29 Aralık 2010

Üzerine Yürek Pulu Konulan Mektuplar - Gnin Üzerinde Çizgi Mucizesi




Sevgili Ğ,

biliyorum sen benden bir mektup beklemiyorsun, zaten kimden ne bekliyorsun ki... seni tanıdığım ilk güne, o eski evimin salona açılan mutfağında açılan bir şişe şaraba ve yenilen soğuk etlerin kırmızısına takılı aklım bugünlerde. şimdi eminim, sevgili b.nin sana yazdığım bu mektuptan haberi olduğundaki yüzünü düşlüyorsun. ben de düşündüm ve güldüm. nasıl da üst dudağı bükülür, nasıl da gözlerini süze süze bakar böyle anlarda. senin benim hayatımda bir mucize olduğuna inanmam boşuna değil, sen de biliyorsunki, insanın en büyük mucizesi kendine yürüyebilmesi. sen benim kendime yürümek konusundaki çelişkilerimi aldın, bir de sanırım cesaret ektin yüreğime bir tutam. senin o gün, kaybedecek neyin var dediğin, o gün, hayatımın dönüm noktası oldu.  karşımıza çıkan durumlara ilişkin alacağımız tavrın, sonuçları açısından bakıldığında uğrayacağımız mağduriyetlerin habercisi olduğunu söylemiştin.

2011 için düşlerimin arasına ekledim bir yenisini, uzaklara gitmek isteyişimi. bunu sevgili u.ya da yazdım. gitmek istiyorum. sen bana ilk harf olamayacağımı ama son harf olarak anılamayacağımı da öğretensin ve üstelik buna rağmen yürekte kalıcı olacağmı da... ortada olmak değil önemli olan demiştin, ortada kalmaktır. çünkü birinde sensindir karar veren ve diğerinde sen bile yoksundur ortada... seni galiba bu yüzden hep çok seveceğim. bu yüzden derken, mucizem oluşunu kast ediyorum. evet, sen benim mucizemsin, iyi ki. hep ol...






28 Aralık 2010

Üzerine Yürek Pulu Konulan Mektuplar - F'ye ve G'ye



Sevgili F.,

hayat akıp gidiyor ve sen neresinden tutmak istersen iste, bir ipliğin ucundan tuttuğunda mesela, sökülüp giden bir çoraba benziyor. kaybediyorum diye düşündüğün her seferinde bulduğunu fark edebilsen belki de sevinirsin üzülmek yerine. seni tanımak, bir çiçeğe dokunmak gibi. yüreğin en naif yeri ile sevebilmeli insan seni. bilirim sen sevilmekle değil sevmekle kurarsın bağlarını ve hayatı sadece böyle olduğu için bile sevebilirsin sonsuz. ben ne vakit seni görsem, kendimdeki hoyratlığı söküp atmak isterim. hoyrat bir sevginin yıkıcı yanında kavrulan yüreklerin sonsuz okyanuslardaki maviliğini görüyorum da bugünlerde, garip ama bir yanım seviniyor işte sebepsizce. uzun zaman oldu iki lafın belini kırmayalı, bunda senin de benim de şiddete meyiletmeyişimiz de var ama galiba asıl mesele zaman denen obura kaptırmak neyimiz var neyimiz yoksa. yeni bir yıla karşılamaya bu kadar az kala, zamanı çoğaltmak isterim seninle  gelecek sene. 2011 olsun en güzel yılımız. burcumuzda olacakmış şans, bolluk ve bereket. güldüm ben tabi ki o kahine. sen bizim yüreklerimizi görmedin dedim. yüreklerimizi görsen hep zaten bizimle, bizim içindir; şans da, bolluk da, bereket de dedim... iyi demişim değil mi?

öperim güzel mavi gözlerini, hep.



Sevgili G.,

hatırlıyor musun ilk atışmamızı, yaşıma başıma bakmadan, yaşını başını yok sayışımı. gümüşi saçlarında yaşamın kokusu saklı bir kadınsın sen ve sırf bu yüzden bile sevilesi, özledim güzel gülüşünü.   insan bazen kuytusunda kaybolmak ister ya kendinin, ve bazen yaprak yaprak dökülür ya, işte belki de tam da böyle bir karmaşanın ortasındayım aslında. bir yanım kuytularıma çekilip saklanmak istiyor kendimden, diğer yanım yaprak yaprak döküp giydiklerimi çıplak kalmak kendime. bunun bir formülü var mıdır söylesene? bir ritmi yanlış çalarsa bir insan, dinlemek ister mi bir kimse... ah sevgili g., nasıl da akıp gidiyor zaman denen mucize. bazen nasıl da kısa ve bazen nasıl da uzun gelir insana an değil mi? nasıl da bazen ansızın duruverir. durmasın istiyorum zaman bu günlerde, kalemin durmasın, akıp gitsin bildiği ritimde... 2011'e varsın bir ucu, orada devam etsin ritmi, aksak bir nağme olsun sesi yüreklerde.

gülüşü yürekli kadınları hep çok sevdim. seni de, hep.

Üzerine Yürek Pulu Konulan Mektuplar - ilk beş



Sevgili A.,

sen küçük bir kız çocuğusun benim için. küçük ve kırılgan. yüreğinden çıkıp, büyük kelimelerin döküldüğü; bir kız çocuğunun az önce bitirdiği pamuk şekerden arta kalan, pembe dudakların var senin. bir kaç kare fotoğrafın hariç bilmediğim yüz çizgilerinde saklı bir kıvılcım sonsuz sevgin ve belki de yüreğinde her daim kor bir ateşle pervane dönüyorsun, ben çoşkunu her gördüğümde, yanmaya hazır bir avuç umut görüyorum gözlerinde. yeni yıla yüklediğin yeni umutların var biliyorum ve evet, geçen yıllardan kalan kırgınlıklarını yükledin gene cılız omuzlarına. oysa sen o kırıkları silkelemelisin omuzlarından ve yürümelisin yolunda. hayat bir puzzle gibi olsa da, bazen bir parçasını kaybetsen de, devam etmelisin "sen" olan tablona. inanmalısın bir melek tarafından herkesin kutsanamayacağına ve küçüğüm, sen bir melek tarafından kutsandığın için bu kadar güzel ve özelsin. öperim yüreğini, kocaman sarılırım, hep.



Sevgili B.,

sen benim için huzur dolu toprakların, keşfedilmemiş derinliklerisin. ilk karşıma çıktığın vakit huzur uzağımdaydı ve ben seni okudukça, tanıdıkça ve sevdikçe, her kelimende yaklaştım kendime. sen bilmezsin belki ve evet bilmezsin aslında ama belki hissedersin diye söylüyorum, seni seviyorum. sende gördüğüm kendimi, ettiğim duada bulduğun naifliği seviyorum. insanın hiç karşılaşmadan sevebileceğine dair çok kanıt sundu 2010 bana, sen onlardan birisin ve iyi ki varsın. yeni yılda senden, çocuklarından ve yaşamdan öğrenecek ne çok şeyimiz olacak. sen bir ayna gibi yansıtacaksın. yansıman yanıltmayacak, biliyorum, biliyorum çünkü her yansıma kanıtlar sendeki beni bana. sevgimle, hep.



Sevgili C. ya da Ç.,

gereksiz kelimelerin gereksiz anlarla buluşup, gerekli yürek notalarına çarpmak gibi bir derdi vardır çoğu zaman ve insan bazen o çarpmadaki sarsıntıda bulur gerçek ritmini. bilmem sana olur mu, bilmem sen hisseder misin ama bazen hiç farkında olmadan iyi geliveririz birilerine. senin karamsarlığında bir ışık var, bilmem sen görür müsün, bilmem seni ısıtır mı, ama ben hep görüyorum ve her gördüğümde içimi kaplayan bir sıcaklığın keyfine varıyorum. insan yazmaya ve okumaya başladığında kafasında karakterler yaratıyor ve ne ilginçtir ki bu karakterle hiç de gerçek hayattan olmuyor. zaten, bazen düşünüyorum da gerçek karakterler de bu kadar sevilesi olmuyor... masalsı bir yıl değildi 2010 senin için, ve büyük ihtimalle 2011de olmayacak ama içinin daha huzurlu, sabahlarının daha aydınlık ve yarınlara dair daha umutla bakacağın anların çoğalacak. ben öyle diliyorum, senin için, kendim için ve sevdiklerim için. umutla, hep.



Sevgili D.,

şimdi ben ... koyup gitsem, sadece üç nokta. bir soru işareti kalır mı benden, görünmeyen ama cevabı bilinen. yazmak istedim sana, üç noktayı görünce. bir de sevdim seni, susmak demeni ve ihanet dediğini. ama en çok hüznünü. oysa biliyorum sana gülmek yakışıyor, öyle kırılgan bir gülüş ki, bir yanı hep hüzün kokuyor. özlemişim seni, kelimelerini, sesini. duydum bu sabah. sonra koştum geldim. lâl niye hiç gitmiyor bende. bu aralar lâl gibi kelimelerin, üryan olsan da susuyorsun işte. sana, yeni yılda, yüreğince mutluluk, yaşadığınca huzur, hissettiğince sevinç dilerim. hüznünü bırakacağın engin bir aşk ve güveneceğin güçlendiren bir omuz. mert yürekli kadınlığını sevsin senin. hoyratlığını dokunmanın ve hissetmenin dibini görsün sende. öyle anlasın seni, öyle baksın, öyle görsün. her sabah uyandığında şükredecek bir seni olduğu için öylesine sevsin seni.

gülümsüyorum, hep...


Sevgili E.,

nasıl da bazen hiç olmadık bir zamanda çıkıveriyor değil mi sımsıcak bir iyi ki yüreğimizden, nasıl da buluveriyor karşısındaki kocaman yüreği. karanlığın ortasında parlayan yıldız kelimelerin sahibi güzel kadın, gülüşüne saklanan yarımını bulacağın bir yarın olsun 2011 sana. seni her okuduğumda saklıda kalan sevdanın derinlerinde kayboluyorum, ve her okuduğumda karamsarlığa kapılan yüreğini alıp çıkarmak istiyorum, senin gök/yüzün güzel çünkü. bunun için bile arasıra şımarmak yakışır elbette sana. lütfen, için gibi sıcak olsun dışın da. kar değildir ki dışını üşüten, kar yağdığında bir elin olmamasıdır elini ısıtacak... içinin sıcaklığının yayılacağı bir yürek diliyorum sana. senin için, sana, sende atacak bir yürek.

iyi ki, hep...







Görsel

26 Aralık 2010

Saat Beş Mektupları - II




22.12.2010 / 05:17
Canım Evren,

Ne düşündüğünü biliyorum. Hayat bazen bıraktığın yerden devam eder ve bazen... Bunu ancak yaşayıp göreceksin. Bu hafta zorlu bir hafta oldu evet. Evet! Sen yalnızdın ve iyi ki... Hatırlasana, çorba pişirecek kimsem yok diye ağladığın bir saatte annenin elinde bir tas çorba ile geldiğinde yüzünde oluşan sımsıcak gülümsemeyi... Peki ya sabah erkenden kalkıp okula göndermek zorunda olmadığın ve hatta akşam eve geldiğinde senden yemek bekleyen olmadığı için uzanıp gönlünce dinlenebilme lüksünü... Hayat bazen nasıl da baktığın yerden güzel sadece...

Bu hafta bir yolculuğa çıkıyorsun ve o yolculuktan iki kişi olarak geri döneceksiniz. Biliyorum ki, sen başka bir yere daha uzun sürecek bir yolculuğu düşlerdin ama bununla da çok mutlu olacaksın. Üstelik geri döndüğünüzde sizi bekleyen zamanları düşünürsen bu bile gülümsemen için yeterli değil mi? Aldığın bir maille ne kadar da mutlu oldun bu hafta. Uzun zamandır beklediğin bir gelecekte bir adım daha yol aldın. Yayın Kurulu lafını kaç kez okuduğunu söylemeyeceğim bile. Peki ya hiç heyecanlanmamış gibi davranıp bir gün sonra cevap vermene ne demeli... Bazen gerçekten beni güldürecek kadar komik oluyorsun kız çocuğu.

Öyküyü kaleme almak seni zorlasa da, sonunda ateş gibi bir kız çocuğunun da desteği ile yayına vermeye hazır gibisin... Göreceğiz! Ben hâlâ senin zamana ihtiyacın olduğunu düşünüyorum. Belki diğerleri gibi dizi olarak yazmalısın. Eğer hemfikirsek, bence bir kere daha düşün.

Bu hafta güzel bir gelişme de evle ilgili oldu. Evini, yaşamını ve hatta kendini ne kadar sevdiğini fark ettiren olaylar örgüsünü düşünürsen, yaşamayı sevdiğini bir kez daha duyumsarsın.



26.12.2010 / 05:12

Bu sabah sana yazmak için bilgisayarın başına oturduğumda daha önce yazdığım mektubu bitiremediğimi ve dolayısıyla sana gönderemediğimi fark ettim. Zorlu bir haftaydı değil mi? Bedenen ve ruhen oluşan yorgunluğunu kendi keyfinde salınan bir tren yolculuğunda içilen bir kadeh bira ve sıkışık otobüs koltuğunda yaslandığın güvenli omuzda bıraktın. Bu haftaya daha enerjik, kendine daha güvenli ve keyifle başlayacağını biliyorum. Yeni bir yılı karşılamak için bundan daha sağlam bir zemin bulamayabilirdin. İyi ki dedin mi?

Öykü'nün kapıldığı rüzgara biraz daha eğilsen mi? Mesela ilk paragrafın üzerinde biraz çalıştın... 

Evli bir adamın sevgilisi olmak istemiyorum, diye bağırıyordu, mutfağın krem renkli fayanslarına yasladığı yüzünü zor bela kaldırmaya çalışırken. Günlerdir su bile içmeyen ev arkadaşım Öykü'yü seyretmekle cezalandırılmıştım. Elimden hiçbir şey gelmiyordu. Banyo fayanslarından neredeyse kazıyarak kaldırmıştım onu daha bir kaç gün önce ve bir yarım günümü almıştı kustuğu acılardan arındırmak o yeri. Bulaşan rimelinin kara(n)lığında arkadaşımın yitip giden güzelliğini seyrettim bir süre. Kendimi bir arkadaş olarak suçlu hissetmeme sebep "beni ilgilendirmiyor" deyişimdeki pervasız yandı. Oysa ben ilgilendirmiyor derken, bir sevdaya engel olacak önyargılarımla boğuşuyordum. Geleneksel bir aileden gelişimden kalan saklı bir duvarı, gece karanlık çökerken yıkmaya çabalıyordum... sözüm ona kimsecikler karanlıkta bi’şeycikler göremezdi. Soğuk bir rüzgâr esti kırdığım duvarın ardında. Uzaktan sesini duydum duymasına da… Rüzgârın yıkıcı yanını yaşayan bilir. Karanlık yıkıcılığını arttırır. Soğukta ölümcül bir şiddete bürünür rüzgâr. Ve eğer çaresizseniz karşısında, yüreğinizi de söker alır. Geriye kalan beden sadece acır artık... her soğuk rüzgârda tüm yakıcılığıyla…

Hem öykünü rüzgâra bağladın hem de rüzgârı acıya. Ama bu sefer de geri kalan paragrafların yalınlığından dem vururken buldun kendini. Olay örgüsünü biraz süsle! İçine biraz daha heyecan kat mesela. Ya da öylece kaleminden aktığı gibi bırak. Hayat gibi olsun yani, hani öğrendim artık dediğin gibi. Bırak, nasıl akıyorsa öylece keyif al sadece. İlk paragrafındaki süsleri bulamasan da, biterken büyük büyük vurgularla okuyanı sarsamasan da, bırak. Her ilişki gibi her öykü de kendi sonunu yaşar. Senin için, sana, senden aktığını bilerek yaşamı akışına bırak. Sonlarını da...

Yakında görüşmek üzere. İyi niyetini üzerinden eksik etme.


Senin,
xxxx


Kısa Not: Seni Seviyorum. Hep.




16 Aralık 2010

Saat Beş Mektupları - I


Canım Evren,

Günler ne de hızla akıp gidiyor değil mi? Hızına erişemediğin bir döngüdür hayat, bazen. Tekrarlar kendini her günün erkeni gibi ya da her gecenin yarısı... Bakarsan görebileceğin küçük ayrıntılardadır bir önceki günlerden, gecelerden farkı, bu günün, bu gecenin.  Ama sen bakmak yerine aklının kıvrımlarında dolanmayı seçersin. Aklında yarattığın med-cezirdedir savaşın. Bir gider, bir gelirsin. Enerjini akıtırsın boş yere aklının içine içine. Köşe kıvrım ne varsa dolanır gidersin bir keşke'nin ya da bir ah'ın peşine. Oysa düşünceyi bırakmak gerek, salmak kendi haline. O akıp gitsin varmak istediği yere. Sen bak ve gör. Sessiz kal. İzle sadece.

Hiç balık tutmayı denedin mi sen. Nerede ben de o sabır dediğini duyar gibiyim. Oysa balık tutmak, sadece balık tutmayı gerektirir. Tıpkı çorba pişirmek gibidir yani. Sen hali hazırda henüz bir çorba pişirebilmiş değilsin. Kıvrımın mı fazla, yoksa kıvrımlarına sıkıştırıp, saklayıp, atmalara kıyamadıkların mı? Öykü'nün hikayesini anlatmak üzere oturdun kaç kez kağıdın kalemin başına. Bir dostun dediği gibi, kalemi koydun kağıdın sol yanına, peki ya kendini, koydun mu sol yanına?

Evli bir adamın sevgilisi olmak istemiyorum, diye bağırıyordu, mutfağın krem renkli fayanslarına yasladığı yüzünü zor bela kaldırmaya çalışırken. Günlerdir su bile içmeyen ev arkadaşım Öykü'yü seyretmekle cezalandırılmıştım. Elimden hiç birşey gelmiyordu. Banyo fayanslarından neredeyse kazıyarak kaldırmıştım Öykü'yü daha bir kaç gün önce ve bir yarım günümü almıştı kustuğu acılardan arındırmak o yeri. Bulaşan rimellerin karalığında arkadaşımın yitip giden güzelliğini seyrettim bir süre. Kendimi bir arkadaş olarak suçlu hissetmeme sebep "beni ilgilendirmiyor" deyişimdeki pervasız yandı. Oysa ben ilgilendirmiyor derken, bir sevdaya engel olacak önyargılarımla boğuşuyordum. Geleneksel bir aileden gelişimde saklı bir duvarı, gece karanlık çökerken yıkmaya çabalıyordum... sözüm ona kimsecikler karanlıkta bişeycikler göremezdi.
Öykü'yü anlatmak istediğinde yazdığın ilk paragrafı ilgiyle okuduğumu söylemeliyim. Takıldığım yer tabi ki, son cümlen oldu. Sence de, kimsecikler göremese bile, senin orada olup görüyor olman yeterli değil miydi? Bunun üzerine biraz düşün. Belki o zaman yazdığın sayfalarca paragrafı, ilk paragrafa bağlaman kolay olur.

Ah, Evrenim bazen hayat nasıl da tekrar ediyor değil mi kendini. Burada gülümse... Kendine, geçmişine ve pek tabi şimdine. Kendine iyi davranmaya devam et, sevildiğini unutma. Duanı sıklıkla tekrarla. Her aklında uçuşan kelimeyi, geçmişi, ânı götürüp duana bağla. Aklı düşüncesiz bırakabilmek bir ödüldür. Tutunduğun iyikilerini sıklıkla anımsa, gülümsemek yakışıyor sana.

Senin,
xxxx


Kısa Not: Seni seviyorum. Hep.