02 Aralık 2021

Zor Mayıs



Saklı vadide içerken, yüreğime sakladığım seni usulca öpüyorum, sessizce, kimselere çaktırmadan, üzerine düşler kurup, yeniden yüreğime saklıyorum. Yüzümde belli belirsiz bir gülümseme. Eve geldiğimde, aradığını dilediğimden, hemen ev telefonuma gidiyor elim, aramışsın, seviniyorum, ya aramasaydıyı hiç aklıma getirmiyorum. 

Telaşlı ve gergin bir bekleyişin içinde sıkışıp kalmanı istemediğimden, arıyorum. Aklımda fena halde seni öpmek isteği, dudaklarımı iyice ahizeye yaslayıp, "beni aramışsın" diyorum. Sonra sana olup biteni anlatıyorum ve sen, "kapatmışsın blogunu" diyorsun. Evet, diyorum, biliyorsun ne zamandır niyetim vardı zaten. "Ne gerek vardı bir veda yazısına" diyorsun, "teselliye ihtiyacın mı vardı?" "Bütün yazılarımı kendim için yazdım" diyorum, "nasıl diğerlerini istediğim için kaleme aldıysam bu vedayı da bu nedenle kaleme aldım".  Sorduğun soruyu telefonu kapattıktan sonra bir kez de kendime soruyorum, "teselliye ihtiyacım mı vardı?" Belki... Belki de tek ihtiyacım olan, acımın derinlerinde tek başına yüzleşmeyi göze alamadığım için, boğulursam diye, ses edecek birilerinin kıyılarıma yanaşmasıydı. / Mayıs.2010



Bilmem ki bir açıklama yapmak lazım mıydı? Başlarken yapmıştım, neden yazmaya başladığımı ve neden paylaşmaya karar verdiğimi. Şok edici bir etkisi olmamalı gidişimin, ne de olsa gitmek hep dilimdeydi. Yalancı çoban oldum sanırım. Artık gittim ama kimseyi inandıramıyorum. Bazen öyle bir an geliyor ki, açıklama yapmamış olmaktan rahatsızlık duyuyorum ama ne diyebilirim ki, adam beni terk etti, ben de gittim mi demeliyim. Çok mutsuzdum, bunu resmedip de yüzleşecek dermanım kalmamıştı, o nedenle kaçtım mı ya da, bilmiyorum. Sanırım hiçbir açıklama yapmayacağım. Onlarca kez teşekkür ettim, katkı koyanlara, dostluk sunanlara ve onlarca kez anlattım hezeyanlarımı yazılarımda. Hem kime ne ki, kendim için yazıyordum, şimdi de kendim için gidiyorum. Budur! / Mayıs.2010




Evreleri var insanın, mesela bir ayrılık kararında, eğer kendisiyse ayrılmaya karar veren, karşısındakine söylemek, o kararı almaktan daha zor. Yok eğer, ayrılığı bir olasılık olarak aklında tutuyor ama ayrılmamaya tutunuyorsa, o zaman da ayrılık gelip çattığında, dağılan taraf olmak kaçınılmaz. İşte, bence orada olmak en kötüsü, dağılan tarafta yani. Çünkü kararı alan, bu kararı alırken ve açıklarken taşıdığı yükü, karşı tarafa söylediği anda, kucağına bırakıveriyor ve arkasını dönüp gidiyor. Bunca zamandır yanında olan ve kendi taşıdığı ağırlığı ağırlaştırırken, yanında hep sevmiş olduğu insan var, tek başına değil yani. Ağırlığı kucağında bulansa, o ağırlıkla kalıveriyor ortada. Hem tek başına hem de beklemediği bir zamanda gelen bu ağırlıkla baş etmek kolay olmuyor. Önce bir öfke nöbeti, beraberinde gelen neden soruları, ardından ağlama krizleri, aldatılmışlık hissi ve bir çokları, benzerleri ve nispi olarak daha kötüleri, ardı ardına bir savaşın ortasında gibi, daha çok da gece yarısı baskınını andıran bir hesapçılıkla geliyor. Hele bir de gece gerçekten olunca, yani karanlık zifiri denir ya, işte tam o anda, bastırınca sessizlik ve durmayınca yaşlar, kendi tükürüğünde boğulan insan misali, boğuluyor insan gözyaşlarında. 

Sanıyor ki, gelip kurtarır onu, o çok sevdiği adam. Adam, ağırlığından kurtulmuş omuzlarında, başı dik, yaptığının doğruluğundan emin, ve günlerdir çekilen ve son bulan sızılarının yokluğunda hafiflemişken "bitti" diyor. Başının çaresine bak. Sen; "peki sevgi neydi" diye soruyorsun kendine, bağıra bağıra, avaz avaz, kendini yırtarcasına, yüreğini söküp atarcasına. "Aşk neydi" diye sorar buluyorsun kendini aynalarda. "Vazgeçecek kadar çok sevmekti" diyor bir ses. Sen, "keşke kalıp da daha çok sevmeyi deneyecek kadar çok sevmek olsaydı" diyorsun. "Sevecek olsa, zaten kalırdı"yı kısık bir sesle, kendine bile duyurmak istemez bir halde söylüyorsun. Bir önceki sesin aksine şefkatle.

Kalbinin ağrısı gözünün ağrısıyla kısır bir döngü içinde, paslaşırken, yakan top misali, uykuya dalıyorsun. Sabah uyandığında bütün bunların kötü, çok kötü bir kabus olduğuna inanmak istediğinden, son bir gayret, uykuya dalıyorsun. Sabah gözünü On(l)a açıyorsun. Bunun bir süre her sabah böyle tekrarlanacağını bilerek güne başlıyorsun. Her sabah onun adını sayıklarken, zamanla bir süre sonra yani, top oynamaktan sıkılan çocuk misali, önce yakan toptan vazgeçiyorsun, her sabah ona günaydın demiyorsun. İstopa dönüyor oyun, top havada, bazı sabahlar düşünce yatağın ortasına, bir günaydın diyorsun, havadaki top keşke düşmeseydi yatağa, sen istemeden ebe oluyorsun. Vuracak bir tek kendin varsın diye, topu atan da tutan da, ebe de, vurulacak olan da kendin oluyorsun. Sonra toptan vazgeçip, saklambaç oynuyorsun. Ara sıra bir ağacın ardına gizlenip, saklandığını düşünsen de, hayat denen ebe, seni buluyor bir şekilde. Sen duvara vurup, sobeleyemiyorsun. Ayağına takılıyor bir anı, tam hızını almış koşarken, sendeleyip düşüyorsun. Zamanla denediğin bütün oyunlardan zevk almaz olunca, bir de akşam olup hava kararınca, içine dönüyorsun. Zamanla dışarı çıkmıyor, hiç bir oyuna katılmıyor, kendini yalnızlaştırıyorsun. Öfkeyle, kızgınlık arasında gidip gelen ve seni ölesiye yakan duygunla baş başa kalıp, bekliyorsun. 

Zaman geçiyor, sen geçiyorsun. Aklına düştüğü zamanlar giderek seyrekleşiyor. Üzüntün geçen zamanla ters orantılı azalıyor. Bir tahterevallinin hassasiyetinde, bir yukarı bir aşağı. Ağır basan üzüntü, kavga, kırgınlık zamanla senin yüreğini ortaya koymanla hafifliyor, sen ayakların yere değdiği ilk anda, tekrar oyun oynayacak kadar güçlendiğini hissedip, oyun parkının coşkusuna karışıyorsun. Elinde bir top, köşe başından tüm endamı ile dönen, mahallenin yeni yetmesini şöyle bir süzüp, ekibini kur diyorsun, cesaretin varsa yakan top oynayalım sahanlıkta. / Mayıs 2010

***
Fotoğraflar: 2018 / Akçakoca

01 Aralık 2021

Döner Seni Bulur

Biliyorsun değil mi? "Asla" yapmam demeyeceksin. Dersen, yani bir gün ağzından "asla" ile başlayan bir cümle çıkarsa not et bir kenara. Yıllar sonra, belki de yarın hatta, çıkabilir karşına. Ve sen "asla"nın içinde uyanırsın o biteviye kafanı duvarlara vurduğun sabahlara. 

Günlerce dalga geçersin mesela... "Bazı insanlar var sabahtan akşama iş yerinde film seyrediyor" diye. Gün gelir, hayat seninle dalga geçer gibi; yapacak tek bir işin olmadığı için, işinin en yoğun olduğu zamanlarda kaçırdığın diziyi izlersin, ne de olsa tek derdin gün bitsin! 



Mesela çığlıklar atarsın, "evli bir adamın sevgilisi olmak istemiyorum" diye... Evli bir adam gelir seni bulur ve sen bir seçim yaparsın; nasıl olsa sorunlu, elbet bitecek bir gün diye tutunduğun dal çürük çıkıp da kırılınca, duvara tosladığını anlarsın. Düşüp kolunu da kırabilirsin tabi ama, şans işte belki sana güler günün sonunda. 

Kilolu diye bir insanı küçümsemeyeceksin... Bir insana sokaklarda yaşadığı, çöplerden beslendiği için uzak durmayacaksın. Nasıl herkese günaydın diyorsan, onun da hakkıdır güzel bir sabaha uyanmak, yanından geçerken gülümsemeyi bilecek, hafifçe başını eğip, selam vereceksin. Dedik ya onun da hakkıdır içten bir samimiyet. 

Bir köpek düşün, açlıktan ağlayan, bi kedi soğuktan tir tir titreyen... Yaşamak onların da hakkı, bir lokmayı esirgemeyeceksin. Diyelim ki elindeki son lokma, at onu ağzına, git onlar için de al bir parça daha. Hatta sen en iyisi çantanda, cebinde bir avuç mama sakla, bugün olmasa yarın lazım olur nasılsa. 

Vaktin olduğunda, verdiğin sözleri tutmak için çaba harcayacaksın. "Konfor alanından çıkmayan, başaramaz" unutmayacaksın. Mesela eve gittin diyelim erken, kolayına kaçıp koltuğa uzanmayacaksın hemen. Diyelim ki uzandın, hayaller kuracaksın biraz, sonra bir kağıt kalem alıp eline, hayali gerçeğe dönüştürmek için ne gerekiyorsa not alacaksın. Eyleme geçmeyen, ya serden geçer ya yardan unutma. 

Yazı yazmayı seviyorsan sabahın köründe, yazacaksın. Bir çözümü vardır elbet, çok istiyorsan o çözümü de bulacaksın. Eğer bulmuyorsan, o kadar çok istemiyorsundur, kendine dürüst olup, önce kendini kandırmayacaksın. Gün içinde buldun  kısacık bir zaman, kaçamak yapacaksın kelimelerle, kalemle, kendinle. Akacak klavye durmaz masada. Deneyimledin öğrendin vakti zamanında. 

Ha bu arada, kalemi eline aldığında bırakacaksın ki aksın. Sen yazar mısın ki, geriye dönüp dönüp düzeltmeye uğraşıyorsun cümleleri, süslüyorsun metaforla, mecazla, deviriyorsun yüklemi, zamiri.  Bırak ne kadar aktıysa, nasıl aktıysa içinden, öyle kalsın. Olduğu gibi güzeldir bazı şeyler unutma. 

Daha çok gülümseyeceksin mesela. Daha çok. Çok daha fazla... İyi geliyor sana. Bir başkasına da!  Hem unutma, döner seni bulur o gülümseme hiç içinden gelmediği bir anda. Yani sırf sana biri güldü diye, gülümsersin bir anda. İçinde bir yer ısınır önce, sonra yayılır dünyaya. Dünya yuvarlaktır unutma!

Döner seni bulur, toprağa attığın her tohum zamanı dolduğunda. 

Fotoğraf. 2018 / Zürih
Yazı: 2014 / Ocak

25 Kasım 2021

Sahibine Kısa Notlar -1



Mutluluk öğrenilen bir şey. Yokluğun içinde bile gülecek bir şey bulmak mesela, kesinlikle öğrenilen bir şey. İnsan içini dengelerse, ki beklentisiz bir hayat işi kolaylaştırıyor, o zaman mutlu olmayı da öğreniyorsun. Dikkatini çekerim, beklentisiz dedim, hayalsiz değil. Çünkü gerçekler hayallerden ilham alır. Ah bu konu derin. Bir gün beklenti ve hayal üzerine de yazarım. 

Aslında belki de öğrendiğin mutsuzluğun içinde boğulmamak, her seferinde yüzüp seni ayağa kaldıran o kıyılara çıkmak. 

Kıyılarının kıymetini bilmek. Onları keşfetmek için kendi içine iyice, dikkatlice, yargısız ve bizzati futursuzca bakabilmek. Kendinin en iyisini seçebilmek. 

Ah kalbim, kaç yenilgide, kanatların olduğunu unutup öylece seni uçuracak rüzgarı bekleyerek geçirdin kısacık ömrünü. Kendini, gövdeni,  göğe uzanan dallarını görmezden gelip, kaç kere tutunacak dal aradın umarsızca. 

Avuç içlerine geçmiş tırnaklarını kestin kökünden, yine kanadılar, bu sefer içten içten. 

Sahi, sen en son hangi renk ruj sürüp öptün kendini aynada. Şöyle bir makas alıp kendinden, gülümsedin kendine. Aferin deyip taradın saçlarını. Sarıldın bir ağaca kendine sarılırmışcasına şefkat ve inançla. 

Ne zaman güldün kendine, ayağın kayıp da düştüğünde attığın gibi kahhahalarla, göz yaşların aktı yanağına.

Sahi sen ne ara sevmeyi unutup kendini, sende olanı, senin olanı görmezden gelip, küstün biricik yaşamaya.

Bir kedin olsun isterdin, olsa sen onu da mutsuz ederdin umutsuzluğunda. 

Şairin vardır bence bir bildiği, kuşlar uçuyor, hayat kısa. 



*** Instagram hesabımdan yayınladım. Burada da olsun istedim. 

#evrencekaralama


07 Eylül 2021

Gece Gece



Henüz masa boş.

Elde avuçta kalan ne varsa harmanlamışsın bir anda. Biraz aşk katmışsın biraz da umut, heyecanın bir titrek yaprak, ağacın en cılız dalında. 

Omuz başlarında dünün yoğunluğuna eklenen günün yorgunluğu, içe dönük durmaları hep bu yüzden. Sen ki yürürken incecik topuklarınla, dağlar eğilirdi karşında. 

Başın da sağa çekiyor sanki, nasıl çekmesin ki, binbir derdin kızıl kuyruklu tilkiler gibi, hem değmesin istiyorsun hem de birbirlerine sataşmasınlar. Olmayacağını biliyorsun. Nafile bir istemek hali seninki, içine içine konuşup, sessiz bir çığlık misali. 

O anlatıyor, sen dinliyorsun sükunetle ta ki o sihri bozan cümleye  kadar,  tüm yorgunluğuna rağmen, umutlusun da gecenin getireceklerinden. Belli mi olur, belki yağan yağmurda ıslanırsınız inceden. Hayal etmesi bile güzel. Öyle uzun zaman geçti ki üzerinden, sahi 2003 muydu? Belki 2013 yazı. Yanlış hatırlamıyorsan 2018 Temmuz ayıydı, Datça'da küçük sahil kasabasında, o sahilde, zamansız bir kopuş anıydı gerçeklerden.  Ne geceydi ama! Sahi kaç yıldız kaydı gökyüzündeki bulutsuz karanlıklardan. 

Ah zaman! Bazen ve sıklıkla acımasız bir makina gibisin. Pasın alınacak ki işleyesin. Harman ettin yılları, anları, anıları... 

Masa henüz boş. 

Bulutlar kararıyor, deli bir rüzgar... Kendinden önce uğultusu duyuluyor, sonrası tufan, sonrası yağmur, sonrası bir çakal sürüsü uğuldaması. Gece henüz zifiri karanlık değilken, korkuna sarılıp, biraz bekleyip, karanlığa bırakacağına neyin varsa, ayağa kalkıyorsun o heyecanla.

Döküldü mü taşların! 

Ah be kızım dedim ben sana, etek giyilmez puslu havalarda. 

Usulca topla masayı, sessizliğe as umutlarını, yorgun omuzlarına yep yeni bir yükü daha vurduğuna göre, söndür ışıkları, yat uykuya. 

Uyuyabilirsen yarın yeni bir gün. 

Uyanabilirsen kur sofrayı bir daha, unutma mutlulukla kahvaltının yakın bir ilişkisi vardır aslında. Şair yalancı olacak değil ya. 

Ah o şair, hangi masaydı o, boştu da üstelik. Masa da ne masaydı ama. Hıh! Zaman! Gene mi çıkıp geldin sen amansızca...

Ah be kızım aklın varsa dön yatağa, dal uykuya, uyan sabaha. 

Belli mi olur, yükün bir kuş olur, tilkiler kaçar yabana, sen gene özgür, sen gene mutlu, sen gene... 

Sahi... 

Sen? 

Sen var mıydın bundan önceki zamanlarda.




07 Mayıs 2021

Pandemic Aforizmalar



Bugün instagram hesabımdan bu fotoğrafı paylaştım. Yazmayı özlemiş olmalıyım ki, akıp gitti kelimeler. Vefasız blog yazarı olarak, kendimce mihenk taşı olacak bu yılları/anları burada da arşivleyeyim dedim. Gelmişken bir komşu ziyareti de yaparım belki. 

***

Yazarken. kendimi diğer bloglarda buldum. 

Ah ah "Aydan Atlayan Kedi"nin bir "cuma mektupları" olurdu ki... Okumalara doyamazdınız. Her gün cuma olsa derdiniz. Tesadüf yazmış bir kaç satır, neden yazmadığı ve yine de okunduğu üzerine üstelik :)

Şaşkın Kovam döndü dolaştı yurda geldi. Göçebelik de bir yere kadar... Geldiğinden beridir de bir yazmalar çizmeler, gülmek isteyene ilaç, düşünmek isteyene alternatif tedavi yönetim mübarek... Ayrıca tam bir görev insanı olduğunu ve bunun takdire şayan bir mükemmellikle icra ettiğini de söylemeden edemeyeceğim. ;)

Buraneros gibi bir blogger bu dünyaya fazla, bir an önce edebiyat dünyasına adım atsa iyi olacak. Her blog yazısı kitap gibi... Üstelik öyle saptamaları var ki, incelemeleri ve ah o aktarmaları... İnsanı kendinden alıp, kendine çarpıyor. Bir de "an" anlatır ki, sanırsın o anda oradasın :)

Sevgili Esin'in içinden görüşmeyeli bir Esin daha çıkmış ki, insanın iyi ki pandemi olmuş diyesi geliyor.  :) İzler ve Yansımalar'ın böylesine muhteşem bir iz bırakacağı kimin aklına gelirdi. Alkış ne demek kıyamet desem yeri. 

Gelmişken Zeugma'ya uğradım. Eğer o çiçekler yürüyüş yolunun bir parçası ise, insanın şu pandemi günlerinde her saat başı dondurma yiyesi gelmezse ben de bir şey bilmiyorum. Uzun zaman olmuş Zeugma'yı ziyaret etmeyeli, iyi geldi gezinmek kelimelerinde.  

***

Nasıl oldu bilmiyorum ama blog yazısı arasına ütüyü, geç kahvaltıyı ve son zamanlarda mahalledeki caminin bizim salonda şube açtığına yemin edebileceğim cuma vaazını da sıkıştırmayı başardım. Ah ah 20'li yaşlarım aynı anda kaç işi yapardım da gene de hepsinden beklenen sonuçları alırdım, şimdilerde öyle mi? Birini unutup, diğerini buruşturup, başka birini geçiştirip, bir diğerine sinir olup, ilkine bir dönüyorum ki... Nerede kaldığımı unutmuşum. Neyse ki, evden çalışmak işleri bir nebze rayına koyuyor: yavaş yavaş deliriyorum. 

Geçenlerde Buranaeros'a da yazdığım gibi;

Onu bunu bilmem. Tam kapanma hikaye, açılma desen ziyadesiyle namümkün. Küçük kaçamaklar, insansız doğa sahası, dronsuz da hava sahası bulduğum her yer bayram bana. Yavaş yavaş deliriyorum. Çok yavaş ama, karınca hızında. Anlayacağın karınca kararınca kopyalayıp karıştırıyorum. Balkonu bahçe, küveti deniz, salonu orman, arka odayı vadi olarak konumlandırıp günde 10000 adım atıyorum. İyiyim ben bence. İyiyim. Bir kaç yaş daha böyle büyürüm. Potansiyel görüyorum kendimce.
***

Eh şimdilik blog yazarlığımın acemi günlerindeki tozu üstümden attım galiba. Sahi neden bu blog yazısını yazmaya başlamıştım ki :)


***

Bugün geçen yıldan bu zamana olup bitene farklı bir gözle baktım sanki. Bugün bana sunulan hayatın, sabah aldığım nefesin, sevdiklerimle geçirdiğim zamanın, uzak kalışların, derin özlemlerin, kurulan hayallere " iyi ki" yaşamışımın verdiği o cesareti hissetmek.. İyi geldi. 

Tüm bunlar bu sabah yaşama tutkuma biraz daha umutla sarılmamı sağladı. 

Pandemi boyunca zaman zaman daraldığım oldu tabii ki, zaman zaman üzüldüm, zaman zaman çözümsüz kaldım ama bu zaten hayatın "normal" akışında da öyle değil mi mesela iki gün üst üste evde otursam duvar üstüme gelir benim. Yani bunun pandemi ile bir ilgisi yok aslında, genel olarak üstüme gelir o duvar. Ki vakti zamanında duvarları olmayan ev projesi bölge geliştirmişliğim vardır. 

Pandeminin beni derin yalnızlık ve depresyon durumuna sokmamasındaki temel meselenin, nefes almayı bilmek olduğuna kanaat getirdim.  Ben ne yaptım mesela; bana tanınan nefes alma koridorlarında bazen yürüdüm, bazen koştum, bazen durdum uzun uzun, bazen de ağladım aslında hepsi kendime, bedenime, zihnime ulaşmaya çalışmaktı.

Birkaç gündür okuduğum yazılarda karşıma hep şefkat kelimesi çıkıyor. Düşünüyorum üzerine. 

Eskiden daha sıklıkla şimdilerde sanki biraz törpüleyebildiğim,  bana sorulmadığı halde fikrimi söylediğim anlarda aslında karşımdakini üzmüş, yormuş, hadi itiraf edeyim haksız yere yargılamış mı oldum acaba? Soru sormayı bırakalı çok oldu mesela. Biri bana anlatmak istiyorsa anlatır, sormam gerisini, berisini. O kadardır bana aktarmak istediği, eyvallah. 

Oysa hazırladığım özenli tabaklar, masalar gibi, özeni yaşamımın temel taşı yapsam ve şefkati de eklesem bir doz... 

Aceleci yanımı sakinleştirsem, sabırlı yanımı büyütsem... 

Sanki pandemi bana bunları fısıldayan bir dönem oldu. Ben böyle hatırlayacağım. Bir gün çok ama çok yaşlanınca anlatırken, kişisel bilinç değişimimin başlangıcı olarak bu yılları baz alırmışım gibi geliyor. 

#evrencekaralama



09 Nisan 2021

100'lük Keder




Oturdular cam kenarında bir masaya... 20'lik söylediler, bir 20'liğe dökmek için hüzünlerini. 

Görece kızıldı biri, görece daha güzel. Başladı anlatmaya; yaşayamadığı gençliğinin, hiç bilmediği kadınlığının hayal kırıklıklarını. 58 yaşında aldığı ilk gül buketi de evli bir adamdandı. Sonradan öğrenmişti bu detayı. Sonrası çorap söküğü, o gidemedi, o gelemedi, o vazgeçemedi, diğeri kıyamadı... Ömür dediğin de sona geldi ama sonlanamadı. İntiharı düşündü ama yapamadı... 

Dert bir değil ki anlatsın da, azalsın... Kopuk kopuk cümleleri tarih takip etmeyen bir sıralama ile anlatsa da, adamla tanıştıkları ilk günü anlatırken mutluydu gözleri, sırasıyla hüzünlendi, kızardı, en sonunda aktı masaya gözleri. İçi, dışı, öfkesi, kırıklığı ne varsa yüreğinde, aktı gözlerinden masaya. 

Görece iç güzelliği daha güzel olan, baktı masaya. Kendini koydu her bir damlaya. Bir kaç cümle kurmak istedi. Ferahlatacak, avutacak ya da ne bileyim en azından bir nefes aldıracak. Onun yerine okkalı bir küfür çıktı ağzından: "Orospu çocuğu bunların hepsi." Müzik de en zamansız yerinde durmuştu. Umursamadı. "Sana yaptıklarını karısına yapsa, mutlu bir evliliği olurdu pezevengin." 
Sustular uzunca bir süre. 
Nice zaman sonra cam cama değdi can cana. 
Derin bir iç çekti, sesi kısılmış gibiydi, "Hoş analarının da ne suçu varsa, vuracaksın böyle tipleri, tek kurşun, ikincisi ziyan"

Cam cama değdi bir kez daha ve can cana. 

Alev alev gözleri ile devam etti anlatmaya görece daha güzel olan. 

Adam çokça duymaya alışık olunan, "klişe" cümlelerle durumu özetlemişti;

Sen öyle masum ve güzeldin ki...
Kıyamadım üzülmene...
O zaten hasta uzun zamandır, eli elime değmiyor inan ki...
Küçüçük bir yalan bu... Büyütecek kadar bir şey değil. 
Bak ne güzel anlaşıyoruz seninle, sen iste hemen boşanayım onunla. 
Zaten severek evlenmedim, çocukların hatırına ev arkadaşıyız biz. 
...
..
.
Her cümlede küçüldü adam. Önce mavi ışıl ışıl gözleri karardı. Sonra yüzüne kocaman, kapkaranlık bir leke çöktü. Sonra o elleri...Avucunda sımsıcak hissettiği ellerinin buz kesip de parçalanışına şaştı kadın. Küçüldü adam, gün be gün, her anlatırken övgülerle gönlünün en olmadık yerinde büyüttüğü adam, görünmez oldu. Görünmez oldu olmasına da, ömür geçip gitti bir hiç uğruna. Yaşadıklarına saysa, çoğu keder, fırtına... 

Anlatacakları bitmişti de acısı bir gram bile azalmamıştı, görece güzel olanın. Hüznün dehlizlerinde dolandı bir süre, depresyon dediğin kaç durak uzağında. 

Bir 20'likti söyledikleri, 100'lük kederi sığdırdılar 2,5 kadehe, köz patlıcana, biber boraniye...
Birden bire biri gülmeye başladı kahkahalarla, görece güzel olan, diğeri boğulurcasına sesler çıkartarak eşlik etti. Hakkı ile yapılmış paçanga böreğine, bir porsiyon Arnavut ciğerine serpiştirdiler kahkahalarını. 

Son bir kez daha değdi cam cama, can cana sarıldı bu defa. 

Hesabı istediler, bir küfür daha salladılar geceye, sallana sallana yürüdüler dar sokakta. 
Sahi nasıl bir 20'likti bu, sırası geldi mi bir 70'lik devirenleri deviriverdi bir acıda. 

Acının kaynağını böldüler paydalara, çoğunu adama, azını kadının yüreğine verdiler.

Nara atar gibi yaptılar, güldüler kıs kıs, koştular bir ara, durdular sonra. 

Geceye karıştılar, hüzne boğuldular, acıdan medet umdular, işte orada duvara fena tosladılar. 

Sarhoşun biri geldi son hız, görece güzel olan attı kendini arabanın önüne birden bire. Birden bire havalandı kadın, birden bire düştü, birden bire kan gölü oldu kaldırım, birden bire acı yayıldı, ağdalı bir ağıt ezdi geçti gecenin sessizliğini... Birden bire değişti acının tanımı. Birden bire bağırdı adam, birden bire indi arabadan, diz çöktü dizlerinin üstüne, avuçlarıyla sardı yüzünü kadının, ağladı, çok ağladı adam, hala öyle masum ve güzelsin ki diyebildi sadece. Sessizlik hakim oldu geceye. Ambulans sesleri duyuldu uzaktan. Ardından bir el silah sesi duyuldu, çok yakından. 

Birden bire öldü görece güzel olan, birden bire katil oldu görece iç güzelliği daha güzel olan. 
















08 Nisan 2021

İzin Ver Kendine


Gülümsediğin anıları çoğaltmalısın, bak gör dünya nasıl da güzel ve yaşanılası.

İzin ver kendine, beyninin seni yolcu ettiği dehlizler hep karanlık, dolambaçlı ve acı kaynağı.

İzin ver kendine, güldün daha önce, sevdin ve elbet sevildin. 

Onları al hafızanın baş köşesine. 

Beyin arsız bir kuyu...

Kalp öyle mi?

Kırıldı diyelim, unutur!

Hor görüldü diyelim, şefkatle sarar!

Kalp bu, hafızası hep sevgiden yana.

Beynin kalbi olsa böyle mi olurdu bir düşün.

Seni kolundan tutup çeken, karanlık koridorlarda dolaştıran beynine, sus! de, sert ve inanarak. 

Köpeklere fısıldayan Cesar'ı bilir misin?

Bence bil, bence sadece köpeklere değil, insana da fısıldıyor. 

Onun teknikleri ile havlayıp duran beyni eğitsek, kalp rahat eder. 

Kalp rahat ederse, çok ama çok sever. 

Dünyayı, yaşamayı, kaldırım taşı kenarında hayat bulan papatyayı, ağacı mesela ve gökyüzünü. 

Aşk dediğin de bu bence. 

Kalbinin sonsuz kapasitesini beyninle gölgeleme. 

Beynin iş yaparken lazım sana. Mesela bir süreci iyileştirmek istiyorsun, kullan beynini. Bina yapacaksın mesela, beyin şart, dekore edeceksen kalbi sok devreye... Anladın sen.

Sevmek, sadece ve sadece kalbin meselesi.

Aşk desen; 

Bence şairin* dediği mecburiyet halinden uzak, gülüşünü mıh gibi kalbine kazıma işi

***




Şair: Atilla İlhan

Fotoğraf: Adem Amca ve Yaren leylek belgesel çekiminin yapıldığı günden, tesadüf yani, gülümseten cinsinden

Yaren leylek eşiyle gelmiş bu yıl, meraklısına :)
Buyrun buradan.

Adem Amca ve Yaren leyleği yıllardır takip eden, fotoğraflayan, Alper Tüydeş'in, belgeselci Ömer Ahu tarafından çekilen belgeseli de dikkatinizi çekecektir.

05 Nisan 2021

Ortancalar Solmasın

Sevgili Buraneros;

Çünkü O Joan Baez

yazısını kaleme almasa, 

O yazıyı kaleme almasına sebep,

Sevgili Küçük Jo;

Yazmak-yazmamak.
 
çelişkisi yaşamasa ve o yazısında seyrettiği bir belgesel üzerine iki kelam etmese, 

ben her iki yazıyı okuyup, 

geçmişe yolculuğa çıkmasam, ve hatta içimin kelebeklerine dokunan Joan Baez'den yola çıkıp, Soledad Bravo'ya, oraya kadar gidince Hasta Siempre mırıldanmasam olmaz, haydi ver elini Küba ve elbet  Buena Vista Social Club'a varmasam, bunu dile getirip, Buraneros'a iki satır yazmasam, 

***

Evren4 Nisan 2021 11:26

Joan Baez dendi mi "Where have all the flowers gone" gelip yerleşir dilime, mırıldanır dururum. Annemlerin Töb'lü Der'li gençlik yıllarına benim minnak günlerime denk gelir. Nerelere gittim gene. Şarkıda da dediği gibi "long time ago"
"Hasta siempre" kulağımda, İstanbul'dayım. Acı tatlı anılar var gözümün önünde akıyor, duruyor, donuyor. Sanki gene gittim, galiba bu sefer dönmek zor. Takılayım biraz o yıllarda. Fonda "El Cuarto De Tula"

buraneros4 Nisan 2021 12:04

Öyle bir şarkıyla bitirmişsin ki yorumu, direk gittiğim yer belli. Emma Goldman. Sözün üzerine çok tartışılsa, spekülasyon yapılsa, oraya buraya çekilse da benden alır manasını sonuçta! Güzeldir be, çoookkk güzeldir hem de! Hem yoruma hem de bu yazının duygusuna fazlasıyla yakışır: "Dansedemediğim devrim devrim değildir." O halde çalsın Buena Vista Social Club:)

***

ah benim isyankar yanım, nasıl da canlandı sabah sabah.
Öyleyse biraz dans! 

***

Albüm akıyor, kulaklar mest, kalbimde bir çarpıntı! 


Bugün yüzümde asılı bir gülümseme ile dans eder dururum ben. 
Dudağımda bir sıcaklık, kalbime yayılır, kalbim çarptıkça, anılar canlanır.

***

Biri beni durdursun, kelebek etkisi, kaos teorisi derken, girdiğim ruh hali kendini yavaş yavaş, emekli amirallere, milletvekillerine, Montrö, Lozan... Girdaba sürükleniyorum...

***

Oysa ben bugün Küba sokaklarında, dans etmek istiyorum. 
Dudağımdaki sıcaklık hiç gitmesin, 
Ortancalar solmasın istiyorum. 

***

Neyse ki albüm akıyor, 

Fonda: Candela





 

19 Mart 2021

İki Kadeh Rakı

 



Senle ben birbirine sırtını dayamış iki ev gibiyiz.
Farklıyız ve çok güzeliz.

Senle ben sevgilim !

Kusura bakma ağzımdan kaçtı kelimeler, 
dün akşamki iki kadeh rakıya ver.

Ne seninle ne sensiz geçen hırçın yıllar gibiyiz.

***

4, Mart, Mesudiye

06 Mart 2021

Cemre

 


Bazen yer eder ya bir öpüş,

İşte ben gamzeni böyle bir günde  sevdim.
Hüzün mevsiminde bir kedi,
Nasıl da bağırıyor

 "sev beni"

Usta bir yalnızlık işçisi,
ilmek ilmek dokuduğu depresyonuna bahane ediyor,
henüz toprağa düşmeyen cemreyi

Bazen yer eder ya bir bakış
İşte ben gözlerindeki yaşı böyle bir günde öptüm
Kediyi sevdim
Cemreyi bekledim
Toprağını avuçlayıp seni öte dünyalara yolcu ettim

Bazen yer eder ya...
Sen yüreğimi kendine yer ettin

 ve öylece gittin.

19 Şubat 2021

Tozlu Raflar Külliyatı

Bugün, uzun zamandır uğrayamadığım mahalleme uğradım. Yolumun üstü değildi. Yolumu uzattım bile diyemem. Sanki bile isteğe, en güzel elbisemi giyip, bugün bir mahalleye uğrasam diye geçirmişim içimden. Mahallede gezinirken gözüme çarpan bir dükkanın tozlu raflarında rastladığım ya da bir eskicinin tezgahında gördüğüm... Kelimeler... Nerelerden nerelere sürükledi beni gün ortasında. Nasıl da özlediğim bir sarılma hissi kapladı her yanımı... Hatta sarıldım galiba, sımsıkı, hasretle... 

2009 'dan kalanlar için... 

Tuhaf bir gün olduğu kesin... Bugün mahallede dolaşıp duruyorum ya... Bir de böyle bir yazı çıktı karşıma. "Merhaba" ile başlayıp, "Aç Kapıyı Ben Geldim" diyerek bitmiş yazı. Hani neredeyse yazının ilk ve son cümlelerini alsan, anlamı içinde saklı. 

2008'den kalanlar için...