi koşturmayacak da ne zaman koşturacaklar. Geç kalmasan bari. Kahvaltı masası bekler de güneş kaçar gider az sonra. Hoş sevmezsin sen zaten güneş direk girsin gözüne. Karşıda apartmanlara direnen çamlık var ya kuş sesleri ile nasıl da keyifli bir bilsen. Bu evi aldığım iyi oldu. Güneş kendini göstermeye başladı mı sahil kasabasında gibi hissediyorum kendimi. Biliyorsun kentte çok bölge kaldmadı öyle şort giyilip de parka gidilebilen. Burada kızlar erkekler akşamlara kadar cıvıl cıvıl...

Sucu geldi az önce, kriz bizi de vurdu millet gene çeşmeden içiyor suları dedi. Dertli işte... Kim değil ki; arkadaşım haftasonu çocukluk arkadaşına gitti. Çocuk 2 yılı aşkın süredir işsizmiş. Simsiyah boyamış odasının duvarlarını, kendimle kalmam, sorularımın cevabını bulmam gerekir diyormuş da başka bir şey demiyormuş. İlk soru tahmin edeceğin gibi ben nerede yanlış yaptım.

Hepimiz soruyoruz bu soruyu kendimize zaman zaman... Hatırlar mısın kısa bir zaman önce benzer bir soru ile sorguluyordum hayatı... Ben nerede yanlış yaptım. Ellerimi tutmuştun sımsıkı, yanlışı sen değil Havva ile Adem yapmış aşkım demiştin.

Saat on buçuk olmuş bile, gelmezsin bu saatten sonra.. Zaten geleceğim de dememiştin de bekledim ben gene de. Hani gelirsen, akşam kaldığımız yerden sohbet ederiz diye... Anlayacağın kahvaltı bahane, ben sohbetini bekler dururum balkonumda, seçtiğim müzik sadece sana, sohbete güzel bir fon oluşturur niyetiyle...

YASSAK KARDEŞİM

HER GÜN YENİ BİR YASAK GELİYOR...

HER YENİ GÜN KARARMIŞ BİR SAYFAYA UYANIYORUZ...

YASAKLAR TİYATRO SAHNELERİNDE OYNANAN BİR OYUN DEĞİL...

YASAKLAR
ÜLKEMİN BAŞBAKANININ ÇEKİNMEDEN SÖYLEDİĞİ GİBİ DELİNEBİLİR...

YASAKLAR ÇAĞDAŞ BİR ÜLKEDE ANCAK

SANSÜRESANSÜR'LE ÇÖZÜME ULAŞABİLİR...



Sansür,
bir toplumun kendine olan güvensizliğini yansıtır
ve otoriter rejimlerin belirgin bir özelliğidir.
Potter Stewart



_____________________________________________

VELİM OLUR MUSUN?

Hep düşünmüşümdür iyilik mi ediyoruz kötülük mü diye... Hani kırmızı ışıkta dururlar da camı silerler ya... Bazılarımız ürküp kapıyı kitleriz, bazılarımız bozukluk sıkıştırırız ellerine... Mendil satarlar en çok, kalabalık yerlerde. İnsanların telaşla eve gitmelerine aldırmadan önlerine dikiliverirler hani. Bazılarımız görmezden gelir geçip gideriz, bazılarımız iki kuruş sıkıştırırırz ellerine... Lokantaların camlarına yapışırlar ellerinde sandıkları, siz yemeğinizi yerken içiniz sızlar hani. Bazılarımız sırtını döner, bazılarımız çıkışta bir ekmek tutuşturur ellerine...
Bir proje var VELİM OLUR MUSUN? diye...
İki kuruş sıkıştırmak çözüm değil diyenlerdenseniz bir bakın derim bu projeye...

11 Mayıs 2009

KEYİF ALMAK HAYAL KURMAK


Lena Horne çalıyordu: İçli içli yaşamak için bir şey söylüyordu- Something to live for. Kadın müziğin ritmine uygun bir ruh taşıdığını bildiğinden, ruh hali değişsin diye Mic Max, Como El Viento dinlemeye karar verdi. Karnı acıkmıştı ama evde hazır hiçbir şey yoktu. Müziğin ritmine uygun salınarak gitti mutfağa, üzerindeki ince askılı küçücük elbisesinin omuzdan düşmüş askısının yansımasını görünce mutfak camında, gülümsedi haline. Yemeğe başlamadan önce bir şarap açtı ve el yapımı üfleme saydam cam üzerine kırmızı dağınık şeritli yüksek ince ayaklı olanını seçerek şarabını biraz da yüksekten köpürterek kadehe koydu. Şarabını karafa koymadan içeceği zamanlarda hep böyle doldururdu kahedine... Buzdolabının kapağını açtı. Peynir, krema, kereviz yaprakları, karabiberli hindi füme ve bir paket tavuk bulyon vardı sadece ve bir kaç yumurta. Erzak dolabına yöneldi. Papardelle vardı bir paket ve bir de konserve mısır. Seçilmiş durum irmiğinden üretilmiş farklı bir tadı vardı papardellenin. Oldum olası gülerdi bu durum buğdayı, durum irmiği meselesine. Sarımsak var mı diye kontrol etti ve makarna yapmaya karar verdi.

Makarnası bittiğinde ikinci kadeh şarabı da bitmek üzereydi. Sevmişti bu Avusturalya Shirazını. Yemeği bittiğinde çalan, Willow Weep For Me'yi pek keyifle dinlerdi. Açtı sonuna kadar müziğin sesini ve elinde kadehi dans etti... Mumlarını yakmadığını fark etti, ikisi yerde ikisi sehpada duran 4 mumu yaktı önce. Sonra masanın üzerinde, bodrum dokuması peştemalinin üzerinde duran kırmızı tea lightı yaktı ve son olarak, pencerenin iç kısmında duran mumdanlığına portakal esansı damlatıp içindeki mumu da yaktı. Artık best smooth jazz dinleyip bir sigara yakma saati gelmişti. Üzerine polar bir şal aldı. Çıplak ayaklarına pufidik bir çorap giyip balkona çıktı. Akşamın ayazı vururken tenine adamı düşündü. İçi ürperdi, yanımda olsan dedi, karşılıklı şaraplarımızı içip ne güzel sohbet ederdik bu gece; dream a little dream of me üzerine...


__________________________________

Fotoğraf / draw of wine© Kruno Debenc